1 Kasım 2011 Salı

İslamoğlu Tef. Ders. Yunus (025-028)(68-B)




A sayfasından devam


25-) VAllâhu yed'u ila DarisSelâm* ve yehdiy men yeşau ila sıratın müstekıym;

Allâh, Selâm Yurduna (bedensel sınırlamalar ötesindeki, hakikatinize bahşedilmiş kuvvelerle yaşam boyutuna) çağırır ve dilediğini sırat-ı müstakime hidâyet eder. (A.Hulusi)

25 - Allah, darüsselâma çağırıyor ve dilediğini bir doğru yola hidayet buyuruyor. (Elmalı)


VAllâhu yed'u ila DarisSelâm* ve yehdiy men yeşau ila sıratın müstekıym; Böylelikle Allah insanı, mutluluk ve güvenlik zeminine çağırmakta ve isteyeni dosdoğru bir yola yöneltmeyi dilemektedir.

Eğer dikkat buyurmuşsanız Dâr kelimesini zemin diye çevirdim. Dâr, ev manasına, yurt manasına, hatta dünya manasına, toprak manasına gelir. Fakat burada ahiret içinde kullanılır. Dârül ahira. Fakat burada sadece ahirete yormamız doğru olmaz Allah’ın insanı çağırdığı mutluluk ve güvenlik zemini hemen bir üstteki ayetle irtibat kurarsak aslında öncelikle bu dünya.

Bu dünyada ihanet etmemiş, eşyaya, doğaya, kendi doğasına ve Allah’a ihanet etmemiş, kendisi ile, Rabbi ile, eşya ile, doğa ile barışık bir mümin tipi elbette bulunduğu zemini de mutluluk yuvası haline getirir. Getirmek zorundadır. Onun için burada, bu dünyada insanın rabbi, kendisi ve çevresiyle barışık bir ortamın oluşturulması çağrısıdır. İnsana bu çağrı yapılıyor bu ayette.

Yine; yehdiy men yeşa’ ibaresini farklı bir biçimde, daha doğrusu, en doğru bir biçimde çevirmeye çalıştım; İsteyeni dosdoğru bir yola yöneltmeyi diler, dilemektedir. İsteyeni doğru yola yöneltmeyi diler, çünkü men yeşa’ da ki yeşa’ sözcüğünün iki tane öznesi vardır. Dileyen. Kim; hem insana gider, hem Allah’a gider. Peki hangisine vermeliyiz; ikisine de vermeliyiz. Bu tesadüf değil bana göre, bu kasten yerleştirilmiş bir form. “Dileyenin hidayetini diler. İsteyenin hidayetini ister.” Hidayeti önce siz istemelisiniz. Allah’ta size bahşetsin. İstiyorsanız verecektir. O unutulmaz halk ifadesinde olduğu gibi. “Eğer vermeyi dilemeseydi, dilemeyi vermezdi.


26-) Lilleziyne ahsenül Hüsna ve ziyadetün, ve lâ yarheku vucuhehüm katerun ve lâ zilletün, ülaike ashabül cenneti, hüm fiyha halidun;

İhsan ehline, daha güzeli (El Hüsnâ) ve fazlası (Rıdvan) vardır... Onların vechlerini (yüzlerini - şuurlarını) ne kara toz zerresi (bencillik), ne de (hakikatlerinden ayrı düşmenin getirisi olan) zillet kaplar... Onlar sonsuza dek cennet ehlidirler! (A.Hulusi)

26 - Hasenât yapanlara Hüsnâ bir de ziyade var, ve yüzlerine ne bir kara bulaşır ne zillet, onlar ashabı Cennet hep orada muhalledirler. (Elmalı)


Lilleziyne ahsenül Hüsna ve ziyadeh iyi ve yararlı davranmakta direnenlere karşılık olarak, ondan daha iyisi ve kat kat fazlası var.

Burada ki; ve ziyadeh Türkçeye de geçmiş, ziyade, fazla, fazlalık. Aslında bu ayetin tefsiri; En’am suresinin 160. ayeti. Ne diyor orada;

Men cae Bil haseneti felehu 'aşru emsaliha (En’am/160)

Kim bir iyilikle gelirse ona, onun 10 katı vardır.

Demek ki rabbimiz iyilikleri misli ile ödemiyor. Çünkü Allah.la insan farklıdır. Allah’ın cömertliği farklıdır. Burada ki 10 katta mecazdır. Yani 1 e 10. değil. Çünkü buradaki on çokluğa delalet eder. Kinayedir. Allah kat kat verecek demektir. Sizin yaptığınıza kendisi kat kat güzel karşılık verecek demektir.

ve lâ yarheku vucuhehüm katerun ve lâ zilleh dahası o gün onların ne yüzleri kara çıkar, ne de onursuzluktan başları yere eğilir.

Bir sonraki ayette ki cehennemliklerin aksine bir tavır bu. Aksine bir duruş. Cenab-ı hakk yüze ayrı bir önem atfediyor. Aslın da yüz deyince dilde insanın vitrini, insanın görüneni, insanın vizyonu anlaşılıyor. Burada da o insanın ruh hali, içinde kopan fırtınalar, yüreğinde ki fırtınalar yüzüne yansır. İşte onu söylüyor. Ama burada cennetlik bir insanın yüzü var. Bir sonraki ayette cehennemlik bir insanın yüzü.

Burada güzel işler yapmış bir insanın yüzüne yüreğinden geçen meltemler, yüreğinde ki cennet yansır. O yüzden o insanın içinde ki cenneti seyredersiniz. İşte o yüz bakınca insanın içini ferahlatır. İnsana güven verir. Devamı da var;

ülaike ashabül cenneti, hüm fiyha halidun; İşte bunlar cennetin sakinleridirler, orada yerleşip kalmak üzere girerler.


27-) Velleziyne kesebüs seyyiati cezaü seyyietin Bi misliha, ve terhekuhüm zilletün, ma lehüm minAllâhi min 'asım* keennema uğşiyet vucuhuhüm kıta'an minel leyli muzlima* ülaike ashabün nari, hüm fiyha halidun;

(Yaptıklarıyla) kötülükler kazanmış olanlara gelince; kötülüğün cezası (= karşılığı = sonucu) onun benzeri olacaktır! Onları zillet bürür... Onları, Allâh'ın, yaptıklarının sonucunu yaşatmasından koruyacak (hiçbir kuvveleri) yoktur... Vechleri (şuurları) gecenin zifirî karanlığına bürünmüş gibidir... Onlar sonsuza dek cehennem ehlidirler! (A.Hulusi)

27 - Seyyiat kazananlara gelince kötülüğün cezası misli iledir, ve onları bir zillet kaplar, Allah dan kendilerini kurtaracak yoktur, sanki yüzleri gece parçalarından kaplanmış kapkaranlık, onlar, ashabı nar, hep orada muhalledirler. (Elmalı)


Velleziyne kesebüs seyyiati cezaü seyyietin Bi misliha Kötülük yapmakta ısrar edenler ise, sadece yaptıkları kötülüğün misli ile cezalandırılacaklardır.

İşte geldi.Yine yukarıda ki En’am 160 ı hatırlamalıyız. O ayetin devamı neydi;

ve men cae Bisseyyieti fela yücza illâ misleha..  (En’am/160)

Kimde bir kötülükle gelirse, bir kötülük yapar getirirse ona sadece misli ile, sadece getirdiği kötülük kadar ceza verilir.

İşte rahmet farkı. İşte Allah’ın kendisi için merhameti, rahmeti ilke edinmesi. ..ketebe alâ nefsiHİr rahme.. (en’am/12) Kendi zatı için rahmeti ilke edindi diyordu ya Kur’an. İşte böyle bir Allah. Kötülüğe misli ile, ama iyiliğe kat kat, sınırsızca.

Peki kötülüğü de hiç cezalandırmasa olmaz mı, rahmetine bu yakışır dersek, alacağımız cevap açık; suyu getirenle testiyi kıranı bir tutar mısınız, o zaman kim su getirir. İyi ile kötünün bir olduğu dünyada ahlaki davranmanın gerekçesi nedir. Ahlaklı davrananların Hepinizin affını istirham ederek  kullanıyorum; “Enayi” sayıldığı bir dünyada neden ahlaklı davransın ki insanlar. Onun için Allah’ın adaleti gereği suyu getirenlerle testiyi kıranlar bir olmayacaktır.

ve terhekuhüm zilletün, ma lehüm minAllâhi min 'asım* keennema uğşiyet vucuhuhüm kıta'an minel leyli muzlima ve onlar o gün bir aşağılanmaya mahkum olurlar ki; Allah’ın adaletinden kaçıp sığınacakları biri de olmadığı için; adeta cümle i mutariza, yani iki tire içinde bir cümle bu. Bunun için sanki zifiri bir gecenin karanlığı sıvanmış gibi yüzleri utanç ve zilletten kapkara kesilir.

Çok edebi bir ifade var.  Tı team minenleyl  sanki yüzlerine geceden bir parça sıvamışsınız. Böyle olurlar. Simsiyah kesilirler. Neden, maskeler düşmüştür de ondan. Ruhun azap ve ezikliği yüze yansımıştır. Yüreğini fosseptik çukura çeviren insan, dışına sürdüğü onca makyaj sıyrılınca gerçek değeri ortaya çıkmıştır. Nikelaj sıyrılmış, yaldız sıyrılmış altından tenekesi görülmüştür. Altın sandığınız teneke çıkmıştır. İşte bu, simsiyah, paslı bir teneke. Yüreğinde biriktirdiği tüm günahlar maskelerin fora olduğu, fora edildiği o günde bir bir ortaya çıkmıştır.

ülaike ashabün nari, hüm fiyha halidun; işte bunlarda ateşin sakinleridirler. Onlar da orada yerleşip kalmak üzere girerler.

Ne diyordu Kur’an sevgili dostlar;

..Siymahüm fiy Vücûhihim min eseris sücût.. (Fetih/29)

Secdenin izi onların yüzlerinde okunur, görülür. Ama beri yandan bir başka tip içinde yine yüzle ilgili şöyle bir ayet geçiyordu:

Yu’Araful mücrimune bi siymahüm.. (Rahman/41)

Suçlular yüzlerinden tanınırlar. Aslında burada geçen hep bu yüzler için dışa döndüğü o sorgu, o hesap gününde dünyada taşıdığı içidir, yüreğidir. Dünyada iken içinde sakladığı, ukbada yüzüne geçmiştir, yüz olmuştur.


28-) Ve yevme nahşuruhüm cemiy'an sümme nekulü lilleziyne eşrekû mekâneküm entüm ve şürekâüküm* fezeyyelna beynehüm ve kale şürekâühüm ma küntüm iyyana ta'budun;

Toplu hâlde onları haşredeceğimiz süreç... Sonra şirk koşanlara: "Siz ve ortak koştuklarınız, her biriniz mekânınıza" deriz... Akabinde onların aralarını ayırmışızdır! Onların ortak koştukları ise: "Siz bize kulluk etmiyordunuz (kendi kurgu ve hayallerinize tapınıyordunuz)" derler. (A.Hulusi)

28 - Ve o gün ki hepsini mahşere toplayacağız, sonra diyeceğiz o şirk koşanlara: yerinize! Siz de şerikleriniz de, artık aralarını açmışızdır, şerikleri şöyle demektedir: siz bize tapmıyordunuz. (Elmalı)


Ve yevme nahşuruhüm cemiy'an sümme nekulü lilleziyne eşrekû mekâneküm entüm ve şürekâüküm ve bir gün onların tümünü bir araya toplayacak, ardından da hayatta iken Allah’a has özellikleri başkalarına yakıştırmakta direnenlere diyeceğiz ki; Siz ve tanrılık yakıştırdıklarınız haydi yerlerinize marş marş..! diyeceğiz.

İlginç bir ibare mekâneküm, yerlerinize anlamına gelir lafzen. Aslında buradaki yer, konum ve makam anlamınadır. Fiziki yer değil. İnsanın mahluk olduğunu unutup, halıkını tayin edici bir konum ve makama tecavüz eden bir insan tipi burada ki. Dikkat buyurunuz lütfen Halîkını tayin eden, yani tanrısını tayin eden bir insan. İşte burada ki şirkten kasıt budur. Aslında Allah’a ait herhangi bir sıfatı, Allah dışında birine yakıştırmak; Kişinin tanrısını kendisinin tayin edeceği yetkisi olduğuna inanmasıdır.

Korkunç bir şeydir. Eğer insan tanrısını kendisi tayin etme yetkisine sahipse ona neden ona neden inansın ki. Onun neden sözünü tutsun ki. Bu korkunç bir dalaveredir. Onun için Allah’a iman etmeyenler, kendilerine bir tanrı atarlar. Neden; Çünkü Allah’a iman ederlerse eğer, Allah’ın emrine amade olmak durumundadırlar. Fakat kendileri tanrı atarlarsa, onları kendilerinin emrine amade kılarlar. İşte fark bu. Onun için bu bir tecavüz, bu bir makam vermek, size ait olmayan, Allah’a ait olan makama, birini geçirmeye çalışmak gibi korkunç bir tecavüz.

Bir de Allah’ın yerine konulmaya çalışılan, yani Allah’a ortak koşulan nesneler, objeler var ki, ortak koşulanlar mahluktan, halîk makamına, konumuna yükseltilmenin bu sefer yanlışını yaparlar. Onun içinde herkes yerine mekâneküm haydi marş marş, yerine, yani konumlarınıza. Ey tanrılaştırılanlar, ey birilerinin kendilerini tanrılaştırdıkları, haydi bakalım yerinize. Ey tanrılaştıranlar, siz de. Siz kimsiniz, siz mahluksunuz, yaratıksınız, yaratılmışsınız ama yaratıcınızı atamaya kalkıyorsunuz. İşte bu, bu korkunç bir suç ve ayette söylenen de bu.

Bir anlama probleminden söz edebiliriz bu ayetin tefsirinde, özellikle bu mekâneküm ifadesini İ. Ahfeş, bir sözcük taktiri ile, bekleyin. İn tazırru diye bir sözcük taktir etmiş; Mekanınızda bekleyin şeklini almış cümle. Bu bir takdiri ibaredir, yani ilave bir kelime, bir sözcük ile bu manaya geliyor. Ahfeş’ten sonraki tüm müfessirler, Taberi, İbn. Kesir  ve diğerleri dahil, Beydavi dahil hep onu takip etmişler. Fakat bir  tek Elmalı hariç. Onun için ben bu meali verdikten sonra ne vermişler diye dönüp baktığımda tüm müfessirlerin verdiği manayı gözden geçirdiğimde Elmalı dışında hepsinin Ahfeş’in verdiği manayı devam ettirdiğini gördüm. Devam ediyoruz;

fezeyyelna beynehüm işte böylece onların arasını kesip ayırmış olacağız. ve kale şürekâühüm ma küntüm iyyana ta'budun; ve o zaman onların tanrılık yakıştırdıkları dönüp kendilerine şöyle diyecek; Zaten sizin tapınıp durduklarınız gerçekte hiç biz olmadık ki. O kadar çıplak bir gerçekle yüz yüzeyiz ki. Zaten sizin tapınıp durduklarınız gerçekte hiç biz olmadık ki.

Ne demek isteniyor burada, ne diyor; Aslında siz kendi heva ve hevesinize taptınız diyor. Çünkü tanrınızı belirleme hakkı sizin olduğunu zannettiniz. Bu bir heva idi, bu bir heves idi. Tanrısını atama yetkisini kendisinde gören bir akıl, kendisini tanrılaştırmış bir akıldır. Bu bir puta tapmaktan bin kat daha büyük bir cürümdür. Onun için siz aslında bir başkasına değil, kendi ayartıcı güdülerinize, iç güdülerinize taptınız diyor.


Devam ediyor C sayfasına geçiniz.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder