7 Nisan 2011 Perşembe

İslamoğlu Tefsir Dersleri (Nisa/ 80-96)(33)




Sevgili Kur’an dostları geçtiğimiz ders nisa suresinin 79. ayetine kadar işlemiştik. Bu ayetlerde savaşın insani amacı, yine imanın da, inkarın da bir bedeli olduğu, yani iman edenlerin Allah yolunda, inkar edenlerin de şeytani güçler uğruna savaştığını, mücadele verdiğini, mücadele vermeyen kimselerin hiçbir şekilde kaale alınmayacağını, hesaba dahil edilmeyeceğini, yani iğrapta yerinin olmadığını, yine savaş ahlakı ve savaşta şiddetten kaçınılması gerektiğini.

Yine savaşın doğal bir sonucu olan ölümün aslında hakikat uğruna, savaşın yüce gayesi olan insanın mutluluğu uğruna, imanla insan arasındaki engeli kaldırmak uğruna, meşru müdafaa hakkını, meşru savunma hakkını kullanma uğruna verilen savaşta gelebilecek bir ölümün, korkulacak bir ölüm olmadığını, ölümle tanış, ölümle biliş olanların aslında ölümden korkmalarına gerek olmadığını ve en sonunda da akide planında Allah’ın müdahil olmadığı herhangi bir hayat alanının bulunmadığını öğrenmiştik.

Ki insanın başına gelen her bir şeyin 79. ayette ifade edildiği gibi insanın başına gelen her bir şeyin Allah’ın müdahale alanı içerisinde geldiğini, insanın başına gelen iyilikleri Allah’tan, kötülükleri kendi nefsinden bilmesinin ahlaki olarak insan – Allah ilişkilerinde davranışın sorumluluğunu üstlenmesi anlamına geldiğini öğrenmiştik.

İşte bugün de 80. ayetle birlikte, yine savaşla ilgili İslam’ın sosyopolitik modelini, bir toplumda ortaya çıkarmak ve vahyin tüm amaçlarını o toplumun şahsında bir hayata dönüştürmek ve gerçekleştirmek için verilen mücadelenin, verilecek mücadelenin hükümleri, nasıl olması gerektiği çerçevesinde bugünkü dersimizi işleyeceğiz.


80-) Men yutı'ırRasule fekad etaAllah* ve men tevella fema erselnake aleyhim hafiyza;

Kim Resule itaat ederse Allaha itaat etmiş olur, kim de yan bükerse üzerlerine seni gözcü de göndermedik. (Elmalı)

Kim Rasûle itaat ederse, gerçekte Allâh'a itaat etmiş olur! Kim de yüz çevirirse (kendi bilir); (seni) başlarına (bekçi) koruyucu olarak irsâl etmedik. (A.Hulusi)

Men yutı'ırRasule fekad etaAllah Kim peygambere itaat ederse, Allah’a itaat etmiş olur. ve men tevella fema erselnake aleyhim hafiyza; Kim de yüz çevirirse iyi bilsin ki biz seni onlara korumalık yapasın diye göndermedik.

Hz. Peygamberin geliştirdiği dini bir tavrın, yine dinle ilgili emir ve yasaklarının hukuki bir değer taşıdığı inkar edilemez bir gerçek. Ancak bu ayetin bütününden, özellikle; fema erselnake aleyhim hafiyza; Biz seni onlara koruma olasın diye göndermedik ibaresinden, yaşayan peygambere gösterilen canlı tavırlarla bire bir ilgili bir ayet olduğunu görüyoruz burada. Yani Allah’ın resulüne itaatle ilgili söylenilen, yapılan bu uyarının, daha çok yaşayan peygamberle bire bir ilgili canlı bir uyarı olduğunu görüyoruz, özellikle ayetin son cümlesinden ve hemen arkasından gelen ayetten bunu anlıyoruz.

Bu uyarıyı yapmamın nedeni şudur. Özellikle bu ayetin ilk cümlesini yani; Men yutı'ırRasule fekad etaAllah ibaresini, ait olduğu ayetin bütününden koparıp, yine ait olduğu pasajın bütününden koparıp İslam fıkıh metodolojisinin; sanki tek temeliymiş gibi ele almak yanlıştır gerçeğini söylemek için üzerinde durdum. Burada ki itaat ayetin devamından ve ayetin ait olduğu pasajdan da anlaşılacağı gibi, yaşayan canlı peygambere insanların fiili davranışları ile ilgili bir ibare. Ama bununla şunu demek tabii ki mümkün değil. Yani peygamberin vefatından sonrada peygamberin bıraktığı mirasa itaatin, müminin imanının bir gereği olmadığını söylemek mümkün değil. Ancak bu ayetin ilk cümlesini kendi bağlamından kopararak bir anlam vermenin yanlışlığı da ortada.

Burada bir dengesizlik aslında dikkat çekiyor. Resulallah’a itaat adına onun damak zevkini, onun giyinme zevkini, onun hatta özel zevklerini, onun dahası kendi karakteri ile, kendi yapısı ile, kendi içinde yaşadığı toplumsal kültürü ile alakalı tercihlerini de dinin bir emri imiş gibi, sanki dinin bir devamı imiş gibi zorunlu bir dini davranış biçimi olarak gören bir anlayış var bir tarafta.

Karşı tarafta da bunun tefriti olan, karşı kutbu olan; Resulallah’ı adeta hiç kale almayan, onu bir postacı, bir ara kablosu derekesine indirgeyen kitabı yani vahyi, peygambersiz bir vahiymiş gibi algılayan, vahyi hayati dayanaklarından yoksun bırakan bir anlayış var. Bu iki anlayış iki karşı kutupta yer alıyor.

İşte bu ayetin ilk cümlesi de birinci aşırılığa delil ve mesnet olarak gösterilen bir cümle. Ama peygamber bu iki aşırılığı da şu harika düstur ile reddediyor.

-         La tutruni kema etrıyyet me Meryem..!

Meryem’in oğlunu uçurdukları gibi beni de uçurmayın.

Onu olağanüstüleştirdikleri, ilahlaştırdıkları, yani ilahlaştırmanın anlamına gelmez Tarae fiili, Olağanüstüleştirme anlamına gelir. Yani işet uçurmak dedim ya, beni de uçurmayın.

-         Fe innema ena abduh..!

        Ben yalnızca bir kulum, insanım.

-         Fe kulu Abdullahi ve rasuluhu..!

        Deyin ki benim için o öncelikle Allah’ın kulu idi, sonra da elçisi idi. Deyin ölçüsünü veriyor.

        Bu ölçüye yapıştığımız zaman Kur’an ın bize tanıttığı Muhammed AS. ı tanımış ve onun izinden gitmiş oluruz. Yoksa peygamberi, peygamberin reddettiği bir üslupla sevmeye kalkmak, Resulallah’ın da razı olacağı bir şey olmasa gerek.

        Bu ayette seni onlara koruma olman için göndermedik diyor. Açıktır ki ayet, risalet görevinin insanlığa doğru yolu göstermek, doğru yolu işaret etmek olduğunu fakat, risalet görevi ile yükümlü olan insanlık kutuplarının zirvelerinin kalkıp ta jandarmalık yapması gerekmediğini, insanların aklına ve iradesine hitap etmeleri gerektiğini, eğer insanların aklı ve iradesi varsa, akıllarını doğru bir biçimde kullanıyorlarsa, hakka ve hayra yöneleceklerini. Yoksa hiçbir zaman tüm insanlığın hakka ve hayra yönelmeyeceğini, bunun  da bir yasa olduğunu, iyi ve kötünün daima bulunacağını, hak ve batılın, iman ve küfrün, mümin ve münkirin daima var olacağına adeta bir ima ve bir ihsas var.


        81-) Ve yekulune taatün, feizâ berezu min ındike beyyete taifetün minhüm ğayrelleziy tekulü, vAllahu yektübü ma yübeyyitun* fea'rıd anhüm ve tevekkel alellahi, ve kefa Billahi vekiyla;

        Bâş üstüne diyorlar sonra da yanından çıktıklarında içlerinden bir takımı dediklerinin hilâfına tezvirat yapıyorlar, Allah da yaptıkları tezviratı kaydediyor, onun için sen yüzlerine vurmaktan vaz geç de Allaha havale et Allah vekil yeter. (Elmalı)

        "Başüstüne" derler, ama yanından ayrılınca, içlerinden bir grup, geceleyin dediklerinin zıddına kurgular yaparlar. Allâh da onların yaptıkları kurguları yazar! Artık onlardan yüz çevir ve Allâh'a güven, işini O'na havale et! Vekiyl olarak, Allâh Esmâ'sının, hakikatinde de olan "Vekiyl" ismi özelliği yeter! (A.Hulusi)


        Ve yekulune taatün Onlar baş üstüne derler. Bu ayette biraz önce yaptığım yorumu destekliyor. Yani canlı, hayatın içinde bir peygambere itaati ima ediyor demiştim yukarıdaki ayet. Ve yekulune taatün baş üstüne derler. Hem o çağdaki, hem de tüm çağlarda ki iki yüzlü izleyicilere bu ibare. İki yüzlü izleyiciler, sizin yüzünüze baş üstüne derken, arkalarını döndüklerinde ayak altına atıverirler.

        Tavırları ile, davranışları ile söyledikleri birbirinin tam zıddıdır. Yapmayacaklarını söylerler, söylediklerini yapmazlar. Onlar sadece karşılarında ki insanın gözünü boyamaya kalkarlar. Onun içinde kendi kendilerine yalan söyledikleri, kendi kendilerini aldattıkları için zannederler ki karşılarındakileri de aldatabilirler. Kendi içlerinde çatışmalı oldukları için, kendi kendileri ile yırtık ve bölük bir insan olarak çatışmalı oldukları için, karşılarındakilere de o yırtık olan taraflarından bir yüzünü, sadece bir parçalarını gösterirler. Bir bütün değildirler.

        feizâ berezu min ındike beyyete taifetün minhüm ğayrelleziy tekulü ama yanından uzaklaştıklarında içlerinde bir güruh gece boyunca senin dile getirdiğinden farklı işler çevirirler. vAllahu yektübü ma yübeyyitun ama Allah onların karanlıkta çevirdikleri işleri kaydetmektedir.

        Fea'rıd anhüm o halde onları kendi haline bırak, diyeceğim ama daha güzel bir çeviri geldi aklıma. Çünkü bu ibare kişinin muhatabından daha çok, kişinin kendine yönelik bir ibaredir. İşine bak. fea'rıd anhüm işine bak. Yani muhatabın muhataplarına değil, muhatabın kendisine yönelik bir ibaredir bu. Onun için işine bak diye çeviriyi daha doğru bir çeviri olarak görüyorum. Ve tevekkel alellah ve Allah’a dayan. İşine bak, sağa sola bakma. Yani tepkisel olma. Onların tavrına göre tavır geliştirme, antitez olma, tez ol. Sen tavrını düşmanından bağımsız olarak geliştir. Düşmanına bağlı tavır geliştirirsen ona bağımlı hale gelirsin. Onun için tez ol, anti tez olma. Bağımsız tavır geliştir ki özgür olasın.

        Bunu da nasıl yapabilirsin? ve tevekkel alellah Allah’a dayanarak yapabilirsin. Onun için Allah’a dayan. İnsana dayandığın zaman tez geliştiremezsin. Hep anti tez olmaya mahkum olursun.

        ve kefa Billahi vekiyla; zira dayanak olarak Allah yeter. Yani insanların şerrinden Allah’a sığın.

        Kul e'uzü BirabbinNas; Melikin Nas; İlahin Nas; Min şerril vesvasil hannas, Elleziy yüvesvisü fiy sudurin Nas; Minel cinneti ven Nas; (Nas)

        Görünen ve görünmeyen tüm varlıkların şerrinden, insanların rabbine sığın. İnsanların şerrinden BirabbinNas Niçin? Melikin Nas çünkü o insanların malikidir, sahibidir. Onun için vekillere değil, asillere sığın. Asil’e sığın. O zaman davranışın da asaletli olur. Asil davranırsın. Asaletli davranırsın.


        82-) Efela yetedebberunel Kur'an* ve lev kâne min ındi ğayrıllahi levecedu fiyhıhtilafen kesiyra;

        Hâlâ Kuran’ı iman ile teemmül etmezler mi? Eğer o Allah dan başkası tarafından olsa idi elbette içinde bir çok ahenksizlikler bulacaklardı. (Elmalı)

        Kurân'ı derinliğine düşünmüyorlar mı? Eğer O, Allâh indînin gayrından olsa idi, elbette O'nun içinde birçok çelişki olurdu! (A.Hulusi)


        Efela yetedebberunel Kur'an Onlar Kuran’ı hiç anlamıyorlar mı, hiç düşünmüyorlar mı, hiç kavramıyorlar mı.

        Niçin birkaç mana vermek zorunda kaldım? Tedebbür Kuran’daki Taakkul, tefekkür, tezekkür, tefakkuh gibi, zihni ve fikri düşünce ile ilgili fikri kavramlar alanına girer. Ancak bunların her birinin anlamı farklıdır. Nüanslar vardır aralarında. Bunların hiç biri diğerinin anlamına gelmez.

        Tezekkür, geçmişe yönelik düşünce. İşte tedebbür de onun tam tersidir. Geleceğe yönelik düşünce. Tedebbür, tedbir üretmek için düşünmek anlamına gelir. Tedbir üretmek, tedbir almak, önünü almak, telafi etmek için düşünmek anlamına gelir. Tezekkür geçmişe, tedebbür geleceğe, birbirinin zıddıdır.

        Taakkul; Geçmişle gelecek arasını bağlamaktır. Geçmişin tecrübesini geleceğe aktarmaktır taakkul.

        Tefekkür; Bu üçünü birden yapmaya tefekkür denir.

        Tefakkuh ise bütün bunlardan hâl için, içinde bulunduğunuz an için hüküm çıkarmaya denir. Onun için tedebbür, dübürden gelir. Dübür arka ve geri anlamına gelir. O halde burada Efela yetedebberunel Kur'an Kuran’ı hiç tedebbür etmiyorlar mı ibaresi şu iki anlama birden gelse gerektir. Geleceğe  yönelik tedbir üretmiyorlar mı? Ayetlerin satır aralarını, ayetlerde anlatılan olayların arka planını okuyarak tedbir üretmiyorlar mı anlamına gelir.

        Geri, arka anlamına gelirdi ya dübür, tedebbür de oradan geliyordu. Onun için ayetlerin satır aralarını, ayetlerde ki olayların arka planını, geri planını kavrayarak geleceğe yönelik tedbir üretmiyorlar mı.

        ve lev kâne min ındi ğayrıllahi levecedu fiyhıhtilafen kesiyra; eğer o Allah dışlındaki bir kaynaktan gelmiş olsaydı, elbette onda bir yığın çelişki ve tutarsızlık bulurlardı.

        Evet, ayeti bir bütün olarak ele aldığımızda eğer satır aralarını ve ayetin geri planını okusalardı, ayetin metni ile beraber o metinlerin aralarındaki görünmez satırları da okusalardı, Allah’ın ne dediği ile birlikte, ne demek istediğini de merak etseler, muradı ilahiyi de merak etseler ve okusalardı; Ne yaparlardı? En basit örneği, hemen yakın örneği verelim. Bir önceki sayfadaki 78. ayette ki küllün min ındillah hepsi Allah’tan gelmedir bunların ile, bir sonraki 79. ayetteki; Ma esabeke min hasenetin feminallahi, ve ma esabeke min seyyietin femin nefsik sana bir güzellik geldiğinde o Allah’tan, sana bir kötülük dokunduğunda o kendinden ayetlerini nasıl birbiri ile tetabuk ettiğini anlarlardı. Ama ayetlerin arka planını değil de sadece üstün körü, yüzeysel olarak bakarlarsa ne bulurlar? Sanki bir çelişki varmış gibi görürler.

        Hemen bir üstteki ayette hepsi Allah’tan dır, bir alttaki ayette ise kötülük kendindendir diyerek yüzeysel bakışlarının sonucunda çelişki imiş gibi görürler. Oysa derin baksalar, arka planına baksalar hemen anlayacaklardı ki, bu iki ibare de birbirini tamamlar, kulla Allah ilişkisinin geçişli olduğunu, yani Allah’ın kulun amelinden bağımsız eylem yapmadığını, kulun amelinin Allah’ın iradesini, Allah’ın iradesinin de kulun amelini karşılıklı gördüğünü anlarlar ve halkın dilinde harika bir biçimde ifadesini bulan şu iki dizeyi o zaman işte kavrarlardı.

        Haktan bela gelmez kul azmayınca,
        Kul belasın bulmaz Hak yazmayınca.

        Diye Anadolu insanı bunu oturmuş bir kalıba döküvermiş ki o anlamış. O anlamış onun için darısı anlamayanların başına. Dediğim gibi ayeti kerime arka planı ile düşünülünce Kuran’da çelişki imiş gibi gözüken bir çok konunun aslında harika bir senkronizasyonu, harika bir uyumu, harika bir karşılık lığını gösterdiğini görecektir.

        Ki bu noktada hemen nesh teorisine birkaç cümle ile değinmek isterim. Nesh teorisinin temelinde Kur’an da yer alan bir takım ayetlerin birbiri ile çeliştiği düşüncesi yer alır. Nesh teorisine bundan dolayı ihtiyaç duyulmuştur. Örneğin bir ayette içki tamamen nötr bir biçimde, siz üzümden içki üretiyorsunuz biçiminde gelirken, bir başka ayette içkili iken namaza yaklaşmayın, daha bir başka ayette ise içki, şeytanın amellerinden bir pisliktir biçiminde geliyor. Bu üç formu yan yana koyunca yüzeysel bir bakışla sanki üçü birbiri ile çelişiyormuş gibi geliyor.

        Tabii ki bizce hiçbir çelişki yok. O zaman bir çıkış yolu olarak nesh teorisi, yani, şu ayet, şu ayetin hükmünü geçersiz kılmıştır, iptal etmiştir denilen nasih ve mensuh ayetler teorisi gündeme geliyor. Oysa ki her ibarenin kendi içerisinde, kendi bağlamında, kendi ortamında müstakil bir anlamı olduğu ve bunların her birinin kendi ortamı tezahür edince hükümlerinin yine gerekebileceği, yine bir gün o hükümlerle amel edilebilecek bir ortamın doğacağını, dolayısıyla bunların birbirlerinin hükmünü iptal eden değil, aslında tedriciliğe ilişkin olarak insan topluluğunu, bir toplumu terbiye için bir noktadan alıp bir başka noktaya taşırken doğal olarak geçilmesi gereken aşamalar olduğunu gördüğünüz zaman böyle bir teoriye de ihtiyaç duymayacaksınız, çünkü çelişki görmüş olmayacaksınız. Gerçekte ise zaten çelişki yok.


        83-) Ve izâ caehüm emrün minel emni evil havfi eza'u Bihi, ve lev redduhu ilerRasuli ve ila ülil emri minhüm lealimehülleziyne yestenbitunehu minhüm* ve levla fadlullahi aleyküm ve rahmetuHU letteba'tümüş şeytane illâ kaliyla;

        Hem emn-ü havfe dair bir haber geldiği vakit kendilerine onu yayıveriyorlar, halbuki onu Peygambere ve içlerinden ülül'emr olanlara arz etseler elbette bunların istin bata kadir olanları onu anlar bilirlerdi, eğer Allahın fazl-ü rahmeti üzerinizde olmasa idi pek azınızdan maadası Şeytana uymuş gitmiştiniz. (Elmalı)

        Kendilerine emniyetleriyle ilgili veya onları korkutacak bir haber geldiğinde onu hemen yayarlar. Oysa o haberi Rasûle veya yetkili birine (Ulül Emr) sorsalardı, onlardan işin içyüzünü öğrenebilirlerdi. Eğer üzerinizde Allâh'ın fazlı ve rahmeti olmasaydı, pek azınız hariç, şeytana (bu işi yapana) tâbi olup gitmiştiniz. (A.Hulusi)


         Ve izâ caehüm emrün minel emni evil havfi eza'u Bih Onlar kendilerine ulaşan barış ya da savaşla ilgili. Barış ya da savaş diye çevirdim, güvenlik ya da korku. Literal olarak harfiyen manası bu ayette. Ama bunların takdir edersiniz ki ayetin bağlamında barış ve savaşla ilgili olduğu bir gerçek.

        Onlar kendilerine ulaşan barış ya da savaşla ilgili her hangi bir konuyu dışarı yayarlar. Kim bu yayanlar? Resulallah’ın önünde “baş üstüne” deyip de, aslında yarım gönüllü olanlar. Resulallah’ın yarım gönüllü hayranları diyelim biz bunlara. Yırtık tabiatlılar.

        Ve lev redduhu ilerRasuli ve ila ülil emri minhüm lealimehülleziyne yestenbitunehu minhüm Oysa ki onu, yani o gelen haberi ya da olayı, peygambere ya da aralarında ki yetkililere ülil emr kendilerine yetki emanet edilmiş olan kimselere iletselerdi, onlar arasından ölçme, değerlendirme yapabilenler, yani istimdat yapabilenler. Olayları ve hadiseleri doğru ölçüp biçenler. Strateji konusunda uzman olanlar onu da değerlendire bilirlerdi.

        Burada bu ayet sır saklamanın ihtisasa hürmetin bireysel ahlak ve siyasal sorumlulukla ilişkisini ele alıyor. Ve aynı zamanda propagandaya alet ve aracı olmamayı ima ediyor. Yani kötü propaganda sizinle başlamamalı. Ve siz kötü propagandanın herhangi bir tarafında kesinlikle yer almamalısınız.

        İhtisasa hürmete ima ediyor ayet. Çünkü ölçme değerlendirme yapabilenlere getirin bazı bilgileri diyor. Her bilgi herkese götürülmez. O bilgiden işe yarayacak bir şey çıkaramayacak olan için o bilgi zararlı olabilir. Onun için ihtisasa hürmeti emrediyor ayet.

        Ve levla fadlullahi aleyküm ve rahmetuHU letteba'tümüş şeytane illâ kaliyla; Tabii burada onları belki anlayabileceğimizi, bu yanlışı yapan insanları biraz da anlayışla karşılamamız gerektiğini ima eden şu şefkat ve rahmet örneği cümle geliyor. “Size Allah’ın lütuf ve rahmeti olmasaydı çok azınız hariç kesinlikle şeytanın ardınca giderdiniz.” Yani şu söylenmek isteniyor; Onlar Allah’ın lütfundan mahrum oldukları için bunu yapıyorlar.

        Onun için kendinize; “Biz çok akıllıyız” diye pay biçmek yerine, tamamen Allah’a şükrünüzü artırın. İçinde bulunduğunuz bu hal, Allah’ın size bir ihsanı ve onların içinde bulunduğu o kötü durum, bütün bu kadar cık bir şeyi bile akıl edememeleri, Allah’ın onlara ihsan etmemesinin, yardım etmemesinin bir sonucu. Yani meziyetleri kendinize, reziletleri de hep karşınızdakine ayırmayın ve kendi meziyetlerinizi aslında Allah’a imanınızın bir sonucu, ürünü olduğunu unutmayın ve teşekkür edeceğiniz makamı iyi hatırlayın.


        84-) Fekatil fiy sebiylillâh* la tükellefü illâ nefseke ve harridıl mu'miniyn* 'asellahu en yeküffe be'selleziyne keferu* vAllahu eşeddü be'sen ve eşeddü tenkiyla;

        Onun için Allah yolunda çarpış, ancak nefsinden başkasıyla mükellef değilsin, müminleri de çarpış, ancak nefsinden başkasıyla mükellef değilsin, müminleri de çarpışmağa teşvik et, memuldur ki Allah a küfretmekte bulunanların tazyikini defetsin, Allah tazyikçe de daha şiddetli tenkilce de daha şiddetlidir. (Elmalı)

        Allâh uğruna savaş! Nefsinden başkasına sorumlu değilsin! İman edenleri de teşvik et. Umulur ki Allâh, hakikati inkâr edenlerin gücünü kırar. Allâh'ın gücü de daha şiddetlidir, yaptıklarının sonucunu yaşatması da daha şiddetlidir. (A.Hulusi)


        Fekatil fiy sebiylillâh Bütün bunlar bir hazırlıktı. Yukarıda özellikle vahyin ilk muhatabı olan Resulallah ve onunla birlikte olan müminlere, düşmanlarının sadece dışarıda değil, içeride, kendi aralarında da olduğunu haber verdi ayetler. Yani sadece dış düşmanla değil, içlerinde ki düşmanla da ciddi bir mücadele etmeleri gerektiğini ima etti.

        Ve şimdi burada açıkça bir hüküm geliyor; Fekatil fiy sebiylillâh şu yukarıda verilen bilgiler ışığında artık Allah yolunda savaş. la tükellefü illâ nefsek sen kendinden sorumlusun.

        Savaşla gibi bir emirle gelen bu ayette 2. cümle bireysel sorumluluğa işaret ediyor. İlginç değil mi. Ayetin ilk cümlesi; Artık onlarla savaş derken kişi hiçbir zaman tek başına büyük bir toplumla savaşamaz. Ama hayır, öyle değil. Sen kendinden sorumlusun. la tükellefü illâ nefsek savaşmak zorundasın. Kötülükle savaşmak, içinde bulunduğun toplumun ve topluluğun sayısına bağlı bir şey değildir.

        Onun için İbn. Mesut’a mel cemaat, cemaat nedir diye sormuşlar da cevabı el cemaat-u alal Hakk, velev kane vahdek, Cemaat, hak üzere, hakikat üzere olandır. İstersen tek ol. Demiş. Evet, kötülükle savaşmak insanın Allah’a karşı bireysel bir duruşudur. Arkamdan kim geliyor diye bakmadan durması gereken duruş. Kim var diye bakmadan sağına soluna. Bu Allah’a verilmiş bir sözdür. Siz sözünüzü yerine getirirsiniz. Başkalarının getirip getirmediği siz çok fazla ilgilendirmez. Siz getirip getirmediğinize bakın. Yani çoğunluk Allah’a verdikleri söze ihanet ediyorlarsa, bu sizin mazeretiniz olamaz. Ancak;

        ve harridıl mu'miniyn fakat müminleri de uyanmaları için teşvik et. Tabii ki bu sorumluluğunuza girer. Yani öğüt verirsiniz teşvik edersiniz, onları uyandırırsınız. Onların imanlarına girmiş korku ve pısırıklık mikrobunu ayıklamaya çalışırsınız. Onları korkuya karşı, onları uyuşukluğa, pısırıklığa karşı aşılarsınız. Bu da teşviktir. Bu sizin görevinizdir.

        Asellahu en yeküffe be'selleziyne keferu Belki Allah inkarcıların direncini kırar. Ne sayede kırar? Eğer onları uyarırsanız, onları teşvik ederseniz, onlara olan teşvikiniz, öbürlerine olan aynı zamanda güven kırıcı bir unsur anlamına gelir. Yani siz eğer müminleri yüreklendirirseniz, müminlerin yüreklenmesi, imanın düşmanlarının da korkması anlamına gelir. İşte Müminler yüreklendikçe, cesaretlendikçe, imanın düşmanı olan inkarcılar da cesaretlerini kaybedeceklerdir.

        Bu bir tahterevallinin iki ucuna benzer. Biri yükseldi ise öbürü alçalacaktır. Onun için siz sizden yanı, sizden tarafa olanı yükseltmeye bakın.

        VAllahu eşeddü be'sen ve eşeddü tenkiyla; Zira Allah’ın gücü daha çetin, cezalandırması daha şiddetlidir.

        Geçen dersimizde 75. ayette savaşın yüce gayesini işlemiştik. Savaşın amacı tamamen insani idi. Yani savaş, insani kaygılarla yapılır, manevi olarak en büyük amacı ise Allah rızası için yapılır.

        Yani Allah darda kalmayacağına, Allah herhangi bir düşmanlığa maruz olmayacağına, Allah insanın yardımına muhtaç olmayacağına göre savaş muhtaçlar, mağdurlar ve mazlumlar için yapılır. Allah mazlumların yanında olmayı, kendi yanında olmak olarak tanımlıyor. Tamamen bu. 75. ayeti çok iyi hatırlamanız lazım ki b u söylediklerimi anlayabilesiniz.

        Ve ma leküm la tükatilune fiy sebiylillâh Diyor ki; Size ne oluyor da Allah yolunda savaşmıyorsunuz. vel müstad'afiyne minerRical arkasından da erkekler içerisinden zayıf bırakılmışlar uğruna savaşmıyorsunuz. Vennisai kadınlar zayıf bırakılmış kadınlar için, vel Vildan, zayıf bırakılmış çocuklar için savaşmıyorsunuz. Yani bununla aslında iki şeyin aynı anlama geldiğini söylüyor. Zayıflar, mağdurlar zulme uğrayanların yanında savaşmak, Allah yolunda savaşmanın ta kendisidir. Bunu söylüyor. Onun için bu ayeti de böyle algılamak ve anlamak lazım 84. ayeti.

        Tabii ki burada savunmanın meşruiyeti, hatta mecburiyeti dile getiriliyor. Yani bir mümin kesinlikle pavlus Hıristiyanlığında olduğu gibi, bir yanağına vururlarsa, öbürünü çevir anlayışına sahip olamaz. Bu zalimi teşvik eden bir anlayıştır. Zulmü teşvik eden zulme ortak olur. Onun için gönüllü mazlum olan, mazlumu yetinden hesap verecektir. Ama gönülsüz mazlum ise, elinden gelen çabayı gösterdiği halde, mücadele verdiği halde hala mazlum ise o zaman ecrini alacaktır.

        Fakat mazlumu yetine hiç ses çıkarmıyor, kendisini ezenleri teşvik eder bir tavır takınıyorsa, onun mazlumluğu kendisini kurtaramayacaktır. O Allah’ın kınadığı mustazaflardandır ve inşallah önümüzde ki derste de onlarla ilgili ayetleri işleyeceğiz.


        85-) Men yeşfa' şefa'aten haseneten yekün lehu nasiybün minha* ve men yeşfa' şefa'aten seyyieten yekün lehu kiflün minha* ve kânAllahu alâ külli şey'in mukıyta;

        Her kim güzel bir şefaatte bulunursa ona ondan bir nasip olur, her kim de kötü bir şefaatte bulunursa ona da ondan bir nazîr olur, Allah her şeye nâzır bulunuyor. (Elmalı)

        Kim bir iyiliğin oluşması için vesile olursa, o iyilikten bir hissesi olur... Kim de kötü bir olaya vesile olursa, onda bir payı olur... Allâh her şeye Mukiyt'tir. (A.Hulusi)


        Men yeşfa' şefa'aten haseneten yekün lehu nasiybün minha Kim haklı bir davaya katkıda bulunursa, onun tüm getirisinden bir pay alacaktır.

        ve men yeşfa' şefa'aten seyyieten yekün lehu kiflün minha Kim de haksız bir davaya katkıda bulunur ona aracılık ederse onun tüm vebalinden bir pay alacaktır.

        ve kânAllahu alâ külli şey'in mukıyta; Çünkü Allah her şeye şahittir, her şeyi gözlemektedir, gözetlemektedir, her şeyin değerini biçmektedir.

        Tüm zamanlarda geçerli ahlaki sorumluluk ölçüsünü
 Veriyor bu ayet. Aslında bu ayeti çağrıştıran Resulallah’ın bir de hadisi var.

        - Men senne sünneten, haseneten, felehu ecruha, ve ecru men amile biha.

        Kim güzel bir gelenek koyarsa, güzel bir tavır ortaya koyarsa, o tavrı ondan sonra yapacak herkesin ecri ondan hiç eksiltilmeden o tavrı ilk defa ortaya koyana verilecektir.

        Tersi de geçerli. Hadisin devamında; Kimde kötü bir gelenek koyarsa ve o geleneğe ondan sonra uyan kimselerin günahı, onlardan hiç eksiltilmeden o kötü geleneği ortaya koyan kimseye de yazılacaktır.

        Bu aslında güzellikte ve kötülükte öncü olmanın doğal bir sonucudur. Öncülük. Onun için öncü olmak sabikun, el evvelun olmak Kur’an ın ifadesi ile. Öncülerden olmak. Eğer küfrün öncüsü olursa elbette ki, arkasına düşenlerin vebalini de taşıyacak, ama onlar için mazeret olmayacak. Tabii ki imanın önderi olursa arkasına düşenlerin ecrinden de bir pay alacak. Çünkü aracılık yapıyor. Aracılar elbette komisyon alırlar. Hakka, hayra ve güzelliğe aracılık yapan ondan komisyon alacaktır.


        86-) Ve izâ huyyiytüm Bi tehıyyetin fehayyu Bi ahsene minha ev rudduha* innAllahe kâne alâ külli şey'in Hasiyba;

        Size her hangi bir suretle sağlık verildiği zaman siz de ondan daha güzeli ile sağlık verin veya ayniyle mukabele edin, Allah her şeyi hesaba çekmekte bulunuyorlar. (Elmalı)

        Selâm ile size yönelene, siz de daha kapsamlı bir selâm ile karşılık verin yahut aynısıyla karşılayın. Muhakkak Allâh, her şeyde Hasiyb'dir (açığa çıkanın sonucunu yaşatandır). (A.Hulusi)


        Ve izâ huyyiytüm Bi tehıyyetin fehayyu Bi ahsene minha ev rudduha Bir selam aldığınızda, daha güzel bir selamla karşılık verin, ya da aynı ile iade edin. innAllahe kâne alâ külli şey'in Hasiyba; Allah her şeyin hesabını tutmaktadır.

        İlginçtir dostlar, savaşla ilgili ayetlerin arasında, nezaketle ilgili harika bir kural nasıl geldi. Görüyorsunuz değil mi Allah’ın terbiye metodunu. Savaşta da olsanız nezaketi terk edemezsiniz. Savaşta da olsanız insanlığınızı unutamazsınız.

        Savaşmak, öldürme makinesi olmak değildir. Savaşmak terminatörlük anlamına gelmiyor. Mücahit olmak, terminatör olmaktan çok farklı bir şey, rambo olmaktan da çok farklı bir şey. Alakası yok rambolukla mücahitliğin. Terminatörlükle mücahitliğin. Çünkü mücahit insanın mutluluğu için savaşandır. Terminatör ise insanı yok etmek için savaşır. Biri insanı diriltmek, var etmek, ebedi hayata kazandırmak, ebedi mutluluğa ulaştırmak için, öbürü ise yok etmek için savaşır. Onun için cihat yalın olarak savaştan farklı bir şeydir.

        Burada da verilmek istenen şey şu 86.ayette. Tüm insancıl ve barışçıl niyetleri, peşin hükümle mahkum etmeyiniz. Selam’ın burada ki mecazi anlamı bu. Yani bir selam aldığınızda daha güzel bir selamla karşılık verin. Bir barış teklifi aldığınızda, siz o barışı teklif eden kimseye daha güzel bir barış teklifi ile gidin demektir. Yani peşin hükümle karşınızdakini mahkum etmeyin. Geri çevirmeyin barış tekliflerini eğer samimi ise.

        Hani Bakara/192 de de öyle diyordu ya, savaş emrini veren ayetin hemen devamında, Feinintehev feinnAllahe Ğafûrun Rahıym; eğer vazgeçerler se, iyi bilin ki, Allak gafurdur, bağışlayandır. Rahmet kaynağıdır. Onun için vazgeçerlerse böyle.

        Burada ki tehıyye ibaresi cahiliye Araplarında Hayyakâllah diye esenlik dilerlerdi gördükleri bir insana selamdan önce. Selam ortada yokken cahiliye döneminde Araplar birbirlerini ilk gördüklerinde selam yerine Hayyakâllah derlerdi. Yani bunun anlamı; Allah ömürler versin diye çevirebiliriz. Allah seni yaşatsın. İşte bunun kısaltılmışı tahıyyedir. Tahıyye budur. Ama bizim Tahıyyemiz ne oldu? Müminlerin selâm, Selâmün aleyküm oldu. Çünkü ..ve tehıyyetühüm fiyha Selâm.. (Yunus/10) Cennetliklerin tehiyyesi orada selâmdır. Allah’ın tehiyyesi de selâm. ..Selâmün aleyküm tıbtüm fedhuluha halidiyn; (Zümer/73) Yine cennetliklere cennete girerken söylenecek şey bu olacak; Selâmün kavlen min Rabbin Rahıym; (Yasin/58) Rablerinden, rahim olan rablerinden çıkan söz nedir? Selâm olsun. Selâmün kavlen min Rabbin Rahıym; Yani Allah’tan bir esenlik dileği. Ne mutlu size, ne saadet başınıza, saadet sizin olsun anlamına.

        İşte bizim selâmımız, tehıyyemiz, selâmımızdır. Onun için peygamberimiz bu tehıyyeyi, yaymamızı Efsus selâm, selâmı yayınız. Emriyle emretmiş. Selâmı yayınız, hem lisanda yaymak, dilde yaymak hem de barışı yayınız anlamına gelir. Barışı yaygınlaştırınız, çünkü İslam’ın bir manası da barış demektir. Tabii ki iç barışı olanlar barışı yaşadıkları hayata taşırlar. Kendileriyle kavgalı olanlar nasıl barışı yaysınlar. İki yüzlü olanlar, kendileri ile henüz daha tanışmamış olanlar, kendi iç dünyalarında barışık olmamış olanlar nasıl barışı dış dünyalarına yaysınlar.


        87-) Allahu la ilahe illâ HU* leyecme'anneküm ila yevmil kıyameti la raybe fiyh* ve men asdeku minAllahi hadiysâ;

        Allah, başka tapılacak yok ancak o, Celâli hakkı için o sizi muhakkak kıyamet gününe toplayacak, onda şüphe yok, Allah dan daha doğru sözlü kim olabilir? (Elmalı)

        Allâh O; tanrı ve tanrısallık yoktur sadece "HÛ"! Kendisinde şüphe olmayan kıyamet sürecinde sizi bir araya getirir. Kim, Allâh'tan daha doğrusunu söyleyebilir! (A.Hulusi)


        Allahu la ilahe illâ HU* leyecme'anneküm ila yevmil kıyameti la raybe fiyh Allah, ki ondan başka ilah yoktur, geleceğinde asla şüphe olmayan kıyamet gününde elbette sizi bir araya toplayacaktır.

        ve men asdeku minAllahi hadiysâ; Kim Allah’tan daha doğru sözlü olabilir ki?

        İlginçtir, pasajın son ayeti bu. Pasajın sonunda her zaman olduğu gibi, insanın tüm ahlaki davranışlarının temelinde yatması gereken inanca işaret ediliyor. Oda Allah’a ve ahiret gününe iman. Yukarıdan itibaren savaş şartlarında dahi olsa, savaş adabı ve ahlakıyla ilgili bir takım kurallar koyan Kur’an, en sonunda adeta şunu ima ediyor; Koyduğum her kurala uymanız için temel bir şart gerekli. Bu şartta; Allah’a ve ahirete iman.

        Bu tavsiyeler, bu emirler sizin için bir anlam taşıması için mutlaka Allah’a ve ahirete iman etmeniz gerekiyor. Burada söylenmek istenende o. Ahlaki davranışın temeli çünkü ahiret inancıdır, Allah inancıdır. Ama özellikle sonraki ayetle de bir bağlantısı var bu ayetin. Bir sonraki ayete devam edelim;


        88-) Fema leküm fiyl münafikıyne fieteyni vAllahu erkesehüm Bi ma kesebu* etüriydune en tehdu men edallellah* ve men yudlilillahu felen tecide lehu sebiyla;

        O halde siz neye Münafıklar hakkında iki fırka oluyorsunuz? Allah onları kazandıkları vebal yüzünden terslerine döndürdüğü halde Allahın saptırdığını yola getirmek mi istiyorsunuz? Her kimi Allah saptırırsa artık sen ona yol bulamazsın. (Elmalı)

        Yaptıklarının sonucu olarak Allâh onları baş aşağı etmişken, size ne oluyor ki münafıklar hakkında iki gruba ayrıldınız? Allâh'ın saptırdığını doğru yola sokacağınızı mı sanıyorsunuz? Allâh kimi saptırırsa, artık sen ona yol bulamazsın. (A.Hulusi)


        Fema leküm fiyl münafikıyne fieteyni vAllahu erkesehüm Bi ma kesebu İşlediklerinden dolayı Allah onları terslediği halde, size ne oluyor da münafıklar hakkında iki gruba ayrılıyorsunuz.

        Erkesehüm Onları tersledi manasına gelir, yani altını üstüne geçirmek, önünü arkasına geçirmek, bir başka ifade ile alabora etmektir. Ben bunu tersledi diye çevirdim burada.

Etüriydune en tehdu men edallellah Allah’ın sapıklık içinde bıraktığını doğru yola getirmek mi istiyorsunuz, ve men yudlilillahu felen tecide lehu sebiyla; Allah kimi sapıklık içerisinde bırakırsa, -sapıtırsa değil- sapıklık içinde bırakırsa. Eğer Allah gözünün önüne vahiy ışığını vermezse, gözünün olması hiçbir şey ifade etmiyor. Çünkü görmek için iki şeye ihtiyaç var. Bir göz, iki ışık. Göz var ışık yoksa yine görmez.

Evet, ışık var göz yoksa yine görmez. Göz, insanın içinde ki fıtrattır. Işık ise, Allah’ın insana gelen hidayeti, vahyi, mesajıdır. Onun için Allah insanı sapıklık içinde bırakması, aslında insanın hakikati görecek gözünü alması anlamına gelmiyor. Göz verir, herkese peşinen vermiştir ama ışığından mahrum eder,

O etmez aslında kişi gözünü kapatır, ya da perdesini çeker. Aynen yarasalar gibi davranırsa, güneşe küfretmeye başlarsa, elbette ki güneşi sorumlu tutamazsınız. Orada sorumlu olan, gözünü kapayandır. Gözünü kapayan, dünyayı kendisine zindan eder.

ve men yudlilillahu felen tecide lehu sebiyla; Evet, Allak kimi sapıklık içinde bırakırsa artık ona bir çıkış yolu bulamazsın.

Bu ayetin Mekki ya da Medeni olduğu yolunda bir takım ihtilaflar var. Sebebi nüzulü konusunda da bir yığın rivayet var. Onun için oraya girmiyorum. Ama İbn. Abbas’a göre bu ayet Mekki’dir. Mekke tipi münafığı tasvir etmektedir.

Nasıl biri Mekke tipi münafık? Yarım gönüllüler. Yukarıdaki ayetle birlikte düşündüğünüzde, nifak’ın tabiatını da görüyorsunuz değerli dostlar. Hemen 87. ayetle birlikte düşünün, orada Allah’ın tek olduğu, Allah’tan başka ilah olmadığı dile getirilmiş ve ahirete dikkat çekilmişti.

Aslında her münafığın temelde yatan problemi, sorunu, Allah’a ve ahirete iman konusunda ki problemidir. Çünkü İki yüzlülük yapmak için öncelikle Allah’ın gördüğüne emin olmaması lazım. Allah’ın kendisini bir bütün halinde gördüğünden emin olmaması lazım. Yani dışarıdakine içinde ki duygulardan farklı davranırken, içindekini gören birinin olduğuna iman etmemesi lazım. Eğer buna iman etse münafıklık yapabilir mi. Onun için;

İnnel munâfikîne fîd derkil esfeli minen nâr.. (Nisa/145) Münafık, cehennemin en alt tabakasındadır. Yani bir nevi kafirden daha aşağıdır anlamı burada yatıyor.

Tabii ki neden böyledir diye soracak olursak özellikle Mekke tipi münafığın, Mekke de genel yargı, Mekke de münafık yoktu biçiminde bir yargı var. Ama tefsirlerin bize naklettiğine göre, orada Resulallah’a hayran olan birileri var yine Mekke de iken. Lakin, Resulallah’ın yanında görünmek istemiyor. Problemi de şu;

Ev ne olacak. Çocuklar ne olacak. Şimdi benimle de bunlar savaşırlarsa altından nasıl kalkacağım.

Yani bedel ödemeye yanaşmıyor. Resulallah’a hayran ama, bedel ödemeye yanaşmıyor. Başına gelecek bir takım sıkıntıları çekecek bir inancı yok. Onun için de Resulallah’a hayranlığını içinde saklayıp yine müşriklerle beraber davranmak istiyor. Böyle bir münafık tipi. Tersine münafık tipi, belki öyle söylemek lazım. Yarım gönüllülerde denilebilir bunlara. Ki şu ayette bunlar biraz daha açılıyor.


89-) Veddû lev tekfürune kema keferu fetekunune sevaen fela tettehızû minhüm evliyae hatta yühaciru fiy sebiylillâh* fein tevellev fehuzûhüm vaktüluhüm haysü vecedtümuhüm* ve la tettehızû minhüm veliyyen ve la nasıyra;

Arzu ettiler ki kendilerinin küfre saptıkları gibi siz de sapasınız da beraber olasınız, onun için onlar Allah yolunda hicret edinceye kadar içlerinden dost edinmeyin, yok aldırmazlarsa o vakit bulduğunuz yerde kendilerini tutun ve öldürün, ve onlardan ne bir dost ne de bir yardımcı edinmeyin. (Elmalı)

Onlar, (kendileri) hakikati inkâr ettikleri gibi sizin de inkâr etmenizi ve (böylece onlarla) eşit olmanızı arzu ettiler... O hâlde (onlar) Allâh uğruna zulüm ve kötülük diyarını terk edinceye kadar onlardan kimseyi dostlar edinmeyin... Eğer dönerlerse (düşmanlık için), onları yakalayın ve bulduğunuz yerde öldürün... Onlardan velî ve nasîr (yardımcı) edinmeyin. A.Hulusi)



Veddû lev tekfürune kema keferu fetekunune sevae Onlar kendilerin inkar ettikleri gibi sizinde inkar edip kendileri ile aynı seviyeye düşmenizi istiyorlar.

İlginçtir, Yani; “iyisiniz, hassınız ama, ne olur şu davaları bıraksanız da bizimde başımızı sıkıntıya sokmasanız..! Ben sizi aslında seviyorum bakın. Ama şunu, şunu sizde yapmasanız olmaz mı..!” Onlar öyle davrandıklarında zaten onlar da iki yüzlü olmuş olurlar. Yani muhataplarını da kendileri gibi iki yüzlü olmaya çağırıyorlar. Kendileri gibi sıkıntıya girmemeye, riske atmamaya kendilerini, bedel ödememeye çağırıyorlar.

Siz de bizim gibi davranın, şu adamlarla olmayın, eh işte putlarına dokunmayın, tanrılarına dokunmayın. Dinlerine, inançlarına, hayat tarzlarına. Siz de bizim gibi idare edin bunları.” Diyen bir tiple karşı karşıyayız. Kur’an burada o tipi ele alıyor. Kendileri ile aynı seviyeye düşmenizi istiyorlar diyor.

fela tettehızû minhüm evliyae hatta yühaciru fiy sebiylillâh Ki İbn. Abbas’ın görüşünü bu ayet doğruluyor, O halde Allah yolunda hicret edinceye kadar onları kendinize dost edinmeyin. Allah yolunda hicret. Kötülük diyarını terk edinceye kadar.

Hicret, maddi olarak kötülük ve zulüm diyarını terk. Tabii ki yapacak hiçbir şey kalmamış ve bir iyilik diyarı varsa alternatif olarak. Manevi olarak hicret, kötülükten ve günahtan, iyiliğe ve sevaba hicrettir.

fein tevellev fehuzûhüm vaktüluhüm haysü vecedtümuhüm Eğer düşmanlığa yönelirlerse onları nerede bulursanız yakalayın, öldürün. ve la tettehızû minhüm veliyyen ve la nasıyra; ve onlardan kimseyi ne dost, ne de yardımcı tutun.

Ayet açık, ayet bize şunu söylüyor; Pirincin içindeki beyaz taş, daha tehlikelidir. Ayetin bize verdiği mesaj; pirincin içindeki siyah taşlarla beyaz taşlar arasında eğer bir tehlike orantısı kuracak olursanız, pirincin içindeki beyaz taş daha tehlikelidir. Mesajını veriyor.

Tabii burada hicret, kötülük diyarından göç,inançla inkar arasındaki tercihle eşitleniyor. Siz neyi tercih ediyorsunuz, çıkarınızı mı tercih ediyorsunuz, yoksa yüce değerleri mi tercih ediyorsunuz. İnsan neyi tercih ederse, onun yanında yer alır. Eğer ortada bir kötülük, bir de iyilik diyarı varsa, bir iman beldesi, bir de küfür beldesi varsa, insanın tercihini ne taraftan yana koyması gerektiğini söylüyor ayet.

Tabii bunu da arka planında aslında kişisel olarak ahlaki bir tavır yatıyor. Bu ahlaki tavırda ya çıkarınızı, bencil çıkarlarınızı tercih edeceksiniz, yani çocuklar ne olacak, ev ne olacak, bark ne olacak..! Ya da değerlerinizi tercih edeceksiniz. Yani burada şu. Eğer değerlerinizi tercih edecekseniz, mutlaka yine bir bedel ödeyeceksiniz. Ama bu bedel, geri kazanılması mümkün olan bedel. Fakat eğer çıkarınızı tercih edecekseniz, yine bir bedel ödeyeceksiniz. Lakin geri kazanılması mümkün olmayan, daha doğrusu geri dönüşü mümkün olmayan bitimsiz bir bedel.


90-) İllelleziyne yesılune ila kavmin beyneküm ve beynehüm miysâkun ev câuküm hasıret suduruhüm en yukatiluküm ev yukatilu kavmehüm* ve lev şaAllahu leselletahüm aleyküm felekateluküm* feinı'tezeluküm felem yukatiluküm ve elkav ileykümüs seleme, fema cealAllahu leküm aleyhim sebiyla;

Ancak böylelerine dokunmayın ki sizinle aralarında mis yak olan bir kavme vasıl olmuş bulunurlar, yahut ne size harp etmeği ne de kendi kavimlerine harp etmeği havsalarına sığdıramayarak size gelmişlerdir, eğer Allah dilese idi bunları üzerinize musallat kılardı da sizinle harp ederlerdi, o halde sizi bırakıp bir tarafa çekildikleri ve sizinle harp etmeyip sulha yattıkları takdirde de Allah aleyhlerinde size bir yol vermemiştir. (Elmalı)

Ancak (şunlara dokunmayın)... Ya sizinle onlar arasında mîsak (anlaşma) olan bir kavme sığınanlar yahut ne sizinle ne de kendi kavimleri ile savaşmak istemediklerinden sadırları (içleri) sıkılarak size gelenler... Eğer Allâh dileseydi, elbette onları size musallat ederdi de (onlar da) sizinle savaşırlardı... Eğer (onlar) sizden uzaklaşırlar, sizinle savaşmazlar ve size barış beyan ederlerse, artık Allâh onlara zarar vermenize müsaade etmez. (A.Hulusi)


İllelleziyne yesılune ila kavmin beyneküm ve beynehüm miysâkun De ki sizinle aralarında anlaşma bulunan bir topluma sığınanlar, ev câuküm hasıret suduruhüm en yukatiluküm ev yukatilu kavmehüm ya da, yani anlaşmalı olduğunuz bir topluma sığınanlar.

Burada sosyal anlaşmalar, toplumsal sözleşmelere Kur’an ın verdiği önem vurgulanıyor. Ama şu ikinci cümle daha önemli, ev câuküm hasıret suduruhüm en yukatiluküm ev yukatilu kavmehüm ya da sizinle veya kendi toplumlarıyla savaşma fikrinden içleri daralarak size başvuranlar.

ve lev şaAllahu leselletahüm aleyküm felekateluküm eğer Allah dileseydi onları sizin başınıza musallat eder ve onlar da sizinle savaşırlardı. Bu cümleden de anlıyoruz ki, biraz önceki ifade edilen zümre, kişiler aslında dost değiller, fakat savaşmak istemiyorlar. Tarafsız kalmak istiyorlar. Gerek yenilme korkusu ile, gerek güçsüzlük gerekçesiyle ne kendi toplumlarının yanında, yani kendi inançlarının yanında yer alıyorlar, ne de müminlerin yanında yer alıyorlar. Savaşta tarafsız kalan zümrenin can güvenliğinin korunması ile ilgili bir ibare bu. Yani tarafsız kalıyorlarsa birileri, siz yine de onların can güvenliğini koruyun ve onlara tarafsızlıklarından dolayı saldırmayın deniliyor.

Tabii bu ibareden anlaşılan bir şey daha var, bu tarafsız kalanların aslında her hangi bir tarafın inancının daha değerli olduğunu düşünerek değil, yani müminlerin inancının daha değerli olduğunu düşünerek değil, fakat bir takım güç hesapları yaparak tarafsız kaldıkları, fakat eğer güç hesaplarında üstün çıkacaklarına inansalar tarafsız kalmayıp küfür yanında yer alacak olan kimseleri ima ediyor ayet.

feinı'tezeluküm ama onlar sizi bırakır, felem yukatiluküm size karşı savaşmaz, ve elkav ileykümüs selem ve size barış teklif ederlerse, fema cealAllahu leküm aleyhim sebiyla; işte o zaman Allah onlara zarar vermenize razı olmaz. Yani burada özellikle şu sayılan zümreler, yani sizin yakanızı bırakan, size saldırmayan, burada özellikle savaşın savunma savaşı olduğu dile getiriliyor. Yani saldırıya karşı meşru bir savunmadır müminlerin savaşı.

Savaş, kendi başına savaştan söz ediyoruz. Ama cihat savaştan çık daha geniş çok daha çaplı bir şey. Burada özellikle savaştan söz ediliyor. Kıtal yani.


91-) Setecidune ahariyne yüriydune en ye'menuküm ve ye'menu kavmehüm* küllema rüddu ilel fitneti ürkisu fiyha* fein lem ya'teziluküm ve yulku ileykümüsseleme ve yeküffu eydiyehüm fehuzûhüm vaktüluhüm haysü sekıftümuhüm* ve ülaiküm ce'alna leküm aleyhim sultanen mübiyna;

Diğer bir takımlarını bulacaksınız ki hem sizden emin olmak hem de kavimlerinden emin kalmak isterler, fitneye sevk edildikçe de döner döner içine atılırlar, eğer bunlar sizden çekinmezler ve sulha yatıp taarruzdan ellerini çekmezlerse kendilerini bulduğunuz yerde yakalayın ve öldürün, işte bunlar aleyhinde size açık bir ferman verdik. Elmalı)

Diğer taraftan bazılarını da göreceksiniz ki, hem sizden hem de kendi kavimlerinden emin olmayı dilerler... Her sınav objesi olayla karşılaştırıldıklarında onda baş aşağı olurlar... Şayet sizden uzak durmazlar, sizle barışa yanaşmazlar ve sizden ellerini çekmezlerse; onları yakalayın ve ele geçirdiğiniz yerde öldürün... İşte bunlar var ya, onlara karşı size apaçık bir güç meydana getirdik. (A.Hulusi)


Setecidune ahariyne yüriydune en ye'menuküm ve ye'menu kavmehüm siz, hem sizden hem de kendi toplumlarından emin olmak isteyen, küllema rüddu ilel fitneti ürkisu fiyha fakat ne zaman sınava tabi tutulsalar hemen tam tersi bir tavra bürünenler de rastlayacaksınız. Sanırım anlaşıldı. Yani hem sizden hem de kendi toplumlarından emin olmak isteyen bir zümre var. Yani şişi yakmak, ne kebabı söndürmek, ya da bir başka ifade ile hem davuluna hem kasnağına vurmak isteyen bir zümre var. Hiçbir yana yanaşmıyorlar. Bunlar üstelik ne zaman sınava tabi tutulsalar, tam tersi bir tavra bürünmeye de hazırlar. Yani bunlar hala içlenin en değerlilerinde, kötüye eğilim taşıyan insanlar.

Burada fitne ibaresi geçiyor. Fitne, ya da turnusol kağıdı diyebilirsiniz siz ona. Mihenk taşı da diyebilirsiniz. Fitne biliyorsunuz altının hasını posasından ayırmak için Altının, madenin eritildiği o kaba verildiği gibi, bu eritme işlemine de verilir Arap dilinden. İşte böyle bir hası posasından ayırma işlemi.

Tabii ki maskelerin düştüğü, gerçek yüzlerin göründüğü zamanlar zor zamanlardır. Kolay zamanlarda maskelerin arkası görünmez. Onun için nimet zamanlarında maskelilerin gerçek yüzünü göremezsiniz. Ama bela zamanlarında, acı ve zor zamanlarda maskeleri düşüverir. Onları asıl o zaman öğrenirsiniz. İşte fitne bu. Zor zaman, maskelerin düşürüldüğü zor zamanlar.

Kişinin ana dilini öğrenmenin en emin yolu, onun canını yakmaktır. Birkaç dil konuşan birinin, birkaç dili ana dili gibi konulan birinin asıl ana dilini öğrenmek istiyorsanız canını yakın. Mesela ayağına bir taş bırakıverin. Oy anam..! ı ana dilinde söyleyecektir. Yani Allah kişinin içinde yatan aslanın kimliğini zor zamanlarda imtihana tabi tutarak öğrenir. Eğilimi nereye doğru. Onun için zor zamanlar sınav zamanlarıdır. Sınav olmasaydı maskeliler maskesizlerden nasıl ayrılacaktı.

Burada da işte aslında yüreğinde yatan kötü eğilimin nasıl insanın hayatına yansıyacağını ima ediyor ayet, yani imtihanla. Onu sınava tabi tutarak içinde yatan o kötülüğü dışına vurduğunu ima ediyor.

Fein lem ya'teziluküm işte o zaman onlar sizi bırakmaz. ve yulku ileykümüsselemve yeküffu eydiyehüm ve ellerini yakanızdan çekmezlerse fehuzûhüm vaktüluhüm haysü sekıftümuhüm onları da gördüğünüz her yerde yakalayın ve öldürün. Yani eğer sizin için büyük bir tehlike taşıyorlar, ama bu tehlikeyi de sütre ile perdelemeye çalışıyorlarsa, yani pirincin içine girmeye çalışan beyaz taşlarsa sizin için çok daha tehlikelidirler. Onun için onları tespit edin ama. Bu tespitte de hangi ölçüleri kullanın, burada söylüyor. Eğer onlar sizi bırakmazlarsa, sizinle barışa yanaşmazlarsa, sizin yakanızdan ellerini çekmezlerse diyor. Ölçüleri de böyle koyuyor. Yani düşmanlıklarını açıkça sürdürürlerse, bunun anlamı budur. sizinle barışa yanaşmaz. Yukarıdakilerin tam tersi.

ve ülaiküm ce'alna leküm aleyhim sultanen mübiyna; İşte kendileri aleyhine açıkça savaşmak için izin verdiklerimiz bunlardır.

Bu cümle önemli. Bu cümle yukarıdan itibaren ele alınan tüm ayetlerinde hükmünü ortaya koyuyor. Savunma amaçlı savaş izni buradan açıkça anlaşılıyor. Savunma amaçlı savaşa izin veriyor ayet.

Pasajın son ayetiydi bu. İnsan hayatı ile ilgili toplumsal hükümlerin ardından, yine insan hayatı ile ilgili bireysel hükümlere geçiyor şimdi ayet. Ama yine savaş ortamı çerçevesinde.


92-) Ve ma kâne li mu'minin en yaktule mu'minen illâ hataen, ve men katele mu'minen hataen fetahriyru rakabetin mu'minetin ve diyetün müsellemetün ila ehlihi illâ en yassaddeku* fein kâne min kavmin adüvvin leküm ve huve mu'minun fe tahriyru rekabetin mü'minetin, ve in kâne min kavmin beyneküm ve beynehüm miysâkun fediyetün müsellemetün ila ehlihi ve tahriyru rekabetin mu'minetin, femen lem yecid fesıyamu şehreyni mütetabi'ayni, tevbeten minAllahi, ve kânAllahu Aliymen Hakiyma;

Bir müminin bir mümini öldürmesi olamaz meğerki hatâ ola ve kim bir mümini hata ile öldürürse mümin bir esir azat etmesi ve ölenin vârislerine teslim edilecek bir diyet vermesi lâzım gelir, meğer ki vârisler tasadduk edeler, eğer öldürülen kendi mümin olmakla beraber size düşman bir kavimden ise o zaman öldürenin bir esir azat etmesi lâzım gelir, ve eğer kendileriyle aranızda bir misak bulunan bir kavimden ise o zaman vârislerine teslim edilecek bir diyet vermek ve mümin bir esir azat etmek lâzım gelir, bunlara gücü yetmeyen de Allah tarafından tevbe sinin kabulü için ardı ardına iki ay oruç tutmak lâzım gelir, Allah alîm, hakîm bulunuyor. (Elmalı)

Yanlışlık hariç, bir iman eden için, diğer bir iman edeni öldürmesi olacak şey değildir... Yanlışlıkla bir iman edeni öldürenin, iman eden bir köleyi hürriyetine kavuşturması ve öldürülenin ailesine diyet ödemesi gerekir. (Vârislerin, diyeti katile) bağışlamaları müstesna... Eğer (öldürülen) iman eden olmakla beraber, size düşman olan bir kavimden ise, (o zaman katilin) iman eden bir köleyi hürriyetine kavuşturması gerekir... Şayet (öldürülen) sizinle aralarında anlaşma bulunan bir kavimden ise, (o zaman katilin) öldürülenin ailesine bir diyet ödemesi ve iman eden bir köleyi hürriyetine kavuşturması gerekir... Kim (diyet bedelini) bulamazsa, Allâh'tan bir tövbe olmak üzere, iki ay kesiksiz oruç tutmalıdır... Allâh Aliym'dir, Hakiym'dir. (A.Hulusi)


Ve ma kâne li mu'minin en yaktule mu'minen illâ hataen Hata hariç bir mümin bir mümini kasten öldüremez.

Yukarıda ki ayetlerle ne alakası var demeyiniz lütfen, o günü göz önüne getiriniz. Aileler parçalanmış , aynı ailenin içinde bir kişi mümin öbürü kafir. Darmadağın olmuş, kentler parça bölük, bir kentte çoğunluğu bazen müminler oluştururken bir obada diyelim, bir aşirette, bir kabilede bir boyda, bölgede, özellikle bu ayetin ilk muhatapları açısından. Birkaç çadır mümin, ya da hepsi mümin, içlerinde birkaç aile imana ulaşmamış. Böyle durumlarla karşı karşıya kalıyorlar.

Müminler bir yere savaş açıyorlar, düşmanlıkları ile meşhur bir kabile üzerine, ama o kabile içerisinde fert olarak bir takım insanlar var ki imana gelmişler fakat açıklayamamışlar. İşte böyle zor bir durum var ortada, sosyal bir problem. Bu problemi çözmek için Kur’an ilkeler koyuyor. İşte bu hükümler bu problemi çözme yönünde atılmış hükümler.

Ve ma kâne li mu'minin en yaktule mu'minen illâ hataen Hata hariç asla bir mümin bir mümini kasten öldüremez. Mutezile, 93. ayetle birlikte, yani bir sonraki ayetle birlikte, düşünerek, kasıtlı cinayeti küfür olarak nitelendirmiş. Ama tabii ki çoğunluk bu görüşte değil, bu görüş doğru da değil. Yani günah ne kadar büyük olursa olsun sahibini mutlak manada kafir olarak nitelendirmeyi gerektirmez.

Ayetin sebebi nüzulü hakkında çelişik bir çok rivayet var onun için geçiyorum.

Ve men katele mu'minen hataen bir mümini hata ile öldüren kişi, fetahriyru rakabetin mu'minetin bir mümini özgürlüğe kavuşturur. Ne kadar harika bir ilke değil mi? Yani birini madden öldürüyorsa, hata ile üstelik. Buradaki hata, bire bir hata o çağdaki. İman ettiğini bilmeden fark etmeden, bir kafir toplum içerisinde yaşadığı için kendisine savaş açılmış bir toplumda, yani hataya kurban gidiyor. Bilmemenin, cehaletin sonucunda hataya kurban gidiyor. Böyle bir olay dikkate alındığında ayet anlaşılacaktır.

İşte burada böyle, hata ile bir müminin canına kıyılmışsa bunun karşılığında manen bir mümine can vermek gibi olan özgürlükten söz ediliyor. Yani fiili tevbe den söz ediliyor.

Kur’an insan hayatına verdiği önemin bir ifadesidir bu. Evet. O zamanki karışık toplum dikkate alındığında bu ayet tabii ki daha iyi anlaşılır.

Tahriyru rakabe bir insana karşılık, bir insanın özgürlüğü. Nedir? O zaman için düşünürsek, kölelerin özgürlüğü, savaş esirlerinin özgürlüğe kavuşturulması. Kölelikle mücadeledir bu aslında. Yani aynı zamanda da bir tevbedir. Telafi etmektir. Hatanızın karşılığını bir insanı manen dirilterek telafi etmektir.

Ve diyetün müsellemetün ila ehlihi ve maktulun yakınlarına da diyet öder. illâ en yassaddeku eğer onlar diyeti bağışlarlarsa o başka.

fein kâne min kavmin adüvvin leküm ve huve mu'minun Maktulü üye olduğu halde size düşman olan bir topluma mensupsa fe tahriyru rekabetin mü'minetin o zaman mümin birini özgürlüğüne kavuşturmak yeterlidir. Yani yukarıdaki durum ne idi? Maktul mümin ise. Düşman bir kavimde oturuyor ama mümin ise, düşman bir kavme mensup bir mümin ise, iki karşılık var. Hata ile öldürülme sonucunda;

1 – Bir mümini özgürlüğüne kavuşturmak,

2 – Onun ailesine diyet ödemek.

Ama eğer fein kâne min kavmin adüvvin eğer o düşman bir topluma mensupsa, -yukarıdaki düşman bir topluma mensup olmayan- bir müminin hata ile öldürülmesi, buradaki ise fark düşman bir topluma mensup. Sizinle savaş halinde demektir aslında buradaki düşmanlık. ve huve mu'minun üstelik mümin ise fe tahriyru rekabetin mü'minetin ona tek bir karşılık yetiyor. O da bir mümin köleyi özgürlüğe kavuşturmak. Bu güne taşıdığımızda belki bir mümin mahkumu demek lazım, özgürlüğe kavuşturmak, onunla aynı şeye tekabül edebilir.

Yani bu da nasıl olur? Örneğin bir takım parasal problemlerden, ya da paraya döndürülecek, döndürülmesi mümkün olan bir ceza ile mahkum olan bir mümini, eğer onun o cezasını ödeyerek hürriyetine kavuşturursanız sanırım buna tekabül etse gerektir. Ki Reşit Rıza’nın da ima ettiği gibi.

ve in kâne min kavmin beyneküm ve beynehüm miysâkun Ama o sizinle arasında anlaşma olan bir topluma mensupsa, fediyetün müsellemetün ila ehlihi ve tahriyru rekabetin mu'minetin bu durumda da mümin birini özgürlüğüne kavuşturmak ve yakınlara diyet ödemek gerekir.

Burada ki diyet miktarı konusunda ihtilaf etmiş ulema, tabii ki gelen rivayetlerden doğan bir ihtilaf; Deveden 100 tane, arlından bin altın, Bin dinar mesela, Elbiseden 200 elbise, sığırdan yine 200 sığır verilir denilmiş. Yine hadislere, haberlere dayanarak. Tabii ki bunu nasıl verecek diye bir şey aklınıza gelebilir. 100 deve, nasıl verilebilir, bir kişinin gücü nasıl yeter..!

Bir kişi vermiyor. Akıle diye tanımlanan, İslam’da akıle diye tanımlanan akrabalar grubu veriyor. Tabii ki alınan diyeti de onlar paylaşıyor. Yani diyet alınınca kimler paylaşacaksa, diyeti de yine o akıla ismi verilen akraba grubu. Bir tür akraba dayanışması bu. Onun için sadece hataen insan öldüren vermiyor. Ama yine bu surenin, nisa suresinin başında da ifade ettiğim gibi İslam’ın uzun sürede yayarak köleliği nasıl bitirdiğinin ilginç bir örneği de burada gözüküyor işte. Yani kölelik İslam’ın uzun bir süreç içerisinde bitirmeye çalıştığı, daha doğrusu vahyin bitirmeye çalıştığı bir olumsuz gelenek. Lakin bu geleneği, vahyin sürecini de aşan, vahyin iniş sürecinden daha sonraya tekabül eden bir tedbir ile Kur’an aşama aşama sıfırlıyor.

femen lem yecid fesıyamu şehreyni mütetabi'ayn Buna imkan bulamayanlar peş peşe iki ay oruç tutmalıdırlar. tevbeten minAllah bu Allah tarafından tevbenin kabulünün bir karşılığıdır. Böyle çevireyim ben. Tevbenin kabulünün, yani kefaretidir.

Ve kânAllahu Aliymen Hakiyma; Zira Allah her şeyi bilendir, rahmetle muamele edendir. Edip eyleyendir.

Tabii mesela öldürülen bir Hıristiyan, bir Yahudi olsa bunun diyeti ne olur sorusu gelebilir akla, Resulallah döneminde Hulefa-i raşidin ve mürşidin döneminde hep aynı diyet verildiği Beyhaki’den gelen bir rivayette ifade ediliyor. Ancak ilk defa gayri Müslimlere, müminin yarım, diyetinin yarısını verip, yarısını da hazineye aktarma geleneğini Muaviye’nin başlattığı yine Beyhaki’nin bize naklettiği aynı rivayette yer alıyor.


93-) Ve men yaktül mu'minen müteammiden fecezauhu cehennemü haliyden fiyha ve ğadıbAllahu aleyhi ve leanehu ve eadde lehu azâben azıyma;

Her kim de bir mümini müteammimden öldürürse artık onun cezası Cehennemde hulûddur, Allah ona gadab etmiş. Lânet etmiş azîm bir azap hazırlamıştır. (Elmalı)

Kim bir iman edeni kasıtlı olarak öldürürse onun karşılığı, sonsuza dek kalmak üzere, cehennemdir. Allâh ona gazap etmiştir; lânetlemiştir ve feci bir azap hazırlamıştır. (A.Hulusi)


Ve men yaktül mu'minen müteammiden Kimde bir mümini kasten öldürürse fecezauhu cehennemü haliyden fiyha onun cezası cehennemde süresiz kalış olacaktır.

ve ğadıbAllahu aleyhi ve leanehu ve eadde lehu azâben azıyma; Ve o Allah’ın gazabına, lanetine uğrayacak, onun için korkunç bir azap hazırlayacaktır.

Bu gerçekten de çok keskin, çok korkunç bir hitap, itap daha doğrusu. Azar, Tabii ki bu azarın keskinliğine bakarak Mutezile başta olmak üzere bazıları, kasten bir mümini öldüren, cinayet işleyen kimsenin ebediyen cehennemli olduğu sonucuna varmışlar ki bunlar arasında, Hz. Ömer’in, Zeyt bin Sabit’in olduğu da söylenir. Tevbesi kabul değildir demişler. Ama çoğunluk bu görüşte değil, kaldı ki Kur’an ın da genelinden çıkarılan sonuç bu değil. Çünkü Allah’ın şirk dışındaki tüm günahları affedeceğini, af edebileceğine dair ayet açıktır.

İnnAllahe la yağfiru en yüşreke BiHİ ve yağfiru ma dune zâlike limen yeşa'.. Nisa/48

Allah kendisine ortak koşulması, ya da tanrılığı bir başkasına yakıştırmak dışındaki her günahı affedebilir. Kaldı ki Kur’an da yine bir başka ayet;


Kul ya ıbadiyelleziyne esrefu alâ enfüsihim la taknetu min rahmetillah.. innAllahe yağfiruzzünube cemiy'a inneHU "HU"vel ĞafururRahıym ;Zümer/53

De ki ey hayatını harcayan kullarım. Aslında buradaki harcama cinayette dahil hayat harcamak, bir başkasının hayatını harcayan, kendi hayatını harcamış olur. O da dahil her türlü büyük günaha delalet eder. Hayatını Allah yolunun dışındaki yollarda kullanmaya delalet eder. Ey hayatını israf eden, hayat harcayan kullarım. la taknetu min rahmetillah.. Allah’ın rahmetinden ümit kesmeyin. innAllahe yağfiruzzünube cemiy'a Allah günahların tamamını affedebilir, affeder. Cemiy’a hepsi. inneHU "HU"vel ĞafururRahıym; Çünkü o çok bağışlayan ve rahmet menbaı olandır.

Bu ayeti hatırlayacaksınız Resulallah; Vahşi, Allah ben de affeder mi diye haber gönderdiğinde, amcası Hz. Hamza’nın katili olan Vahşi’ye bu ayeti yazmış göndermişti Resulallah. Bak Allah seni de affedebilir diyerek.

Onun için tabii ki bu ayetlere dayanarak bir mümini kasten öldürenin de Allah dilerse affedebileceğini düşünebiliriz ama, çok büyük bir günah olduğu zaten ortada.


94-) Ya eyyühelleziyne amenû izâ darabtüm fiy sebiylillâhi fetebeyyenu ve la tekulu limen elka ileykümüs Selâme leste mu'minen, tebteğune 'aradal hayatid dünya* fe 'ındAllahi meğanimü kesiyratün, kezâlike küntüm min kablü femennAllahu aleyküm fe tebeyyenu* innAllahe kâne Bi ma ta'melune Habiyra;

Ey o bütün iman edenler! Allah yolunda adım attığınız vakit iyi anlayın dinleyin size İslâm selâmı veren kimseye -Dünya hayatının geçici metaına göz dikerek- sen mümin değilsin demeyin, Allah yanında çok ganimetler var, önce siz de öyle idiniz, Allah kerem buyurdu da sizleri iman ile tanıttı onun için iyi anlayın dinleyin, muhakkak ki Allah ne yaparsanız habîr bulunuyor. (Elmalı)

Ey iman edenler... Allâh için sefere çıktığınızda iyice araştırın ve size selâm verene (anlaşmak isteyene), dünya hayatının geçici menfaatini arayarak, "Sen iman eden değilsin" demeyin... Allâh indînde çok ganimetler var... Daha önce siz de öyle idiniz de Allâh size lütufta bulundu... O hâlde iyice araştırın... Muhakkak ki Allâh yapmakta olduklarınızın yaratanı olarak Habiyr'dir. (A.Hulusi)


Ya eyyühelleziyne amenû ey iman edenler, siz ey iman edenler. izâ darabtüm fiy sebiylillâhi fetebeyyenu Allah yolunda sefere çıktığınızda son derece sorumlu davranın.

Ve la tekulu limen elka ileykümüs Selâme leste mu'minen, tebteğune 'aradal hayatid dünya Evet, Allah yolunda sefere çıktığınızda son derece sorumlu davranın. Fetebeyyenu’ yu böyle çevirdim. Çok iyi araştırıp soruşturun manasına gelir harfiyen, ama sorumlu davranın daha yerine oturuyor. Ve size karşı barış teklif edene bu dünya hayatının geçici zevkine göz dikerek; “sen mümin değilsin” demeyin. fe 'ındAllahi meğanimü kesiyratün çünkü asıl ganimet Allah katındadır. Allah’ın katında ganimet çoktur. Ganimet uğruna bir adamın canına kıymayın demek istiyor.

Kezâlike küntüm min kabl siz de daha önce aynı durumdaydınız. Unutmayın. Yani karşınızdaki insana şefkat gösterin. femennAllahu aleyküm fakat Allah’ın lütfuna nail oldunuz. Sizde aynı durumdaydınız. Siz de bir zaman öyleydiniz. İkircikli idiniz, bir dönem tereddüt geçirdiniz, ondan sonra iman ettiniz. Ondan sonra pekişti imanınız. Yani ilk günden böyle değildiniz. Hayatınızın belli bir döneminde siz de ayağı kaymış olarak yaşıyordunuz. Allah’tan habersiz yaşıyordunuz, hakikatten ayrı yaşıyordunuz. Onlarda şu an öyle.

fe tebeyyenu o halde artık çok dikkatli davranın. İnsanları harcarken dikkatli davranın, öyle kolay harcamayın.

innAllahe kâne Bi ma ta'melune Habiyra; Zira Allah tüm yaptıklarınızdan haberdardır.

Yani bu ayette tarihsel olarak bir şeylere tekabül eden bir geri plan olduğunu anlamışsınızdır. Ama bu geri planın ne olduğu konusun da farklı rivayetler var. Mesela Buhari’de nakledilen bir rivayete göre;

Burada bir savaş sırasında bir mümin karşısındaki insanı tam öldürecekken o insan barış güvencesi vermiş, selam vermiş, ya da kelime i şahadet getirmiş. Farklı farklı rivayetler var. Ve o mümin sen bunu bize şirin görünmek için, canını kurtarmak için yapıyorsun diyerek yine de savaş şartları gereği öldürmüş. Yani bu olaya benzer bir olaya, Üsame VBin Zeyd. R.A. için anlatılır. O da böyle bir olay yaşamış karşısındaki insanı tam öldürecekken, şahadet getirmiş, Allah’a teslim olduğunu söylemiş, ama o korktu da söyledi gerekçesi ile onu yine savaş şartları gerekçesiyle öldürmüş.

Yine bu olayların tümünde olayın devamı şöyle: Olay Resulallah’a geliyor, Resulallah karşısındakini azarlayınca; “ama o korktuğu için böyle söyledi.” Cevabını alıyor. Resulallah’ın cevabı ise;

- Hel lâ şekakte kalbehu..!

Şimdi sen onun kalbini açtın da, yardın da içine4 mi baktın. Oluyor.

Ve Resulallah’ın yine böyle bir olayın arkasından söylediği;

- Lem ab as em eşukka ala kulubinnas

  Ben insanlarım göğsünü açıp ta bakmak için gönderilmedim. İfadesi çok manidar.

Burada söylenen şudur dostlar, insanlara şefkat gösterin. İnsanları telef etmek için değil, insanları kazanmak için çalışın. Çok iyi araştırın, yani çok hassas davranın. Fetebeyyenu ibaresi bu. Karşınızdaki insanı kazanmaya çalışın. Bir adem, bir alem deyin. Bir yürek kazanın, bir yürek fethedin. Eğer böyle bir mantıkla yola çıkarsanız bin toprak kazanmaktan, bir insan kazanmanın hayırlı olduğunu görürsünüz.

O zaman anlarsınız siz. Anadolu’nun gerçek fatihi ve Anadolu halkında efsane olarak bilinen Battal gazi’nin, yani Abdullah el Battal’ın bşir gayri müslimin kazanılmış çocuğu olduğunu.

O zaman anlarsınız Afrika’nın fatihi Musa bin Nusayr’ın, bir gayri müslimin torunu, bir yetim olduğunu.

O zaman anlarsınız Endülüs’ün fatihi Tarık bin Ziyad’ın bir berberi çocuğu, babası İslam’a karşı savaşta ölmüş bir berberi çocuğu olduğunu, ya da dedesi.

Yine o zaman anlarsınız İslam’ın en büyük hukukçularından Ebu Hanife İmam Azam’ın dedesinin İran ordusunda gayri Müslim bir asker olarak İslam’a karşı savaşıp esir düşen Zota olduğunu. Böyle bir esirin torunundan İslam’ın en büyük müçtehidini çıkardığını o zaman anlarsınız. İşte bu şefkatle yaklaşırsanız.


95-) La yestevil ka'ıdune minel mu'miniyne ğayru üliddarari vel mücahidune fiy sebiylillâhi Bi emvalihim ve enfüsihim* faddalellahul mücahidiyne Bi emvalihim ve enfüsihim alel kaıdiyne dereceten, ve küllen veadAllahul Hüsna* ve faddalellahul mücahidiyne alel kaıdiyne ecren azıyma;

Müminlerden özür sahibi olmaksızın oturanlar ve Allah yolunda mallarıyla, canlarıyla cihat edenler müsavi olamazlar, Allah, mallarıyla ve canlarıyla mücahit olanları oturanların derece itibariyle üzerine geçirdi, gerçi Allah ikisine de hüsnayı (Cenneti) vaat buyurmuştur, bununla beraber Allah mücahitlere oturanların fevkinde azîm bir ecir ihsan etmiştir. (Elmalı)

Mazeretsiz, evde oturup seferden kaçan iman edenler ile Allâh yolunda mallarıyla, nefsleriyle mücahede edenler, eş değerde olmazlar... Allâh, mallarıyla ve nefsleriyle mücahede edenleri, oturup kalanlardan derece olarak üstün kıldı... Hepsine Allâh en güzeli vadetmiştir... (Ancak) Allâh, mücahitleri, oturup kalanların üzerine büyük bir mükâfat ile üstün kılmıştır. (A.Hulusi)


La yestevil ka'ıdune minel mu'miniyne ğayru üliddarari vel mücahidune fiy sebiylillâhi Bi emvalihim ve enfüsihim Müminlerden bir mazereti olmaksızın mücadeleden kaçınanlarla, Allah yolunda mallarıyla ve canlarıyla çaba gösterenler bir olmaz. Yani yatanlarla koşanlar bir olmaz diyor Kur’an. Lafzen oturanlar, mücadeleden kaçıp ahlaki sorumluluğunu yerine getirmeyenler. Toplumsal dirilişe ve dönüşüme katkıda bulunmayanlar. Ki 85. ayetteki iyiye ve doğruya aracılık edenlerle birlikte düşünmek gerekiyor.

faddalellahul mücahidiyne Bi emvalihim ve enfüsihim alel kaıdiyne dereceten Allah, mallarıyla ve canlarıyla elinden gelen çabayı sarf edenleri, yani mücadeleden kaçınmayanları, mücadeleden kaçınanlardan daha yüce bir mertebeye yerleştirmiştir.

ve küllen veadAllahul Hüsna Allah bütün müminlere nihai güzellikler vaat etti. Yani bu peşin, hepimize, imanınızı koruduğumuz sürece cenneti vaat etti.

ve faddalellahul mücahidiyne alel kaıdiyne ecren azıyma; Fakat yalnız yolunda tüm çabasını sarf edenlere vereceği muhteşem ödül ile, onları mücadeleden kaçınanlardan, yani geride kalanlardan, yatanlardan üstün kılmıştır.


96-) Derecâtin minhü ve mağfireten ve rahmeten, ve kânAllahu Ğafûren Rahıyma;

Tarafından derece derece rütbeler, ve bir mağfiret ve rahmet... Öyle ya; Allah bir gafur, rahîm bulunuyor. (Elmalı)

Tarafından dereceler, mağfiret ve rahmet (bağışlamıştır). Allâh Ğafûr'dur, Rahıym'dir. (A.Hulusi)

Derecâtin minhü ve mağfireten ve rahmeten Katından yüce mertebelerle mağfiret ve rahmetle üstün kılmıştır.

ve kânAllahu Ğafûren Rahıyma; Zaten Allah çok bağışlayandır, rahmet membaıdır, kaynağıdır.

Cihat yüce amaçlar gözetilerek, yüce değerler uğruna harcanan çabanın tamamıdır. Bir başka ifadesi ile cihat; İnsanla İslam arasındaki engeli kaldırmak için verilen mücadeledir.

Ayet 76 da iman edenler Allah yolunda savaşır, İnkar edenler tağut yolunda diyordu değil mi? İşte burada savaşmayan yani bir değer uğruna mücadele etmeyen adam değildir.

O halde ne uğruna mücadele veriyorsunuz ey insanlar. Ona bakın ve Allah katındaki değerinizi oradan yola çıkarak tespit edin.

“Ve ahiru davana velil hamdülillahi rabbil alemiyn”

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder