26 Mayıs 2011 Perşembe

İslamoğlu Tef. Ders. Maide (63-69)(41) - 1 -





Sevgili Kur’a dostları geçtiğimiz ders maide suresinin 62. suresine kadar işlemiştik. 62. ayette dahil. İşlediğimiz bu ayetlerde özellikle Kur’an, ehli kitabın kendi kitaplarına karşı olumsuz yaklaşımlarını gözler önüne sermiş ve bize de kendi kitabımıza karşı onlar gibi yaklaşmamamız gerektiğini öğütlemişti.

Ehli kitabın, daha özelde Yahudilerin kendilerine emanet edilen ilahi mesaja nasıl sırt döndüklerini açıklarken şöyle buyurmuştu Kur’an; “Onların çoğunun günahta, saldırganlıkta ve değer yıkıcılıkta birbirleri ile yarıştıklarını görürsün.” Demişti. “Yaptıkları şeyler ne kötüdür.” Diye de bitirmişti.

 İşte bugün 63. ayetle birlikte onların neden kendilerine emanet edilen ilahi mesaja böylesine ihanet ettikleri, neden böyle bir sosyal çözülmeye, bozulmaya uğradıklarının cevabını da 63. ayette buluyoruz.


63-) Levla yenhahümur rabbaniyyune vel ahbaru an kavlihimül' isme ve eklihimüs suht* le bi'se ma kânu yasne'un;

Rabbanîler ve Ahbar (Mâide: 44'te açıklandı) onları Allâh'a karşı suç olanları söylemekten ve haram yemekten engelleseler ya... Onların yapıp üretmekte oldukları ne kötüdür! (A.Hulusi)

63 - Bari Rabbaniyyun ve Ahbar bunları günâh söylemekten ve haram yemekten nehy etseler! Ne fena sanata alışmışlar. (Elmalı)


Levla yenhahümur rabbaniyyune vel ahbaru an kavlihimül' isme ve eklihimüs suht Onların din adamları ve hahamları, onları günahkarca düşüncelerden ve değer yıkıcılıktan alıkoysalardı ya. Yani neden bir toplum Allah’a karşı, kendi özüne karşı yabancılaşır sorusunun cevaplarından biri, o toplumun aklı eren, o toplumun bilen kişileri görevini yapmayınca dır. Özellikle din alimlerinin, din adamlarının bir toplumun kokuşmasında ya da düzelmesinde. Bir toplumun olumlu anlamda gelişmesinde ya da olumsuz manada çöküşünde, çözülüşünde başat rolü oynadıklarını bu ayette ifade etmiş oluyor.

Aslında bunu öğrenmek için öyle uzun boylu tarihe bakmaya, geriye gitmeye gerek yok. İçinde bulunduğunuz topluma baktığınızda önderlerin sapmasının o topluma nasıl katlanarak yansıdığını görebilirsiniz. Onun için öncüler, bilenler, alimler bir yanlış yaparlarsa o yanlış onları takip edenler tarafından bin olur, binler olur.

Öncüler, önderler, örnek insanlar doğru yaparlarsa, onları takip eden, onları örnek edinen insanlar, onların açtığı çığırı izlerler. Bu çerçevede tüm toplumların kuralıdır. Eğer bozulma önderlerden, alimlerden başlamışsa bu bozulma tabana doğru yayılır. Onun içindir ki Peygamberimiz;

- Eğer şu iki sınıf bozulursa tüm toplum bozulur. Ümera ve Ulema. (Yöneticiler ve bilginler.) Buyurmuştur.

Eğer bu iki sınıf düzelirse toplumda düzelir. Çünkü bu sınıflar toplumu sevk ve idare eden lokomotif sınıflardır.

le bi'se ma kânu yasne'un; İşledikleri şey ne kötüdür.


64-) Ve kaletil yahudü yedullahi mağluletün, ğullet eydiyhim ve lu'ınu Bi ma kalu* bel yedahu mebsutatani yünfiku keyfe yeşa'* ve leyeziydenne kesiyren minhüm ma ünzile ileyke min Rabbike tuğyanen ve küfra* ve elkayna beynehümül 'adavete velbağdae ila yevmil kıyameti, küllema evkadu naren lil harbi atfeehAllahu ve yes'avne fiyl Ardı fesaden, vAllahu la yuhıbbul müfsidiyn;

Yahudiler, "Allâh'ın eli bağlıdır" dediler... Söyledikleri kendilerinde açığa çıktı, kendi elleri bağlandı ve lânetlendiler! Bilakis, Allâh'ın iki eli de açıktır; dilediğince bağışlamaya devam ediyor! Andolsun ki, Rabbinden sana inzâl olunan, onlardan çoğunun inkâr ve tuğyanını (isyan ile haddini aşmayı) arttırır! Onların arasına kıyamet sürecine kadar düşmanlık ve nefret duygusu yerleştirdik! Her ne zaman savaş için bir ateş yaksalar, Allâh onu söndürdü... (Gene de) yeryüzünde bozgunculuğa koşarlar... Allâh inançları saptırma peşinde koşanları sevmez. (A.Hulusi)

64 - Bir de Yahudîler «Allahın eli bağlı» dediler, ve dedikleriyle dilediği gibi bahşediyor, celâlim hakkı için sana rabbinden indirilen onlardan bir çoğunun tuğyanını ve küfrünü arttıracaktır, mamafih biz onların arasına kıyamete kadar sürecek buğz ve adavet bıraktık, her ne zaman harp için bir yangın tutuşturdularsa Allah onu söndürdü, hep yer yüzünde fesat için koşarlar, Allah ise müfsitleri sevmez. (Elmalı)


Ve kaletil yahudü yedullahi mağluletün Yahudiler, “Allah’ın eli sıkıdır” dediler. ğullet eydiyhim ve lu'ınu Bi ma kalu sıkılaştı elleri, ve bu sözlerinden dolayı lanetlendiler. Allah’ın rahmetinden dışlandılar.

Aslında burada; “Allah cimridir.” Demek istiyorlar. Eli sıkılık, cimriliktir bildiğiniz gibi. Bir gönderme yapıyorlar. Özellikle Resulallah’la çağdaş olan Medine Yahudileri, Allah’ın eli sıkıdır iftirasını atarken, şuna da gönderme yapıyorlar. “Eğer cömert olsaydı siz müminler şu anda böylesine yoksulluk içinde bulunmazdınız.” Çünkü bu ayetlerin indiği dönemlerde hala müminler gerçekten yoksul durumdaydılar.

Hayber’in fethine kadar diyecektir Hz. Aişe; Doyası hiç hurma yemedim.

Yine aynı isim; Resulallah’ın tüm evlerinde öyle zamanlar olurdu ki üç ay ocak tütmezdi. Diyecektir.

Resulallah bir toplumun gıpta ettiği, bir toplumun kendisine annelerini ve babalarını feda ettikleri bu insan böyle yaşarsa o toplumda ki maddi standardı siz düşünün.

İşte bu yoksulluğu bahane ederek Yahudileşen İsrail oğulları Allah’a iftira ediyorlardı. Aslında bunun temelinde şöyle yanlış bir mantık yatıyordu; Güçlü olmakla haklı olmayı birbirine karıştırmak. Yani “Eğer siz haklı olsaydınız güçlü olurdunuz. O halde gücünüz olmadığına, zengin olmadığınıza, varlıklı olmadığınıza göre siz haklı da değilsiniz.” Mantığı. Hakla gücü eşitleyen bir mantık.

İşte bu mantık Yahudi mantığıdır. Böyle bir mantıkla dünyaya bakan, toplumlara bakan, tarihe bakan, olayları okuyan Yahudileşmiş bir mantıkla bakmış olur. Çünkü Güç her zaman haklının elinde olmayabilir. Ama gücü olmaması haksız olması anlamına hiç gelmez. Aksine tarihte tersi çok görülmüştür. Güç haksızların elinde çoğu zaman olmuş, onun içinde haklılara zulmetmişler. Onların hakkını gasp etmişler. Daha doğrusu gücü kötüye kullanmışlar.

Onun için güç haklının elinde olursa aynı zamanda Hakk güçlenmiş olur. Bu doğru lakin gücü haksız yere gasp edenler, hiçbir zaman o güçle hakkı savunamazlar. Bu da doğru. Onun için sadece gücü belirleyici bir unsur olarak almak, Yahudice bakmaktır ve işte Medine Yahudileri de Resulallah’a böyle bakıyorlardı. Eğer hakikat üzere olsaydınız, yani çağırdığınız Allah sizi destekleseydi siz zengin olurdunuz. Çağırdığınız Allah sizi destekleseydi siz yer yüzünde güçlü olurdunuz. İktidarda olurdunuz.

Bu ne kadar fena bir mantık düşünebiliyor musunuz. Böyle bir mantık karşısında İbrahim peygamberin durumunu düşünebiliyor musunuz. Nemrut’un durumunu düşünebiliyor musunuz. Nemrut güçlü, İbrahim güçsüz, tek. Acaba öylemi? Yahudice bakarsanız öyle gözüküyor. Ama Allah’ın gör dediği yerden bakarsanız İbrahim güçlü.

Değil mi yoksa? İbrahim’in öyle bir imanı var ki, içinde bulunduğu topluma, o toplumun tüm güçlerine karşı tek başına durabiliyor. Öyle bir gücü var ki, Nemrut’un yerine İbrahim’i koyun, İbrahim’in yerine Nemrut’u koyun öyle düşünün bir de. O zaman İbrahim’in ne kadar güçlü olduğunu anlarsınız. Kimin güçlü olduğunu bugünden bakınca daha iyi görmüyor muyuz. Nemrut’un iktidarı bitti, yıkıldı ama, İbrahim’in iktidarı, 5.000 yıllık iktidarı ayakta.

Gök kubbeye saldığı o sada, hala milyonlarca insanı göz yaşları içerisinde Kabe’ye doğru çekip götürüyorsa bu kimin gücüne delalet eder. İşte imanın gücü.

Yine güç açısından baksaydınız Musa’ya acırdınız ve firavuna hak verirdiniz değil mi? Güçlü kimse, haklı da o diyorsanız eğer, Musa Haksız. İbrahim haksız ve Muhammed AS. hepsine salat-ı selam olsun haksızlar. Öylemi? Öyle bakacaksanız eğer tabii ki öyle görürsünüz. Ama gücü yeniden tanımlıyorsanız, Hakk’tan yola çıkarak tanımlıyorsanız, işte o zaman doğru tanımlıyorsunuz demektir. Musa’nın koy verdiği çığlık, gök kubbeye saldığı sada, Muhammed AS. da, İsa AS. da, Zekeriya AS. da, Yahya AS. da ve onların takipçileri olan müminler tarafından onlarda yankılanarak kıyamete kadar sürecektir.

Onun için böyle bir mantık elbette ki Yahudice bir mantık. Müslüman’ca bir mantık değil ve Kur’an da bu mantığın Yahudileşmiş bir mantık olduğunu zaten göstermek için bu ayetle tescil ediyor ve diyor ki;

ğullet eydiyhim ve lu'ınu Bi ma kalu sıkılaştı elleri ve bu sözlerinden dolayı lanetlendiler. Bunun anlamı, Yahudi kavmi lanetlendi, yani tüm İsrail oğulları, o kavme mensup tüm kavimler lanetlendi anlamına değil tabii. Bunu yapanlar, bunu söyleyenler lanetlenir.

1 – Öncelikle suçun şahsiliği esastır, genellenemez.Hiçbir kavim bu manada lanetlenmiş değildir. Peygamberimizin sözü bu.

- Allah hiçbir kavmi, hiçbir kavme mensubiyeti lanetlemedi. Diyor Resulallah. Bu yanlış anlamayı önlemek için.

Burada bu suçu işleyenler lanetlenmiştir. Ama daha genelde bu mantık lanetlenmiştir. Bu mantığı taşıyan herkes bu lanetin kapsamına, bu dışlanmanın, ilahi dışlanmanın kapsamına girer. Öyle diyor ya Kur’an;

La yeğurrenneke tekallübülleziyne keferu fiyl bilad; (Alu İmran/196)

Peygamberin şahsında tüm müminlere öyle diyor. “İnkarda direnen, inkara saplanan, hakikati inkar edenlerin yeryüzünde gerine gerine, yer yüzünün tüm lükslerini ellerinde bulundurarak dolaşmaları, seni şaşırtmasın. Seni imrendirmesin, kıskandırmasın. Yani onların imrenilecek bir yanı yok.

Bu çok önemli, tabii ki böyle bir bakış açısı, dünyevileşmemiş bir bakış açısıdır. Metaun galilun, neden yok? Çünkü bu geçici bir zevk. Çok geçici bir zevk. sümme me'vahüm cehennem ikamet yerleri cehennem olacaktır. Varıp duracakları yer oradır. ve bi'sel mihad; (Alu İmran/197) Orası ne kötü bir ikemetgahtır.

Eğer böyle bir son bekliyorsa birileri, düşünebiliyor musunuz..! Bu aslında İdam mahkumunun, idamdan hemen önce lunaparkta oynamasına benzemiyor mu? Şimdi siz eğer onun akıbetini görüyorsanız, biliyorsanız, onun lunaparkta oynamasına, onun bir masada neşelenmesine, envai çeşit yiyeceklerle donatılmış bir masada kendi kendisine ziyafet çekmesine İmrenir misiniz? Gıpta eder misiniz. Biliyorsunuz ki biraz sonra ipe gidecek. Bu ondan daha dehşet bir örnek. Allah’ın verdiği örnek, ondan çok daha dehşet bir örnek.

bel yedahu mebsutatan aksine onun elleri sonsuzca açıktır. Allah sonsuzca cömerttir. Ğaniyyun müstean’dır. Yani hiçbir şeye ihtiyacı olmaz, ama herkesin ihtiyacını giderir. Giderebilecek kadar zenginliğe sahiptir. yünfiku keyfe yeşa Lütfunu dilediği gibi dağıtır. Kimisini vererek sınar, Kimini de alarak sınar. Bazen vererek cezalandırır, bazen kısarak ödüllendirir. Bu insanın dünyevileşmiş mantığı ile anlayabileceği bir şey değildir. Bu ancak gör dediği yerden bakarsanız anlaşılır.

Nasıl kısarak ödüllendirir, vererek nasıl cezalandırır demeyiniz lütfen, verdiği, verilen kişi için bir belaya dönüşebilir. Birine hediye ettiğiniz altın bir tabanca, elbette ki büyük bir değerdir. Ama eğer o silahla kendini vuracaksa şimdi bu bunun için ikrama mı geçmiştir, yoksa o kendisi için bir felaket nedeni mi olmuştur.

Nimetler bir bıçak gibi çift taraflıdır. Bir kılıç gibi çift taraflıdır. İki taraflı keserler. Doğru kullanılmadıklarında bir nikmete, (Şiddetli ceza. Hoş olmayan muamelelerle olan mücâzat) bir belaya dönüşebilirler. Onun için Allah’ın Birinden nimetini kısması onun için hep negatif anlama gelmez. Bazen pozitif anlama da gelebilir. Yani nimetini kısarak ona lütfediyor olabilir. Eline geçirdiği nimetle kendi felaketini hazırlayacaksa eğer bir insan, ona nimeti kısmak, onun felaketini önlemek değil de nedir. Ama tabii bazen de sırf imtihan için, sınamak için kısar ve sırf sınamak için açar. Sınavı, kıstığında ve açtığında verenlere ne mutlu.

Hayber seferinde, aklıma bir örnek geldi; Peygamber asrından Ebu Abs isimli bir adam gelir sefere çıkmadan önce. Sırtında çok eski bir elbise vardır. Resulallah bakar;

- Senin başka giyecek bir şeyin yok mu? Der.

Ki delik delik olmuş, teni gözükmektedir.

- Hayır ya Resulallah, hiçbir şeyim yok. Üstelik çocuklarıma da yiyecek bir şey bırakmadım savaşa giderken.

Resulallah elinde avucunda bir şey kalmamıştı bir tek elbise vardır, taze bir elbise, onu Ebu Abs’a verir. Al bunu der. Ebu Abs gider. Bir müddet sonra ordu sefere çıkarken ufukta görünür. Resulallah bakar, sırtında verdiği elbise yoktur. Biraz daha müstağmel bir elbise, kullanılmış bir elbise vardır, sorar.

- Giyinmedin mi elbiseyi?

- Ya Resulallah nasıl giyeyim, onu sattım 8 altına, 4 üne bu elbiseyi aldım, 2 sini yiyecek olarak çoluk çocuğuma bıraktım, 2 altına da kendim için sefer azığı hazırladım.

Resulallah’ın orada söylediği bir söz vardır.

- Gelecek sizin için bugünden çok daha varlıklı olacak. Bir gün gelecek dünya hazinelerini size açacak, ama sizin için hiçte iyi olmayacak. Sizin için o gün hiçte iyi olmayacak.

Ebu Abs, bunu görecek kadar yaşamıştır ve kendisi evet demiştir.

- Bizim için hiçte iyi olmadı..!

Onun için Resulallah’ın tüm hadis külliyatları, tüm hadis ansiklopedilerinin ortaklaşa aldığı bir hadisinde şöyle buyurduğu rivayet edilir.

- Ben ümmetimin tekrar putlara tapmasından korkmuyorum. Benim korkum, asıl korkum ümmetimin dünyevileşmesi, yani mala, mülke, paraya tapar hale gelmesi. Onu yüceltmesi ve dünyayı öncelemesi.

Bu tehlikeyi Resulallah daha baştan haber vermiştir. Onun için bu ümmeti bekleyen en büyük tehlike nedir diye sorarsanız, Yahudileşmek daha da özelde dünyevileşmektir. Çünkü Müslüman İsrail oğulları dünyevileşince Yahudileştiler.

ve leyeziydenne kesiyren minhüm ma ünzile ileyke min Rabbike tuğyanen ve küfra fakat rabbinden sana indirilen onların, - Onlar kim? Genelde ehli kitap, özelde Yahudileşen İsrail oğulları. Çünkü ayetin bağlamında ki pasaj zaten hep onlardan söz ediyor. Aslında onlardan söz etmiyor. Bizden söz ediyor.- rabbinden sana indirilen, onların küstahça azgınlığı ve inatçı inkarını daha da arttıracaktır. Yani şu anda senin üzerinde çok fazla nimet gözükmüyor. Ama gittikçe senin nimetin, sana verilen nimet artacak ve sana verilen nimetin artması da onların küstahlığını arttıracak.

Küstahlıkları şimdide belli oluyor. Yani sana Allah şu anda vermeyerek sınarken, diyorlar ki Allah’ın eli cimridir, sıkıdır. Allah cimridir diyorlar. Cimrilik yaptı diyorlar. Tamam da Allah sana yarın cömertçe davranınca onlar memnun olacaklar mı? Yani o zaman seni kabullenecekler mi? Şimdi güçsüzlüğüne bakıp, eğer haklı olsaydın güçlü olurdun diyorlar değil mi. Yani kendi içinde tutarlı mı Yahudi mantığı. Hiçbir zaman tutarlı olmadı. Yarın güçlü olduğunda hiçbir şey değişmeyecek demektir bu. Yani yarın güçleneceksin, ama Yahudi mantığı aynı bakacak sana yine. Güçlendin diye haklılığını tescil etmeyecek.

O halde bu kıssadan şu hisseyi çıkarabilirsin karşındaki yamuk mantığın sana davranışı, senin güçlü olup olmamanla ilgili değildir. Onun hakikate olan duruşu ile ilgilidir. Yamuk bakışı ile ilgilidir. Bakışında yamukluk olan kimse baktığı hiçbir şeyi doğru göremez. Onun için bu Yahudileşmiş mantığı esas alıp da o mantığa göre düzenlemeye kalkma. Yani tepkisel hareket etme. Sen Allah’a teslim ol ve Allah’ın senin için çizdiği yolda yürümeye devam et.

Eğer onların bakış açısına göre kendini uydurursan unutma ki onlar sana her halükarda bir bahane bularak inanmayacaklar. İşte burada söylenmek istenen de bu gerçek. Devam ediyoruz;

ve elkayna beynehümül 'adavete velbağdae ila yevmil kıyame ve biz onların arasına kıyamet gününe kadar sürecek olan kin ve nefret tohumları saçmışızdır.

Böyle bir mantık sevgili Kur’an dostları zaten sahibine kini din edinecek bir çarpıklık getirir. Böyle bir mantığın sahibi, yani hakikate uymamak için sürekli bahane imal eden bir mantığın sahibi mutlaka ve mutlaka kinini din edinmiştir. Onun için Yahudileşen İsrail oğullarının en tipik özelliklerinden biri de bu olarak veriyor Kur’an; Biz onların arasına kıyamet gününe kadar sürecek olan kin ve nefret tohumları saçmışızdır diyor.

Aslında Allah’ın kendisine atfettiği eylemler, genellikle kulların eylemleri, insanların eylemleri sonucunda Allah’ın dilemesi ile olur. Yani Allah insanların eyleminden bağımsız o sonucu vermez. Kendisine atfetmesi, zatına atfetmesinin anlamı da tevhidin bir sonucudur. Tevhit gereğidir. Çünkü Allah’tan bağımsız hiçbir şey gerçekleşmez inancı bunu gerektirir. Bu ayetin medlulünü, anlamını çok iyi kavramak için Yahudi tarihini bilmek yeterli, Onların arasına kin serpmek..!

Hz. Süleyman dönemine kadar altın bir devir yaşadılar. Krallıklar döneminde gerçekten İsrail oğulları uygarlığı yükselen bir uygarlık oldu ve Hz. Süleyman döneminde zirvesine çıktı. Ama Hz. Süleyman’dan sonra ikiye parçalandı. İsrailiye devleti. Yahudi ve İsraili diye. Ne oldu biliyor musunuz. Yani ayetin tecellisi tarihi bir hakikat olarak öylesine belirgin ve sabit ki..!

Yahudiye devleti Babillilerle ittifak yaptı, putperest Babillilerle, İsrailiyye üzerine, yani dindaşları ve kardeşleri üzerine düşmanla ittifak yaparak birlikte yürüdüler. Ve hz. Süleyman ve Hz. Davut’un kurduğu Devleti yerle bir ettiler. Ve Süleyman mabedini öz elleri ile, kendi peygamberlerinin mabedini yerle bir ettiler. Düşmanlarına yaltakçılık yaptılar. Öylesine bir aşağılanma içine girdiler.

Peki gününü gördüler mi diyeceksiniz, bu MÖ. Yaklaşık 6. yy. da oldu. Hayır gününü görmediler. 200 yıl sonra bu kez Yahudiyye devleti Asurlular tarafından yerle bir edildi. Ve bölgede hiçbir Yahudi bırakılmaksızın Asurlular, kitlesel bir göçe zorladılar. Aldılar ve Irak’a götürdüler onları. Yüz yıllar boyunca Irak’ta yaşadılar. Ancak Asurlular Perslilerin işgaline uğradıktan sonra vatanlarına yüzyıllar sonra dönebildiler.

Peki ne oldu döndüler de? Yine kin ve nefret onların dini haline gelmişti ki, bu kez de Titus Roma’sı yerle bir etti. Öyle bir yerle bir ediş ki 2.000 yıl bellerini doğrultamadılar. Çil yavrusu gibi yeryüzünün her tarafına yayıldılar. Kaçtılar. Diasporada yanı gurbette kendilerine bir vatan aramaya koyuldular. 2.000 yıllık bu gurbet işte böyle bir sürecin sonucunda gelişti. Ve yeniden yaptıkları mabetlerinin çöplük yaptı bir Kraliçe. Bir Bizans Kraliçesi. O çöplüğü ortadan kaldırıp, Hz. Süleyman’ın mabedini yeniden Allah’a ibadet edilen bir mabede çeviren Müslümanlar oldu. Hz. Ömer’in Hilafeti döneminde Kudüs’ün fethiyle ancak gerçekleşebildi.

Onun için Medine’de ki durumlarını ayetin 1. muhatabı olan Resulallah’a ve Müslümanlara, Yahudilerin Medine’de ki bu düşmanlıkları nereden kaynaklanıyor sorusuna aslında, bunların tabiatı bu. Bunların tarihi bu. Yani yeni yapmıyorlar bu işi manasına gelen böyle bir tarihi hakikat sunuluyor.

küllema evkadu naren lil harbi atfeehAllah Ne zaman savaş ateşi yaksalar Allah onu söndürür. ve yes'avne fiyl Ardı fesaden ve onlar yer yüzünde çürüme ve yozlaşmayı yaymak için çırpınırlar.

Bu korkunç bir şey. Gerçekten yer yüzünde çürüme ve yozlaşmayı yaymak için çırpınırlar mı? Evet çırpınırlar. Çok ilginç..! Neden? Bu kendileri için kötü olanın, tüm insanlık için kötü olduğu ilkesine inanmamaktan kaynaklanır. Dahası yer yüzünde ki varlıklarını, insanlara hakim olmakla açıklamak dolayısıyla kaynaklanır. Yani Bizim yer yüzünde ki varlığımız, bizim dışımızda ki tüm insanlar üzerine hakim olmaktır. Varlığımızın gerekçesi budur.

İşte bu var oluşlarını bir kibre, bir müstekbirliğe, bir böbürlenmeye, küstahça bir kibre endekslemek demektir. Onun içinde Yahudi geleneğinde yabancı; Goiym. 2 manaya gelir. Hem yabancı, hem de kendisine karşı her türlü kötülüğün meşru olduğu insanlar. Bakınız..! Onun için kardeşinden faiz almayacaksın der Tevrat. Ama yabancıdan, hayır. Yabancıya karşı hepsini yapabilirsin.

Böyle bir hakikat tahrifi var. Bu tahrifte İsrail oğullarının, Allah’ın seçilmiş kulları olduğu yanlışı yatıyor. Biz insanlar içinden Allah’ın seçtiği dostlarıyız. Geri kalanlar bizim hizmetçilerimiz. Aynen böyle. Tevrat’ta da bir vesile ile dile getirilmiş bu; Onlar senin hizmetçin olacaklar, ayaklarını öpecek o kavimler diyor. Ve senin ayakkabını bağlayacaklar. Onun için böyle bir mantık. Böyle bir mantık olunca tabii ki siz sizin dışınızdaki herkese her kötülüğü yapmayı meşru göreceksiniz. Meşru görüyorsunuz. Oysa ki ilginç değil mi, böyle bir mantığın sahibi olan Yahudilere Resulallah nasıl muamele yaptı hatırlasanıza bir, Hatırlayın:

Onlar anlaşmaya ihanet edip Ben-i Nadir Yahudileri anlaşmaya ihanet edip sürüldükleri zaman Medineli Müslümanlarda alacakları vardı. Medineli Müslümanlara daha önceden, cahiliye döneminden faizle borç vermişlerdi.

Resulallah dedi ki tüm alacaklarınızı eğer zamanından evvel almak istiyorsanız indirim yapın bir miktar şimdi ödensin. Bundan böyle her yıl belli bir miktar Medine’ye gelip Medine de kalabilirsiniz ve bir krş alacağınız kalırsa ben ona kefilim. Resulallah’ta bildiğiniz gibi Ebu Şahm isimli bir yahu diden aldığı buğdaya karşılık zırhı onda rehin olarak vefat etti. Oysa ki Resulallah vefat ettiğinde İslam devletinin sınırları Batı Avrupa büyüklüğüne erişmişti. İşte Resulallah’ın davranışı bu.

Hayber’in fethi sırasında Resulallah’ın gösterdiği adalet karşısında Hayber Yahudilerin reisleri şunu söylemekten kendilerini alı koyamıyorlardı.

- Bi haza kamissemevati vel ard. Yani gökler ve yerler işte bu adalet sayesinde ayakta duruyor.

Can düşmanları olan Resulallah’ın davranışları onlara bu hakikati ifade etmek zorunda bıraktı.

vAllahu la yuhıbbul müfsidiyn; Allah ise çürümeye ve yozlaşmaya neden olanları sevmez.

Unutmayın dostlar, tesadüf olmasa gerek. Marks, bir Yahudi annenin çocuğu. Froyd; Hem anne hem baba olarak bir Yahudi çocuğu. Yani tabii ki Yahudi bir anne babadan doğmuş olmak bizatihi insanı peşinen kötü yapmaz. Dedim ya, Peygamberin ifadesi ile; Hiçbir kavim bu manada tüm nesiller boyunca lanetlenmemiştir. Lanetli mantık vardır, lanetli kavim değil. Mantık lanetlenmiştir. O lanetli mantığı siz takınırsanız siz de lanetli olursunuz. Ama Yahudileşmeyi yeryüzünün en zirvesinde temsil eden yine Yahudiler olmaktadır. Ve ilginçtir yeryüzünde ki en bozucu, ifsat edici ideolojileri kuranlar, işte Marks gibi yine Yahudiler olmuştur. Çok ilginç..!

Bilmiyorum, Kapitalizmin kurucusu Keynes, Yahudi miydi..! Onu bilmiyorum. Ama Freud’un Yahudi olduğunu biliyorum. Ki tüm ahlaki ilkeleri temelinden kazıyıp yeryüzünde Ahlakı yok eden bir mantalite ile insanı tanımlayan, daha annesini emen, süt bebesinin bu davranışını da şehvetine bağlayan ve tüm insanları şehvet gücünün, libidonun kulu olarak nitelendiren böyle bir felsefenin, böyle bir yorumun sahibi herhalde tesadüfen Yahudi olmasa gerek. Tabii ki dediğim gibi Yahudileşmek en büyük tehlike.


65-) Ve lev enne ehlel Kitabi amenû vettekav lekefferna anhüm seyyiatihim ve leedhalnahüm cennatin naıym;

Eğer, önceden kendilerine hakikat bilgisi gelmiş olup (bunu değerlendiremeyenler), iman edip, (şirkten) korunsaydı, elbette onların kötülüklerini siler ve onları Naîm cennetlerine koyardık. A.Hulusi)

65 - Eğer ehli kitap iman etselerdi Allah'tan korksalardı şüphesiz kabahatlerini kefaretler ve kendilerini na'ım cennetlerine koyardık. (Elmalı)


Ve lev enne ehlel Kitabi amenû vettekav Eğer kitap ehli iman etmiş, yani inanmış. Buradaki inanma, neye inanmış, Kendi kitaplarına inanmış olsalardı. Peki burada Kur’an a inanmak girmiyor mu? Zaten kendi kitaplarına samimi olarak inanmış olsalardı, doğal olarak o iman onları Kur’an a götürürdü. Ki nitekim kendi içlerinde samimi olarak kendi kitaplarına inananların nihayetinde Kur’an a ve resule de iman ettiklerini görüyoruz. Abdullah Bin Selam gibi. Onun için eğer kitap ehli iman etmiş ve Allah’a saygıda kusur etmemiş olsalardı;

lekefferna anhüm seyyiatihim ve leedhalnahüm cennatin naıym; Kesinlikle onların kusurlarını örter ve kendilerini nimet diyarı cennetlere koyardık. Yani bizim diyor cenabı hak, bir Rabb olarak, Allah olarak, Rabbül alemin olarak kendisinin tüm insanlara rahmetini eşit dağıttığını ifade buruyor. Ve yine hangi suçu işlemiş olursa olsunlar, tevbe kapısını herkese, Yahudilere de açık tuttuğunu ifade buyuruyor. Bu açık. Yani, yaptığınız şeyler, vazgeçmeniz durumunda boğazınıza ya da boynunuza asılı, bağlı kalmayacaktır, affedileceksiniz. Diyor.

Onun için aslında bu bir Af çarpısıdır. Bu bir genel af çağrısıdır. Eğer pişmanlık duyarlarsa bu ilahi bir genel aftır. Bu bir fırsattır aynı zamanda. 

66-) Ve lev ennehüm ekamüt Tevrate vel İnciyle ve ma ünzile ileyhim min Rabbihim leekelu min fevkıhim ve min tahti erculihim* minhüm ümmetün muktesıdeh* ve kesiyrun minhüm sae ma ya'melun;

Şayet onlar Tevrat'ı, İncil'i ve Rablerinden onlara inzâl olunanı değerlendirip gereğini uygulasalardı, elbette fevklerinden ve ayaklarının altından gelen (manevî ve maddi âlemlerden alacakları) nimetlerle yaşarlardı! Onlardan ümmet-i mukteside (hepsinin hakkını veren) var; ama çoğu ne kötü işler yapıyor! (A.Hulusi)

66 - Eğer onlar Tevrat’ı ve İncili ve Rableri tarafından kendilerine sair indirileni doğru tutsalardı elbette hem üstlerinden yerlerdi hem ayaklarının altından, içlerinden mutedil bir ümmet yok değil, lâkin çoğu ne kötü işler yapıyorlar. (Elmalı)


Ve lev ennehüm ekamüt Tevrate vel İnciyle ve ma ünzile ileyhim min Rabbihim Eğer onlar Tevtat’ı, İncil’i ve kendilerine rableri tarafından indirileni uygulamış olsalardı leekelu min fevkıhim ve min tahti erculihim Gökten ve yerden gelen tüm nimetlerden, ya da başka bir ifade ile, üstlerinden ve altlarından yararlanırlardı.

Yine, çok ilginç burada şöyle bir soru akla geliyor. Onlar Tevrat’ın ve İncil’in hükümlerini uygulamış olsalardı. Burada Tevrat’ı ve İncil’i hayata koymayı, onlarla amel etmeyi mi teklif ediyor diye sorabiliriz. Ve yine şöyle bir soru sorabiliriz. Kur’an ın uygulasalardı dediği Tevrat’la İncil, orijinal Tevrat ve İncil mi burada kastedilen, yoksa şu anda elde bulunan ve bir kısmı tahrif edilmiş olan Tevrat ve İncil mi. Bu önemli bir soru.

Öncelikle evet, Tevrat ve İncil’i uygulasalardı diyor. Ama mazi fiili kullanılıyor. Bu ayetlerin indiği güne değil, daha öncesine yönelik bir uyarı, yönelik bir hatırlatma bu. Uygulasalardı böyle olmazdı.

Demek ki bu surenin 44., 45. ve daha müteakip, daha sonraki ayetlerini hatırlayın. Eğer uygulasalardı, orada 44. ayette; peygamberleri Yahudileşen kavmin peygamberleri, Tevrat’la hükmederlerdi diyor. Onların ahbarları da Rabbaniyyun da onunla hükmederlerdi. Ama bir gün geldi ki hükmetmez oldular.

Demek ki öncelikle benim anladığım buradan; bozulmamış orijinal hükümlerinin tatbik edilmesi. Zaten Orijinal hükümlerin tatbik edilmesi anlamına şu da geliyor; ve ma ünzile ileyhim min Rabbihim. Bu aslında unuttukları, bozdukları, tahrif ettikleri Tevrat’ ve İncil’de ki o tahrif ettikleri, ayıkladıkları, unuttukları hükümlere tekabül ediyor. Kendilerine indirilenlere. Tevrat diyorsunuz, İncil diyorsunuz, bir de kendilerine indirilen diyorsunuz. Onlara indirilen Tevrat değil miydi? Tevrat’tı, o halde ve ma ünzile ileyhim min Rabbihim. Ne oluyor? Yani rablerinden kendilerine indirilen? Tevrat’tan tarayıp ta çıkardıkları, İncil’den çıkardıkları, yani işlerine gelmeyen hükümler. Bu ikisini bir düşündüğümüzde sorumuzun cevabı aydınlanmış oluyor. Yani tüm hükümleri ile birlikte Allah’ın kendilerine gönderdiği orijinal mesajı uygulasalardı.

Burada söylenmek istenen çok daha önemli bir nokta var sevgili dostlar. Eğer uygulasalardı tahrif olmazdı. Bir metni, bir öğretiyi tahriften korumanın en emin yolu onu hayata dönüştürmektir. Ve buradan kıssadan hisse Müslümanlara peygamberin şahsında tüm bu ümmete söylenen de şudur. Eğer bir hükmü dahi uygulamadan taşra tutarsanız, çıkarırsanız, bu elinizde ki öğretinin tahrife açık hale gelmesidir. Saldırıya açık hale gelmesi anlamını taşır. Onun için öğretinizi eğer sağlama almak istiyorsanız, onu korumak istiyorsanız, mutlaka hayata dönüştürün, uygulayın anlamına geliyordu bu.

Onun için bu sorunun cevabı öncelikle orijinal Tevrat ve İncil, ama şu anda ellerinde bulunan Tevrat ve İncil’le amel etmemeleri anlamı çıkaramıyoruz buradan. Zaten bugünkü Tevrat ve İncil yaklaşık olarak asrı saadette Yahudiler ve Hıristiyanların ellerinde ki Tevrat ve İncil’le hemen hemen aynıdır. 3 aşağı, 5 yukarı tahrif edilmiş durumuyla mevcut idi o günde.

Eğer bu insanlar kendi inançlarını kendi metinlerini hayata uygulamakta samimi olsalardı bazı atalarının ayıkladığı, onların unutturduğu, onların tahrif ettiği noktalarda gelip duracaklardı ve gerçeği arayacaklardı. Eğer samimi olsalardı uygulamakta. Ve işte bu arayış onları getirip Kur’an ın kapısına bırakacaktı. Onun için bu ayeti her iki şekilde de anlamamızda bir beis yok. Tevrat’ın hem orijinali ile hem de bugünkü hali ile ona inananlar tarafından uygulanmasını tavsiye etmektedir.

Aynı zamanda bir ciddiyet çağırısıdır. Eğer inancınızda ciddi iseniz öncelikle elinizdekini bir uygulayın. Onu hayata dönüştürün. Tabii bugün bu çağrının kapsamına ben Müslüman’ım diyen insanlar da girmiyor mu sizce..! Artık onlar da bu manada bir ehli kitap haline geldi ve bu çağrının kapsamı onları da kapsıyor.

leekelu min fevkıhim ve min tahti erculihim gökten ve yerden gelen tüm nimetlerden yararlanırlardı.

Aslında bu şu anlama da gelebilir. Maddeyi ve manayı eşit miktarda hayatlarında istifadeye açarlardı. Yani ilahi olanla beşeri olanı dengelerlerdi. Sadece dünyevileşmezler, sadece dünyada ki nimetlerle yetinmezler, gök aynı zamanda yüceliğe tekabül eder, gök aynı zamanda ulviyete, aynı zamanda sonsuzluğa tekabül eder. Sonlu nimetlerde de dünya nimetlerinde olduğu gibi büyük bir standart geliştirirlerdi. Dünyevi hayat standartları, uhrevi hayat standartları ile beraber yükselirdi.

İşte bu ikisini birlikte götürürlerdi ama şimdi ne oldu? Sadece dünyayı geliştirdiler, dünyevi standartları yükselttiler ama ahlaki standartları, yani göksel standartlar, yüce standartlar, ahlaki standartları, dini standartları, inanç standartları ve uhrevi standartları yerin altına indi. 0 ın altında geziyor.

minhüm ümmetün muktesıdeh onlardan doğru, adil bir yol tutturanlar var.

Yine de süpürmüyor Kur’an dikkatinizi çekerim. Süpürücülük yapmıyor, Mutlaka içlerinden iyileri bir tarafa seçiyor. Yani Hıristiyanların ve Yahudilerin kendi inancında samimi olanları ile samimi olmayanları dahi Kur’an ayırıyor.

ve kesiyrun minhüm sae ma ya'melun; Çoğuna gelince ne kötü şeyler yapıyorlar.

Tabii burada çoğuna, özellikle çoğuna gelince ne kötü şeyler yapıyorlar derken Kur’an, onların çoğunluğunun bozularak o azınlığın değil artık, çoğunluğun inancının, çoğunluğun tahrifinin, çoğunluğun tercihinin toplumu kapsadığını, toplumun belirgin inancının çoğunluk inancı haline geldiğini de vurgulamış oluyor. Tabii ki bu o iyi olan azı, o çokla birlikte düşünmemizi gerektirmiyor.

67-) Ya eyyüherRasulü bellığ ma ünzile ileyke min Rabbik* ve in lem tef'al fema bellağte risaleteHU, vAllahu ya'sımüke minenNas* innAllahe la yehdil kavmel kafiriyn;

Ey (şerefli) Rasûl... Rabbinden sana inzâl olunanı tebliğ et! Eğer yapmazsan, "HÛ"nun risâletini edâ etmemiş olursun! Allâh seni insanlardan korur... Muhakkak ki Allâh, hakikati inkâr edenler topluluğuna hidâyet etmez! (A.Hulusi)

67 - Ey şanlı Resul sana rabbinden her indirileni tebliği et, etmezsen onun risaletini eda etmiş olmazsın, Allah seni insanlardan koruyacak, emin ol Allah kâfirleri muratlarına erdirmeyecek. (Elmalı)


Ya eyyüherRasul ey peygamber, bellığ ma ünzile ileyke min Rabbik Rabbinden sana indirilen hakikati tebliğ et.

Yukarıdaki ayetle birlikte düşünürseniz bu keskin, bu sert gibi gözüken ilahi hitabın anlamını daha iyi kavrarsınız. Ey peygamber, rabbinden sana indirilen hakikati tebliğ et.

ve in lem tef'al fema bellağte risaleteHU eğer bunu tam yapmazsan, - o (tam’ı) ı bu şekilde kullanıyorum ama genelde Celaleyn’den tutunda, Taberi’ye kadar yani günümüzdeki nispeten daha yeni olan müfessirlerden tutun da Kadim müfessirlere kadar burada ki yapmamayı, buradaki azarı, Allah’ın azarını, TAM yapmazsan, eksiksiz yerine getirmezsen anlamına almışlar. Onun için ben tekrar vereyim manayı,-

ve in lem tef'al fema bellağte risaleteHU eğer bunu tam yapmazsan, O’nun mesajını hiç tebliğ etmemiş olursun. vAllahu ya'sımüke minenNas Allah seni insanların saldırısından koruyacaktır. innAllahe la yehdil kavmel kafiriyn; kuşku yok ki Allah, nankör bir toplumu doğru yola ulaştırmaz. Kafiriyn’i nankör, yani verilen nimeti inkar eden biçiminde aktardım.

Burada şöyle bir soru akla gelir mi? Resulallah acaba  Allah’ın kendisine gönderdiği mesajlardan bir kısmını gizlemek niyetinde mi idi ki böyle bir azar geliyor. Böyle bir düşüncenin sadece Resulallah’a değil, aynı zamanda Allah’a iftira olduğunu Hz. Aişe ta o günden söylüyor ve diyor ki;

- Kim Allah Resulünün Allah’ın gönderdiklerinden bir tanesini gizlediğini zannederse, zannederse, aynen öyle ifade. Zannederse hiç kuşkusuz o Allah’a en büyük iftirayı atmış olur. Peygambere değil sadece. Allah’a en büyük iftirayı atmış olur.

Peki bu ibareyi nasıl anlayacağız ya? Eğer böyle ise, bunu diyemeyeceksek, ki diyemeyiz, Bu ibare şu bağlamda anlaşılmalı sevgili dostlar. Genelde, bir üstteki ayetle birlikte anlaşılmalı. Seçmeci bir mantıkla vahye yaklaşmak, onun bütüncül projesini temelden ret anlamını taşır. Onun için Resulallah başta olmak üzere tüm müminlere verilen bu emanetin eksiksiz bir biçimde hayata dönüştürülmesi söyleniyor. Yukarıda ki ayetlerin bağlamında gelmesi de ilginçtir bu ayetin, Ey Müminler bakınız, Yahudileşen İsrail oğulları kendilerine verileni tam olarak uygulamayınca tamamı gitti. Tam uygulamazsanız, tamamından oluyorsunuz.

Özelde buna şöyle harika bir örnek verebilirim:

Yahudileşen İsrail oğulları kendi kitaplarında ki ve Hıristiyanlar kendi kitaplarında ki Resulallah’ın geleceği ile ilgili haberleri görmezden gelince, ayıklayınca, onların üstünü kapatınca, ellerindeki Tevrat ve İncil işlevsiz kalıverdi. Hiçbir şeye yaramadı. Sanki inmemiş gibi oldu. Çünkü Kur’an a sırt döndüler, Allah’a sırt döndüler.

Bakınız kendi kitaplarında yer alan sadece Resulallah’ın geleceği ile ilgili hükümleri görmezden geldiler, bu kendi kitaplarının tamamına, Allah’a ve Allah’ın mesajına sırt dönmek anlamına geldi.

Onun için tam uygulamak. Buradan bizim içinde tam ters istikamette aynı neticeyi çıkarıyoruz. Onlar nasıl kendi kitaplarının, Resulallah’ın, gelecekte geleceğine ilişkin haberler dahi olsa bunu görmezden gelince Allah’a ve kendilerine, kendi mesajlarına yabancılaştılarsa, ey bu son mesajın kendilerine emanet edildiği insanlar, ey peygamber, sen de sana indirileni tam olarak, eksiksiz olarak uygula, hayatına geçir. Yani bu tebliğ etmenin içinde zaten ameli tebliğde var. Yaşa, hayatına geçir ki eğer bir noksan olursa tamamından olursun. Çünkü vahiy binası, hepsi birbirine bağlı tuğlalardan örülmüş muhteşem ve kombine bir binadır. Bu kombine binadan bir tek tuğlayı çektiğinizde hepsi gidebilir. Onun için işte bu genelde ve özelde bu ayetle bu hakikat ifade edilmiş oluyor müminlere.

vAllahu ya'sımüke minenNas Allah seni insanların saldırısından koruyacaktır.

Bize, başta Taberi olmak üzere Razi’nin, Zemahşeri’nin, İbn. Kesir’in ve diğerlerinin verdiği haberden yola çıkarak, Resulallah bu ayetler ininceye kadar korunuyordu. Yani korumaları vardı. Bu ayet indikten sonra korumalarını artık gönderdi ve beni Allah koruyacak dedi biçiminde bir rivayet geliyor ama bu rivayet tabii ki bu ayet, bu rivayetle doğrudan ilişkili değil.Daima ve daima Allah’ın Resulünü koruduğu ile ilgili zaten Kur’an ın bir çok yerinde uyarılar olduğu gibi burada da uyarı var.

innAllahe la yehdil kavmel kafiriyn; Kuşku yok ki Allah nankör bir toplumu doğru yola ulaştırmaz.


68-) Kul ya ehlel Kitabi lestüm alâ şey'in hatta tukıymut Tevrate vel İnciyle ve ma ünzile ileyküm min Rabbiküm* ve le yeziydenne kesiyren minhüm ma ünzile ileyke min Rabbike tuğyanen ve küfra* fela te'se alel kavmil kafiriyn;

De ki: "Ey önceden kendilerine hakikat bilgisi gelmiş olanlar! Tevrat'ı, İncil'i ve Rabbinizden size inzâl olunanı ikame etmedikçe (bilfiil yaşamadıkça), bir şey üzere değilsiniz!" Andolsun ki, Rabbinden sana inzâl olunan, onlardan çoğunun inkârını ve taşkınlığını arttırır... O hâlde inkârcılar topluluğuna üzülme! (A.Hulusi)

68 - De ki: Ey Ehli kitap! Siz Tevrat’ı ve İncili ve daha size rabbinizden indirileni tutup icra etmedikçe hiç bir şey değilsiniz, Celâlim hakkı için sana rabbinden indirilen -bu Kur'an- onlardan bir çoğunun tuğyanını ve küfrünü artıracak, o halde kâfirlere acıyacağın tutmasın. (Emalı)

Kul ya ehlel Kitab De ki; Ey kitap ehli lestüm alâ şey'in hatta tukıymut Tevrate vel İnciyle ve ma ünzile ileyküm min Rabbiküm Dikkat edin dostlar, Ey peygamber diye başlayan ayetten hemen sonra yine pasajın ana konusuna döndü Kur’an. Demek ki ey peygamber diye başlayan ayet aslında, bak onların haline, bu duruma düşme. Bizim biraz önce yaptığımız tefsiri, bu bir sonraki ayet, 68. ayet çok daha güzel açıklıyor.

Kul ya ehlel Kitab De ki ey kitap ehli, lestüm alâ şey'in hatta tukıymut Tevrate vel İnciyle ve ma ünzile ileyküm min Rabbiküm Tevrat’ı, İncil’i ve rabbinizden size indirilenleri tam uygulamadıkça siz hiçbir şey değilsiniz. Yani sizin hiçbir temeliniz yok. Neden, elinizde kitap var ya uygulamadıkça neden bir şey olmayalım? Evet, demek ki elinizde hakikatin belgesini tutuyor olmanız çok fazla bir anlam taşımıyor. O hakikati hayatınıza dönüştürmüyorsunuz.

Elinizde sizin hastalığınızı iyi edecek bir reçete taşıyor olmanız, hastalıktan kurtulduğunuz anlamına gelmiyor, ta ki o reçeteyi uygulayıncaya kadar.

Elinizde savaşı kazanacak mükemmel bire savaş planı olması sizin o savaşı kazanmanız anlamına gelmiyor, ta ki o planı tatbik edinceye kadar.

Elinizde dünyanın en muhteşem binasının projesini taşıyor olmanız, başınızı sokacak dünyanın en güzel sarayına sahip olmanız anlamına gelmiyor. Ta ki o planı hayata geçirinceye kadar. O halde burada da söylenen o. Eğer hayatınıza geçirmiyorsanız elinizde taşıdığınız şey, sadece tarifesidir.

Nasrettin hocanın misalini biliyorsunuz. Harika bir pasta tarifesini eline almış, o tarifeye göre de tüm erzakı gidip dizmiş. Peynirinden yumurtasına, tereyağından sütüne kadar. Ama bir karga gelmiş elindeki paketi kaptığı gibi götürmüş. Hoca arkasından elindeki kağıdı sallıyormuş. Tarifesi bendedir. Doğru tarifesi elimizde Kur’an bunun tarifesi. Ama tarifenin elinizde olması tek başına yeterli değil. O tarifenin hayata geçmesi lazım. Yoksa ondan umulan fayda hasıl olmayacaktır ve onun olması durumuyla olmaması durumunda hiçbir fark olmayacaktır. Yani o yokken ne hale düşecekseniz, o varken de aynı hale düşmüş olacaksınız.

ve le yeziydenne kesiyren minhüm ma ünzile ileyke min Rabbike tuğyanen ve küfra ama elbette rabbinden sana indirilenler, onlardan bir çoğunun küstahça taşkınlığını ve inkarını artıracaktır.

Yukarıda da buna benzer bir ayeti tefsir etmiştik hatırlayacaksınız, yani onlar sana bir takım itirazlarda bulunuyorlar. Seni yer yüzünde ki hükümranlığına gücüne, zenginliğine bakıyorlar ve Allah’ın senden nimetini esirgediği için seni doğru yolda olmadığını söylüyorlar. İnanarak veya inanmayarak, bunu böyle söylüyorlar. Eğer Allah seni destekleseydi sana nimetler verirdi diyorlar. Biz zenginiz. Evet öyle diyorlardı. Zenginlik bizde Ya Muhammed, güç bizde. Peki biz neden sana iman edelim.

Burada yine böyle bir mantığı kökten reddeden bir ayet geldi. Diyor ki; Eğer Allah sana nimetini artırsa bu sefer onlar sana inanacakları yerde, ne yapacaklar, Küstahça taşkınlıklarını ve inkarını artıracak. Allah’ın sana artırdığı nimeti. Yani yine seni haklı bulmayacaklar.

fela te'se alel kavmil kafiriyn; Artık kafir bir toplum için üzülme.

Bu da çok önemli. Resulallah’ın ruh haritasını bize veriyor bu demek ki. Onların hidayeti üzerinde ne kadar duruyorsa Resulallah, onların hidayet bulması için ne kadar çırpınıyorsa rabbimiz onu teskin ediyor. Kendini bu kadar üzme diyor.


69-) İnnelleziyne amenû velleziyne hadu vassabiune vennesara men amene Billahi vel yevmil ahıri ve amile salihan fela havfün aleyhim ve la hüm yahzenun;

Muhakkak ki iman edenler, Yahudiler, Sabiiler ve Nasara'dan kim (âlemlerin ve kendisinin Rabbi olan) Allâh'a ve gelecekte yaşanacak sürece iman eder ve imanının gereğini yaparsa, onlara korku yoktur ve onlar mahzun da olmazlar! (A.Hulusi)

69 - Şüphe yok ki iman edenler ve Yahudîler, Sâbiîler, Nasrânîler: Bunlar içinden her kim Allaha ve Âhiret gününe iman edip de sahih olarak çalışırsa artık onlara korku yoktur ve onlar mahzun olacak değillerdir. (Elmalı)


İnnelleziyne amenû velleziyne hadu vassabiune vennesara Çünkü bu kitaba inanan kimseler, yani büyük harfle başlayan Müslümanlar. Müslümanları küçük harfle söylediğim zaman, tüm yeryüzündeki tevhide inanan muvahhit insanları kastediyorum. Tabii ki konuşmada büyük ve küçük harf belli olmadığı için büyük harfle dedim. Küçük harfle söylediğim zaman bu. Büyük harfle söylediğim ise bu ümmet, Resulallah’ın ümmeti anlamına kullanıyorum.

Evet, burada; Ey Müslümanlar İnnelleziyne amenû yani iman edenler, bu kitaba iman edenler velleziyne hadu Yahudileşenler, vassabiune sabiler, vennesara ve Hıristiyanlar, men amene Billahi vel yevmil ahıri ve amile salihan fela havfün aleyhim ve la hüm yahzenun; Allah’a ve ahiret gününe inanan, doğru ve yararlı eylemde bulunan hiç kimse bunların içinden, gelecekten endişe duymayacak, geçmişten dolayı da üzüntü duymayacaktır. Allah böyle bir garanti veriyor.

Bakara suresinin 62. ayetini hatırlatırım. Buna benzer bir formda gelmişti.

İnnelleziyne amenû velleziyne Hâdû venNesara vesSabiiyne men amene Billâhi velyevmil'ahiri ve amile salihan, felehum ecruhum inde Rabbihim ve la havfün aleyhim ve lâ hum yahzenûn; (Bakara/62)

Küçük değişiklerle buna benzer bir formda gelmişti bakara/62. Orada ödülleri verilecektir. Ödülleri kendilerine aittir denilerek yine onlar için geçmişten dolayı bir üzüntü, gelecek kaygısı taşımayacaklarını söylemişti.

Burada sevgili dostlar dikkatinizi çekmek istediğim bir şey var. Kur’an tüm vahiylerin zirvesidir. Kur’an ruhi olgunluk projesinin en son, en mükemmel hitabıdır. Tacıdır, vahiylerin ser tacıdır. Ama buna rağmen Kur’an ın bu özelliği taşımasına rağmen önceki inanç mensuplarını Allah’ın rahmetinden mahrum etmeyen tek kitaptır. Onların da güzel ve doğru yaptıklarının karşılığını göreceğini söyleyen tek mesajdır.

İşte bu manada Kur’an yine tüm ilahi mesajların üzerinde, onlarında içinde taşıdığı hakikatleri benimseyen ve temsil eden bir zirvedir. İlahi mesajın son zirvesi. Burada söylediği şey; Bir inanç kibrine bir inanç müstekbirliğine kapılmadan insanların her doğru ve güzeli alkışlamalarını, kimde görürlerse görsünler o doğru ve güzelliğin aslında sahip çıkılacak ve benimsenecek bir şey olduğunu bilmeleri yönünde bir telkindir bu ayet.

Bu ayet Yahudileri Yahudileştiren İsrail oğullarını, Müslüman İsrail oğullarını Yahudileştiren o inanç kibrini Müslümanlardan uzak tutmak için de bir uyarıdır. Kendi dışınızda hakikat olmadığını iddia etmeyin. Kendi dışınızda ki güzellikleri görün. Onları onaylayın ve tüm güzellikleri, tüm güzel sonu, tüm nimetleri kendinize ve mensubu olduğunuz topluma tahsis etmeyin.

Devam ediyor - 2 - sayfaya geçiniz.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder