1 Temmuz 2013 Pazartesi

İslamoğlu Tef. Ders. ZUHRUF (40 - 49) (155-A)






Sevgili Kur’an dostları Zuhruf suresinin 40. ayeti ile dersimize kaldığımız yerden devam ediyoruz.


40-) Efeente tüsmi'us summe ev tehdil 'umye ve men kâne fiy dalâlin mubiyn;

O sağırlara sen mi işittireceksin? Yahut o âmâları ve apaçık sapma içinde olanları sen mi hidâyet edeceksin? (A.Hulusi)

40 - O halde sen mi işittireceksin o sağırlara? Yahut hidâyet edeceksin, o körlere ve açık bir dalâl içinde bulunanlara. (Elmalı)


Efeente tüsmi'us summe ev tehdil 'umye ve men kâne fiy dalâlin mubiyn şimdi sen ey peygamber sağıra işittirebilir, köre, kalbi körleşmiş olana gösterebilir misin. Yani açıkça derin bir sapıklığa gömülüp orada karar kılan birine gösterebilir misin hakikati.

Değerli dostlar, ayeti kerime aslında geçen ders işlediğimiz son pasajla bağlantılı. Orada özellikle de 36. ayette; Ve men ya'şü an zikrir Rahmâni nukayyıd lehu şeytanen fehuve lehu kariyn (36)Rahmanın uyarıcı vahyine kim kör davranırsa, tavuk karası bir gözle bakarsa, yaklaşırsa ona şeytanı musallat ederiz. Yani onun içinde ki negatif damarı ona musallat ederiz. Öteki kişilik haline getiririz. Nefsini başına bela ederiz bir başka ifadesi ile. Fehuve lehu kariyn, kendisi onun yörüngesi olur, yörüngesine girer. O kendisinin merkezi haline gelir ve etrafında döner. Artık tüm hatta hareketini o belirler ayetiyle bağlantılı olarak okumak lazım.

Sağırlık ve körlük fiziki bir olay değil Kur’an a göre Kur’an kendine has bir özürlü dili oluşturur. Onun için gözü görmeyene Kur’an kör demez. O kör değil. Kulağı duymayana Kur’an sağır demez. Asıl sağır yüreğinin kulağı duymayan, asıl kör, kalbi kör olandır.

..lâ ta'mel ebsaru ve lâkin ta'mel kulubülletiy fiyssudur. (Hac/46)gözler değil kör olan, asıl kör olan göğüstekilerdir. Yani Akleden kalptir. Eğer akletmiyorsa kördür, sağırdır, dilsizdir.


41-) Feimma nezhebenne Bike feinna minhüm müntekımun;

Eğer seni (dünyadan) götürsek dahi, doğrusu biz onlardan intikam alıcılarız. (A.Hulusi)

41 - Şu halde şayet biz seni alır götürür isek elbette onlardan intikam alacağız. (Elmalı)


Feimma nezhebenne Bike feinna minhüm müntekımun biz ister seni çekip katımıza alalım, daha sonra onlardan öcümüzü nasıl olsa alırız. Yani istersek seni katımıza alırız ve daha sonra da onlardan öcümüzü alırız, devamı var;


42-) Ev nüriyennekelleziy ve'adnahüm feinna aleyhim muktedirun;

Yahut da onlara vadettiğimizi sana gösteririz... Biz onlar üzerinde istediğimizi yapma gücüne sahibiz! (A.Hulusi)

42 - Yahut onlara yaptığımız vaadi sana gösterirsek şüphe yok ki biz ona da muktediriz. (Elmalı)


Ev nüriyennekelleziy ve'adnahüm feinna aleyhim muktedirun isterse onları tehdit ettiğimiz azabı sana da gösterir, yani onların başına gelen azabı senin de görmeni sağlarız. Her durumda felinna aleyhim muktedirun, her durumda biz onlara güç yetiririz. Onlar üzerinde mutlak bir hükümranlık yürütürüz. Yani onları alt edecek gücümüz vardır. Nitekim bu ayetin hükmü Bedir de tecelli etti. Bedirde gördüler. Allah Resulü Bedirde bire birer yıkılan müşrik reislerinin baş ucunda durmuş ve şöyle demişti

- Ben Allah’ın bana vaad ettiği şeyi buldum ve gördüm. Siz de Allah’ın sizi tehdit ettiği şeyi buldunuz ve gördünüz mü?

Evet, görmüştüler. O manzara aslında bunun delili idi. Onun için rabbimiz yıllar öncesinden, ki bu olay 9. yılda indiğini düşünürsek bu ayetlerin, daha Bedir’e yaklaşık 5 – 6 yıl var. 5 – 6 yıl önceden onlara bu uyarıyı bildirmişti. Oysa ki bu mucizevi uyarı gerçekten mucizevi idi. Bedir bu mucizenin mütemmim cüzüydü, yani bir başka mucizeydi.

Henüz Bedir öncesinde Allah Resulü; “İlahi” diyordu. Allah’ım, “in tuhlik hazihil ıshabe, lâ tu’bet fiyl ard.” Eğer şu bir avuç insanı da yok edecek olursan, ya da yok olmasına izin verirsen, yer yüzünde layıkıyla sana kulluk eden kalmayacak.

Bu kadar hassas, bu kadar ince bir noktadaydı imanın var olma savaşı. Ama gerçekten de Allah vaadini yerine getirdi.


43-) Festemsik Billeziy ûhıye ileyk* inneke alâ sıratın müstekıym;

Sana vahyolunana sıkı sarıl! Muhakkak ki sen doğru yol üstündesin! (A.Hulusi)

43 - Sen hemen o sana vahyolunana tutun muhakkak ki sen doğru bir yol üzerindesin. (Elmalı)


Festemsik Billeziy ûhıye ileyk* inneke alâ sıratın müstekıym sana vahy edilene sımsıkı sarıl, çünkü sen dosdoğru bir yol üzeresin.


44-) Ve innehu lezikrun leke ve likavmik* ve sevfe tüs'elun;

Muhakkak ki O, sen ve toplumun için bir zikirdir (hatırlatma)! Yakında sorumluluğunuzdan sorgulanacaksınız! (A.Hulusi)

44 - Ve muhakkak ki o, hem senin için, hem kavmin için bir şereftir ve ileride ondan mesul olacaksınız. (Elmalı)


Ve innehu lezikrun leke ve likavmik* ve sevfe tüs'elun kuşkusuz bu vahiy senin ve kavmin için bir şeref ve itibardır. Bir uyarıdır diye de çevirebiliriz. Ama doğrusu İbn. Abbas ve Hz. Ali’nin şeref ve itibar olarak anlaması çok daha hoş bir anlam. Yani Kur’an vahyi bir şeref ve itibar. Hem Resul için, hem de o toplum için. Düşünsenize bir eğer Kur’an vahyi olmasaydı yeryüzünün herhangi bir tarihinde herhangi bir toplum olan, hatta çölün ortasında hiç kimsenin bilmediği, tanımadığı bir bölge de mahsur kalmış gibi, tarihin dışında yaşayan bu insanlardan kimin haberi olurdu. Hangimiz bilirdik.

Kur’an sadece kendisine iman edenleri tarihte yaşatmakla kalmadı, kendisine küfredenleri bile yaşattı. Bugün Ebu Cehil’i, Ebu Leheb’i, Ümeyye Bin Halef’i Ubey Bin Halefi, Utbe’yi, Şeybe’yi kim bilir, kim duyar, kim hatırlardı. Ama Kur’an sadece dostlarına bir şeref ve itibar olmakla kalmadı, düşmanlarının bile adını unutturmadı. İşte bu, dolayısıyla vahiy aslında indiği toplum için dostu ve düşmanıyla, iman edeni ve inkar edeniyle büyük bir nimet olduğunu gösterdi. Büyük bir devlet olduğunu gösterdi.

ve sevfe tüs'elun fakat zamanı gelince sorguya çekileceksiniz. Yorumumuzu destekleyen bir son cümle bu, ayetin son cümlesi. Zamanı gelince sorguya çekileceksiniz. Yani hepiniz vahyin bir biçimde ekmeğini yediniz. Vahiy hepinize şeref ve itibar getirdi. Zaten Utbe öyle diyordu, hiçbir zaman da iman etmemişti Utbe ama öyle diyordu. “Bırakın onu kendi davasıyla baş başa. Eğer başaramazsa zaten Araplar onun hakkından gelir, siz de kurtulmuş olursunuz. Fakat başarırsa itibar sizin itibarınızdır. Şeref sizin şerefinizdir. Onur sizin onurunuzdur. Dolayısıyla o onurdan siz de payınızı almış olursunuz.” Diyordu Utbe. Ama dediğini tutmadılar tabii ve helak oldular.

ve sevfe tüs'elun zamanı gelince hesaba çekileceksiniz in karşılığı gerçekten de uhrevi olarak hayli anlamlı, hayli manidar. Bu noktada aklıma bir başka ayet geliyor;

Felenes'elennelleziyne ürsile ileyhim velenes'elennel murseliyn.(A’raf/6) Yemin olsun kendilerine peygamber gönderilenlerden hesap soracağız, Ve yine and olsun ki gönderilen peygamberlerden de hesap soracağız. Gönderilen peygamberlerden neden hesap soracak diye sormayın, soracak, hepsinden hesap soracak. Soracağına öylesine emindi ki Resul, bu kaygı onun saçlarını ağartmış, veda hutbeleri sırasında her bir hutbenin sonunda cemaate dönerek;

- Ey insanlar, tebliğ ettim mi? Onlar;

- Evet ya Resulallah tebliğ ettin. Emaneti eda ettin, yerine getirdin görevini diye şahitlik yaptıklarında gözlerini göğe dikerek;

- Allah’ım sen de şahit ol..! demişti.

Bu bir sorumluluk, bu ağır bir sorumluluktu. Gerçekten Resul o sorumluluğu yerine getirdi ve bize mirası olduğu gibi aktardı. Asıl biz o mirası ne yaptık. Biz de sorulacağız, bizden de hesap sorulacak. O peygamberliğini yerine getirdi siz de ümmetliğinizi yerine getirdiniz mi denilecek. İşte onun kaygısını herkes duymak zorunda. Ve bu ayet ve sevfe tüs'elun derken sadece ilk muhataplarına hitap etmiyordu, son muhatabı olan bizlere de hitap ediyor. Ve açıkça kendisine bakana gözlerinin içine baka baka hesap sorulacaksınız, zamanı gelince hesaba çekileceksiniz diyor.


45-) Ves'el men erselna min kablike min Rusulina ece'alna min dunirRahmâni aliheten yu'bedun;

Rasûllerimizden, senden önce irsâl ettiklerimize sor (onlara verilen bilgiyi incele)! Rahmân'dan gayrı, kulluk yapılası tanrılar mı oluşturmuşuz? (A.Hulusi)

45 - Senden evvel gönderdiklerimize sor Resullerimizden! biz Rahmandan başka ibadet olunacak ilâhlar yapmış mıyız? (Elmalı)


Ves'el men erselna min kablike min Rusulina senden önce gönderdiğimiz elçilerimizin hayatını araştır sorgula, ves’el. Sor manasına gelir düz olarak. Fakat daha önce gelip geçmiş peygamberleri kabirlerinden kaldırıp ta sormak söz konusu değil tabii. Hatta bu çerçevede bazı rivayetler bile zikredilmiş. Fakat bu zorlama olur. Soruştur manasına da zaten gelir. Yani düşün, tefekkür et, dinle, tarihi verileri kontrol et, geçmiş kavimlerin hayatlarına bak. Geçmiş kitaplardan, ya da kitap ehlinden bu güne kadar gelen verileri dikkate al ve sor bakalım. Senden önce gönderdiğimiz elçilerimizin hayatını araştır.

ece'alna min dunirRahmâni aliheten yu'bedun bak bakalım hiç Rahman’dan başka tapınılacak tanrılar tayin etmiş miyiz? Rahman dışında kulluk edilecek bir başkasını tayin etmiş miyiz? Bu pasajın ilerde gelecek ayetlerden yola çıkarak öncelikle Hz. İsa’ya işaret ettiğini, yani Hz. İsa’yı tanrılaştıran Hıristiyanların bu yaptıklarından yola çıkarak peygambere yamuk bakışı dile getirdiğini düşünebiliriz.


46-) Ve lekad erselna Musa Bi âyâtiNA ila fir'avne ve meleihi fekale inniy Rasûlü Rabbil alemiyn;

Andolsun ki Musa'yı işaretlerimizle Firavun ve onun ileri gelenlerine irsâl ettik de (Musa) dedi: "Ben Rabb-ül âlemîn'in Rasûlüyüm." (A.Hulusi)

46 - Celâlim hakkı için Musâ’yı âyetlerimizle Firavuna ve cemiyetine gönderdik, vardı haberiniz olsun, dedi: ben bütün âlemlerin rabbinin Resulüyüm. (Elmalı)


Ve lekad erselna Musa Bi âyâtiNA ila fir'avne ve meleii fekale inniy Rasûlü Rabbil alemiyn Burada Hz. Musa’yı ve mücadelesini dile getirdi model olarak örnek olarak. Ve diyor ki ayet; Doğrusu Musa’yı mucizevi mesajlarımızla firavuna ve kadrosuna böyle göndermiştik. İşte böyle gönderdik, yani seni gönderdiğimiz gibi ve demişti ki; “Bakın ben Alemlerin rabbinin elçisiyim.”

Bu pasajın amacı Resulallah’ı teselli etmek. Hz. Musa ve mücadelesi bir model olarak sunuluyor. Resulallah’ın tasavvuru inşa ediliyor. 9. yılı hatırlayalım. Hüzün yılı, sevdikler bir bir yok olmuş. Ebu Talip gitmiş, büyük destek. Hz. Hatice gitmiş ve mü’minlerin bir çoğu göç etmişler. Resulallah düşman bir okyanusun ortasında küçücük bir adada kalmış, küçücük bir dost adasında, bir avuç dost insan. Ve işte böyle bir ahval içre bu ayetler neyin tesellisini yaptığını daha iyi anlayabiliriz bu ayetleri.

Acaba olağan üstü bela silsilesi şu Mekke’yi ve müşrikleri kuşatsa adam olurlar mıydı sorusu da aklına gelmiş olabilir Resulallah’ın. Yani bunlar inkarda bu kadar direndiler, acaba bunları Allah olağan dışı bir takım cezalarla kuşatsaydı adam olurlar mıydı sorusu cevabını buluyor burada. Değişmezdi diyor o cevap. Hiçbir şey değişmezdi. Delil mi arıyorsun değişmeyeceğine dair, al sana delil; Musa’nın ve Firavunun örneğine bak. İşte burada o delilleri sıralayacak şimdi.


47-) Felemma caehüm Bi âyâtiNA izâhüm minha yadhakûn;

Onlara işaretlerimizle geldiğinde, onlar hemen bunlara güldüler! (A.Hulusi)

47 - Vaktâ ki onlara böyle âyetlerimizle vardı, birdenbire onlar bunlara gülüverdiler. (Elmalı)


Felemma caehüm Bi âyâtiNA izâhüm minha yadhakûn fakat ardından onların önüne mucizevi ayetlerimizi sürünce onlar hemen alay etmeye başladılar. Bu mucizevi ayetler içerisinde başlarına açılan belalar da var. Ama alay etmeye başladılar. Yani ibret alacakları yerde dalga geçtiler.


48-) Ve ma nuriyhim min ayetin illâ hiye ekberu min uhtiha* ve ehaznâhüm Bil azâbi leallehüm yerci'un;

Onlara gösterdiğimiz her bir mucize, öncekinden daha büyüktü... Belki bize dönerler diye onları azapla da yakaladık. (A.Hulusi)

48 - Her ne âyet de gösteriyorsak onlara mutlak birbirinden büyüktü, tuttuk onları azâba da çektik ki rücu' edeler. (Elmalı)


Ve ma nuriyhim min ayetin illâ hiye ekberu min uhtiha oysa ki onlara gösterdiğimiz her mucizevi ayet, yani her bela bir öncekinden daha büyüktü. ve ehaznâhüm Bil azâbi leallehüm yerci'un bir de onları belki dönerler diye cezalarla kuşattık.

Demek ki hem mucizeler gösteriliyor, hem cezalarla kuşatılıyorlar. Önce mucizeler gösteriliyor. Yani önce iyilikle yola getirilmeye çalışılıyor. Önce peygamberin peygamberliğine dair mucizeler gösteriliyor. Onunla destekleniyor peygamberlik, onunla destekleniyor davet. Fakat kar etmiyor. Ondan sonra ceza silsilesi yağmaya başlıyor. Ödülle de ceza ile de yola gelmiyorlar, zımnen bu ayetlerin söylediği bu.

1 – Kan belası
2 – Kurbağa belası,
3 – Sivrisinek belası,
4 – At sineği belası
5 – Hayvanların ölümü,
6 – Çıban belası,
7 – Dolu belası,
8 – Çekirge belası
9 – Karanlık belası.
{A’raf/133 ayetine bakınız}]



49-) Ve kalu ya eyyühes sahır ud'u lena Rabbeke Bima ahide 'ındeke innena le mühtedun;

Dediler ki: "Ey büyücü! Senin anlaşman dolayısıyla bizim için Rabbine dua et! Biz doğru yolda olalım!" (A.Hulusi)

49 - Bu halde diyorlardı ki: gel ey sâhir!( Büyücü, büyü yapan, sihir yapan) bizim için rabbine bir duâ et, sende olan ahdi hürmetine, çünkü biz artık yola geleceğiz. (Elmalı)


Ve kalu ya eyyühes sahır ud'u lena Rabbeke Bima ahide 'ındeke innena le mühtedun sen ey sihirbaz dediler, seninle yaptığı sözleşme hatırına Rabbine bizim için yalvar. Kesinlikle biz artık doğru yola yöneleceğiz diye yalvar yakar oldular. Hz. Musa’ya yalvardılar.

Eski Mısır’da sihirbazlar Mısır’ın bilge kişileri idi. Onun içinde ey sihirbaz, ey büyücü diyorlar. Bu bir hakaret değildi o toplumda. Birine sihirbaz demek ona ikram etmek, ona iltifat etmekti hatta. Bir konum biçmekti. Mısır’lıların yalvarırken böyle hitap etmelerinde  şaşılacak bir şey yoktu dolayısıyla.

Burada eğer sen bizden bu belaları def edersen biz de getirdiğin şeye inanırız diyorlardı. Yani zoru görünce inanacaklarına söz verdiler. Peki ne oldu?


Devam ediyor B sayfasına geçiniz.
155. videoyu toplu olarak BURADA bulabilirsiniz.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder