Üçüncü suremiz Kureyş suresi ki
fil suresi ile aslında hem konu bütünlüğü var hem elimizde ki mushafta ard
ardına gelmiş, hatta fakire göre nüzül sıralamasında da fil ile Kureyş sureleri
ardı ardına yer alır.
Mekki bir suredir tahmin
edileceği gibi. İlk tertipler tıyn suresinin ardına yerleştirirler. Ama bizce
fil suresinin ardına yerleştirilmelidir. Yani mushafta ki yeri nüzülde ki yeri
ile aynıdır diyebiliriz. İlk otoritelerimiz Kureyş suresinin ilk ayeti ile fil
suresinin son ayetini karşılıklı okumuşlar, bir birine atıf saymışlardır. Ki
Ferra bunların başında gelir.
Hz. Ömer tek rekatta bu iki
sureyi birlikte okumuş. İlginç! yine Ubey Bin Kaab mushafında ikisi arasında
besmele yazmamış. Yani sahabe bu sureyi ikisini birbirinden ayrılmayacak bir
ikiz olarak görmüşler. Bu tabi iki surenin tek sure olduğu anlamına gelmiyor.
Çünkü elimizdeki Mushaf sahabenin en seçkin kuraları tarafından tedvin edilmiş
bir Mushaf. Onun için bu konuda ihtilaf elbette ki yok. Fakat bu iki surenin
birbirinin peşinden, birbirinden ayrılamaz bir bağla bağlı olduğunu da
gösteriyor.
Zımnen surenin söylediği hakikat
şu; Ey Kâbe’nin ekmeğini yiyenler, Kâbe’nin rabbine ihanet ediyorsunuz farkında
mısınız. Burada Kureyş suresini anlamak için ticaretin bölge için nasıl bir
öneme haiz olduğunu, ne kadar değerli olduğunu bilmek lazım, hatırlamak lazım.
Ticaret yoksa Kureyş yok bunu söyleyebiliriz rahatlıkla. Ticaret yoksa Kureyş
yok. İylaf yoksa ticaret yok. Bu surenin anahtar kavramı olan Li iylâfi
ilk kelime aynı zamanda iylaf yoksa ticaret yok, ticaret yoksa kureyş yok.
Mekke yok yani.
Saffan Bin Umeyye’nin itirafı bu
söylediğimiz hakikatin en güzel ifadesidir. Hz. Peygamber; İylaf’ın iki kanadı
var; Bir kanadı Mekke ile Yemen, diğer kanadı Mekke ile Şam. Yani kuzey ve
güney İylaf bu ikisinden müteşekkil. Güney kışın kullanılan ticaret yolu Kuzey
yazın kullanılan ticaret yolu. Bu ikisi sayesinde bölge bir eli yağda bir eli
balda müreffeh bir hayat sürüyor. İşte biz bölge için iylaf’ın ve dolayısıyla
ticaretin ne kadar hayati önemde olduğunu Saffan Bin Ümeyye’nin, Ümeyye Bin
Halef’in (Tam ismi Safvan Bin Ümeyye Bin Halef Bin Vehb Bin Huzafe'dir.) oğlu olur. Onun mirası ona kalmıştı ve Mekke’nin yeni kuşak
tüccarlarının bir numarasıdır aynı zamanda. Saffan bin Ümeyye’nin; Allah
resulünün Medine yolunu kontrol altına alması üzerine yaptığı itiraf ve tabii
ki kendi kendisine sitemi şöyle.;
“Varlığımız yazın
Şam, kışın Yemen ticareti demeye gelen iylaf’a bağlı” diyor. “Eğer bu yoksa
yani yazın Şam, kışın Yemen seferleri yoksa kesinlikle tükeniriz. Ticarette
yok, servette yok, elimizde kini yer bitirir ve ekmeğe muhtaç oluruz.” Diyor.
Safan Bin Ümeyye. Vâkıdi Kitabu'l Meğazi'sinde böyle nakletmiş, ben de
sizlere oradan Meğazi’nin hangi cildi hatırlayamıyorum ama en son sayfasında
okumuştum.
Evet, gerçeğin tümü bu değil,
gerçeğin bir yarısı yani ticaret yoksa Mekke yok, iylaf yoksa ticaret yok. Bu
gerçeğin bir yarısı. Gerçeğin tümü nedir biliyor musunuz? Kâbe yoksa hiçbiri
yok. İşte bu. Onun için ne ticaret var Kâbe yoksa, ne iylaf var, ne Kureyş var.
İşte onun içindir ki Felya'budû Rabbe hâzelBeyt (3) o halde ey Mekke şu
beytin rabbine kulluk edin. Yalnız şu beytin rabbine. Şimdi bu ayet tam yerine
oturmuyor mu, şimdi anlaşılmıyor mu bu açıklamaların arkasından. Evet, Beyte
değil yani, Rabbe hâzelBeyt beyte
kulluk etmeyin, beytin rabbine, ekmeğe değil teşekkür, ekmeğin sahibinin
hakkıdır teşekkür. Bu girizgâhtan sonra surenin tefsirine geçebiliriz.
1-) Li iylâfi Kureyşin;
Kureyş'in
ülfet ve hürmete mazhariyeti için, (A.Hulusi)
1 -
İylâfı için Kureyşin. (Elmalı)
Li iylâfi Kureyş burada ki “lâm” çok
önemli, ama önce bir mana vereyim. Kureyş’in birlik ve dirliği hakkı için.
İylaf birlik ve dirlik, “lâm” da hakkı için. Kureyş’in birlik ve dirliği hakkı
için. Burada ki “lâm” üzerinde kısaca durmak zorundayım.
“lâm” hem fil suresini hem de bu
surenin 3. ayetini görüyor. Önemli bu. Zımnen Kureyş, fil hezimetinin hakkını
ödemeyi unuttu. Yani fil ordusunu Allah helak etti, buna teşekkürü unuttu,
teşekkür edemedi. Ne yaptı? İhanet etti. Kâbe’yi putlarla doldurdu. Putları
atacağına putları çoğalttı. Zulmü azaltacağına zulmü çoğalttı. Başkalarını
haksızlığa engel olacağına, başkalarına bizzat kendisi haksızlık yaptı ve
ticareti zulme çevirdi, ticareti kat kat faize çevirdi. Yani Allah’ın hoş
görmediği ne varsa hepsini yaptı. Allah’ın, beytin rabbinin ekmeğini yediler
ama o ekmeği yediği sofraya bıçak saplamaya kalktırlar. İşte Kureyş bu. Bari
manasını veriyor aslında “lâm” burada. Yani bunu olsun bilsinler.
Burada Li iylâfi Kureyş, Kureyş kelimesi
köpek balığı manasına gelir diyenler var. Köpek balığı manasına gelirse o zaman
Kureyş’in aslının denizle alakası olması lazım. Bunu söyleyenler de olmuş.
Aslında Kureyş, yani ben-i Fihr; özünde kızıl deniz sahilinden gelip buraya
yerleşen bir kabiledir demişler ki bu çok ta yabana atılacak bir şey değil.
Nihayetinde Kızıl denizle Mekke’nin arası her ne kadar dağlarla çevrili olmuş
olsa da vasıtayla 1 saatlik bir yol. Cidde’den Mekke’ye 1 saat, hatta 45
dakikada gidip gelinir. Dolayısıyla çokta yabana atılacak bir şey değil deniz
kenarı kavmi olması mümkindir Kureyş’in.
Ama bu kelimenin daha farklı bir
kökten türediğini söyleyenler de olmuş. Karş, veya kırş kökünden gelir
demişler. Bu aslında toplamak biriktirmek manasına geliyor. Kuruş ta oradan
gelir. Kuruş; toplandığı biriktirildiği için kuruş denmiştir. Yani, Kureyş
belki de kuruş toplayan manasına da alınabilir. Kuruşu toplayıp biriktiren,
parayı toplayıp biriktiren, altını, gümüşü üst üste yığan manası vermekte
mümkindir bu kökten geliyorsa eğer. Fihr Bin Malik’ten türeyen kabileye etnik
anlamda Kureyş’i tarif edecek olursak Fihr Bin Malik’in çocuklarına Kureyş ismi
verilmiş.
[Ek bilgi-1; Allah’ın Beytinin
hizmetçisi olmalarından ötürü tüm kabileler yaptıkları bu hizmetten dolayı
onlara saygı duyuyorlardı. Kâbe’yi ziyaret için çevreden gelenlere cömertçe
davranmaları onların saygınlığını ve dokunulmazlıklarını artırıyordu. Kimse
onların kervanlarına dokunmuyordu. Halbuki çevrelerinde soygun, vurgun, talan
kol geziyordu. Kervanlar soyuluyor, adamlar öldürülüyor ama kimse onlara
dokunmaya cesaret edemiyordu. Bakın Ankebût bu hususu şöyle anlatır:
“Çevrelerinde insanlar kapılıp götürülürken
Bizim Mekke’yi güven içinde ve kutsal bir yer kıldığımızı görmediler mi? Bâtıla
inanıp Allah’ın nîmetini inkâr mı ediyorlar?” (Ankebût 67)
İşte Allah bütün bu nîmetlerini gündeme getirerek, gözler
önüne sererek bu nîmetlere karşılık kulluğu sadece bu Beytin Rabbine yapmaları
gerektiğini hatırlatarak buyuruyor ki: (Besâiru-l Kur’an- Ali Küçük)]
[Ek bilgi-2; Li iylâfi Kureyşin; li iylafin e 4 değişik açıdan bakmak
mümkündür nasıl anlamamız noktasında.
1 - Şimdi Li iylâfi
Kureyşin burada ki li fiyl
suresinin 1. ayetine götürebiliriz. Yani
Elem tera keyfe fe'ale Rabbüke Bi ashâbil fiyl görmedin mi rabbin fil
ordusuna ne yaptı? Niçin? Li iylâfi
Kureyşin Kureyş’in güvenliği için fil ordusuna rabbinizin ne yaptığını bir
düşünsenize. Oraya bağlanabilir bu. Burada Kureyş’in korunmasının zımnında
korunulan şey Kâbe, değerler.
2 – Fiyl
suresinin son ayetine bunu bağlayabiliriz.
Fece'alehüm ke'asfin me'kûl Allah onları yenilmiş bir ekin tarlası gibi
yaptı. Niye? Li iylâfi Kureyşin
Kureyş’in güvenliği için. Oraya bağlanabilir.
3 – Li iylafi de ki o “lâm” edatı 3. ayette
ki Felya'budû emri ile
ilişkilendirilebilir. Yani madem ki Kureyş’in güvenliği için şunlar, şunlar
yapıldı, öyleyse bu beytin sahibi olan rabbe kulluk yapsınlar. Madem ki Allah
bu imkanı ortaya koydu, öyleyse
Felya'budû Rabbe hâzelBeyt yani Kureyş’ten, bir ırktan, bir akrabadan
aslında söz edilmiyor Rabbe hâzelBeyt
işte burada belirleyici olan odur. Bu beyt, mabed, değer, değerin korunmasına
yöneliktir surenin verdiği mesaj. Kureyş’i öne çıkartmasının sebebi onların
dikkatini bir şeye çekmektir.
4 - Li iylâfi Kureyşin demek Kureyş’e sağlanan bu güvenliğe teaccüb
anlamı verir o li. Kureyş’e sağlanan bu güvenliğe şaşın durun. Aslında normal
şartlarda olacak şey değildi bu. Yani süper güç geliyor, bir site devleti bile
olmayan bir yere saldırıyor ve o süper güç yerle bir oluyor. Li iylâfi Kureyşin kureyş’in
güvenliğinin sağlandığı o olaya şaşın, ne enterasan bir olaydı bir düşünün
Burada ki, li edatının bir teaccüb anlamı da var. Böylece işte mesela biz
surenin 1. ayetini 4 çeşit ihtimalle buluşturup 4 farklı taraftan bakabiliriz.
Bu
çeşitliliğin sebebi her birine vereceğimiz karşılılığımız var Yoksa hem
kendisinden önceki sure ile ilgili ilişkisi bağlamında anlayabiliriz bunu. Hem
Kureyş suresinin 1. ile 3. ayetini bağdaştırabiliriz hem de bu 3. den farklı
olarak bağımsız bir şekilde bir teaccüb manası verebiliriz. (Mehmet
Okuyan- Okudun mu Kur’an dersleri)]
[Ek bilgi-3; İlâf ashabı dört
kardeş idi ki, bunlar Abd-i Menaf oğullarıdır: Haşim, Şam meliki ile anlaşırdı.
Ondan atlar almış, onunla Şam ticaretinde emniyet bulmuştu. Abd-i Şems,
Habeş'e; Muttalib, Yemen'e; Nevfel de Faris ile anlaşırdı. Bunlara
"Müttecirin" denirdi. Diğer Kureyş tüccarları bu dört kardeşin
adlarıyla ticarete giderler, ondan dolayı onlara da dokunulmazdı.
Kureyş, Harem-i Şerif'in
sakinleri idiler. Etraflarında halk vurulup çarpılırken onlar erzaklarının
temininde ve yazın, kışın seferlerinde emniyetle gidip geliyorlardı. Bir
arızaya uğradıkları zaman, "Biz Allah'ın hareminin ehliyiz." diyorlar
ve bundan dolayı kendilerine kimse dokunmuyordu. Haşim, Şam ile anlaşıyordu;
Abdişems, Habeş'le; Muttalib, Yemen'le; Nevfel, Faris'le, diğer Kureyş
tacirleri de bu kardeşlerin tutamaklarıyla bu şehirlere gidip geliyorlar ve o
sayede onlara da dokunulmuyordu. Bu dört kardeşten her biri kendi sefer
nahiyesinin melikinden bir ahd ve eman vesikası almıştı.
Bu itibar ile de meâlde îlâf
lafzının bu iki mânâyı içermek üzere aynen muhafazası lüzumu ortaya çıkar.
Bütün bu mânâlarda "kış ve yaz seferi"nde ticaret seferi mânası esası
olmuş oluyor. Bununla beraber bu îlâf Kureyş'e ait olmakla beraber seferin de
mutlaka onlara ait olması lazım gelmez. Bu anlaşma suretiyle Kureyş başkalarını
da sefer ve rıhlete ilaf etmiş olmak muhtemeldir. (Elmalı-Tefsir)]
2-) İylâfihim rıhleteş şitâi vas sayf;
Kış ve
yaz seferinde rahat ve ülfetleri için. (A.Hulusi)
2 -
Sefere iylâfları yazın, kışın. (Elmalı)
İylâfihim rıhleteş şitâi vas sayf
evet, bari Kureyşin birlik ve dirliği hatırına, birlik ve dirliği hakkı için İylâfihim rıhleteş
şitâi vas sayf yine bari onların kış ve yaz iylafı hakkı için.
Nedir? İşte iylaf’ın açılımı aslında bu. Kış ve yaz yolculuğu hakkı için.
Rıhle; yolculuk, ticaret seferi. Kervanların oluşturduğu ticari seferler. Yaz
ve kış rıhlesi aslında iylaf idi. Bu iylaf aslında özü itibarıyla anlaşma
manasına gelir. Bu anlaşma da işte haram ayları bize açıklayan bir anlaşma,
haram aylar boyunca bu kervanlar gider, gelir yaz ve kış ticaret seferi
yaparlar ve bölgenin ortasında ne ziraata, ne hayvancılığa asla elverişli olmayan,
başka türlü hiçbir geçim kapısı bulunmayan, Mekke bu sayede savaş bölgesinde
bir barış adası gibi yaşıyor ve gerçekten müreffeh bir hayat sürüyorlardı.
İçinde ziraata elverişli herhangi bir arazi yok, içinde hayvancılıkta
yapılamaz. Ama ziraata elverişli cam gibi toprak parçalarında yaşayan
halklardan çok daha müreffeh bir ortamda yaşıyorlardı. Ne sayesinde? İşte
burada geldi 3. ayet onu söylüyor.
3-) Felya'budû Rabbe hâzelBeyt;
Bu
Beyt'in Rabbine (tevhid ehli olarak) kulluk etsinler! (A.Hulusi)
3 -
Hiç olmazsa onun için kulluk etsinler rabbine bu Beytin. (Elmalı
Felya'budû Rabbe hâzelBeyt bari
bunun için, bari şu iylaf için, bari yaz ve kış gerçekleşen ticari seferler
hakkı için Felya'budû
Rabbe hâzelBeyt şu beytin rabbine ibadet edin. Yani ibadeti yalnızca
şu beytin rabbine yönlendirin, yöneltin. Onun dışındaki hiçbir şeye kulluk
etmeyin, bunların hakkı için. Aslında bu bari manasını vermem boşuna değil.
Yani siz fil hadisesinde borcu ödeyemediniz, Allah’a teşekkür etmediniz,
teşekkür edeceğiniz yerde daha da azdınız. Bari iylaf’ın hakkı için, fil
hezimetinin hakkını yerine getiremediniz bari iylaf’ın hakkı için, yaz ve kış
ticaretinin, sizi burada var eden, sizin can damarınız olan, size hayat
bahşeden bu yaz ve kış ticari seferlerinin sağlığı için, hakkı için teşekkürü
için Allah’a kulluk edin.
Beytin rabbine diyor ama burada Rabbe hâzelBeyt
Hazel beyt aslında doğrudan Kâbe’ye atıftır. Beyt; beytullah’ın bir ifadesidir,
Allah’ın evi. Allah’ın evi denmesi haşa Allah’ı cisimlendirmek için telakki
etme manasına değil, kamu malı olduğu içindir, çünkü insanlık evidir orası.
Orası insanların çağrılı olduğu evdir. A.İmran/97. ayetinde de ifadesini
bulduğu gibi;
ve Lillâhi alenNasi hıccül beyti menisteta'a ileyhi sebiyla.
(A.İmran/97) ona bir yol bulabilen herkesin beyti haccetmesi, Allah’ın insanlık
üzerinde ki hakkıdır. Ve Lillâhi alenNas; insanlık üzerinde ki hakkı. Çünkü
insanın ata ocağı, ana kucağı, baba ocağıdır Mekke ve Kâbe. Çünkü insanlık yer
yüzünde ilk kez o bölgede neşvü neva bulmuştur. İnsanlık oraya hacca giderken
aslında baba ocağına teşekkür için gider. Bir vefa borcudur bu.
Evet, aslında Rabbe Felya'budû Rabbe
hâzelBeyt yalnızca şu beytin rabbine kulluk edin derken, bunun
teşekkürünü ödemek için kulluğunuzu şu beytin rabbine tahsis edin manasına
gelir.
4-) Elleziy at'amehüm min cû'ın ve âmenehüm min
havf;
O ki,
onları açlıktan doyurdu ve korkudan emin etti. (A.Hulusi)
4 - Ki
onları açlıktan doyurdu, ve korkudan emîn buyurdu. (Elmalı)
Elleziy at'amehüm min cû'ın ve âmenehüm min
havf surenin son ayeti bu; Ki O, onları açlığa rağmen doyurmuş, her
tür tehlike ve tehdide rağmen güvende kılmıştır. Evet, Elleziy at'amehüm ki O Allah onları
doyurmuştur. Min cû’in. Burada ki Min bedel içindir aslında. Bunun manaya
kattığı yan anlam şudur: Mekke şartlarında açlık doğaldı. Yani burada hiçbir
şey yok, bitki yok, hayvan yok, ziraata elverişli arazi yok, simsiyah lav
kayalıkları. Dört tane tepenin dağın ortasında bir vadi. Hiçbir şey yok. Açlık
kaçınılmazdı. Burada ki Min bedeldir. Onun için Min cû’in; açlığa rağmen,
açlıktan bedel. Dolayısıyla açlık kaçınılmazdı.
ve âmenehüm min havf burada ki Min
de öyle yine 2. Min. Yani emniyette de olamazlardı. Nasıl emniyette olacaklar,
yani bunlara doğal tehlike burada her zaman açık, çünkü burada bir kale de
yapamazlar. O kadar na müsait ki ortam.
Peki nasıl olacak? Bir dağın
tepesinde yaşayamazlar, su vadinin dibinde, su yok çünkü. Susuz yaşayamazlar.
Suyun yanında olsalar bu sefer de tehlike ve tehditlere açık hale gelirler.
Bütün bunlara rağmen Allah onları güvenlikte tuttu ve doyurdu. Evet, Elleziy at'amehüm
min cû'ın ve âmenehüm min havf bütün bunlara rağmen.
Beytin rabbi onları hem doyurdu,
hem de öyle bir doyurma ki bu doygunluk azdırmıştı bile, azmışlardı. Sağa sola
sataşıyorlar, Allah resulüne ve vahye karşı diklenmelerine baksanıza. Neyinize
böbürleniyorsunuz. Baksanıza Mekke müşrik aristokrasisinin Allah resulüne karşı
o müstekbirce, o kibirli, o küstahça tavırlarına. Neyiniz var sizin. Beytin
rabbi sizi doyurdu, beytin rabbi sizi güvenlikte kıldı. O beytin rabbinin
peygamberi olan İbrahim o beyti oraya yeniden inşa etti ve o beytin rabbi bir
peygamber seçti, hem de içinizden, sizin evladınızdan bir peygamberi seçti ve
ona vahyi indirdi. Şimdi siz O’na karşı gelmekle, O’na savaş açmakla, O’nu yok
etmeye kalkmakla aslında kendi ekmeğinizi veren, sizi güvende kılan, sizi bu
zor şartların içinde şu cehennem gibi bir çölün ortasında cennet gibi bir
hayatı size lûtfeden Allah’a siz böyle mi teşekkür ediyorsunuz, teşekkür böyle
mi olur. Onun için tefekküre davet ediyor Kur’an işte. Tefekkür etselerdi
teşekkür ederlerdi. Tefekkür etmediler. Onun için teşekkür de etmediler.
İşte bu sure onları akıllanmaya,
aslında onların üzerinden hepimize. Çünkü hepimiz Allah’a muhtacız. Allah
desteğini çektiğinde ayakta duramayız. Allah’ın yok neyin var, Allah’ın var
neye muhtaçsın eğer Allah çekiliverirse özel bir belaya ihtiyaç yok Allah’ın
desteğini çekmesi belaların en büyüğüdür. İnsan nasıl ayakta durur, insan nasıl
dik durur. Onun için hepimize hatırlattığı bu. Eğer Allah’ın üzerinizde ki
nimetini hatırlarsanız Allah’ın hakkını Allah’a teslim etmek zorunda
kalırsınız. Allah’ın hakkını hatırlarsınız. Allah’ın hakkının ananızın,
babanızın, kardeşinizin, komşunuzun ve herkesin hakkından, eşinizin, can
yoldaşınızın hakkından daha fazl olduğunu görürsünüz. O zaman Allah’ın hakkını
Allah’a teslim etmenin tek yolunun Allah’a kayıtsız şartsız teslim olmak
olduğunu anlarsınız.
İşte İslam budur, işte Müslüman
olmak budur. Allah’ın hakkını Allah’a teslim etmek için Allah’a teslim olmaktan
başka çare bulmamak.
Rabbim hakkını inkâr edenlerden
değil hakkını teslim edenlerden ve bu amaçla da kendisine kayıtsız şartsız
teslim olanlardan kılsın.
“Ve ahiru davanâ enil hamdülillahi rabbil
alemiyn”
Çağrımız ve davamız Âlemlerin Rabbi olan
Allah’a hamd’adır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder