Sevgili dostlar geçen dersimizde Nisa suresinin münafıklarla ilgili, daha doğrusu bir münafığın psikolojisi ile ilgili ayetleri işlemiştik. O ayetlerde münafık davranışlarının arka planında yatan duygu ve düşünceler ele alınmış ve münafık tabiatı boylu boyunca resmedilmişti.
Şimdi Nisa suresinin bu günkü son dersimizde o ayetlerin peşinden Resulallah’ın, vahyin ilk muhatabı olan Resulallah’ın gönlündeki kimi sorulara da cevap olan ayetleri tefsir edeceğiz. 153. ayetle dersimize devam ediyoruz.
153-) Yes'elüke ehlül Kitabi en tünezzile aleyhim Kitaben mines Semai fekad seelü Musa ekbere min zâlike fekalu erinAllahe cehreten feehazethümüs sa'ıkatü Bi zulmihim* sümmettehazül ıcle min ba'di ma caethümül beyyinatu fe 'afevna an zâlik* ve ateyna Musa sultanen mübiyna;
Ehli kitap senden üzerlerine Semadan bir kitap indirivermeni istiyorlar, çok görme Musâ’ya bundan daha büyüğünü teklif ettiler, «Allah’ı bize açıktan göster» dediler de zulümleriyle kendilerini yıldırım çarptı, sonra kendilerine o kadar açık mucizeler gelmişken tuttular danaya taptılar, derken biz bunlardan affettik de Musâ’ya kahir bir saltanat verdik. (Elmalı)
Ehl-i kitap (Yahudiler) senden, kendilerine "Gökten yazılı Kitap" indirmeni istiyorlar... Gerçekten (onlar) bundan daha büyüğünü Musa'dan istediler... "Allâh'ı açıktan bize göster" demişlerdi de, zulümleri yüzünden onları yıldırım çarptı... Kendilerine apaçık deliller geldikten sonra tutup buzağıya tapınmaya başladılar... Bunu da affettik ve Musa'ya apaçık bir kudret verdik. (A.Hulusi)
Yes'elüke ehlül Kitabi en tünezzile aleyhim Kitaben mines Semai Kitap ehli senden kendilerine gökten bir vahiy indirmeni istiyorlar.
Alternatif bir manada şöyle verilebilir; Ki aynı metin iki manayı da destekler. Üzerlerine başı sonu belli olan fiziki olarak bir kitap indirmeni isterler. Ki bence birinci tercih ettiğim mana daha doğru. Çünkü Kitap, Kitaben şeklinde belirsiz olarak nekra olarak geldi ayeti kerimede, onun için vurgu; “Bu mesaj bize hitap etmiyor, biz insanlık içerisinde seçilmiş bir topluluğuz ve ayrıcalıklıyız, Allah’ın yakınlarıyız. Dolayısıyla sen bizi muhatap alan çok özel bir mesaj getir.” Demek istiyorlar. Benim tercih ettiğim manaya göre.
Tercih etmediğim manaya göre ise, tıpkı Hz. Musa’ya indirilen yazılmış levhalar gibi gökten bize bir başı sonu belli olan kitap indir anlamı var ki ben bu anlamı doğruca bulmuyorum.
fekad seelü Musa ekbere min zâlik onlar Musa’dan daha büyüğünü istemişlerdi. fekalu erinAllahe cehreten ve demişlerdi ki; Bize Allah’ı doğrudan açıkça göster. feehazethümüs sa'ıkatü Bi zulmihim Bu zulümleri yüzünden onlar yıldırım çarpmışa dönmüşlerdi. Ki hatırlayacaksınız Bakara suresinde tefsir etmiştik söz konusu ayeti. 55. ayet;
Ve iz kultüm ya Mûsâ len nu'mine leke hatta nerAllahe cehraten. Demişlerdi. Hani demiştiniz ki ey Musa sen Allah’ı bize doğrudan açıkça gösterinceye kadar biz sana inanmayacağız.
Neden doğrudan açıkça, çünkü Allah’ı dolaylı olarak çok görmüşlerdi Firavunun zulmünden kurtarırken görmüşlerdi.
Kendilerini zelil iken aziz ederken görmüşlerdi. Musa’ya onlarca mucize verirken görmüşlerdi. 7 beyzayı görmüşlerdi. Asayı, Musa’yı görmüşlerdi. Bütün bunları görmelerine rağmen bir de açıkça yüz yüze görmek istiyorlardı. Olmayacak bir şey istiyorlardı. Onlar zihinlerindeki Allah tasavvurunu yanlış tutmuşlardı. Yani Kur’an ın ifadesi ile;
Ve ma kaderullahe hakka kadrihi.. (Zümer/67)
Allah’ı gereği gibi takdir edememişlerdi. Allah’ı cisimleştirmeye kalkmışlardı. Onun için antropomorfik bir tanrı anlayışları vardı. Bu da putperest bir toplumla iç içe yaşamalarından dolayı idi. Onun için burada Resulallah’a; Onların eski alışkanlığıdır denilmek isteniyor. Yani senden bunu talep etmelerini garip karşılama, onların babaları da bunu yapmışlardı, hem de kendi peygamberlerine. Kendilerini firavundan kurtarıp özgürlüğe kavuşturan Musa’ya karşı yapmışlardı.
sümmettehazül ıcle min ba'di ma caethümül beyyinat ve ardından kendilerine hakikatin apaçık belgeleri geldikten sonra buzağı heykeline tapmaya başlamışlardı.
Hani yine daha önce işlemiştik;
..ve üşribu fı kulubihimül ıcle.. (Bakara/93)
Buzağı heykelinin sevgisi gönüllerine içirilmişti. Onlar buzağı heykelini, Hz. Musa vahiy almak için aralarından ayrılınca takıları toplayarak Samiri isimli bir sanatkara yaptırdılar. Peki bu heykel neden buzağı heykeli diyecek olursanız, işte orada çok garip bir gerçekle karşılaşıyoruz. Düşmanları olan firavunun tanrılarından biri, hotor, inek tanrısı. Yahudileşen İsrail oğulları düşmanlarının tanrılarına tapmak istiyorlardı. Bu bir kimlik kaybı, bu bir kişilik bozulması idi. Kimlik ve kişilik kaybı bir insanın veya bir toplumun geleceğini öz elleri ile yok eden bir kayıptı. Onun içinde Kur’an olayı bu boyutlarıyla, sosyopsikolojik boyutlarıyla öne çıkarıyor ve düşmanını taklit eden bir toplumun Yahudileşeceğini söylüyor.
fe 'afevna an zâlik yinede onları bu günahlarından arındırmış ve ateyna Musa sultanen mübiyna; ve Musa’ya hakikatin açık ve güçlü belgelerini bahşetmiştik.
Yahudilerin taşkınlıklarına karşı bu ayetler Hz. Peygamberi teselli ediyor. Aslında münafıklarla ilgili uzun bir pasajın arkasından neden Yahudilerle ilgili böyle bir pasaj geldi derseniz. Asıl belki tefsirimizin can damarı da bu sorunun cevabında yatıyor.
Vahyin ilk muhatabı olan peygamberin zihnindeki soruyla ilgilidir derim. Peygamber şöyle düşünüyordu: “Bu insanlar, Allah kendileri ile konuştu. Bunu gördüler.” Yani Medine’de ki Yahudiler için. “Bir insan vahyin geldiğini göre göre nasıl münafık olabilir. Nasıl iki yüzlü olabilir. Hala vahye nasıl inanmayabilir.” Gerçekten de Peygamber AS. bu sapma biçimini anlamakta zorlanıyordu. Yani Allah kendileri ile konuştuğu halde bu insanlar neden hala ikiyüzlü davranıyorlar. Münafıklığın tabiatını anlamakta zorlanıyordu Resulallah.
İşte Resulallah’ın bu sorusuna bir cevap olarak geliyordu. Bu cevap; senden daha büyük mucizeler verdiğimiz Musa’ya da kendi toplumu, senin toplumunun sana yaptığından çok daha fazlasını yaptılar. Onun için ayetin böyle bitmesi meseleyi daha da açıklığa kavuşturuyor. ve ateyna Musa sultanen mübiyna; ve Musa’ya hakikatin açık ve güçlü belgelerini de bahşetmiştik. Yani Musa’ya daha fazlasını vermiştik. Ona farklı mucizeler, 7 beyza gibi, asayı Musa gibi ve daha farklı mucizeler verdiğimiz halde ihanet ettiler, kaldı ki sana ihanet etmesinler.
154-) Ve refa'na fevkahümütTure Bi miysâkıhim ve kulna lehümüdhulül babe sücceden ve kulna lehüm la ta'du fiys sebti ve ahazna minhüm miysâkan ğaliyza;
Ve misaka bağlanmaları için Turu üstlerine kaldırdık da «girin secdelere kapanarak o kapıya» dedik onlara, hem «sebt günü tecavüz etmeyin» dedik de onlara kendilerinden ağır bir misak aldık. (Elmalı)
Verdikleri söze bağlanmaları için Tur'u üzerlerine kaldırmıştık da onlara "Secde ederek o kapıdan girin" demiştik. Hem de "Cumartesi günü hürmetini ihlâl etmeyin" dedik de, onlardan kesin ahd aldık. (A.Hulusi)
Ve refa'na fevkahümütTure Bi miysâkıhim Yine Resulallah’ı teskin etmek, teselli etmek için ve bunun aslında tüm tarih boyunca diğer peygamberlere karşı da gösterilen bir tavır olduğunu ifade için, Müslüman İsrail oğullarının Yahudileştikleri noktalar açıklanmaya devam ediyor.
Ve refa'na fevkahümütTure Bi miysâkıhim ve Turu söz vermeleri için üzerlerine yükseltmiştik.
Belki de Resulallah’ın zihnindeki şöyle bir soruya cevaptı. “Acaba bu insanlar bir fiil bir mucize görseler Kur’an dan başka Kur’an dışında, ki Resulallah’ın mucizesi, nübüvvet mucizesi Kur’an dır. Kendisi de Buhari’de nakledilen bir hadislerinde;
- Bana gelen, yani benim nübüvvetimi tasdik için bana gönderilen mucize yalnızca Kur’an dır.” Buyurmuştur.
Onun için her peygamberin nübüvvetini tasdik eden bir mucizesi vardı, Resulallah’ın ki Kur’an dı.
Acaba Kur’an dışında Harikulade bir olay olsaydı bir şey değişir miydi sorusuna Kur’an, “Hiçbir şey değişmezdi. Daha önce bu çok denendi. İşte onun daha önce yaşanmış bir örneğini aktarıyor. Yahudileşen İsrail oğullarından Kur’an.
ve kulna lehümüdhulül babe sücceden ve kulna lehüm la ta'du fiys sebt Onlara kapıdan şükür secdeleri ile girin demiş ve septi ihlal etmeyin diye uyarmıştık.
Bu şükür secdeleri ile girin ki Bakara 58-59. ayetlerde kıssası aktarılır. Filistin’e ana yurtlarına şükrederek girin denildiği halde onlar talan ederek, kapıdan değil de şehrin arka tarafından, bağları, bahçeleri ve bostanları yağmalayarak girmişlerdi. Onlara Hıddatun deyin yani “özür dileriz ya rabbi. Sana şükürler olsun, senin önünde boynumuz kıldan incedir. Sana karşı tevbe ediyoruz.” Demek yerine onlar, müfessirlerin naklettiğine eğer doğru kabul edecek olursak Hıntatun, ona benzer bir sami kelimeyi tercih etmişlerdi. Buğday, buğday..! Tahıl, tahıl..! diyerek girmişlerdi. Yani estağfurullah diyeceklerine mal isteyerek girmişlerdi. Dünyalık isteyerek girmişlerdi.
Yine burada septi ihlalden söz ediliyor ki İbranca ifadesi ile Şabat, bugünde kutlanan, bugünde genellikle uyulan cumartesi iş görme yasağı. Ki İsrail oğulları, Allah bunu kendilerine farz kılmadığı halde kendileri müstakil bir ibadet günü tahsis ettiler. O gün hiçbir dünyalık iş yapmayacaklar ve o günü Allah’a hasredeceklerdi. Bunu kendileri koydular. Kendi koyduklarına kendileri uymadılar. İk ihlal eden de kendileri oldu.
Ve hile-i şer’iye yöntemini icat eden de onlar olmuştu. Cuma akşamından ağları, -ki onlar su kıyısında yaşayan topluluklar idiler- Ağlarını geriyorlardı suya atıyorlardı Cumartesi akşamı yasak bitince topluyorlar, güya iş görmemiş, şabat, geleneğine sadık kalmış oluyorlardı. Yine kendileri ihlal ettiler.
ve ahazna minhüm miysâkan ğaliyza; Üstelik kendilerinden sağlam bir taahhütte almıştık. Ki bakara suresinin 63-65. ayetleri arasında ve Araf 171 de bu söze değinilir.
155-) Fe Bi ma nakdıhim miysakahüm ve küfrihim Bi ayatillahi ve katlihimül Enbiyae Bi ğayri Hakkın ve kavlihim kulubüna ğulf* bel tabeAllahu aleyha Bi küfrihim fela yu'minune illâ kaliyla;
Bunun üzerine misaklarını nakzetmeleri ve Allahın âyetine küfürleri ve Enbiyayı nâhak yere katilleri ve «kalplerimiz kılıflı» demeleri sebebiyle -ki doğrusu Allah o kalplerin üzerini küfürleriyle tabetmiştir de onun için imana gelmezler meğer ki pek az. (Elmalı)
Ahdlerinden dönmeleri, Allâh'ın işaretlerindeki varlığını (Esmâ'sının açığa çıkışı olan işaretleri) inkâr etmeleri, Hakk'ın muradına karşı Nebileri öldürmeleri ve "Kalplerimiz kılıflıdır" (şuurlarımız koza içindedir) demeleri yüzünden, yaptıklarının karşılığını verdik. Bilakis inkârları yüzünden anlayışlarını kilitledik! Artık pek azı hariç, iman etmezler! A.Hulusi)
Fe Bi ma nakdıhim miysakahüm İşte böylece taahhütlerini çiğnedikleri, ve küfrihim Bi ayatillah Allah’ın mesajlarını reddettikleri, ve katlihimül Enbiyae Bi ğayri Hakkınve kavlihim kulubüna ğulfun ve kalplerimiz kaplıdır, dedikleri için. Peygamberleri haksız yere öldürdükleri,
Ki kalplerimiz kaplıdır Bakara 88 de de geçer. Tevriyeli bir kullanım bu. İki anlama da gelebilir. “Kalplerimiz kılıflıdır, kaplıdır, senin sözlerini hiiç..! İşitmeyiz.” Yani “Boşuna kendini yorma, bize işlemez. Bize sökmez.” Demeye getiriyorlar. Ya da benim tercih ettiğim anlamıyla; “Kalplerimiz bilgi ambarıdır.” Ki Ragıp’ta müfredatında bu anlamı destekleyen kimi açıklamalar yapmış, “Kalplerimiz ağzına kadar bilgi ile doludur. Bilgi ambarıdır. Onun için de senin sözlerine, senin getirdiğin mesaja bizim ihtiyacımız yok.” Gibi bir müstağni tavır, bir küstahça böbürlenme içine girmişlerdi.
Aslında bu ayet Yahudilerin peygamber katline değiniyor. Hemen önceki cümle o. Yani Yahudileşme alametlerin büyüklerinden biri. Biliyorsunuz Yahudileşen İsrail oğulları peygamberlerini taşlayarak, hakaret ederek hayattan dışladılar. Hıristiyanlarsa bunun tam tersini yaptılar. Onlar da peygamberlerini yücelterek, ilahlaştırarak hayattan dışladılar.
Yani neticede ikisi de hayattan dışlamış oldu. Aşağılayanlar ya da yüceltenler. İlahlaştıranlar. İkisi de sonuçta aynı şeyi yaptılar. Kur’an bu pasajında, nisa suresinin bu son sayfalarında bu iki sapmayı da işliyor. Biraz sonra Hıristiyanlaşma biçiminde gerçekleşen peygamber ilahlaştırma sapmasını da göreceğiz.
bel tabeAllahu aleyha Bi küfrihim Aksine, aslında Allah onların kalplerini mühürlemiştir.
Burada çok ilginç bir karşılıklılık var. Onlar diyorlar ki bizim kalplerimiz kılıflıdır. Cenabı Hak’ta onlara cevap veriyor. Hayır Allah onların kalplerini mühürlemiştir. İkisi de bir gerçeğin iki yüzünü ifade ediyor. İnsan Allah ilişkilerinin karşılıklılık esasına dayandığını gösteriyor. Yani Allah’ın iradesi, dilemesi, insanın eyleminden ve iradesinden bağımsız gerçekleşmiyor. Onlar kalplerini kapattılar, Allah’ta o kapalılığı açmadı.
..felemma zağu ezağAllahu kulubehüm.. Saff/5
Ayetinde olduğu gibi. “Onlar kaydılar, Allah’ta kalplerini kaydırdı.” Bu kadar. Yani Allah kimsenin kalbini mühürlemez. Burada mühürleme, aslında vicdanın üzerini örtmedir. Vicdanın üzeri günahlarla yavaş yavaş örtülür. Bir toz tabakası kaplar. Bu tabaka zamanla, Allah’a olan isyanlarla o kadar kalınlaşır ki, artık ses geçirmez olur. Işık geçirmez olur. Allah’ın nurunu geçirmez olur. Vahyin ve aklın ışığını almaz olur. Bu tabaka kalınlaştıkça vicdanın sesini sahibi duymaz olur. Vicdan içerde bağırır, çağırır, inler ama sahibi bunu duymaz. Artık vicdanın üzeri küfür perdesi ile örtülmüştür.
fela yu'minune illâ kaliyla; En sonunda ne olur. Böyle olursa? İşte onlar bu yüzden çok kıt inanırlar. Artık insan inanç kıtlığı çekmeye başlar. Ve inanç kıtlığı yavaş yavaş inanç yokluğuna dönüşür. İman yokluğuna dönüşür.
156-) Ve Bi küfrihim ve kavlihim alâ Meryeme bühtanen azıyma;
Yine küfürleri ve Meryem’e karşı azîm bir bühtan söylemeleri. (Elmalı)
Hakikati inkâr etmeleri ve Meryem'e çok büyük iftira atmaları yüzünden! (A.Hulusi)
Ve inkarları ve Meryem’e korkunç bir iftira atmaları yüzünden Allah onların kalplerini mühürledi.
Meryem’in iffetine aslında çok ilginçtir, tarihi bir anekdot, Hz. İsa peygamberliğini ilan edinceye, yani Yahudileşen İsrail oğullarını eleştirinceye, onları Allah’a davet edinceye kadar Hz. Meryem’e İftira etmediler. İlk iftira etmelerinin hemen ardından, çünkü Meryem suresinin 30. ayetinde aktarıldığı gibi, bebek İsa’nın mucizesiyle karşılaştılar, ve ondan sonra iftirayı kestiler. Artık iftirayı geri aldılar. Çünkü gördüler ki olay çok farklı bir olay. Ama yıllar sonra ne zaman Hz. İsa kendilerini eleştirmeye başladı, o zaman o eski iftiralarını tekrarlamaya başladılar. Onu gayri meşru bir çocuk olarak, annesini de iffetsizlikle suçladılar.
Bu ağır iftira için Kur’an işte bu ibareyi kullanıyor. Meryem’e korkunç bir iftira attılar diyor.
157-) Ve kavlihim inna katelnel Mesiyha 'Iysebne Meryeme RasulAllah* ve ma kateluhu ve ma salebuhu ve lâkin şübbihe lehüm* ve innelleziynahtelefu fiyhi lefiy şekkin minhu, ma lehüm Bihi min ılmin illettiba'az zann* ve ma kateluhu yakıyna;
Ve «Biz Allahın Resulü Mesih Isâ İbn. Meryem’i katlettik» demeleri sebebiyle- halbuki onu ne katlettiler ne salbettiler ve lâkin kendilerine bir benzetme yapıldı, ve filhakika onda ihtilâf edenler bundan dolayı şekk içindedirler, ona dair bir ilimleri yoktur ancak zan ardında giderler, halbuki onu yakînen katletmediler. (Elmalı)
"Biz, Allâh Rasûlü Mesih, Meryemoğlu İsa'yı katlettik" sözleri yüzünden... Gerçekte Onu ne katlettiler ne de haça astılar; sadece onlara öyle benzetildi (asılan). Onun hakkında tartışanlar bu konuda tam bir şüphe içindedirler; bu konuda kesin bilgileri yoktur, zanlarına göre konuşurlar. Kesin olan, İsa'nın katledilmediğidir! (A.Hulusi)
Ve kavlihim inna katelnel Mesiyha 'Iysebne Meryeme RasulAllah ve Allah’ın elçisi, (Biz tırnak içinde bunu, olduğunu iddia eden diye bir ilave ile anlamamız lazım. Çünkü Allah’ın elçisi olduğuna inansalar böyle yapmazlardı zaten.) Allah’ın elçisi olduğunu iddia eden Meryem oğlu İsa Mesih’i; İşte biz öldürdük demeleri yüzünden. Yani bunu iftihar edilecek bir şeymiş gibi sunuyorlar. Peygamber katlini utanmadan yapıyorlar, bir de bunu sanki övünülecek bir şeymiş gibi sunuyorlar.
Biliyorsunuz Yahudilere göre Hz. İsa bir yalancı peygamber, kendi içlerinden çıkmış haşa bir sapık. Öyle inanıyor Yahudiler.
ve ma kateluhu ve ma salebuhu ve lâkin şübbihe lehüm Aslında onu ne öldürdüler, ne de çarmıha gerdiler. Fakat onlara öyle olmuş gibi geldi.
Bunun üzerinde durmak lazım. İşin garibi biraz önce yaptığım açıklamaya ilave olsun, Yahudiler böyle söylüyorlar, Hıristiyanlar da O’nu Yahudilerin öldürdüğüne inanıyorlar.
İşte Kur’an bu tarihsel yanlışı burada kesin bir biçimde reddediyor. Düzeltiyor daha doğrusu. Kur’an bu tarihsel iddiayı kökten reddeder. Ayeti bitirelim ve ondan sonra geriye dönelim;
ve innelleziynahtelefu fiyhi lefiy şekkin minh bu konuda farklı görüşler ileri sürenler ise, ondan dolayı gerçekten şaşkınlık içerisindedirler. Yani O’nun asılması, O’nun öldürülmesi konusunda iddia ileri sürenler, bunu iddia edenler ile kendi aralarında çok büyük çelişkiler taşımaktadırlar. Yani kendi aralarında henüz daha ihtilaf halindedirler. İhtilaflarını halletmemişlerdir.
ma lehüm Bihi min ılmin illettiba'az zann onunla ilgili bir bilgileri yoktu ve yalnızca zanna dayanıyorlardı.
ve ma kateluhu yakıyna; Sonuç olarak kesinlikle onu öldürmediler.
Şimdi sevgili dostlar, çarmıh hikayesi nereden çıktı o halde öldürmedilerse. Asmadılarsa, çarmıha germedilerse. ve ma salebuhu aslında asmak manasına gelmesine rağmen burada çarmıha gerilmeyi ifade ediyor. Eğer çarmıha gerilmediyse Hıristiyan ilahiyatına çarmıh efsanesi nasıl girdi sorusu ciddi bir sorudur ve Hıristiyan ilahiyatının büyük problemlerinden biridir bu. Kur’an ın çarmıh efsanesini reddettiği açık, kesin. Ki biz bu efsanenin nasıl ortaya çıktığını öğrenmek için 4 kanolik İncil’e, yani resmi olarak onaylanmış 4 İncil’e bakıyoruz.
Malumunuz 400 ü aşkın İncil gelmişti İznik konsülüne, İznik konsülü 315 teki İznik Konsülü 300 İncil’den sadece 4. resmi olarak kabul etti, gerisinin yakılmasını kararlaştırdı. Onun için diğer İncil’lerde ne vardı ki yaktılar. Hangi doğrular vardı ki bilinmesini istemediler. Neden böyle bir süzgeçten geçirmeye ihtiyaç duydular bunlar Hıristiyan ilahiyatının problemleridir aslında ve bunlara cevap bulunması gerekti tabii.
Neden onları heteredox ilan ettiler, çizgi dışı ilan ettiler. Neden o İncil’lerden bir nüsha dahi bırakmaya tahammül etmediler. Yine de el altından bazı İncil, yani kanonik olmayan, resmi onay almayan İncil nüshalarının kurtulduğunu görüyoruz. Ve onlardan bazı şeyler öğreniyoruz.
Öncelikle 4 İncil’deki çarmıh efsanesine baktığımızda çok ilginç bir şeyle karşılaşırız. Hiç birinin anlattığı diğerini tutmaz. Hatta birbiri ile taban tabana çelişen bir çarmıh efsanesi var. Haça gerilme konusu, yani İsa’nın kabirden kalkması konusunda birbirini hiç tutmayan aktarımlar var. Onun görülmesi konusunda, onu gören kişi sayısı, bir kadın gördü, iki kadın gördü, 3 kadın..! Necven’li Meryem gördü deniliyor ki Hz. İsa’nın hayatında bu kadından cin çıkardığı söyleniyor. Normal biri değil anlaşılan.
Yine Haçı kimin taşıdığı konusunda, bir İncil der ki haçı İsa’nın bizzat kendisi, bir başkası, bir başkasına taşıttırır. Yani 4 İncil’de bu konuda çok farklı şeyler söylüyor ve birbirini tutmuyor. Allah bilir diğer İncil’lerde neler vardı.
Burada 4 nün de ittifak ettiği ve tarihsel olarak bize gelen 4 İncil dışındaki İncil’lerinde ortaklaşa ittifak ettiği konular var;
1 – İsa’yı infaz timi, onu tanımıyorlardı. Hz. İsa’yı infaz için gelen tim onu tanımıyordu.
2 – Onu ihbar eden hain havarisi, Yahuda’nın İsa’dan sonra ortadan kaybolduğu idi. Bu kayboluş şekli İncil’lerde farklı farklı anlatılıyor. Bazılarında hiç sükut geçiştiriliyor. Yahuda ortadan kayboluyor bazılarında ama. Matta’da örneğin kendi kendisini astığı, vicdan azabı çekerek aldığı para ile bir tarla alıp hemen arkasından kendi kendisini astığı söyleniyor. Diğer İncil’ler bu işi sükut geçiyorlar.
Yine Vali Platus’un ki roma genel valisi, işgal valisi, Vali Platus’un Hz. İsa’yı koruduğu konusunda ittifak var tüm kaynaklarda, İncil’ler de dahil. Vali Platus onu ısrarla koruyor. Yahudiler onu şikayet ediyorlar, öldürmek istiyorlar Hz. İsa’yı. Vali Platus ise onun ölümü hak etmediğini hep savunuyor.
İşte bütün bunlar yan yana, alt alta dizildiğinde aslında Hz. İsa’nın çarmıha gerilmesi konusunun bir efsaneden başka bir şey olmadığı ortaya çıkıyor.
Bu efsaneyi biz yine batılılardan öğreniyoruz. Yani Lord Hadley isimli bir batılı bilgin bu yüzyılın başında 1903-1904 yılları arasında, bugünkü Irak’ta yapılan Asur tarihi tabletlerinin kazıda bulunması esnasında, tabletler okunduğunda bir din efsanesi ortaya çıkıyor.
Din efsanesi ile Hz. İsa’nın çarmıha gerilmesi efsanesini karşılaştırdığımızda aynen oradan kopyalandığını yine batılılar bize gösteriyorlar. Ki çarmıh efsanesini reddeden Hıristiyan mezheplerini görüyoruz geçmişte. Mesela Keringli mezhebi ve Tatyanos mezhebi ve yine karpakroti diye bilinen o dönemde, daha sonra ortaya çıkan bir Hıristiyan mezhebi. Burada çarmıh inancını reddeden Hıristiyan mezhepleri.
Çağdaş Hıristiyan batılılardan kimi yazarlar da bunun aslında Pavlus tarafından, önceleri bir inkarcı iken, aşırı Hz. İsa düşmanı iken daha sonra Hıristiyan olan ve Hıristiyanlığı kökünden değiştiren Yani Hz. İsa’nın getirdiği İslam’ı putperestliğe bulayan Pavlus’un soktuğu bir efsane olduğunu söylüyorlar ki George Sale Bir Kur’an mütercimidir bu, İngilizceye Kur’an ı tercüme eden biridir. Gerçek Hıristiyanlık isimli kitabın yazarı Ernest Dodons (Ermest Renan. Olabilir..!) isimli bir Alman’da bunlar arasında yer alıyor.
Bütün bunları yan yana topladığımızda aslında Hz. İsa’nın çarmıha gerilmesi efsanesinin pekte sağlam durmadığını görüyoruz ki biz bunu Kur’an ın kesinlikle reddetmesinden bu olayın tarihsel olarak vuku bulmadığını ama nasıl olduğunu; ve lâkin şübbihe lehüm öyle imiş gibi geldi.
İşte bu noktada bir takım rivayetler olduğunu görüyoruz. Matta İncil’i bu rivayetin altını dolduracak bize bilgiler de sunuyor. Diyor ki Hz. İsa’yı ihbar eden hain havarisi Yahuda, onun yerine çarmıha gerildi. Çünkü gelenler onu tanımıyorlardı. İnfaz için gelen tim, askeri tim, Hz. İsa’yı tanımıyorlardı. Onun için de İncil’lerin bize verdiği bilgiye göre; ben kimin alnından öpersem demişti Yahudi, O İsa’dır, siz onu götürün. Demek ki ortada gerçekten bir problem var.
Tabii bu rivayetlerin ne kadar doğru olduğunu, Hz. İsa’nın yerine hain Yahuda’nın asılıp asılmadığını bilemiyoruz.
158-) Bel rafeahullahu ileyHİ, ve kânAllahu Aziyzen Hakiyma;
Doğrusu Allah onu kendine doğru ref'eyledi, Allah bir azîz, hakîm bulunuyor. (Elmalı)
Bilakis Allâh Onu kendine yüceltti! Allâh Aziyz'dir, Hakiym'dir. (A.Hulusi)
Bel rafeahullahu ileyHİ bilakis Allah onu kendi katına yüceltti.
Burada yine bir problem Allah’ın onu kendi katına yüceltmesini, bazı hadislerini doğrulamak için hadis külliyatına girmiş ve İsa’nın daha sonra geleceğini veya Mehdi tezini doğrulamak için gayret gösteren müfessirler, adeta bu ayeti de Hz. İsa’nın daha sonra döneceği, Hıristiyan inancını doğrular biçiminde yorumlamaya kalkmışlar. Oysa ki ne bu ayette, ne de Kur’an ın başka bir yerinde Hz. İsa’nın göğe, bedeni ile çekildiğini söyleyen hiçbir açık ayet bulunmamaktadır. Kaldı ki burada;
Bel rafeahullahu ileyHİ Allah onu kendi katına yüceltti. Burada ki Rafh yüceltme, bir makam verme, bir tazim, bir ululamadır ki zaten Kur’an da Meryem suresinin 57. ayetinde Hz. İdris içinde aynı kelime kullanılır.
Ve refa'nahu mekanen aliyya; Meryem/57
Yani bir yüceltmedir. Bir ululamadır ki Alu İmran suresinin 55. ayetinde “Sana uyanları kıyamete dek yücelteceğim.” İfadesinde biz bu yüceltmenin manevi bir yüceltme olduğunu zaten anlıyoruz. Ki yine Alu İmran suresinin 55. ayetinde ne deniliyordu, biz onu tefsir ettik daha önce;
..inniy müteveffiyke ve rafiuke ileyYE.. Alu İmran/55
Kesinlikle seni öldüreceğim ve katıma alacağım. Yani önce bir ölüm var. Bu gerçi Müteveffike ibaresini farklı farklı yorumlamışlarsa da İbn. Abbas buna kesinlikle ölüm manasını veriyor.
Bu noktada bizi destekleyen bir de Taberi’den, Tabiin müfessirlerinden İbn. Cüreyc’den nakledilen bir rivayet var ki o da bu yüceltmeyi manevi bir makam yüceltmesi olarak görüyor. Onun için her nasılsa hadis külliyatı arasına girmiş ama Hıristiyanlarda bir akide olan, İsa’nın yeniden dünyaya döneceği akidesi biz Müslümanlarla değil, Hıristiyanlarla ilgili bir akidedir. Her nasılsa bu akide bir biçimde hadis külliyatı arasına da girmiştir. Bunun nasıllığı ayrı bir ilmi inceleme konusudur. Fakat Kur’an da Hz. İsa’nın bedenen göğe çekildiğini destekleyen açık bir ibare, ifade olmadığı gibi, tekrar yer yüzüne geleceğini söyleyen açık bir ifade de yoktur. Bu Allah’ın sünnetine de aykırıdır.
Dolayısıyla, tabii ki bu konuda son sözü söylemek biz de dahil hiç kimseye düşmez, Allah en doğrusunu bilir ve Allah’ın her şeye gücü yeter. Fakat Allah’ın ayetlerini, Allah’ın koyduğu kanunlara aykırı yorumlamamakta bizim Allah’a olan saygımızın bir ifadesi olması gerekir.
ve kânAllahu Aziyzen Hakiyma; Zira Allah sınırsız izzet ve hikmet sahibidir.
159-) Ve in min ehlil Kitabi illâ le yu'minenne Bihi kable mevtihi, ve yevmel kıyameti yekûnu aleyhim şehiyda;
Ve Ehli kitaptan hiç biri yoktur ki celâlim hakkı için ölümünden evvel ona mutlak iman edecek olmasın, kıyamet günü de o aleyhlerine şahit olacak. (Elmalı)
Nitekim (geçmişteki) hakikat bilgisine uyanlardan hiçbiri yoktur ki, ölümü anında Ona (bildirdiğine) iman etmiş olmasın! Kıyamet sürecinde aleyhlerinde şahitlik yapacaktır. A.Hulusi)
Ve in min ehlil Kitabi illâ le yu'minenne Bihi kable mevtihi, Nitekim kitap ehlinden hiç kimse yoktur ki ölümü arefesinde O’na kesinlikle inanmamış olsun.
Bu ayeti kerimede yine gerçekten açıklanmak ihtiyacı hissedilen ayetlerden biri. Ki bunun alternatif bir anlamı şöyle. Bu anlam bana gerçekte ayetin muradını, maksadını daha iyi verir gibi gözüküyor. İsa ile ilgili yaratılış, ölüm hakikatini kavramamış olsun. Yani Kitap ehlinden hiç kimse yoktur ki ölümü arifesinde İsa ile ilgili hakikati kavramamış olsun. Yani her insanın, doğan her insanın bir gün öleceği, yaratılan her insanın bir gün göçeceği hakikatini ölümü arifesinde ehli kitap anlayacaktır.
Neden ehli kitap anlayacaktır? Herkes anlayacaktır ama neden özellikle ehli kitap? Çünkü onlar, buradaki ehli kitaptan kasıt Hz. İsa’nın ölümsüzlüğüne, daha doğrusu diğer peygamberlerden farklılığına inananlar. Bir daha döneceğine inananlar. Onlara her insanın, Allah’ın sünnetine bu bozulmaz kanununa; ..velen tecide li sünnetillâhi tahvîlâ.. Fatır/43 diye buyrulan Kur’an da kesinlikle bir tebdil, tahlil olmayacağı vurgulanan sünnetine tabi olduğu ifade ediliyor.
Gerçi bu ayetin tefsirinde müfessirlerimiz şöyle bir manayı da bir alternatif olarak ileri sürüyorlar. O da şu; Onu hayatta iken gören ve inkar eden kendi çağdaşı insanlar, ölümlerinden önce Hz. İsa’nın gerçek bir peygamber olduğuna inanacaklar biçiminde de aktarıyorlar ve anlıyorlar.
ve yevmel kıyameti yekûnu aleyhim şehiyda; zira kıyamet günü de onlar aleyhine şahitlik yapacaktır. Evet, demek ki burada biraz önce aktardığım müfessirlerin anladığı mana doğru değil. Çünkü onların aleyhine şahitlik yapacak. Kendisine iman etse, iman edenlerin aleyhine şahitlik yapar mı. Yukarıda ayetin son cümlesinden anladığımız, hemen bir önceki cümlede ifade edilen şey, onları sorumluluktan kurtaran bir iman, bir inanma olayı değil. Onların Hz. İsa’nın da Allah’ın sünnetine tabi bir insan olduğunu görme ve inanma olayı.
160-) Fe Bi zulmin minelleziyne hadu harremna aleyhim tayyibatin uhıllet lehüm ve Bi saddihim an sebiylillâhi kesiyra;
Hâsılı o Yahudî olanların zalimlikleri ve bir çoklarını Allah yolundan çevirmeler. (Elmalı)
Zulümleri ve hidâyete engel olmaları nedeniyle helal olan pek çok temiz nimeti onlara (Yahudilere) haram kıldık! (A.Hulusi)
Fe Bi zulmin minelleziyne hadu harremna aleyhim tayyibatin uhıllet lehümelleziyne hadu’ yu Yahudileşenler diye çevirdim ve en doğru çevirisinin de bu olduğunu iddia ederim. İşledikleri zulümlerden dolayı önceden helal kılınan bir çok iyi ve temiz şeyden onları mahrum bıraktık. Onlara yasakladık. Yahudileşenlerin işledikleri zulümlerden dolayı,
Aslında neden bu manayı verdiğimi ayetin muhtevası çok güzel açıklıyor. Çünkü onlar önceden Yahudileşmemişlerdi. Müslüman İsrail oğulları idi, Yahudileştiler. Biz de helal olan şeyleri ceza olarak onlara haram kıldık.
ve Bi saddihim an sebiylillâhi kesiyra; Sadde fiili hem geçişli hem geçişsiz. Yani hem lazım, hem müteaddi olarak kullanılır Arap dilinde. Onun için iki şekilde de çevirmek daha doğru. Nedeni ise Allah yolundan sıkça sapıyor, saptırıyorlardı.
161-) Ve ahzihimür riba ve kad nühu anhu ve eklihim emvalenNasi Bil ba'tıl* ve a'tedna lil kafiriyne minhüm azâben eliyma;
Ve nehye dildikleri halde riba almaları ve halkın emvalini haksızlıkla yemeleri sebepleri iledir ki evvelce onlara helâl kılınmış bir çok pâk ve hoş nimetleri kendilerine haram ettik ve kâfir kalanlarına elîm bir azap hazırladık. (Elmalı)
Yasaklandığı hâlde riba almaları ve insanların mallarını haksız olarak yemeleri dolayısıyla idi (bu haram). Hakikati inkârı sürdürenler için feci azap hazırladık! (A.Hulusi)
Ve ahzihimür riba ve kad nühu anhu Yasaklandığı halde faiz alıyorlardı. Niçinlere cevap veriyor Kur’an. ve eklihim emvalenNasi Bil ba'tıl ve başkalarının malını haksız yere yiyorlardı. ve a'tedna lil kafiriyne minhüm azâben eliyma; Neticede onlardan inkara gömülenler için şiddetli bir azap hazırladık.
162-) LakinirRasihune fiyl ılmi minhüm vel mu'minune yu'minune Bi ma ünzile ileyke ve ma ünzile min kablike vel mukıymiynes Salate vel mü'tunez Zekate vel mu'minune Billahi vel yevmil ahır* ülaike senü'tiyhim ecren azıyma;
Lâkin içlerinden ilimde rüsûhu olanlarla müminler senden evvel indirilenle beraber sana indirilene de iman ediyorlar, hele o namaza devam eden kullarıma bak, onlar ve zekât verenler, Allaha ve Âhiret gününe inanan bütün müminler işte hep bunlara yarın azîm bir ecir vereceğiz. (Elmalı)
İçlerinden ilimde derinleşmiş olanlar ile iman edenler, senden önce inzâl olanla birlikte sana inzâl olana da iman ederler. Salâtı ikame eden ve zekâtı veren; "B" harfindeki anlam kapsamınca Allâh'a ve gelecekte yaşanacak sürece iman edenlere gelince... Onlara aziym bir mükâfat vereceğiz. (A.Hulusi)
LakinirRasihune fiyl ılmi minhüm Kur’an hiçbir zaman süpürücü davranmaz, hep ayıklar. Pirici taşından ayıklar. Taşı var diye pirinci de süpürüp atmaz. Ya da bu pirinçtir diye taşını da kutsamaz ve yemez, yedirmez. Bize de bir üslup öğretir, bakış açısı öğretir.
İşte burada da hemen ayıklayıverdi. Yahudileri içerisinde bulunan gerçek dindarları ve müminleri ayıklayıverdi ve diyor ki;
LakinirRasihune fiyl ılmi minhüm Lakin içlerinde ilimlerinde derinleşmiş olanlara, vel mu'minune yu'minune Bi ma ünzile ileyke ve ma ünzile min kablik sana ve senden önce indirilenlere iman edenlere, vel mukıymiynes Salate özellikle de namazı diri ve dik tutanlara. Dikkatinizi çekerim, namazı diri ve dik tutmaktan söz ediyor.
Özellikle de dedim. Ayette özellikle manasını veren herhangi bir ibare yok gibi. Ama değil. Ayetin akışı içerisinde; mukıymiyne formunda okunan yani mansup olarak okunan bu kelime, aslında ayetin normal akışı içerisinde menfu olarak okunması lazım. Mukıymuyne, el mukıymuyne diye okunması lazım.
Fakat niçin böyle okunmuş. Bunun için bazıları Kur’an ın tashih hatası olarak bakarlar. Ama şu yorum daha doğru bir yorum, Basra ve Sibeveyh yani Basra ekolü, Basralı dilciler ve özellikle de büyük dilci Sibeveyh menfur yerine mansup okunmasını Arap dilindeki bir kurala bağlamışlar, bu kural da övgüyü ve tazimi amaçladığı, dikkat çekmek istediği zaman; “Hele bir de namazı dik tutanlar, diri tutanlar.” Anlamına geldiğini ifade için böyle gelmiştir derler ki, Zemahşeri ve Razi’de bu anlamı destekliyorlar.
İbn. Mesut’un musafında bunun merfu haliyle geldiği de ayrıca not edilmiş. Ben de bu notu ileteyim. Yani el mukıymuyn şeklinde okumuş. Kur’an da bunun örnekleri var. ..inne hazani le sahirani.. (Taha/63) mesela. Oysa ki İnne edatı geldiği zaman hazeyni nasbeder. Le sahireyn olması lazım ama hazan le sahirani orada da aynı gerekçe geçerli.
Yine bakara suresinde es sabiriyn gelmiş. Es sabirun gelmesi gerekirken cümlenin akışı içerisinde. Bunlarında açıklamaları ayrı ayrı var.
vel mü'tunez Zekate zekatı verenlere, vel mu'minune Billahi vel yevmil ahır Allah’a ve ahiret gününe inananlara, ülaike senü'tiyhim ecren azıyma; İşte bunlara zamanı gelince muhteşem bir ödül bahşedeceğiz.
163-) İnna evhayna ileyke kema evhayna ila Nuhın ven Nebiyyiyne min ba'dih* ve evhayna ila İbrahiyme ve İsma'ıyle ve İshaka ve Ya'kube vel Esbatı ve 'Iysa ve Eyyube ve Yunuse ve Harune ve Süleyman* ve ateyna Davude Zebura;
Filhakika biz sana (ya Muhammed) öyle vahiy indirdik ki Nuh’a ve ondan sonra gelen bütün Peygamberlere vahiy ettiğimiz gibi: hem İbrahim’e, İsmail’e, İshak’a, Yakup’a, Esbat’a, İsâ’ya, Eyyub’a, Yunus’a, Harun’a. Süleyman’a vahiy ettiğimiz hem Dâvûd’a Zebur’u verdiğimiz gibi. (Elmalı)
Nuh'a ve ondan sonraki Nebilere vahyettiğimiz gibi sana da vahyettik... İbrahim'e, İsmail'e, İshak'a, Yakup'a, Esbat'a (torunlara), İsa'ya, Eyyub'e, Yunus'a, Harun'a ve Süleyman'a da vahyettik... Davud'a Zebur'u (hikmetler bilgisini) verdik. (A.Hulusi)
İnna evhayna ileyke kema evhayna ila Nuhın ven Nebiyyiyne min ba'dih Şimdi pasajın sonunda sözü toparladı Kur’an ve nübüvvetle ilgili genel bir mesaj veriyor şu anda ve diyor ki; Biz Nuh’a da ondan sonraki tüm peygamberlere vahyettiğimiz gibi sana da Vahyettik.
Bu ayet nübüvvet kurumunun sürekliliğini ve bütünselliğini vurguluyor. Bir de nükteyi aktarmak isterim; Bazıları bu ayette sayılan peygamberlerin Hz. Nuh’la başlamasını delil göstererek, ilk defa davet amacı ile vahiy alan ilk peygamberin Hz. Nuh olduğunu söylerler. Bu bir yorumdur tabii.
Ayette geçen vahiy kelimesi, kelime manası acele etmek, fısıldamak anlamına gelir. Vahy Allah edildiği söylenir Kur’an da ki, içgüdü, hayvanlara verilen iç güdü, Allah’ın bir vahyi olarak nitelendirilir.
Vahy aslında dil dışı bir yöntemle bir mesajı bir başkasına ulaştırmak anlamına gelir. Ki Kur’an da bu anlamda kullanılmıştır.
Zekeriya AS. için fe evha ileyhim. Zekeriya peygambere sükut orucu tutması emredilmişti ya da, kendisi bunu adamıştı. Sükut orucunu adamıştı. Sükut orucu tutarken kendisinin konuşmadığını, karşısındakilere başka bir yolla beyan ediyordu. ..feevha ileyhim en sebbihu bükreten ve aşiyya.. Meryem/11 Onlara sabah akşam tespih etmelerini vahyetti Zekeriya. Yani onlara dil dışı, konuşma dışında bir işaretle onlara bunu aktardı. Dedi ki; Sabah akşam Rabbinizi tespih edin. Diye aktardı. Çünkü konulma orucu tutuyordu. Sükut orucu daha doğrusu tutuyordu. Onun için Vahy aslında dil dışı bir yöntemle bir mesajı bir başkasına aktarmaktır.
Enam/112 ayette ise vesvese anlamında kullanılır vahy. Yani şeytanın da vahyinden söz edilir. Ki şeytanın vahyi vesvesedir. Evhamdır, vehimdir.
ve evhayna ila İbrahiyme ve İsma'ıyle ve İshaka ve Ya'kube vel Esbatı ve 'Iysa ve Eyyube ve Yunuse ve Harune ve Süleyman İbrahim’e, İsmail ve İshak’a, Yakup ve İsa’ya, Yakup’a ve İsa, Eyyup, Yunus, Harun, Süleyman da dahil onların torunlarına vahyettiğimiz gibi yani.
ve ateyna Davude Zebura; Davut’a ise Zebur’u verdiğimiz gibi sana da Vahyettik.
Zebur’u ayrı olarak anıyor Kur’an burada. Çünkü Zebur’u daha önceki vahiylerden bir farkı var, o da Zebur’un gerçekten şiirselliğinin çok öne çıkmış çok farklı bir söz dizini olduğundan yola çıkarak, onu farklı olarak anıyor Kur’an, ki bu mezmurlardır. Ahdi Atikte Mezmurlar olarak geçer. Diğer insanlara atfedilen bölümleri de var mezmurların. Tevrat’ta, bugün elimizde olan Kitab-ı Mukaddes’e baktığımızda, onların dışında kalan gerçekten Hz. Davud’a ait olan mezmurlar bellidir. Ve buram buram vahiy kokar. Hilmet kokar. Besbellidir. Onun için onlar, gerçekten de vahyin izlerini taşırlar.
164-) Ve Rusülen kad kasasnahüm aleyke min kablü ve Rusülen lem naksushüm aleyk* ve kellemAllahu Musa tekliyma;
Hem gerek sana evvelce naklettiğimiz Resulleri, ve gerek nakletmediğimiz Resulleri gönderdiğimiz gibi, hem de Allahın Musâ’ya kelâm söylemesi gibi. (Elmalı)
Daha önce sana hikâyelerini anlattığımız veya anlatmadığımız Rasûllere de (vahyettik)... Allâh Musa'ya kelime kelime konuştu. (A.Hulusi)
Ve Rusülen kad kasasnahüm aleyke min kablü ve Rusülen lem naksushüm aleyk Hem daha önce sana bildirdiğimiz elçiler, hem de bildirmediğimiz elçilere vahyettiğimiz gibi. Devam ediyoruz.
ve kellemAllahu Musa tekliyma; Allah’ın Musa’ya kelamını söylediği gibi sana da Vahyettik.
Neden burada Hz. Musa diğerlerinden ayrılıyor? Yukarıdaki vahiy tarifimizi hatırladığınızda bunu anlarsınız. Tüm peygamberlere vahiy Dil dışı bir mesaj yöntemiyle ulaştırılırken, Hz. Musa’ya konuşma şekliyle ulaştırılıyor. Yani Cenabı Hakk ona çok daha farklı bir tarzda vahyi ulaştırıyor. Onun için de Musa’nın vahyi, genel vahiyden ayrı olarak nitelendiriliyor. Yukarıda Zebur, Davut peygamberin vahyinin ayrı olarak nitelendirildiği gibi.
165-) Rusülen mübeşşiriyne ve münziriyne liella yekûne linNasi alellahi huccetün ba'der rusül* ve kânAllahu Aziyzen Hakiyma;
Hep rahmet müjdecileri azap habercileri olarak gönderilmiş Peygamberler ki artık insanlar için Allaha karşı Peygamberlerden sonra bir itizar bahanesi olamasın, Allah azîz, hakîm bulunuyor. (Elmalı)
Müjdeleyici ve uyarıcı olarak Rasûller (gönderdik) ki, Rasûllerden (açıklamalarından) sonra insanların Allâh'a karşı bir mazereti olmasın! Allâh Aziyz'dir, Hakiym'dir. (A.Hulusi)
Rusülen mübeşşiriyne ve münziriyn Onlar müjdeli ve uyarıcı haber taşıyan elçiler. liella yekûne linNasi alellahi huccetün ba'der rusül Ki o elçilerden sonra insanın Allah karşısında bir mazereti kalmasın.
Nedenmiş peygamberlerin gönderilişi? İnsanın Allah karşısında bir mazereti kalmasın için. Ki Taha 134. ayette bu gerçek daha ayrıntılı bir biçimde canlandırılır ve Resulallah’ta insanların mazereti kalmasın için veda hutbelerinin tamamında önce insanlara tebliğ ediyor sonra,
- Ela hel bellağt, tebliğ ettim mi.
Bir endişe içerisinde, bir görevi, bir vazifeyi yapma endişesi içerisinde, o sancıyı taşıyarak, onun ağırlığı altında ezilerek “Tebliğ ettim mi” diye soruyor, insanlar hep bir ağızdan;
- Evet, tebliğ ettin ya Resulallah..! Deyince;
- Rabbena feşhed..! Gözlerini semaya dikerek; “Rabbim şahit ol..!” diyordu.
Bu bir vazife aşkıydı. Aynı zamanda sorumluluktu. İşte onu hatıra getiriyor bu ayet adeta.
ve kânAllahu Aziyzen Hakiyma; ve Allah sonsuz izzet ve hikmet sahibidir.
166-) Lakinillahu yeşhedü Bi ma enzele ileyke enzelehu Bi ılmiHİ, vel Melaiketü yeşhedun* ve kefa Billahi şehiyda;
Lâkin Allah bilhassa sana indirdiğiyle şahadet ediyor ki onu kendi ilmi sübhanîsiyle indirdi, melekler de şahadet ediyorlar, maa hazâ Allahın şahit olması kâfidir. (Elmalı)
Ne var ki, Allâh sana inzâl ettiği ile şahitliğini gösterir ki, HÛ'nun ilmi olarak onu sana inzâl etmiştir. Melekler (bu inzâl ile ilgili kuvveler - Cibrîl) de olayın şahididir. Şahit olarak Allâh yeterlidir. (A.Hulusi)
Lakinillahu yeşhedü Bi ma enzele ileyke enzelehu Bi ılmiH Lakin Allah sana kendi ilminden indirdiğine bizzat şahitlik yapar. Yani sana insanlar şahitlik yapacak, ama bizzat Allah şahit sana vahiy indirdiğine. Onlar şahit olmasa ne olur ki..! Onlar inkar etse ne olur ki. Yani sen Allah’ın şahitliği altındasın, senin vahye muhatap olduğuna Allah şahit, o halde Allah’ın var neye muhtaçsın, Allah’ın yok, neyin var denilmek istenmekte Hz. Peygambere.
Bana şu ayeti hatırlattı;
Felenes'elennelleziyne ürsile ileyhim velenes'elennel murseliyn Araf/6
Biz kendilerine risalet gönderilmiş olan topluluklara soracağız. Bu peygamber ya da bu alim görevini yaptı mı, hakikati size iletimi, eğip bükmeden gizlemeden, saklamadan, kırpmadan size gerçeği ulaştırdı mı diye soracağız. Ve dönüp gönderilenlerden de soracağız. Diyeceğiz ki; “Siz bunlara hakikati ilettiğinizde, gerçeği söylediğinizde bunların size karşı davranışlı nasıl oldu. semi'na ve ata'na dediler mi, işittik ve itaat ettik dediler mi. Yoksa Yahudileşen İsrail oğulları gibi; Semi’na ve asayna “işittik ve isyan ettik” mi dediler. Sırt mı çevirdiler. Veya söylediklerinizin işine gelen kısmını alıp, işlerine gelmeyeni attılar mı. İşte hep soracağız.
vel Melaiketü yeşhedun ve melekler de şahitlik yaparlar. Yalnız Allah değil. ve kefa Billahi şehiyda; fakat şehiyd olarak Allah zaten yeter.
167-) İnnelleziyne keferu ve saddu an sebiylillâhi kad dallu dalâlen be'ıyda;
Şüphesiz ki küfredip Allah yolundan menedenler haktan saptılar, uzak saptılar. (Elmalı)
Hakikati inkâr edip insanları da Allâh yolundan engelleyenler, çok büyük sapma içindedirler. (A.Hulusi)
İnnelleziyne keferu ve saddu an sebiylillâh İnkara sapan ve başkalarını da Allah yolundan saptıranlara gelince, kad dallu dalâlen be'ıyda; Onlar derin bir sapıklığa gömülüp gitmişlerdir.
168-) İnnelleziyne keferu ve zalemu lem yekûnillahu li yağfire lehüm ve la liyehdiyehüm tariyka;
Şüphesiz küfredip haksızlık edenleri Allah mağfiret edecek değil, Cehennem yolundan başka bir yola çıkaracak da değil, onlar ebediyen onda muhalled, bu da Allaha nazaran kolay bulunuyor. (Elmalı)
Muhakkak ki Allâh hakikati inkâr edenleri ve zulmedenleri ne bağışlar ne de onlara bir tarîk (anlayış yolu) açar. (A.Hulusi)
İnnelleziyne keferu ve zalemu lem yekûnillahu li yağfire lehüm Küfre gömülen ve zulümde direnenleri Allah asla affetmeyecek, ve la liyehdiyehüm tariyka; ve onlara bir yol da göstermeyecek.
Çok ilginç, bu ayet Allah’ın takdirinin insan eylemi ile doğrudan akışkanlığının mükemmel bir örneğini teşkil ediyor. İnnelleziyne keferu diye başlıyor. Küfre gömülüp giden kimseler diye başlıyor, ve la liyehdiyehüm tariyka ve onlara bir yol göstermeyecek Allah diye bitiyor. Küfre gömülüp gidenlere Allah yol göstermeyecek. Yani insanın davranışları, Allah’ın size karşı davranışlarını belirliyor. Sizin Allah ile ilişkiniz, Allah’ın sizinle olan ilişkisini belirliyor. Birbirinden bağımsız değil. Onun için bu ayet harika bir biçimde bu karşılıklılığı gösteriyor. İnsan – Allah davranışlarının birbirine ne kadar karşılıklı olduğunu gösteriyor.
169-) İlla tariyka cehenneme halidiyne fiyha ebeda* ve kâne zâlike alellahi yesiyra;
Cehennem yolundan başka bir yola çıkaracak da değil, onlar ebediyen onda muhalled, bu da Allah’a nazaran kolay bulunuyor. (Elmalı)
Cehennem yolu (cehennem yaşamına yol açan anlayış) hariç! Orada sonsuza dek kalırlar. Bu Allâh için çok kolaydır. (A.Hulusi)
İlla tariyka cehennem sadece cehennem yolunu gösterecektir. halidiyne fiyha ebedave kâne zâlike alellahi yesiyra; zira bu Allah için pek kolaydır. orada ebediyen kalacaklar,
170-) Ya eyyühen Nasü kad caekümür Rasulü Bil Hakkı min Rabbiküm feaminu hayren leküm* ve in tekfüru feinne Lillahi ma fiys Semavati vel Ard* ve kânAllahu Aliymen Hakiyma;
Ey insanlar, Hakikat size Rabbinizden Hakk ile resul geldi. Hakkınızda hayr olmak için hemen ona iman edin. Ve eğer küfür edecek olursanız şüphe yo ki göklerde ve yerde ne varsa Allah’ın. Ve Allah alim, halim bulunuyor. (Elmalı)
Ey insanlar, Rasûl size Rabbinizden Hak olarak gelmiştir! Artık iman edin sizin için hayırlı olana! Eğer inkâr ederseniz, bilin ki semâlar ve arzda olan ne varsa Allâh içindir (Esmâ ül Hüsnâ'sının işaret ettiği özelliklerin açığa çıkması için). Allâh Aliym'dir, Hakiym'dir. (A.Hulusi)
Ya eyyühen Nas ey insanlık, Şimdi hitap tüm insanlığa yöneldi. Artık şu din bu din yok. Tüm insanlığı muhatap alıyor ilahi mesaj ve tüm insanlığı, bir ferdi dışarıda kalmamacasına. Avustralya aborjinlerinden Guatelama yerlilerine kadar tüm insanlığı karşısına diziyor ve diyor ki; Ya eyyühen Nas ey insanlık, kad caekümür Rasulü Bil Hakkı min Rabbiküm peygamber size rabbinizden hakikati getirdi. feaminu hayren leküm iman ederseniz sizin için hayırlı olur. İman ederseniz, peygamberin getirdiği mesaja inanırsanız, inanın ki sizin için hayırlı olur.
ve in tekfüru feinne Lillahi ma fiys Semavati vel Ard yok eğer hakikati inkar ederseniz iyi bilin ki, göklerde ve yeryüzünde olan her bir şey Allah’a aittir. Yani siz de Allah’a aitsiniz. Aslında Allah’ı inkar etmeniz, Allah’ın mesajını inkarınız, kendi kendinizle çelişkiye düşmenizdir. Kendi kendinizi inkardır. Varlığınıza yönelik bir inkardır. O zaman kendinize yeni bir Allah bulabilecek misiniz..! Ki siz Allah’a muhtaçsınız..! Ki siz Allah’ın sahip olduğu göklerde ve yerde her bir şeyin sahibi olduğu o şeyler arasında sadece bir şeysiniz. Onun için de inkarınızın ne demeye geldiğini iyi bilin.
ve kânAllahu Aliymen Hakiyma; Zira Allah her şeyi bilen, hikmetle edip eyleyendir.
171-) Ya ehlel Kitabi la tağlu fiy diyniküm ve la tekulu alellahi illel Hakk* innemel Mesiyhu 'Iysebnü Meryeme Rasulullahi ve KelimetuHU, elkaha ila Meryeme ve ruhun minHU, fe aminu Billahi ve RusuliHİ, ve la tekulu selâsetün, intehu hayren leküm* innemAllahu ilahun vahıd* subhaneHU en yekûne leHU veled* leHU ma fiys Semavati ve ma fiyl Ard* ve kefa Billahi Vekiyla;
Ey Ehli kitap! dininizde gulüvvetmeyin, (İfrata dalmayın) Allaha karşı hakk olmayanı söylemeyin, Mesih Isâ ibni Meryem sade Allahın Resulü ve Meryem’e ilka eylediği kelimesi ve ondan bir ruhtur, başka bir şey değil, gelin Allaha ve Resullerine iman getirin «üç» demeyin, vazgeçin hakkınızda hayırlı olur, Allah ancak bir tek ilâhtır, o sübhan bir veledi olmaktan münezzehtir, Göklerde ve yerde ne varsa onun vekil de Allah yeter. (Elmalı)
Ey kendilerine hakikat bilgisi gelmiş olanlar... Dininizde ölçüyü kaçırıp haddi aşmayın... Allâh üzerine Hak olmayanı söylemeyin... Meryem oğlu İsa Mesih, yalnızca Allâh Rasûlü ve O'nun Kelimesi'dir... Onu Meryem'e ilka etmiştir ve kendinden (El Esmâ ül Hüsnâ'sından) bir mânâdır (ruhtur)... O hâlde Esmâ'sıyla her şeyin hakikati olan Allâh'a ve Rasûllerine iman edin... "Üçtür" (baba - oğul - kutsal ruh) demeyin! Sizin hayrınıza olarak (buna) son verin... Allâh ancak İlâh'un Vahid'dir (Tek Ulûhiyet sahibidir)... Sübhandır "HÛ", çocuk sahibi olma kavramından! Semâlar ve arzda ne varsa O'nun içindir... Vekiyl olarak Esmâ'sıyla hakikatiniz olan Allâh yeterlidir. (A.Hulusi)
Ya ehlel Kitab Ey kitap ehli. Burada ey İncil’e inananlar diye de anlayabiliriz. Çünkü doğrudan Hıristiyanlaşanları muhatap almakta. Fatiha’da ki Ve laddaaalliyn; e girenleri, yani bizi Hıristiyanlaşanlar gibi saptırma diye dua ettiğimiz o zümreye hitap ediyor bu ayet.
Daha önce söylemiştim, Yahudileşen İsrail oğulları, Müslüman İsrail oğulları, peygamberleri aşağılayarak, taşlayarak, öldürerek hayattan dışladılar, Hıristiyanlaşan Müslümanlaşanlar ise peygamberlerini yücelterek, ilahlaştırarak hayattan dışladılar. Şimdi bu ikinci kutba, ikinci yanlışa dikkat çekiyor Kur’an;
la tağlu fiy diyniküm ve la tekulu alellahi illel Hakk Akidenizde haddi aşmayın ve Allah hakkında yalnızca gerçeği söyleyin.
innemel Mesiyhu 'Iysebnü Meryeme Rasulullahi ve KelimetuHU, elkaha ila Meryeme ve ruhun minHU Meryem oğlu İsa Mesih sadece Allah’ın elçisi ve onun Meryem’e ulaştırdığı vaadi ve ondan bir ruhtur. Bir candır.
Kelime geçiyor ayette. Kelime; İbn ül Cini el hasais isimli harika eserinde; ke-le-me, ke-me-le, me-ke-le, le-ke-me, me-le-ke, le-me-ke tüm kombinezonlarını sıralar. Bu kökün ve hepsinin ortak anlamının şiddet ve dehşet, azamet olduğunu vurgular.
Kur’an ın karşılığı Hıristiyan ilahiyatında İncil değildir. İncil, Hz. İsa’nın biyografisidir. Hayat hikayesidir. Hıristiyan ilahiyatında Kur’an ın karşılığı, Hz. İsa’nın bizzat kendisidir. Kelimedir. Allah’ın insan biçiminde ki vahyidir. Yani Allah’ın vaadidir. Onun için Taberi, kelimeyi böyle tefsir etmiş, Allah’ın meleklere, Meryem’e iletmek üzere verdiği duyuru, bildiri olarak.
elkaha ila Meryeme ve ruhun minHU Onun Meryem’e ulaştırdığı vaadi.
İnsanın yaratılış evriminden söz eden secde/9. ayette Ruh’tan da söz ediliyor. Ki burada ne diyordu ayeti kerime; ve ruhun minHU Ondan bir ruh olduğunu söylüyordu. Secde/9. ayette; ..ve nefeha fiyhi min ruhıHİ.. secde/9 geçiyor. İnsanın yaratılışı anlatılıyor ama orada da Allah Ruhundan ona üfledi. Deniliyor.
Hz. İsa’nın da onu ilahlaştıranlara, Hz. İsa’nın kendi peygamberlerinin de insan olduğunu söylediğinden yola çıkarsak bu ayetlerin anlamamız kolaylaşıyor. O zaman ayetlerde geçen kelimeleri ve ifadeleri olağanüstü anlamıyla anlamak yerine, olağan anlamlarıyla anlamamız gerektiğini öğreniyoruz. Çünkü ayetler genel olarak Hz. İsa’yı ilahlaştıran, onu olağanüstüleştirenlere hitap ediyor. Dolayısıyla buradaki ruh ile Secde/9 da ki ruhu birbirine eşitleyebiliriz. İsa’da bütün insanlar gibi Allah’a ait bir candır denilmek isteniyor olsa gerek, Allah-u alem. Ki Resulallah ne demişti hatırlayınız;
- Meryem oğlu İsa’ya yaptıkları gibi beni de olağanüstüleştirip uçurmayın. Fakat ben Allah’ın kulu ve Resulüyüm. Bana Allah’ın kulu ve Resulü deyin.
Resulallah beni uçurmayın diyor. Beni olağanüstüleştirmeyin. Adeta İslam tarihinde bir akım Yahudileşen İsrail oğulları gibi Resulallah’ı aşağılamaya kalktı. Ve bugün de bu akımı güçlü biçimde izdüşümünü görüyoruz. Onun karşısında bir akım ise Resulallah’ı, Hıristiyanlaşan Müslümanların yaptığı gibi ilahlaştırmaya, onu uçurmaya kalktı. Bu iki aşırı uca karşı Resulallah’ın çağları aşan tavsiyesi; Bana bunu yapmayın, ben hem kuluyum, hem Resulüyüm. Yani yüceltenler ben onun kuluyum, aşağılayanlar, ben O’nun elçisiyim. Dercesine iki tarafa da bu sözle cevap veriyordu Resulallah.
fe aminu Billahi ve RusuliHİ, ve la tekulu selâsetün, Artık Allah’a ve peygamberlerine inanın ve üçtür demeyin. Teslisin reddedilmesi, teslisin reddi burada konu edinilmiş.
Teslis; yani Baba, oğul, Ruh ul Kudüs Hıristiyan ilahiyatının üzerine dayandığı akide. 3 uklum. 3 elementte diyebilirsiniz siz buna. Ki aslında teslis Hıristiyan ilahiyatının en büyük problemidir. Belki tüm ilahiyatlar içerisinde çözülmesi mümkün olmayan, en çok kafa karıştırıcı problem teslis problemidir. Aslında bu problemi Hıristiyan ilahiyatçıları da çözebilmiş değil. Onun için bu dogma, bir postulat olarak alırlar ve üzerinde konuşulmasını ve düşünülmesini neredeyse yasak ilan ederler. Çünkü anlaşılamaz. Çünkü kavranılamaz. Çünkü mantıki bir temele oturtulamaz. 3 nasıl bir olur, 1 nasıl 3 olur.
Bunu tabii daha spesifik olmayan bir biçimde izah eden Hıristiyan ilahiyatçılar da gelmiş, demişler ki mesela; 3 elementin, 3 elemanın biri cevherdir. Baba. Biri zattır. Yani öz cevheri zat, baba zattır. Oğul ilimdir, ruh ise hayattır. Demişler. Bu bir tefsir oluyor tabii. Yani bir te’vil hatta oluyor.
Ama biz araştırdığımızda teslis inancını aslında Hıristiyanlaşan ilk Müslümanlarda olmadığını, daha sonra yine Pavlus’un Hıristiyanlığa soktuğu bir bid’at olduğunu görüyoruz. Ve daha da ilginci teslis inancını aynen eski Hint inancında görüyoruz. Çok ilginç, Tri Marki diyorlar eski Hitçe’de buna. Yani 3 uklum, 3 eleman. Brahma = baba, Vişna = oğul, Şiva = Kutsal ruh. Yani Brahma, vişnu, şiva. Aynen bu eski Hint’in teslis inancı Hıristiyanlığa aktarılıyor ve baba-oğul-Ruhul Kudüs biçiminde algılanıyor.
Eski Mısır’da da aslında görüyoruz bunu. Hermes Trismegistus, yani, 3 tot. Tot daha sonra Fenike’ce aracılığı ile Tağut, Arapçaya’ da Tagut olarak geçen bir kelime. Onun için 3 Tot., 3 tanrı. Tanrının 3 elementi, elemanı diye de okunabilir. Ki bu Kahire’ye yaklaşık 80 Km. uzaklıktaki Menfis’te, eski Mısır başkentindeki kazılarda bulunmuş tabletlerde okunan, yazıtlarda okunan bu tanrının 3 asli niteliği.
İşte aslında biz eski putperest uygarlıklarda da teslisi görüyoruz. Onun için teslisin, Müslüman olan ilk Hz. İsa’nın ilk tabiilerinde olmadığını, daha sonradan aynen haç efsanesi, haça gerilme efsanesinde olduğu gibi, ki aslında haç ta, Haç’ın kendisi de Hıristiyanlığa ait bir sembol, simge değil. Çünkü ben filmlerini almıştım. Mısır Etnografya müzesinde, firavunlar döneminden kalma putların figürleri ve hatta firavunların ellerinde haç lı bir halka taşıdıklarını ispat etmek için ben filmlerini çekmiştim. Bu giden herkesin görebileceği kadar açık bir gerçek.
Dolayısıyla burada bütün bu ayetlerden aktarılan hakikat şudur dostlar;
Eğer dininizi ciddiye almazsanız,
Eğer inancınızı, yani çok affedersiniz dininize donunuz kadar önem vermezseniz,
İnancınızı ciddiye almaz ve onu hurafelerden korumazsanız,
Bir pantolon alırken şu kadar yer gezer, bu kadar kalitesine bakar, şunları şunları kontrol ederken, bir din alırken ona verdiğiniz önemi vermezseniz,
Dininizi hurafelerle karıştırırsanız işte sonuçta putperestlerin inançlarına Allah’tan geldi diye inanmaya başlarsınız.
Bu ayetlerde Müslümanlara verilen mesaj budur aslında.
intehu hayren leküm Buna bir son verirseniz hakkınızda hayırlı olur.
innemAllahu ilahun vahıd Allah tek İlahtır. subhaneHU en yekûne leHU veledunleHU ma fiys Semavati ve ma fiyl Ard Göklerde ve yeryüzünde olan her bir şey O’na aittir. ve kefa Billahi Vekiyla; güven kapısı olarak Allah yeter. çocuk sahibi olmaktan münezzehtir O.
172-) Len yestenkifel Mesiyhu en yekûne abden Lillahi ve lel Melaiketül Mukarrebun* ve men yestenkif an ıbadetiHİ ve yestekbir fe seyahşüruhüm ileyHİ cemiy'a;
Hiç bir zaman Mesih de Allahın bir kulu olmaktan çekinmez, Melâikei mukarrebîn de, ve her kim ona ibadetten çekinir ve kibirlenirse bilsin ki o yarın hepsini toplayıp huzuruna haşr edecek. (Elmalı)
Ne Mesih (İsa) ve ne de mukarreb melâike Allâh'a kulluktan asla gocunmazlar! Kim O'nun ibadetinden kaçınır ve kibirlenirse, hepsini kendine haşr edecektir. (A.Hulusi)
Len yestenkifel Mesiyhu en yekûne abden Lillahi Tarihi ve zamanlar üstü bir hakikat burada ifade edilmiş. Ne İsa Allah’a kul olmaktan gocunur, çekinir, ve lel Melaiketül Mukarrebun ne de O’na, yani Allah’a yakıyn olan melekler Allah’a kul olmaktan çekinirler.
Neden bunu getirdi, melekleri? Çünkü birileri de melekleri ilahlaştırıyorlar. Aslında sizin ilahlaştırdıklarınız, sizin yaptığınıza razı değildir deniliyor. Onlara da suçu atamazsınız, çünkü onlar görse sizin yüzünüze tükürür. Sizden davacı olur ve olacak, sizin yakanıza yapışırlar. Onlar da razı değil. Kimi ilahlaştırılanlar vardır ki, kendilerini ilahlaştıranlara lanet ederler. Onlarda onlardan razı değildirler.
ve men yestenkif an ıbadetiHİ ve yestekbir fe seyahşüruhüm ileyHİ cemiy'a; Zira O’na kul olmaktan gocunarak küstahça bir gurura kapılan herkesi Allah kendi katında toplayacaktır.
173-) Feemmelleziyne amenû ve amilus salihati fe yüveffiyhim ücurehüm ve yeziydühüm min fadliHİ, ve emmelleziynestenkefu vestekberu feyü'azzibühüm azâben eliymen, ve la yecidune lehüm min dunillahi veliyyen ve la nasıyra;
İşte o zaman o iman edip salâh işlemiş olanlara ecirlerini tamamıyla ödeyecek, hem de fazlından onlara ziyadesini verecek, amma, o kibirlerine yediremeyip çekinenleri elîm bir azap ile ta'zib edecek, ve Allaha karşı kendilerine ne bir hâmi, ne de bir yardımcı bulamayacaklar. (Elmalı)
İman edip imanının gereğini uygulayanlara gelince, (O) onlara ecirlerini tam verecek ve fazlından onları artıracaktır... Kulluktan kaçınıp ve benliklerini kabartanlara gelince, onlara feci bir azap ile azap edecektir... Kendileri için Allâh dûnunda bir velî ve nasîr de bulamazlar. (A.Hulusi)
Feemmelleziyne amenû ve amilus salihat İman eden, iyi ve yararlı iş işleyenlere gelince.
Kur’an ın çift boyutlu tabiatında olduğu gibi şimdi de projektörlerini müspet olandan yana çevirdi ve iyilerin akıbetini söyleyecek.
fe yüveffiyhim ücurehüm Karşılıklarını tastamam kendilerine verecek, ve yeziydühüm min fadliHİ daha ne yapacak? İhsanından fazlasını da bağışlayacak. Sadece amellerinin karşılığını vermekle yetinmeyecek, Allah katından karşılıksız olarak bir de ödül verecek. Lütfedecek onlara.
ve emmelleziynestenkefu vestekberu feyü'azzibühüm azâben eliyme Ona kulluktan gocunan ve küstahça bir gurura kapılanları elim bir azaba çarptıracak. ve la yecidune lehüm min dunillahi veliyyen ve la nasıyra; Onlar ne kendilerini Allah’a karşı koruyacak ve ne de yardımcı bulabileceklerdir.
Şimdi hitap yine genele geldi. Tüm insanlığı muhatap alıyor vahiy ve diyor ki;
174-) Ya eyyühenNasu kad caeküm burhanun min Rabbiküm ve enzelna ileyküm nuren mübiyna;
Ey insanlar! bâkın size rabbinizden bürhan geldi, size açık bir nur indirdik. (Elmalı)
Ey insanlar! Hakikaten Rabbinizden size bir burhan (hakikatin dillenmişi Hz.Muhammed s.a.v.) geldi... Size apaçık bir Nur (Kur'ân) inzâl ettik. (A.Hulusi)
Ya eyyühenNas Ey insanlık, ey insanoğlu kad caeküm burhanun min Rabbikümve enzelna ileyküm nuren mübiyna; ve size aydınlatıcı bir ışık gönderdik. Artık size hakikatin belgesi geldi. İşte Hakikatin belgesi önünüzde duruyor. Rabbimiz tüm insanlığa konuşuyor.
Tabii ki vicdanının üzerini kapatmamış olanlar bu ışığı algılarlar. Unutmayın görmek için iki şey geçerli. İki şey şart. Bir göz, gören bir organa sahip olmak, ikincisi de ışık. Gözünüz olsa da ışık olmasa hiçbir işe yaramaz. Göremezsiniz. Gözünüzün varlığıyla yokluğu eşitlenir. Işık olsa da gözünüz olmasa yine göremezsiniz. O halde göz insanın Allah’a yaklaşması, ışık Allah’ın insana yaklaşmasıdır. Göz insan iradesini temsil eder, Işık Allah iradesini. Göz insanın Allah’a kulluğunu temsil eder, ışıksa Allah’ın insana rabliğini ve mesajını temsil eder.
175-) Feemmelleziyne amenû Billahi va'tesamu Bihi feseyüdhıluhüm fiy rahmetin minHU ve fadlin ve yehdıyhim ileyHİ sıratan müstekıyma;
İmdi kimler Allaha iman edip buna sarılırlarsa yarın onları tarafı İlâhîsinden mutlak bir rahmet içine koyacak bir de fazl, ve onları doğru kendisine varan bir yolun yolcusu edecek. (Elmalı)
Esmâ'sıyla her şeyin aslı olan Allâh'a iman edip, O'na hakikatleri olarak sımsıkı tutunanlara gelince; onları HÛ'dan bir rahmetin ve fazlın içine sokacak ve onları kendisine varan sırat-ı müstakime hidâyetleyecektir. (A.Hulusi)
Feemmelleziyne amenû Billahi va'tesamu Bihi Allah’a iman eden ve O’na sımsıkı sarılanlara gelince; feseyüdhıluhüm fiy rahmetin minHU ve fadlin Allah onları Hikmet, rahmet ve ihsanına gark edecek. Allah onları rahmet ve ihsanı ile yarlığayacak. Onlara rahmet ve ihsanı ile muamele edecek. ve yehdıyhim ileyHİ sıratan müstekıyma; ve dosdoğru bir yolla, dosdoğru bir yol ile kendisine yöneltecektir.
Diyeceksiniz ki tıpkı yukarıdaki ayet gibi dostlar. Hani arka sayfa da tefsir etmiştim ya o menfisi idi. Burada da da müspeti geldi. Allah insan ilişkilerinin akışkanlığı. Zaten hidayet üzere olan, Feemmelleziyne amenû diye başlıyor ayet. Zaten iman eden bir insanı Allah dosdoğru bir yolla kendisine nasıl yöneltir diyeceksiniz. Evet, iman edenleri yöneltir. Sizden mesaj varırsa, O’ndan karşılık gelir.
İşe bu da insan Allah ilişkisinin karşılıklılığının bir başka ifadesidir.
176-) Yesteftunek* kulillahu yüftiyküm fiyl kelaleh* inimruün heleke leyse lehu veledün ve lehu uhtün feleha nısfü ma terek* ve huve yerisüha in lem yekün leha veled* fe in kanetesneteyni felehümessülüsâni mimma terek* ve in kânu ıhveten Ricalen ve nisaen felizzekeri mislü hazzıl ünseyeyn* yübeyyinullahu leküm en tadıllu* vAllahu Bi külli şey'in Aliym;
Senden fetvâ istiyorlar, de ki Allah size kelâle (babası ve çocuğu olmayan) hakkında şöyle fetvâ veriyor; «Bir kişi ölür, çocuğu yok bir kız kardeşi var: buna terekesinin yarısı, o da buna varis olur bunun çocuğu yoksa, eğer iki kız kardeşi varsa bunlara onun terekesinden üç de ikisi, eğer erkekli dişiler kardeşleri varsa o vakit erkeğe iki dişi payı kadar» şaşırıyorsunuz diye Allah size beyan buyuruyor, Allah her şey'e alîmdir. (Elmalı)
Senden açıklama-hüküm isterler... De ki: "Kelale (arkasında ana-baba ve çocuk bırakmamış olan) hakkında size Allâh fetva verir: Eğer çocuğu olmayıp, bir kız kardeşi bulunan bir erkek kişi ölürse, mirasının yarısı onundur... Çocuğu olmayan kız kardeş ölürse, erkek kardeş ona vâris olur... Eğer (ölen erkek kişinin kız kardeşleri) iki iseler, (erkek kardeşlerinin) mirasının üçte ikisi onlarındır... Eğer (mirasçı) kardeşler erkekler ve kadınlar ise (erkek - kız kardeşler durumunda birçoklarsa), (o zaman) bir erkeğe iki kadının payıdır"... Allâh, sapmayasınız diye size beyan ediyor... Allâh Bi-küllî şey'in - her şeyin Esmâ'sıyla hakikati olarak Aliym'dir. (A.Hulusi)
Yesteftunek Çok farklı bir konuya geçti bu genel hitabı verdikten sonra. Aslında sure mesajını kapattı. Anlıyoruz ki bu son ayet, çok daha sonra inmiştir. Ki bize gelen rivayetler de bunu destekliyor. Onun için, niçin buraya kondu diyecek olursanız, Surenin düzenlenmesi Resulallah tarafından bitirilmişti. Onun için yıllar sonra gelen bu ayet surenin sonuna yerleştirildi. Eğer sure dizimleri Resulallah tarafından değil de daha sonraki Hz. Osman döneminde Mushaf cem edilirken yapılmış olsaydı, bence bu ayette ilgili miras ayetlerinin içine yerleştirilirdi. Bu sure içerisinde ki ayet sıralamalarının en azından eğer tevkifi değilse, eğer ötelerden gelen bir mesaja dayalı değilse bile, Resulallah tarafından yapıldığını gösterir.
Bu mirasla ilgili bir hükmü içeriyor. Daha önce açıklanmamış bir hükmü. Ki sebebi nüzulü de var, ben onu geçiyorum.
Onlar senden açıklama istiyorlar. Yesteftunek* kulillahu yüftiyküm fiyl kelaleh Allah size kelale hakkında şu açıklamayı yapar. De. Kelale konusu çok tartışılmış ve halen de tartışmaya konu. Kelale teriminin manası, Hz. Ömer der ki; “Resulallah vefat ettiğinde 3 şeyi açıklamadan gitti. Bunlardan biri de kelale bahsidir. Daha doğrusu bu kavramın kapsam alanıdır.” Hz. Ebu Bekir’in içtihadına göre kelale; Usul ve füruru olmayan, yani baba ve annesi ve çocuğu bulunmadığı halde miras bırakan kimsedir. Dolayısıyla Hz. Ebu Bekir’in bu içtihadını İslam ümmeti ve Alimler genelde ortak kabule şayan görmüşlerdir. Ama kelale için daha farklı şeyler de söylenebileceğini akılda tutmak lazım.
Bu ayet Buhari’de ki bir hadise göre Kur’an ın son inen ayeti. Bu ünvanı taşıyan daha başka hadisler de var. Onun için bu ayet Kur’an ın son ayeti değilse de en son inen ayetlerinden biri olduğu kesindir.
inimruün heleke leyse lehu veledün Eğer bir erkek çocuk bırakmadan ölürse ve lehu uhtün feleha nısfü ma terek ve bir kız kardeşi de varsa, onun terekesinin, yani bıraktığı mirasın yarısı kız kardeşindir. Hüküm açık. Bu kız kardeşin, İslam uleması bunu açıklarken öz ya da baba bir olmasını şart koşmuşlar. Bu notu da hemen zikredeyim.
ve huve yerisüha in lem yekün leha veled Kız kardeşin çocuk bırakmadan ölmesi durumundaysa, erkek onun mirasını alacaktır.
fe in kanet ki burada Hz. Ebu Bekir’in içtihadına göredir bu ayetin yorumu, tamamını alır bu durumda.
fe in kanetesneteyni felehümessülüsâni mimma terek ama iki kız kardeş varsa, ikisi birden onun terekesinin 2/3 üne sahip olacaklardır. Yani merhumun bıraktığı mirasın 2/3 e eğer iki kız kardeşi var, baba ve annesi ya da hiç çocuğu yoksa ve sadece iki kız kardeşi varsa 2/3. alırlar. Yani bu durumda kalan kime kalır denilecek olursa, kocaya kalır.
ve in kânu ıhveten Ricalen ve nisaen felizzekeri mislü hazzıl ünseyeyn eğer erkek kardeşler ve kız kardeşler varsa, yani iki den fazla iseler demek bu, erkek, iki kadının payı kadar alacaktır. Ki bunu surenin başındaki ayetleri işlerken bu pay konusunu da işlemiş ve illetini de bu suredeki 32. yanılmıyorsam ayet numarası 32 olacak, 32. ayete bağlamıştım.
yübeyyinullahu leküm en tadıllu Allah sapmayasınız diye işte bunları açıklıyor. vAllahu Bi külli şey'in Aliym; Allah ilminde sınırsız olandır.
Evet sevgili dostlar. Dediğim gibi bu ayeti kerime çok daha sonraları, surenin tamamlanmasından çok daha sonraları bir vesile ile hayatın içinde bir ihtiyaca binaen indirildiği için burada yer aldı. Unutmayalım ki Kur’an hayatın içine inmiştir. Ve unutmayalım ki Kur’an hayata, hayatın problemlerine bir cevaptır. Onun için vahiy insanı köşeye sıkıştırmaz derim hep. Ya ne yapar? Vahiy; Köşeye sıkışmış insanı ve insanlığı, sıkıştığı köşeden kurtarır.
Vahiy insanın gelip tosladığı bir duvar değildir. Aksine vahiy, insanın önüne açılan bir kapıdır. Bin kapıdır. Eğer o kapıdan girerse insan ulaşacağı, çıkacağı yer; saadet, mutluluk ve cennet olacaktır.
“Ve ahiru davana velil hamdülillahi rabbil alemiyn”
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder