“Euzübillahimineşşeytanirracim.”
“Bismillahirrahmanirrahim”
Sevgili dostlar bugün sizinle Kur’an ülkesinde çıktığımız gezinin yeni bir durağındayız. Bugün Âl-u İmran suresi ile dersimize devam edeceğiz.
Âl-u İmran suresi adını 33. ayetinde geçen bir aile isminden alır. Zaten Âl-u İmran da İmran ailesi demektir. İmran rivayetlere göre Hz. Musa ve Harun AS. ın babalarının ismi, hem de İsa peygamberin annesi Meryem’in ve onun annesi Hanne’nin içinde yer aldığı, hatta dolayısıyla, dolaylı bir akrabalıkla Zekeriya AS. ın, Yahya AS. da içinde yer aldığı, İsa peygamberin anne tarafından dedesi olan İmran ailesi içinde kullanıldığı söylenir.
Gerek Musa AS. ın ve Harun AS. ın babası olarak anlaşılsın, gerekse Hz. Meryem’in babası olarak anlaşılsın bu surede ele alınan bir olaydan yola çıkılarak bu sureye bu ismin verildiği müsellemdir.
Âl-u İmran suresi ittifakla Medenidir. Osman, İbn. Abbas ve Cafer kronolojilerinde bakara ve enfal suresinin ardından 3. sıraya yerleştirilir ki, bu konuda ittifak vardır.
İlk 83 ayet bir çok tefsire göre hicretin 9. yılında Necran Hıristiyanlarının Medine İslam devletini ziyaretleri sırasında indirildiği söylenir. Bu yıl; Am-ul mufit, yani elçiler yılı olarak ünlenmiştir tarihte. Necran’da yerleşik olan büyük bir Hıristiyan kitle, İslam’ın peygamberinin tüm Arabistan yarımadasını içine alan bir yönetim kurduğunu tabii ki öğrendiklerinde, kendileri de bir ekiple Resulallah’ı ziyaret ederler.
Bu ekip 64 kişilik bir ekiptir. İçlerinde ünlü din adamları da bulunmaktadır. Üstelik bu din adamları aynı zamanda Necran site devletinin de yöneticisidirler. Bu yöneticiler Resulallah’la peygamberin mescidinde birkaç gün karşılıklı tartışırlar, konuşurlar. Bir takım fikir alışverişinde bulunurlar. Özellikle tartışma İsa Peygamberin Hıristiyan ilahiyatında ki konumu üzerinde odaklanır.
Gelen heyetten bazıları İsa peygamberi; 3 uklum, yani 3 yaratıcının, ya da tanrının 3 elementinden biri, elemanından biri olarak alırken, bazıları da oğul olarak almakta Tanrının oğlu nitelemesiyle anmaktadır.
Yine daha bazıları Onu Kutsal Ruh olarak almakta ve onu tanrı ilan etmektedir. Yani bu heyetin kendi içerisinde de bir fikir birliği yoktur anlaşılan.
Resulallah bu insanlarla Hz. İsa’nın beşeriyeti üzerinde tartışır ve en sonunda bu insanlar pes ederler. Ancak Resulallah’ın İslam’a teslim olmaları çağrısına da müspet cevap vermezler. Hatta Resulallah bunları mülaene ye, yani “Hangimiz hak üzerindeyse, hak üzerinde olmayana Allah’ın lanetini dileyelim.” Diyerek lanetleşmeye çağırınca da heyet içerisinden aklı başında olanların uyarısıyla Necran’lılar bu mülaene davetinden yüz çevirirler. Çünkü Necran’lıların içerisinde Resulallah’ın gerçekten bir peygamber olduğunu iyi bilen ilim adamları vardır ve onlar Necran heyetini “Bir peygamberle lanetleşen kavim lanete uğrar.” diye uyarırlar.
Peygamber bu heyeti, Necran heyetini günlerce Medine’de misafir eder. Bu heyet ibadetlerini kendi dinlerine göre peygamber mescidinde eda ederler. Resulallah onları tüm konukseverliği ile ağırlar ve gönderir. Onlar da İslam’ın kendi site devletleri üzerindeki egemenliğini kabul ederler ve böylece bu ziyaret son bulmuş olur.
Tabii ki bu surenin ilk 83 ayeti bu münasebetle indi diyen bu rivayetler tartışılabilir. Çünkü bu ayetler içerisinde Yahudileri ima eden, onlara atıf yapan ayetler de vardır. Muhtemeldir ki söz konusu ayetler belki Bedir savaşının hemen sonrasında, hatta bazıları Bedir savaşından da önce nazil olmuş olmalıdır kanaatimizce.
Bu surenin muhtevası Hıristiyanlaşma diyebileceğimiz bir temayüle karşı Müslümanları uyarmak üzerinedir. Hatırlayacaksınız bakara suresi Müslümanları Yahudileşme tehlikesine karşı uyarıyordu. Biz Bakara suresini tefsir ederken Yahudileşme tehlikesinin somut bir takım tarihsel adımlarının neler olduğunu görmüştük. İşte bu sure de Müslümanları Hıristiyanlaşma tehlikesine karşı uyarıyor.
Hıristiyanlaşma tehlikesinin en büyük tezahürlerinden biride dinin temel referanslarını, ana kaynaklarını yanlış yorumlamak. Yani bir tür semantik ve hermolitik tahrife yol açmak. Zaten Hıristiyanlar da peygamberlerini ilahlaştırırken aslında İncil’de ki bir takım kelimeleri, bir takım cümleleri yanlış yorumlayarak ilahlaştırmadılar mı? Teslis inancının bir şirk inancı diyebileceğimiz 3 leme inancının, yani baba, oğul, Ruh-ul Kuds’ten oluşan 3. leme inancının aslında İncil’in bir takım metinlerinin tahrif edilerek elde edilmiş bir inanç olduğunu bilmiyor muyuz?
İşte bu tehlikeye Kur’an dikkatimizi çekerken bu surenin 7. ayetinde müteşabihat konusunda bir uyarıda bulunur. Yani Kur’an ın üstü kapalı ayetleri, ilk bakışta anlaşılamayan ayetleri ya da gaybi bir takım hakikatleri işaret eden, gaybi hakikatleri beşer zihninin seviyesine indirip insan lisanına tercüme eden bu bir takım ayetleri, metinleri yorumlama konusunda düşünen yanlış yada kasıtlı bir takım çarpıtmalar sonucunda Allah’ın kelamının yanlış algılanması ve yanlış anlaşılması diyebileceğimiz bir eğilimi, Hıristiyanlaşma eğilimi olarak adlandırabiliriz.
Onun için de Kur’an bütün bir Kur’an içerisinde sadece bu surenin 7. ayetinde ele aldığı bir tasnif yapıyor. Kur’an ın Muhkemat ve müteşabihat, muhkem ve müteşabih ayetlerden oluştuğu tezini işliyor. İşte bu tezi neden bu surede işlediğinin sorusu sorulduğunda buna verilecek en mugni cevap, bu surenin Müslümanları, Hıristiyanlaşmaya karşı bir uyarı oluşundandır diyebiliriz.
“Bismillahirrahmanirrahim”
1-) Eliif, Lâââm, Miiiym;
“Bismillahirrahmanirrahim”
Sevgili dostlar bugün sizinle Kur’an ülkesinde çıktığımız gezinin yeni bir durağındayız. Bugün Âl-u İmran suresi ile dersimize devam edeceğiz.
Âl-u İmran suresi adını 33. ayetinde geçen bir aile isminden alır. Zaten Âl-u İmran da İmran ailesi demektir. İmran rivayetlere göre Hz. Musa ve Harun AS. ın babalarının ismi, hem de İsa peygamberin annesi Meryem’in ve onun annesi Hanne’nin içinde yer aldığı, hatta dolayısıyla, dolaylı bir akrabalıkla Zekeriya AS. ın, Yahya AS. da içinde yer aldığı, İsa peygamberin anne tarafından dedesi olan İmran ailesi içinde kullanıldığı söylenir.
Gerek Musa AS. ın ve Harun AS. ın babası olarak anlaşılsın, gerekse Hz. Meryem’in babası olarak anlaşılsın bu surede ele alınan bir olaydan yola çıkılarak bu sureye bu ismin verildiği müsellemdir.
Âl-u İmran suresi ittifakla Medenidir. Osman, İbn. Abbas ve Cafer kronolojilerinde bakara ve enfal suresinin ardından 3. sıraya yerleştirilir ki, bu konuda ittifak vardır.
İlk 83 ayet bir çok tefsire göre hicretin 9. yılında Necran Hıristiyanlarının Medine İslam devletini ziyaretleri sırasında indirildiği söylenir. Bu yıl; Am-ul mufit, yani elçiler yılı olarak ünlenmiştir tarihte. Necran’da yerleşik olan büyük bir Hıristiyan kitle, İslam’ın peygamberinin tüm Arabistan yarımadasını içine alan bir yönetim kurduğunu tabii ki öğrendiklerinde, kendileri de bir ekiple Resulallah’ı ziyaret ederler.
Bu ekip 64 kişilik bir ekiptir. İçlerinde ünlü din adamları da bulunmaktadır. Üstelik bu din adamları aynı zamanda Necran site devletinin de yöneticisidirler. Bu yöneticiler Resulallah’la peygamberin mescidinde birkaç gün karşılıklı tartışırlar, konuşurlar. Bir takım fikir alışverişinde bulunurlar. Özellikle tartışma İsa Peygamberin Hıristiyan ilahiyatında ki konumu üzerinde odaklanır.
Gelen heyetten bazıları İsa peygamberi; 3 uklum, yani 3 yaratıcının, ya da tanrının 3 elementinden biri, elemanından biri olarak alırken, bazıları da oğul olarak almakta Tanrının oğlu nitelemesiyle anmaktadır.
Yine daha bazıları Onu Kutsal Ruh olarak almakta ve onu tanrı ilan etmektedir. Yani bu heyetin kendi içerisinde de bir fikir birliği yoktur anlaşılan.
Resulallah bu insanlarla Hz. İsa’nın beşeriyeti üzerinde tartışır ve en sonunda bu insanlar pes ederler. Ancak Resulallah’ın İslam’a teslim olmaları çağrısına da müspet cevap vermezler. Hatta Resulallah bunları mülaene ye, yani “Hangimiz hak üzerindeyse, hak üzerinde olmayana Allah’ın lanetini dileyelim.” Diyerek lanetleşmeye çağırınca da heyet içerisinden aklı başında olanların uyarısıyla Necran’lılar bu mülaene davetinden yüz çevirirler. Çünkü Necran’lıların içerisinde Resulallah’ın gerçekten bir peygamber olduğunu iyi bilen ilim adamları vardır ve onlar Necran heyetini “Bir peygamberle lanetleşen kavim lanete uğrar.” diye uyarırlar.
Peygamber bu heyeti, Necran heyetini günlerce Medine’de misafir eder. Bu heyet ibadetlerini kendi dinlerine göre peygamber mescidinde eda ederler. Resulallah onları tüm konukseverliği ile ağırlar ve gönderir. Onlar da İslam’ın kendi site devletleri üzerindeki egemenliğini kabul ederler ve böylece bu ziyaret son bulmuş olur.
Tabii ki bu surenin ilk 83 ayeti bu münasebetle indi diyen bu rivayetler tartışılabilir. Çünkü bu ayetler içerisinde Yahudileri ima eden, onlara atıf yapan ayetler de vardır. Muhtemeldir ki söz konusu ayetler belki Bedir savaşının hemen sonrasında, hatta bazıları Bedir savaşından da önce nazil olmuş olmalıdır kanaatimizce.
Bu surenin muhtevası Hıristiyanlaşma diyebileceğimiz bir temayüle karşı Müslümanları uyarmak üzerinedir. Hatırlayacaksınız bakara suresi Müslümanları Yahudileşme tehlikesine karşı uyarıyordu. Biz Bakara suresini tefsir ederken Yahudileşme tehlikesinin somut bir takım tarihsel adımlarının neler olduğunu görmüştük. İşte bu sure de Müslümanları Hıristiyanlaşma tehlikesine karşı uyarıyor.
Hıristiyanlaşma tehlikesinin en büyük tezahürlerinden biride dinin temel referanslarını, ana kaynaklarını yanlış yorumlamak. Yani bir tür semantik ve hermolitik tahrife yol açmak. Zaten Hıristiyanlar da peygamberlerini ilahlaştırırken aslında İncil’de ki bir takım kelimeleri, bir takım cümleleri yanlış yorumlayarak ilahlaştırmadılar mı? Teslis inancının bir şirk inancı diyebileceğimiz 3 leme inancının, yani baba, oğul, Ruh-ul Kuds’ten oluşan 3. leme inancının aslında İncil’in bir takım metinlerinin tahrif edilerek elde edilmiş bir inanç olduğunu bilmiyor muyuz?
İşte bu tehlikeye Kur’an dikkatimizi çekerken bu surenin 7. ayetinde müteşabihat konusunda bir uyarıda bulunur. Yani Kur’an ın üstü kapalı ayetleri, ilk bakışta anlaşılamayan ayetleri ya da gaybi bir takım hakikatleri işaret eden, gaybi hakikatleri beşer zihninin seviyesine indirip insan lisanına tercüme eden bu bir takım ayetleri, metinleri yorumlama konusunda düşünen yanlış yada kasıtlı bir takım çarpıtmalar sonucunda Allah’ın kelamının yanlış algılanması ve yanlış anlaşılması diyebileceğimiz bir eğilimi, Hıristiyanlaşma eğilimi olarak adlandırabiliriz.
Onun için de Kur’an bütün bir Kur’an içerisinde sadece bu surenin 7. ayetinde ele aldığı bir tasnif yapıyor. Kur’an ın Muhkemat ve müteşabihat, muhkem ve müteşabih ayetlerden oluştuğu tezini işliyor. İşte bu tezi neden bu surede işlediğinin sorusu sorulduğunda buna verilecek en mugni cevap, bu surenin Müslümanları, Hıristiyanlaşmaya karşı bir uyarı oluşundandır diyebiliriz.
“Bismillahirrahmanirrahim”
1-) Eliif, Lâââm, Miiiym;
1 - Elif, Lâm Mîm,(elmalı)
1-) Eliif, Lâââm, Miiiym. (A.Hulusi)
Bu Mukadda harflerinin tefsirini Bakara suresinin 1. ayetini işlerken yapmıştık. Ben burada Bakara suresinin 1. ayetine atfederek bu surenin başında yer alan Mukadda harflerini uzun izaha gerek duymadan geçmek istiyorum. Lakin çok kısa birkaç özet vermek yerinde olur sanırım.
Eliif, Lâââm, Miiiym; Siz bunu A, B, C, ya da elif, be, te, fe diye de görebilirsiniz bir yoruma göre.
Kur’an da hemen hemen tüm surelerin ¼ e, yaklaşık ¼ i içine alan sayıda surenin başında bu tür harfler gelir. Bunlara huruf-u mukadda, mukaddaat harfleri adı verilir ve okunuşu da teker teker böyle okunur. Yani kesik kesik müstakil biçimde okunur. Onun için Mukadda denilmiştir.
Bir yoruma göre bu harfler aslında, “Ey insanlar elinizde tuttuğunuz bu metin, Allah’ın size hitap ettiği bu metin işte gördüğünüz bu harflerden oluşmuştur. Bakın Allah size harflerden oluşan bir metin içerisinde ebedi mesajını bildirmektedir.” Anlamına gelir. Bu yoruma göre mukaddaat harflerinin başında yer aldığı tüm surelerin Mukaddaatını alt alta dizdiğinizde ya birlidir, ya ikilidir, ya üçlüdür, ya dörtlüdür, ya beşlidir. Yani bir ile beş arasında değişir. En fazla beştir, en az bir dir.
Tabii ilginç bir tevafuk Arap dilinin tüm kelimeleri de birle beş harflidir. Ya1, ya 2, ya 3, ya 4, ya 5 harflidir. Arap dilinde bundan daha fazla harfli kelime bulunmaz. Adeta bununla verilen mesajın şu olduğu söylenebilir;
Bu görüşü savunanların bir delili de Kur’an da Huruf-u Mukaddanın yer aldığı tüm surelerin mutlaka girişlerinin vahye, Kur’an a ve ilahi kelama bir atıfla girmiş olmasıdır. Buna karşılık şu söylenebilir. Kur’an da Huruf-u Mukadda, yani böyle müstakil harflerle başlamayıp ta vahye atıf yaparak, Kur’an a atıf yaparak giren surelerde var. Başka surelerde var diyenler olmuştur. O halde kısaca Hz. Ebu Bekir, Hz. Ömer, Hz. Ali ve Hz. Osman (R.A.)in de görüşlerinde olduğu gibi şunu söylememiz son tahlilde mümkündür; “Her kitabın bir sırrı vardır, bir gizemi, bir şifresi, bir anahtarı vardır. Kur’an ın şifresi, gizemi, anahtarı da bu harflerdir.” Demek mümkündür. Allah en doğrusunu bilir.
Sure, Huruf-u Mukaddanın hemen arkasından Allah’ı tanıtarak giriyor. İlahi kimliğe ait bilgiler veriyor bize ve diyor ki;
2-) Allâhu lâ ilâhe illâ HUvel Hayy'ul Kayyûm;
Allah, kendisinden başka tanrı olmayan, hayy ve kayyûmdur. (Elmalı)
Allâh O; tanrı ve tanrısallık yoktur, sadece "HÛ" (HÛ ismi, hüviyet-i Zât'a işaret eden isimdir ki birçok yerde önce "HÛ" denerek hüviyet-i Zât'ın âlemlerden ve tüm mânâlarla kayıtlanmaktan berî olduğu vurgulanır, sonra O'nda açığa çıkan bir özelliğe işaret eden isim belirtilir, sözü edilen konuya bağlı olarak); Hayy'dır (hayatın kendisidir) ve Kayyum'dur (âlemler O'nunla vücud bulur ve devam eder). (A.Hulusi)
Allâhu lâ ilâhe illâ HU; Kendisinden başka ilah olmayan Allah.
El Hayy'ul Kayyûm; Kimdir kendisinden başka ilah olmayan Allah? Hayatın ve varlığın dayanağıdır, kaynağıdır.
Bu bir kimliktir. İlahi kimliği veren bir ayet bu. Rabbimiz bizi muhatap alırken, bize hitap ederken, bize tenezzül ederken kendisini tanıtarak başlıyor. Konuşanın, insanı muhatap alanın, insanla diyaloga girenin kim olduğunu biz işte buradan, bu şekilde anlıyoruz. Ve biliyoruz ki “O” başka hiçbir ortağı olmayan, hiçbir naziri, şeriki, benzeri olmayan ve varlığın ve hayatın yegane kaynağı ve dayanağı olan bir Allah’tır.
Bununla şu söylenmek isteniyor; “Ey bu metnin tüm çağlardaki muhatabı olan insanlık, unutmayın siz de bu varlık içinde yer alıyorsunuz ve sizin de dayanağınızdır Allah. Sizinde kaynağınız Allah’a aittir. O halde Allah’ı dinlerken, Allah’ın sözlerine muhatap olurken, Allah’ın vahyinin karşısında, sıradan bir söz karşısındaymış gibi davranmayın. Unutmayın sizi muhatap alan, size söz söyleyen, şu anda sizinle diyaloga giren zat, sizin varlığınızın da kaynağıdır, dayanağıdır.”
3-) Nezzele aleykel Kitabe Bil Hakkı musaddikan lima beyne yedeyhi ve enzelet Tevrate vel İnciyl;
3 ve 4. ayetler. O, sana kendisinden öncekileri tasdik edip doğrulayan bu kitabı hak ile indirdi. Daha önce insanlara hidayet olarak Tevrat'ı ve İncil'i de yine O indirmişti. Evet bu Furkan'ı da O indirdi. Gerçek şu ki, Allah'ın âyetlerini inkâr edenler için çetin bir azap vardır. Allah çok güçlüdür, intikamını alır. (elmalı)
Senin ellerin arasındaki, geçmişten gelen Hak bilgileri tasdikleyen bu Kitabı (Hakikat ve Sünnetullah bilgisini), Hakk'ın ta kendisi olarak, inzâl etti (bilincinde açığa çıkardı). Tevrat (Musa'ya gelen vahiyler) ve İncil'i (İsa'ya vahyolanı) de inzâl etmişti. (A.Hulusi)
Nezzele aleykel Kitab; İlahi kelamı senin üzerine parça parça indirdi.
Bil Hakkı musaddikan lima beyne yedeyh Bugüne ulaşan, yani hemen senin önünde bulduğun tüm hakikatleri tasdik eden, doğrulayan bu kitabı, bu ilahi mesajı sana peyder pey, aşama aşama O Allah indirdi.
Burada ki; lima beyne yedeyh İki el arasındaki motomot mana, birebir manası iki el arasında ya da hemen önünde anlamına gelen bu ibare aslında hakikatlerin zaman ve zemin üstü tüm hakikatlerin Kur’an tarafından içerildiğini de ifade etmektedir. Ve bu geçmiş kitaplara delalet etmekten daha çok, geçmiş tüm vahiylerin kalıcı olan boyutuna da delalet eder.
Aslında bu ibare zaman olarak geçmişe delalet etmez. Bu ibare hemen öndekine delalet eder. Yani kişinin hemen kendisine en yakın olan şeye. O halde buradan neyi anlayacağız; “Geçmişte ki tüm vahiylerin özü, geçmişte ki tüm mesajların çağlar üstü kalıcı olan boyutu sana kadar ulaşmıştır, o ulaşan boyutu da bu kitap içermektedir. İşte sana böyle bir vahiy indiren Allah’tır.”
ve enzelet Tevrate vel İnciyl; Biz bu manayı ayetin işte bu son cümlesi ile de doğrulamaktayız, Tevrat ve İncil’i de O indirmişti zaten.
Tevrat, kanun manasına gelen İbranice Tora kelimesinden mülhem. Pentatok ta deniliyor. Eski Yunan lisanına göre ilk 5 kitap. Bugün elimizde bulunan Kitab-ı Mukaddesin ilk 5 kitabına tora ya da pentatok adı verilen ilk 5 kitabına biz Tevrat diyoruz. Tevrat olarak bakıyoruz.
Zaten Kur’an da Tevrat derken daima ona vurgu yapıyor. Yoksa bugünkü Kitab-ı Mukaddesin, Tevrat’ın tamamı olarak bilinen, ama yanlış bir biçimde bilinen Kitab-ı Mukaddesin, 39 kitaptan oluşan ve İsrail oğlu peygamberlerinden bir çoğuna ait olan kitabı da bünyesinde barındıran Kitab-ı Mukaddese Kur’an Hiçbir yerinde Tevrat demez. Daima Kitap olarak anar. Tevrat dediği yerde biz biliyoruz ki Kur’an doğru bir biçimde Kitab-ı Mukaddesin ilk 5 kitabına atıf yapmaktadır.
İncil ise yine Yunanca bir kökenden gelen Evangelik ya da Evangelos aslından alınmadır ki Yunanca da İncil’e karşılık düşen bir kelimedir ve müjde anlamına gelir. İncil’de bilindiği gibi daha sonradan, İsa peygamberin vefatından ilk yazılan bugün elde ki resmi İncillerin ilk yazılanı, İsa Peygamberin vefatından yaklaşık 60 yıl sonraya tekabül eder. Ancak Kur’an ın burada beyan ettiği İncil’in o İncil olup olmadığı sorulursa eğer tabii ki burada özellikle bu ayette beyan edilen incilin, Hz. İsa’ya verilen ilahi mesaj olduğu açıktır.
4-) Min kablü hüden lin Nasi ve enzelel Furkan* innelleziyne keferu Bi ayatillahi lehüm azâbün şediyd* vAllahu Aziyz'un Züntikam;
3 ve 4. ayetler O, sana kendisinden öncekileri tasdik edip doğrulayan bu kitabı hak ile indirdi. Daha önce insanlara hidayet olarak Tevrat'ı ve İncil'i de yine O indirmişti..
Evet bu Furkan'ı da O indirdi. Gerçek şu ki, Allah'ın âyetlerini inkâr edenler için çetin bir azap vardır. Allah çok güçlüdür, intikamını alır.(elmalı)
Önceden insanlara bir Hüda (hakikate erdirici, doğru yolu gösterici) olarak. Furkan'ı da (Hak ile bâtılı, hayr ile şerr olanı ayırt eden) inzâl etti. Muhakkak ki Allâh'ın işaretlerindeki varlığını (Esmâ'sının açığa çıkışı olan işaretleri) örten, inkâr edenler var ya, onlar için şiddetli bir azap vardır. Allâh Aziyz'dir, Züntikam'dır (yapılanın sonucunu acıma söz konusu olmaksızın yaşatan). (A.Hulusi)
Min kablü hüden lin Nas Geçmişte insanlığa yol gösterici olarak Tevrat ve İncil’i de peyder pey indirmişti.
ve enzelel Furkan Ve yine o indirmişti Fürkanı.
Furkan, Vahyin bir sıfatıdır. Kur’an ın değil. Kur’an da Vahiy içinde olduğu için tüm vahiylerin bir sıfatıdır. Sadece Kur’an a özgü değildir. Kur’an da İncil içinde Furkan sıfatı kullanılır, Tevrat içinde. Demek ki Allah’tan gelen tüm mesajların böyle bir vasfı var. O halde bu vasıf nedir? Hakkı batıldan ayıran, iyiyi kötüden ayıran, doğruyu yanlıştan ayıran, haramı helalden ayıran, güzeli çirkinden ayıran özelliği demektir. Onun için tüm vahiylerin böyle bir özelliği var. Elbette ki Kur’an ında birinci özelliklerinden, birinci özelliği Furkan oluşudur. Onun için Furkan Kur’an a isim olarak ta verilmiştir.
innelleziyne keferu Bi ayatillahi lehüm azâbün şediyd Allah’ın mesajlarını inkar edenlere gelince işte onlar için korkunç bir azap vardır. vAllahu Aziyz'un Züntikam; Ve Allah izzeti olandır. Allah’ın izzeti vardır. İntikamı vardır.
Sevgili dostlar bu ayette de Rabbimiz vahyini tanıttı. Aslında hala kendi kimliğini tanıtmaya devam ediyor yukarıda ki ayetlerden itibaren. Nasıl bir Allah’ın muhatabı olduğumuzu, yaratıcının hangi özellikleri ile bizi muhatap aldığını biz bu ayetlerden anlıyoruz.
Ve yine bu ayetlerden bize nasıl büyük bir rahmet, mağfiret ve nimet verdiğini anlıyoruz. Allah’ın insanı muhatap almasının, Allah’ın insana tenezzül etmesinin, Allah’ın insana mesaj göndermesinin ne anlama geldiğini de bu ayetler bize veriyor.
Burada elbette ki mecazi ifadelerle, alegorik bir takım ifadelerle vahiy karşısında yabancılaşan insanın nasıl büyük bir azaba duçar olacağını, nasıl müthiş bir belaya uğrayacağını da görüyoruz. Aslında ayetin aziyz ve Züntikam, yani intikam sahibi olarak Aziyz'un Züntikam; olarak gelmesi Cenab-ı Hakkın iki vasfına dikkat çekilmesi anlamına geliyor ki, Allah’ın Aziyz olması burada vahyine karşı tüm insanlık birleşse, O’nun mesajına karşı tüm insanlık birleşse yine O’nun izzetinden, O’nun mesajının değerinden hiçbir şey kaybettiremez O’na. Bu İzzet bunu ifade ediyor ve ayetin son ibaresi Züntikam İntikam sahibi.
Aslında bildiğimiz manada bir öc alış değil. Bunlar tabii ki mecazi ibareler. Gabya ilişkin bir takım hakikatleri, Özellikle Allah’a ilişkin bir takım hakikatleri, insanın bilinç dünyasına çevirebilmek için, insanın bildiği kelimeler kullanılıyor burada. Zaten başkası da, başka türlüsü de mümkün değil. Ancak İntikam kelime anlamı itibarıyla cezalandırmak, yani yapılan bir suçu cezasız bırakmamak, karşılığını vermek anlamına gelir.
İşte Allah kendisine, kendi vahyine, kendi mesajına karşı ihanet edenlerin cezasını vereceğini ifade etmektedir.
5-) İnnAllahe la yahfa aleyHİ şey'ün fiyl Ardı ve la fiys Sema';
Şu da kesindir ki, ne yerde, ne de gökte hiçbir şey Allah'a gizli kalmaz.(elmalı)
İşte Allâh! Semâda (gökte - bilinç boyutunda - melekî boyutta - maddenin hakikati kuantsal boyutta) ve arzda (madde boyutunda - bedende - yeryüzünde) hiçbir şey O'na (hafî) gizli değildir! (Çünkü O Esmâ'sı itibarıyla her "şey"in hakikatidir. Ki gizlilik veya açıklık şey'iyet için söz konusudur.) (Hulusi)
Bu ibare vahiyden, Allah’tan bahsedilen ayetler grubunun içerisinde gerçekten de çok daha farklı bir anlama kavuşuyor. O Anlamda insan oğlunun vahye karşı aldığı sadece fiili tavır değil, Kalbi ve zihni tavır da Allah’tan gizli değildir anlamını taşıyor. Göklerde ve yerde olan hiçbir şey Allah’tan gizli saklı değilse eğer, İnsan nasıl Allah’ın hitabına karşı aldığı aykırı tavrı Allah’tan gizli zannedebilir ki. Bu tavır isterse yürekte gerçekleşsin, isterse zihinde gerçekleşsin yine de Allah’ın vahyine karşı alınan tavrı Allah mutlaka bilmektedir. Ve yine devam ediyor;
6-) HUvelleziy yüsavviruküm fiyl erhami keyfe yeşa'* la ilâhe illâ HUvel Aziyz'ul Hakiym;
Sizi, rahimlerde dilediği gibi şekillendiren O'dur. Kendisinden başka tanrı olmayan, şan, şeref ve hikmet sahibi olan O'dur.(Elmalı)
Sizi rahimlerde (ana karnında - Rahıymiyetinde - varlığınızı oluşturan Esmâ mertebesinde) dilediği gibi şekillendiren (oluşturan - programlayan) "HÛ"dur! Tanrı yoktur sadece "HÛ"; Aziyz'dir, Hakiym'dir.(A.Hulusi)
HUvelleziy yüsavviruküm fiyl erhami keyfe yeşa' Rahimlerde size dilediği şekli verende odur.
Niçin böyle bir ibareye ihtiyaç duyuldu? Hatırlayın surenin girişinde. Surenin girişinde de varlığın kaynağı olduğu ifade edilmişti değil mi. Varlığın hem dayanağı hem kaynağı. Evet, işte varlığın kaynağı olan Allah varlığı nasıl yarattığını izah ediyor, açıklıyor burada. Yani Allah nasıl El Hayy, el Kayyûm’dur, nasıl varlığın kaynağı ve mutlak diridir. İşte o gerçeği bu ayetle açıklıyor.
HUvelleziy yüsavviruküm fiyl erhami keyfe yeşa' Rahimlerde size dilediği şekli veren O’dur la ilâhe illâ HU Evet, tekrar geldi. O kendisinden başka ilah olmayandır. Ve o; vel Aziyz'ul Hakiym; Yüce olandır. Her türlü noksanlıklardan münezzeh olandır. O İzzeti kendisinden olan bir Aziyz dir. O, tüm varlık O’na karşı tavır alsa yine onun izzetinden hiçbir şey eksilmez. Ama aynı zaman da O yapıp ettiği her bir şeyi hikmetle yapıp edendir.
Eğer şöyle bir soru soracak olursanız, kendisine karşı çıkacak, kendisine isyan edecek, sözünü dinlemeyecek, sözüne sırt çevirecek, Allah’ın kendisine tenezzül ettiği insan olarak, Allah’a tenezzül etmez tavırlara bürünecek insanları niçin yarattı diye soracak olursanız, işte cevabı; Çünkü O Hakiym dir. Hikmeti vardır. Kötü olmasaydı iyi bilinir miydi, çirkin olmasaydı güzelin, karanlık olmasaydı aydınlığın kıymeti bilinmezdi de ondan.
7-) HUvelleziy enzele aleykel Kitabe minhu ayatun muhkematun hünne Ümmül Kitabi ve uharu müteşabihat* fe emmelleziyne fi kulubihim zeyğun feyettebiune ma teşabehe minhübtiğael fitneti vebtiğae te'viylih* ve ma ya'lemu te'viylehu illAllah* ver Rasihune fiyl ılmi yekulune amenna Bihi küllün min ındi Rabbina* ve ma yezzekkeru illâ ulül elbab;
Sana bu kitabı indiren O'dur. Bunun âyetlerinden bir kısmı muhkemdir ki, bu âyetler, kitabın anası (aslı) demektir. Diğer bir kısmı da müteşabih âyetlerdir. Kalplerinde kaypaklık olanlar, sırf fitne çıkarmak için, bir de kendi keyiflerine göre te'vil yapmak için onun müteşabih olanlarının peşine düşerler. Halbuki onun te'vilini Allah’tan başka kimse bilmez. İlimde uzman olanlar, "Biz buna inandık, hepsi Rabbimiz katındandır." derler. Üstün akıllılardan başkası da derin düşünmez.(elmalı)
"HÛ"dur; ki sana inzâl ettiği BİLGİ (Kitap) işaretlerinin bir kısmı muhkemdir (açık - net anlaşılır hükümler ihtiva eden), bilginin (Kitabın) anası - temelidir; diğerleri de müteşabihâttır (teşbih - misal benzetme yollu anlatım). Kalplerinde zey (art niyetli, olayı saptırmak isteyen düşünceye sahip) olan kişiler, fitne amaçlı tevilini (yorumunu - neye işaret ettiğini) yapmak üzere müteşabih olanlarıyla hükmederler. Bunların tevilini (kesin olarak ne kastedildiğini) ancak Allâh bilir. İlimde Rasih olanlar (derinlikli düşünenler): "İman ettik, onların tamamı Rabbimizin indîndendir" derler. Öze ermişlerden (Ulül Elbab) başkası bunu anlayamaz.(A.Hulusi)
HUvelleziy enzele aleykel Kitab Yine O’dur sana ilahi kelamı indiren. Yukarıda bir kez daha gelmişti hatırlayın. Ama yine hatırlatıyor. Öncelikle Vahyin ilk muhatabı olan peygamberi muhatap alarak hatırlatıyor, ama daha sonra vahyin kadim ve modern muhataplarının tümünü birden muhatap alıyor bu ayet. Ve diyor ki; Yine O’dur sana ilahi kelamı indiren.
Siz o sana ibaresinin içine kendinizi de koyun ve deyin ki bu ayetler sizin için nazil oluyor. Size nazil oluyor. Ve Allah’ın doğrudan muhatabı size, siz Allah’ın doğrudan muhatabısınız. İşte böyle bir yürekle, böyle bir zihinle yaklaşın o zaman göreceksiniz daha farklı algılayacaksınız.
minhu ayatun muhkematun hünne Ümmül Kitab O’nun ayetlerinden bir kısmının hükmü kesin ve nettir. ve uharu müteşabihat O’nun ayetlerinden bir kısmı da, ya da diğer kısmı da Müteşabihtir.
Müteşabih üzerinde bir nebze durmak gerekiyor.
Müteşabih benzer demektir. Birbirine benzeyen, benzetilen. Ama Kur’an da böyle bir tasnif yalnızca ve yalnızca tek bir yerde geçer, o da bu ayette. Kur’an ın aslında anahtar metinlerinden biridir şu okuduğumuz ayet. Şu okuduğumuz ibare hatta. Bu cümle Kur’an ı anlamanın anahtar metinlerinden biridir. Şu ilahi metne yaklaşacak olan insan, bu metni bir tasnife tabi tutacaksa eğer mutlaka bu ayette ifade edilen tasnifi göz önüne almak zorundadır.
Kur’an da bazı hakikatleri insana açan bir takım anahtar metinler vardır.İşte bu metin de o anahtar metinlerden bir tanesi, belki birincisidir. Bu metin bize Muhkem ve müteşabihat ayırımını veriyor.
Muhkem, yani kesin olanlar, yani tahkim edilmiş, güçlendirilmiş, ya da netleştirilmiş olanlar. Muhkemi biz tefsir ediyoruz. Açıyoruz, anlamını açıyoruz, tefsir ediyoruz. Bir de müteşabih var. Anlamı tek olmayanlar, kesin olmayanlar, ilk bakışta insanın anlamakta zorlandıkları, ya da ne kadar bakarsa baksın derin anlamını hiçbir zaman net ve tekbir biçimde kavrayamayacağı ayetler. İşte onlar da müteşabih ayetler. Biz de onları ne yapıyoruz? Te’vil ediyoruz.
Muhkem ayetler; Allah ne dedi sorusunun cevabını verirler. Cevabı olurlar. Ama müteşabih ayetler, Allah ne demek istedi sorusunu da mutlaka sordururlar. Allah’ın ne demek istediğiniz de orada mutlaka izah etmek lazım. İşte bir parça te’vil bu anlama geliyor aynı zamanda.
Muhkem ayetlerin yorumu semantik alana giriyor, müteşabih ayetlerin yorumu ise Hermolotik alana giriyor.
Müteşabih ayetler aslında sembolik ve alegorik ifadeler taşıyan ayetler, metnin gabya açılan penceresi diyebilirsiniz. Adeta metni ikiye ayırabilirsiniz. Metnin insan zihninin kavrayışını zorlayan, insan zihnini zorlayan, daha doğrusu zihnin kalıplarına girmeyen, zihnin kalıplarına sığmayan oradan taşan tarafı.
Metnin iki tarafı var, adeta Kur’an ın bir tarafı yücelerin yücesinde, bir tarafı yeryüzünde. İşte metnin ufukları aşan boyutu, aynı zamanda müteşabih boyutudur.
Müteşabihi 3 e ayırabiliriz.
1 – Gaybın sembolik ifadesi olan müteşabih türleri Kur’an da ki bunlar Allah hakkındaki, melekler hakkındaki, cin, şeytan, cennet, cehennem, ahiret hakkındaki ayetler hep bu kısma girer. Bunlar gaybın anahtarı mesabesinde olan müteşabihattır. Gayp insan idrakinin anlamakta acze düştüğü hakikatlerdir. Bu konulardaki ayetler, Yani Allah, cin, melek, cennet, cehennem, ahiret hakkındaki ayetler, bu insan idrakinin anlamakta acze düştüğü hakikatleri insan idrakinin seviyesine indirirler. Bir insan dine çevirirler. Yani öte dilinden insan diline çevirirler.
İşte bu çeviri sırasında tabii ki insanların kullandığı kelimeler kullanılır. Tabii ki insanların bildiği imajlar kullanılır. Tabii ki insanların bildiği eşyalar kullanılır. Örneğin; Cennet denilir, yani has bahçe. Ama insan en azından şunu bilmeli ki hiçbir bahçeye benzemeyen bir bahçe. Ne yaprağıyla, ne ağacıyla, ne suyuyla bildiğimiz, insan idrakinin ulaştığı bir bahçe gibi olmayan bir bahçe. Onun için aslında bu ibareler, bu ifadeler, sembolik ifadelerdir. Sadece biz kavramak için, insan zihnine indirmek için böyle ifadelerin seçildiğini bilmemiz gerekmektedir. Ondan öte hakikatini kavramamızın mümkün olmadığı şeylerdir bunlar.
2 – İkinci müteşabih, ayetlerin ikinci kısmı, zor bir düşüncenin imajılatif ifadesi, Yani gerçekten zor kavranabilen bir düşünce. Örneğin Kainatın yaratılışı. Bizim bilgi ufkumuzu aşan bilgiler. Böyle bir oluşu izah etmek için, elbette ki insan zihninin zorlanması lazım. İnsanın bildiği şeylerle izahta mümkün değil zaten.
Onun için bu hakikati, bu oluşu, kainatın oluşumunu izah ederken anafor metodunu kullanır Kur’an. Anaforik ifadeler kullanır. İşte varlığın yaratılışında olduğu gibi. Adem kıssasında olduğu gibi. İlk insanın ortaya çıkışında olduğu gibi. Allah’ın varlık üzerindeki tasarrufları ve Allah’ın insanla ilişkisini ifade eden ayetlerde olduğu gibi.
Bütün bunlar aslında zor ifade edilecek şeylerdir. Yani yüksek düşüncelerdir. Yüksek düşünceleri dile hemen kolay bir biçimde sığdırmakta mümkün olmamaktadır. Onun için dilin imkanlarını son sınırına kadar kullanıp mecaza başvurmak kaçınılmaz olmaktadır. İşte müteşabihatın ikinci kısmı da budur.
3 – Üçüncü kısmı ise sade bir fikrin çok edebi bir dille anlatılmasıdır ki bu da belegattır. Kur’an da bunu da bulabilirsiniz. Yani aslında ana fikir sade bir biçimde kavranabilir, insanın kavramakta zorlanmayacağı şeydir. Ama onu muhteşem bir üslupla, gerçekten bir belegat, bir beyan, bir bedii üslubuyla verir Kur’an. Bu da Kur’an ın icazının bir kısmıdır zaten.
İşte kısaca müteşabih ayetlerden anlayacağımız bu üç gruba giren ayetlerdir. Ve Kur’an hem müteşabih, hem de muhkem ayetlerden oluşmuş bir metindir tüm metinler gibi.
fe emmelleziyne fi kulubihim zeyğun Aslında bu tasnifi Kur’an niçin yaptı. Elbette ki muhkem ve müteşabih tasnifini Kur’an, Kur’an ı okurken biz bunları sadece tasnif olarak bilelim diye yapmadı. Aslında bu tasnifi yaparken Kur’an bir inanç problemine dikkat çekti. Bu inanç problemi Hıristiyanlaşma adını verdiğim şeyin ta kendisi idi. İlahi mesajı, kastetmediği bir anlama yormak, ilahi mesajı istismar etmek, ilahi mesajı bulandırmak. Tahrifin bir başka çeşidi. Buna siz hermolotik tahrif, yorum tahrifi de diyebilirsiniz.
Tarihte ilahi metinler 2 şekilde tahrif edilmiştir. Ya bizzat metnin kendisi yok edilerek tahrif edilerek tahrip edilmiştir, ya da manası, yorumu farklı yanlara çekilerek Allah’ın kastetmediği anlamlar çıkarılarak tahrif edilmiştir. İşte Kur’an bizi de böyle bir tahrif çeşidine karşı uyarmakta ve demektedir ki;
fe emmelleziyne fi kulubihim zeyğun Kalplerinde yamukluk bulunan kimseler, feyettebiune ma teşabehe min onun müteşabih olan kısmının peşine düşerler. Kalplerinde yamukluk olan kimseler Kur’an ın, ilahi mesajın müteşabih olan kısmının peşine düşerler. Niçin düşerler; İstismar etmek için kimileyin.
Kimileyin onun sırtından geçinmek için.
Kimileyin işine gelmediği için, hoşuna gitmediği için. Negatif öz benliği beğenmediği için.
Kimileyin Allah karşısında müstağni addettiği için kendisini. Kafa kaldırdığı için.
Kimileyin kendi menfaatleri ile çakışmadığı, çatıştığı için. Ama her ne sebeple olursa olsun tarihte hep bu tipler olagelmiş. İnandığı inancın, imanının referansı olan kaynakları tahrif etmek gibi iğrenç bir rolü oynayanlar daima çıkmış ve bugün de çıkmaya devam ediyor.
feyettebiune ma teşabehe minhübtiğael fitneti vebtiğae te'viylih Niçin onun müteşabih olan kısmının peşine düşüyorlarmış; Fitne çıkarmak ve Te’vil etmek amacıyla. Kur’an bu iki amacı öne çıkarıyor. Fitne çıkarmak ve Te’vil etmek. Te’vil etmekle de neyi amaçladır? Biraz önce saydım ya menfaati vardır, ya hoşuna gitmemektedir, ya Allah’ın tercihi ile kendi tercihi örtüşmemektedir, ya siyasi çıkarına, ya ekonomik çıkarına aykırı düşmektedir Allah’ın emri, Allah’ın mesajı. Onun içinde o mesajı ortadan kaldırmak ya da inkar etmek yerine, o mesajı tahrif etmektedir. Eğip bükmektedir, yamultmaktadır. Çünkü yamukluk nerdedir asıl? Yüreğindedir. Yamuk bakanlar hiçbir hakikati doğru göremezler.
Onun için öncelikle onlar suçu, hatayı, yamukluğu baktıklarında değil, bakışlarında aramalılar. Yüreklerinde aramalılar. Yamuk bir yürekle yaklaşanlar hiçbir hakikati doğru göremezler. Kur’an yamuk bir yürekle yaklaşanlara hiçbir doğruyu göstermez.
Onun için Kur’an sifaa ül lil mü-minin kendisine iman edenler için şifadır.
…ve la yeziyduz zalimiyne illâ hasara; İsra/82.
Allah’ın kendisine verdiği selim yüreği doğru yüreği yamultanlar, yamultan zalimlerin hüsranını arttırmaktan başka hiçbir fonksiyonu olmaz Kur’an. Onların sadece zararını ziyanını ve hüsranını arttırır diyor Kur’an.
ve ma ya'lemu te'viylehu illAllah Oysa onun gerçek Te’vilini Allah’tan başka kimse bilemez. Yani Allah’ın alagorik ifadelerle, mecazi ifadelerle düşünce dünyamıza indirdiği, daha doğrusu aşkın hakikatleri insanın zihninin algılaması için bizim dünyamızın kelimelerine çevirdiği hakikatler aslında hakikatiyle, olduğu gibi algılanamazlar. Olduğu gibi algılamak için bizim zihin dünyamız kafi değildir. Biz sadece benzetilen şeyle algılarız.
Örneğin Cenneti benzetildiği bahçe ile algılarız. Bizim cenneti algılayan zihnimiz bahçeden yola çıkarak, soyutlayarak ancak oraya kadar varabilir. Ondan ötesine varması için zihnin kapasitesinin çok daha fazla olması lazım. Ondan ötesine varabilmesi için zihin, cennetin hakikatine ait bir takım şeyleri ya görerek, ya da başka bir yöntemle bilmesi lazım. Keşfetmesi lazım. Oysa ki insanın algı kapasitesinin dışında bir hakikattir o.
O halde başka çareniz yoktur, sadece benzetilen şekliyle anlayacaksınız. Ondan ötesine geçemezsiniz. Yani siz sadece kopyasını gördünüz. Aslını görmüş gibi olamazsınız. Aslı bambaşka ama. Onun için işte burada söylenmek istenen gerçekte budur. ve ma ya'lemu te'viylehu illAllah onun gerçek te’vilini Allah’tan başka kimse bilmez.
ver Rasihune fiyl ılmi yekulune amenna Bihi küllün min ındi Rabbina İlimde derinleşenler derler ki; Biz O’na inanıyoruz amenna Bihi Biz O’na yüreğimizle, kesinlikle inanıyoruz. küllün min ındi Rabbina tümü Rabbimizin katındandır derler. Ve hiç tereddüt göstermezler. Nede? Çünkü İman ile bakmaktadırlar.
İman bir ön bilgidir. İman gibi bir ön bilgiyle yaklaşmayanlar ilahi metinlere, o metinlerin vermek istediği hakikati alamazlar. Onun için İman önbilgisine sahip olmak gerekiyor. İman insan bir ön bilgi verir. Bu ön bilgi sayesinde insan, önündeki metnin satır aralarını okur. Önündeki metinle bütünleşir. Önündeki metinle insan yüreği arasında bir alış veriş başlar. İşte bu İman sayesinde gerçekleşir. Onun için de bu metin nasıl başladı? Allah’ı tanıtarak başladı. Allâhu lâ ilâhe illâ HUvel Hayy'ul Kayyûm; diye başladı. Çünkü o iman olmazsa eğer, eğer bu ön bilgi olmazsa imanın verdiği ön bilgi siz ilahi kelamla muhatap olduğunuzda, ilahi kelam kendi sırrını, kendi yüreğini size açmayacak, sizin yüreğinizle ilahi kelam arasında bir iletişim kurulamayacaktır.
ve ma yezzekkeru illâ ulül elbab; Evet, söylediğimiz hakikatin en güzel ifadesi ayetin sonunda geldi. Bunu, bu derin hakikatleri, derin kavrayış sahiplerinden başkası fark edemez. Evet. Bu yukarıdan beri söylenen derin hakikatleri, bu hakikatlerin tasnifini, bu hakikatlerin hangisinin kendi bilinç dünyamıza indirilip hangisinin gerçekte aşkın bir hakikat olduğunu derin kavrayış sahipleri anlayabilir, kavrayabilir ancak.
8-) Rabbenâ lâ tuzığ kulûbenâ ba'de iz hedeytenâ ve heb lenâ min ledünKE rahmeten, inneKE entel Vehhab;
Ya Rabbena bizleri hidayetine irdirdikten sonra kalplerimizi yamıltma da ledünnünden bize bir rahmet ihsan eyle. Şüphesiz sensin bütün dilekleri veren vehheb sen. (Elmalı)
Rabbimiz, bize hidâyet ettikten (hakikati gösterip idrak ettirdikten) sonra şuurumuzu (nefsaniyete - egoya) döndürme ve bize ledünnünden bir rahmet bağışla. Muhakkak sen Vahhab'sın.(A.Hulusi)
Rabbenâ O halde ey Rabbimiz;
Burada doğrudan Kur’an ilahi kelam insanın dilinden Allah’a doğru yükselen bir duaya dönüştü. Adeta Rabbimiz burada dua öğretiyor bize ve Allah’tan ne istememiz gerektiğini ifade ediyor. Kendisinden neyi isteyeceğimizi yine O’ndan öğreniyoruz. Ve bir şey daha öğreniyoruz. Bütün bu yukarıda sayılan problemlerin temelde bir yürek, bir kalp problemi olduğunu ve onun içinde şu duayı talim ediyoruz.
Rabbenâ lâ tuzığ kulûbenâ ba'de iz hedeytenâ ve heb lenâ min ledünKE rahmeten Ey bizim Rabbimiz bize hidayet ettikten, bizi doğru yola ulaştırdıktan sonra kalbimizi kaydırma, ve heb lenâ min ledünKE rahme ve bize katından bir rahmet bağışla inneKE entel Vehhab; Hiç kuşkusuz senin karşılıksız, sınırsızca lütfeden bir ilahlığın var. Yani hiç kuşkusuz sensin karşılıksız ve sınırsızca lütfeden. Onun için karşılıksız ve sınırsız lütfünden bizde bir par istiyoruz Allah’ım. Bu pay yüreğimizin hakikat üzerinde sabit kalmasıdır. Çünkü yürekleri evirip çeviren sensin.
Kâlp dönek demektir. Yerinde duramayan demektir. Sabit bir noktada olmayan demektir. İnkılapta aynı kökten gelir. Devinen sürekli hareket halinde olan belki buradan yola çıkarak şunu da söyleyebilirsiniz. Merkezi seyyal olan güç. Nerede olduğunun tespiti zor olan güç. Onun içinde bakın bazı insanlara. Bazı insanların yüreği nefsindedir. Bazı insanların yüreği midesindedir. Bazı insanların yüreği aklındadır, bazı insanların yüreği ruhundadır. Bazı insanların yüreği daha kötü yerlerindedir. Daha basit daha aşağı, örneğin şehvetindedir.
Onun için belki de bununla bu söylenmek isteniyordur. Kalp lafzının, kalp sözcüğünün etimolojisi bize belki de bu hakikati vermektedir. Ama onu geçiyorum burada özellikle Allah’tan neyi istememiz gerektiğine bir daha dikkat çekiyorum.
Devam ediyoruz.
9-) Rabbena inneKE camiun Nasi liyevmin la raybe fiyh* innAllahe la yuhliful miy'ad;
Ya Rabbena muhakkak ki sen insanları geleceğinde hiç şüphe olmayan bir güne toplayacaksın. Şüphesiz ki Allah mi’adını şaşırmaz. Elmalı)
"Rabbimiz, muhakkak ki sen, oluşacağı konusunda şek, şüphe olmayan süreçte insanları cem edeceksin. Şüphesiz ki Allâh vaadinden dönmez."(A.Hulusi.)
Rabbena inneKE camiun Nasi liyevmin la raybe fiyh Geleceğinden kuşku duyulmayan o günde sen insanlığı bir araya toplayacaksın ey rabbimiz innAllahe la yuhliful miy'ad; Hiç kuşku yok ki Allah vaadinden sözünden dönmez, caymaz.
Bu duayı öğrettikten sonra Rabbimiz nasıl bir yürekle kendisine yakaracağımızı, aslında vahye doğru yaklaşabilmek için gerekli olan yüreğe nasıl sahip olacağımızın yöntemini gösterdikten sonra şimdi bu yüreğe sahip olamadıkları için inkar edenlerin durumuna geçiyor ve diyor ki;
10-) İnnelleziyne keferu len tuğniye anhüm emvalühüm ve la evladühüm minAllahi şey'a* ve ülaike hüm ve kudünnar;
O küfredenler, muhakkak ki onlara ne malları, ne evlatları Allah’tan zerrece faide vermeyecektir. Onlar ateşin çırasıdırlar. (Elmalı)
Muhakkak ki kâfirlere (inkârcılara), Allâh'tan açığa çıkacak şeye karşı ne malları ne de evlatları yarar sağlamaz. Bunlar ateşin yakıtıdırlar.(A.Hulusi)
İnnelleziyne keferu Böyle bir yüreğe sahip olamadıkları için küfre saplananlara gelince;
len tuğniye anhüm emvalühüm ve la evladühüm minAllahi şey'a Ne malları ne de çocukları onlara, Allah’a karşı yarar sağlamaz, hiçbir yararı olmaz. Ne malın, ne çocuğun, ne servetin, ne makamın, ne hiçbir dünyalığın Allah karşısında hiçbir yararı olmaz diyor ayet. Allah’ı bırakan insan, eşyanın çekim alanına girer dostlar. Allah’ı bırakan insan eşyanın çekim alanına girer. Eşyanın çekim alanına girdiğiniz zaman eşya sizi Allah’tan uzaklaştırır. Onun için hep yüreğinizle Allah’ın rahmetine, Allah’ın mağfiretine sürekli asılacaksınız ki, eşyanın çekim alanına giripte sizi eşya aşağıların aşağısına esfel-i safilin’e indirmesin.
Bir sele kapılır gibi kapılır insan. Unutmayınız insan bir gemi, yürek bir gemi hatta. Tüm sahip olduğunuz dünyalıklar bir okyanus. Eğer su geminin dışında kalırsa gemi rotası yönünde ilerler. Su gemi için cidden yararlıdır. Tıplı sahip olunan servet, makam eğer doğru kullanılırsa insana yol aldırır. Ancak su geminin içine girerse gemi batar.
İşte dünyanın yüreğe girmesi, malın, makamın yüreğe yer etmesi, yürekte olması. Paranın, altının, gümüşün buna benzer tüm dünyalıkların yürekte yer etmesi, suyun gemiye girmesi anlamını taşır. Su gemiye girince gemi batar.
Allah’a tutunan ruhlar yücelir. Eşyaya tutunan bedenler alçalır. Onun için şu bedeniniz eşyaya tutunduğu için dünyada kalıyor. Eğer ruhunuzdan yana geliştirirseniz, gelişirseniz o zaman dünyanın çekim gücünden kurtulabilirsiniz. O zaman yüce ruhlar arasında olabilirsiniz.
ve ülaike hüm ve kudünnar; Ve işte onlardır ateşin yakıtı olanlar.
Bu da yukarıdaki gibi sembolik bir ifade.İşte müteşabih ayetlerden biri de şu okuduğum cümledir. Onların, ateşin yakıtı olması. Hakikatte bu ateşin nasıl bir ateş olduğunu ne ben izah edebilirim, ne de siz kavrayabilirsiniz. Ancak biz sadece bize bu hakikat dünyadaki bir nesne, yakıcı bir nesne ile izah ediliyor o kadar. Ancak bu yanma nasıl bir yanmadır. Bildiğimiz bir tip yanma olmadığı bir gerçek. Bu ateşin bildiğimiz türden bir ateş olmadığı da bir gerçek. Ancak düşünce dünyamıza, beşer dünyamıza bu ilahi ve aşkın hakikat, ancak bildiğimiz kelimelerle izah edilip bildiriliyor o kadar. Onun için biz de böyle söylüyor, böyle algılıyoruz.
Lakin ilim sahipleri, ilimde derinleşenler bu kelimelerin gösterdiği, işaret ettiği temel hakikatlere dikkat çekildiğini hep göz önünde tutarak bildiğimiz eşyaya indirgemezler hakikati. Hakikatin daha öte bir mahiyeti, bir değeri olduğunu hiç unutmazlar. Onun için de ateş deyince gözlerinin önüne bildiğimiz bu dünyevi ateş gelmez. Onlar daha derin bir hakikatin ifade edildiğini, ay da edilmek istendiğini hemen anlıyı verirler.
Burada bize Kur’an ilahi mesaj karşısında kör ve sağır davrananların, ilahi mesaja doğru bir biçimde yaklaşmayanların, Tarihte nasıl bir örnek sergilediği konusunda bir misal veriyor. O misal de firavunun döneminden bir misal;
11-) Kede'bi ali fir'avne velleziyne min kablihim* kezzebu Bi ayatina* feehazehümullahu Bi zünubihim* vAllahü şediydül ıkab;
Tıpkı Âli fir’avnnin gidişi gibi, ki ayetlerimizi tekzip ettiler de Allah onları cürümleri ile tutup alıverdi Allah’ın ikabı çok şiddetlidir. (Elmalı)
(Onların gidişatı) tıpkı Firavun hanedanı ve onlardan öncekilerin gidişatı gibi... (Onlar) işaretlerimizi (Esmâ'nın açığa çıkışı olan işaretleri) yalanlamışlardı. Allâh da onları bu suçlarıyla yakalayıverdi. Allâh Şediyd ül'Ikab'dır (yapılan suçun hak ettiği karşılığı vermede çok şiddetlidir).(A.Hulusi)
Kede'bi ali fir'avne velleziyne min kablihim Evet., Onların gidişatı da, yani yukarıdaki ayette ifade edilen ve Allah’a karşı dünyalıkların cazibesine kapılıp Allah’a sırt dönen ve küfredenlerin gidişatı, tıpkı firavun toplumunun ve onlardan öncekilerin gidişatı gibidir.
Kur’an bir kıyaslama yapıyor. Kur’an nasıl ki yüzlerce hatta binlerce yıl önce yaşamış olan firavun ve odan öncekilerin örneğini ilk muhatapları olan Miladi 7. y.y. ın insanına getirdi anlattı ise aynen o örneği biz de zamanın içinden çekip bu güne getirebiliriz. Bu günde bakabiliriz şöyle. Ve bu ayetin muhatabı olan insanları bugün de seçebiliriz. Tıpkı firavun ve onlardan öncekilerin gidişatı gibi gidişatı olan grupları, toplumları, kitleleri bugünde ayrımsayabiliriz.
Ne yaptılar onlar? Onların ortak özellikleri var bunlardan tanırsınız.Bunlardan ayrımsarsınız onları. Nasıl tanıyacaksınız? İşte; kezzebu Bi ayatina Mesajlarımızı yalanladılar. Nasıl firavunlaşır, nasıl bir firavun toplumu oluşur, bunun birinci unsuru kezzebu Bi ayatina Ayetlerimizi yalanladılar.
Peki nedir akıbet? Ayeti yalanlayan, mesajı yalanlayan Allah’ın gönderdiği ilahi mesajı yalanlayan bir toplumun sonu ne olur? feehazehümullahu Bi zünubihim Ve Allah’ta onları günahları nedeniyle yakalayıverdi. vAllahü şediydül ıkab; Ve Allah cezalandırması çok şiddetli olandır.
12-) Kul lilleziyne keferu setuğlebune ve tuhşerune ila cehennem* ve bi'sel mihad;
O küfredenlere de ki;Siz mutlak yenileceksiniz ve toplanıp cehenneme sürüleceksiniz. O ise ne fena döşektir. (Elmalı)
Kâfirlere (hakikati inkâr edenlere) de ki: "Yenileceksiniz ve cehennemde toplanacaksınız... Ne kötü döşektir o!"(A.Hulusi)
Kul lilleziyne keferu setuğlebune ve tuhşerune ila cehennem* De ki bu tip, inkarı kendilerine meslek olarak seçenler, inkarında direnenler için de ki; setuğlebune yenileceksiniz. İnkarında direnen bu muannit kafirlere, bu münkirlere, bu nankörlere, Allah’ın kendilerine tenezzül edip, kendilerini muhatap alarak kendilerine gönderdiği mesajlara sırt çeviren bu inkarcılara, bu vahiy nankörlerine de ki; setuğlebune yenileceksiniz. Bu tavrınızla mutlaka alt olacaksınız. Alt olacaksınız çünkü Allah’a karşı baş kaldırdınız. Çünkü Allah’a karşı kibirlendiniz. Allah’ın mesajına sırt döndünüz. Hakikate sırt döndünüz. Hakikate sırt dönmenin bedeli, hem dünyada hem ahirette kaybetmektir.
Neyi kaybetmek? Kendinizi kaybetmektir başta. Çünkü kendinize sırt dönmeden Allah’a sırt dönemezsiniz. Kendi gerçeğinize göz kapamadan Allah gerçeğine göz kapayamazsınız. Onun için kendi gerçeğine göz kapayan kendisine yabancılaşır. Kendisine karşı yabancılaşan, eşyaya karşı yabancılaşır ve bu yabancılaşma en sonunda bir yenilgiyi getirir. İşte bu yeniliştir.
Neye yeniliş? Eşyaya yenileceksiniz, sahip oldum zannettiğiniz şeylere yenileceksiniz. Makama yenileceksiniz siz eşyadan daha şerefli olduğunuz halde, siz servetten daha şerefli olduğunuz halde, siz evden, makamdan, arabadan daha şerefli olduğunuz halde, sizden daha şerefsiz olan eşya sizi yenecek. Sizi alt edecek. Ve siz bunlarla çıktığınız güreşte sırtınız yere gelmiş olarak tuş olacaksınız. Yenileceksiniz. Neden? Çünkü sahip olduğunuzu zannettiğiniz şeyler size sahip oldu. Onun için de Allah’a sırt çevirdiniz. Hatırlayınız yukarıda;
len tuğniye anhüm emvalühüm ve la evladühüm minAllahi şey'a Ne malları ne de çocukları onlara, Allah’a karşı yarar sağlamaz diyordu ya, İşte buradaki hakikatte onun bir devamı adeta. setuğlebune ve tuhşerune ila cehennem ve cehenneme sürüleceksiniz. Orası ne fena duraktır, ve bi'sel mihad; Ne fena döşektir, ne fena yataktır, ne fena beşiktir.
Aslında mihad; mehd’den gelir. Beşik anlamı daha hoş. Çünkü böyle bir sona ulaşan insanlar ruhen çocukturlar. Tabii ki safiyet olarak, temizlik olarak, bir bebe temizliğinde değiller, ama ruhları gelişmemiştir. Onun için de bebek gibi şuurları gelişmemiştir. Akılları gelişmemiştir. Ferasetleri, basiretleri, muhakeme yetenekleri gelişmemiştir. İyiyi kötüden ayıracak duyguları gelişmemiştir. Hiç bir şeyleri gelişmemiştir. Onun için de varacakları yer kötü bir beşik olacaktır. En kötü beşikte beleneceklerdir.
13-) Kad kâne leküm ayetün fiy fieteynil tekatâ* fietün tükatilü fiy sebiylillâhi ve uhra kâfiretün yeravnehüm misleyhim ra'yel ayn* vAllahu yüeyyidü Bi nasrihi men yeşa'* inne fiy zâlike le 'ıbreten liülil ebsar;
Muhakkak ki bir ayet oldu size; Çarpışan iki Cem’iyette;Bir cem’iyet Allah yolunda vuruşuyordu, diğeri de kafir. Onlaro göz göre kendilerinin iki misli görüyorlardı. Allah’ta Nusretiyle dilediğini te’yit buyuruyordu. Görecek gözleri olanlar için elbette bunda şüphesiz bir ibret var. (Elmalı)
Hakikat ki; sizin için, karşı karşıya gelmiş iki topluluğun hâlinde bir işaret - ibret vardı; bir topluluk Allâh için vuruşurken, diğerleri kâfirdi ve onları gözleriyle kendilerinin iki misli olarak görüyorlardı. Allâh dilediğini yardımıyla destekler. Muhakkak bunda basîret sahipleri için büyük ibret vardır. (A.Hulusi)
Kad kâne leküm ayetün fiy fieteynil tekatâ Karşı karşıya gelen iki ordu da sizin için bir mesaj vardır. fietün tükatilü fiy sebiylillâh Bu iki ordudan bir tanesi Allah yolunda savaşıyordu. ve uhra kâfiretün diğeri ise inkarında direniyordu. yeravnehüm misleyhim ra'yel ayn Onlar, yani müminler, mümin ordusu, burada Bedir savaşından bahsedildiğini söyler bir çok müfessir, ama ayetin genelinden El menar sahibinin de vurguladığı gibi ayetin genelinden çıkardığımız sonuç tarihin bir yasasına dikkat çekiliyor o da şu; Tarihin aktif öznesi daima çok olanlar değil, az olup ta imanlı ve disiplinli hareket edenlerdir. Tarihin pasif nesnesi daima kalabalık olsalar dahi disiplinsiz ve inançsız oldukları için sürüler, kalabalıklar, kitleler halinde pasif nesne olmaya razı olanlardır. Evet..!
İşte bu tarihi hakikati bu ayet bu ifadelerle dile getiriyor ve diyor ki; Karşı karşıya gelen iki ordu da sizin için bir mesaj vardı. Ordunun bir tanesi Allah yolunda harp ediyor, bir diğeri de küfründe direniyordu.
ve uhra kâfiretün yeravnehüm misleyhim ra'yel ayn onlar yani müminler ötekilerin iki misli olduğunu bizzat kendi gözleri ile görüyorlardı. Müminler kafirlere bakıyorlar, en az iki katı olduğunu görüyorlardı. Ki 3 katıydı biliyorsunuz, 3 katına yakındı Bedir’de. Müminler 300 küsur kişiyken, kafirler 1000 i aşkın ve çok iyi silahlanmış, iyi techiz edilmiş bir orduya malik idiler müşrikler. Ama çağlar üstü hakikatin ifadesi olarak alırsanız aslında daha doğru bir yaklaşımla anlamış olursunuz.
vAllahu yüeyyidü Bi nasrihi men yeşa Evet, asıl olan burada neydi? Allah’ın kimi desteklediği, yani hakikatin kimden yana olduğu idi. İşte onun için Allah ise dilediğini yardımıyla güçlendirir diyor Kur’an. Allah dilediğini yardımıyla güçlendirir. Allah gibi bir desteğiniz bir tutamağınız, bir barınağınız, bir sığınağınız varsa o zaman neye muhtaçsınız..! Allah’ınız yoksa neyiniz var. İşte bu noktada Allah’ın sizi desteklemesi aslında imanın, disiplinin, çabanın, gayretin size getirdiği kazançtır. Size verdiği değerdir.
inne fiy zâlike le 'ıbreten liülil ebsar; işte bu olayda basiret sahipleri için elbette ibretler vardır. Tabii ki basiretle bakanlar bu olaydan tarihin yasasını okuyacaklardır. Tarihin yasasını okuyacaklar çünkü tarihin yasası ulül elbab olan küçük bir azınlığın, yani düşünen öz akıl sahibi olan, sayısı az da olsa küçük bir azınlığın tarih boyunsa ekser'ün nâs, insanların çoğuna galip geldiği hakikatidir. Onun için sayıların sultasına teslim olan gerçekten kendisine yazık etmiştir.
Çokta değil Hak ta olmak esastır onun için. Kalabalıkların nerede olduğuna bakarak gidişatını tespit edenler, belirleyenler aslında tarihin aktif öznelerinin diama disiplin, iman ve düşünenler safında olduğunu unutanlardır.
kem min fietin kaliyletin ğalebet fieten kesiyraten Bi iznillah Bakara/249
Hatırlayın Bakara suresindeki bu ayeti Talut ve Calut kıssası anlatılırken, Nice az topluluklar vardır ki sayıca az topluluklar, disiplin ve imanlarıyla kalabalıkları, kendilerinden kat kat fazla kalabalıkları yenmişlerdir. Saf dışı etmişlerdir.
14-) Züyyine linNasi hubbüş şehevati minen Nisai vel beniyne vel kanatıyril mükantareti minezzehebi vel fiddati vel haylil müsevvemeti vel en'ami vel hars* zâlike metaul hayatid dünya* vAllahü 'ındehu husnül meâb;
İnsanlara; Kadınlar, oğullar,yüklerle altun ve gümüş yığınları, salma atlar, davarlar, ekinler kabilinden şehevat sevgisi bezendi. Fakat bunlar dünya hayatının geçici meta’ı, Halbuki Allah, akıbet güzelliği onun yanındadır. (Elmalı)
İnsanlara süslü gösterilerek, kadınlara, çocuklara, kantar kantar altına ve gümüşe, soylu atlara, sığırlara, ekinlere şehvetli bir düşkünlük oluşturulmuştur. Oysa bunlar geçici dünya zevkleridir. Allâh ise... Varılacak en güzel hedef O'nun indîndedir. (A.Hulusi)
Züyyine linNasi hubbüş şehevat Tutkulu bir sevgi duymak insanlara cazip kılındı diyor. Ne konusunda tutkulu bir sevgi duymak insana cazip kılındı? minen Nisai kadınlara, vel beniyne çocuklara özellikle oğullara, vel kanatıyril mükantareti minezzehebi vel fiddati Altın ve gümüş cinsinden yığılmış servetlere, vel haylil müsevvemeti alamet-i farika atlara, favori atlara vel en'ami sürülere, vel hars arazilere, arsalara, ekinlere karşı tutkulu bir sevgi duymak insana çok cazip göründü, çok çekici kılındı diyor Kur’an.
Aslında bunlar, o gün cazip kılınan şeyler. Siz bu güne de aktarabilirsiniz o gün cazip kılınan şeyleri ve çoğaltabilirsiniz.
zâlike metaul hayatid dünya Bütün bunlar dünya hayatının geçici değerleridir. Bütün bu sayılanlar dünya hayatının geçici değerleridir.
vAllahü 'ındehu husnül meâb; Fakat en güzel gelecek Allah katındadır. Gerçekten siz hangi istikbali istiyorsunuz. Hangi istikbali istediğinize önce karar verin, daha sonra neyin değerli olduğunu tespit edersiniz. Neyin değerli olduğunu tespitte ölçü eğer şehvetiniz olursa, işte o zaman bu ayeti tekrar okuyun. Bu sayılanlar sizin için değerlerin en yücesinde yer alacaktır.
Önemli bir anektot hubbüş şehevat şehvetin sevgisi, yani tutkulu bir sevgiden söz ediyor ayet. Tutkulu bir sevgi. Aslında bu sevgi de değil, tutku, tutkunun ta kendisi.
Dostlar, tutku tutuklar, sevgi özgürleştirir. Onun için burada insanı tutuklayan, insanın elini kolunu bağlayan, insanın yüreğine görünmez zincirler geçiren, eşyaya, mala, evlada olan tutkudan söz ediliyor. İşte bu tutku insanın duyargalarını kör eden ve insana ebedi istikbali değil, geçici geleceğe ayarlar ve insan ebedi istikbalini, geçici ufacık geleceği için feda edebilir. Ona bir dikkat çekiştir bu.
15-) Kul eünebbiüküm Bi hayrin min zâliküm* lilleziynettekav ınde Rabbihim cennatun tecriy min tahtihel enharu halidiyne fiyha ve ezvacün mütahharetün ve rıdvanun minellah* vAllahu Besıyr'un Bil'ıbad;
De ki size o istediklerinizden daha hayırlısını haber vereyim mi? Korunan kullar için rablerinin yanında cennetler var ki altlarından ırmaklar akar. İçlerinde ebedi kalmak üzere onlar hem orada kendilerine gayet Pakize zevceler var. Hele Allah’tan bir Rıdvan var. Ve Allah görür o kulları. (elmalı)
De ki: "Size bunlardan daha hayırlısını haber vereyim mi? Allâh indînde korunanlar için altlarında ırmaklar akan cennetler vardır ki, orada sonsuza dek kalıcıdırlar. Hem de orada tertemiz eşler (bilincin eşi kusursuz hastalıksız beden olarak da anlaşılabilir) ve Allâh'ın kendilerinden razı olması vardır. Allâh kullarının hakikatinde olarak Basıyr'dir." (A.Hulusi)
Kul eünebbiüküm Bi hayrin min zâliküm De ki onlara; Size bütün bunlardan daha hayırlısını haber vereyim mi?
lilleziynettekav ınde Rabbihim cennatun tecriy min tahtihel enharu halidiyne fiyha Rableri katında sorumluluk bilincine sahip olan kimseler için Rableri katında, içinden ırmaklar akan ve içinde kalıcı olacakları, yerleşip kalacakları has bahçeler vardır. ve ezvacün mütahharetün ve tertemiz eşler vardır, ve rıdvanun minellah ve dahası da vardır ki bu en büyüğüdür zaten, Allah rızası vardır. vAllahu Besıyr'un Bil'ıbad; Ve Allah kullarını bütünüyle görür.
Allah’ın kullarını bütünüyle görmesi ve bir kulun Allah’ın kendisini bütünüyle görmesi, basiyr sözcüğünün içerisinde. Çünkü mübalağa vardır burada, mübalağa ile görür. Bütünüyle çeviriyorum onun için. Bütünüyle görmesi, sadece dışını değil içini de görür. Sadece eylemlerini değil, yüreğini de görür. Sadece yaptıklarını değil, zihninden geçirdiklerini de görür. Görür ve buna göre akıbetini kararlaştırır.
İşte burada gaybi bir hakikatin insan bilincine nasıl indirildiğinin örneğini bu ayette görüyoruz. Bakınız bu ayette insana verilecek olan içinde ırmaklar akan cennet, yani has bahçe, tertemiz eşlerden söz ediliyor. Aslında bunlar da birer müteşabihtirler. Gaybi birer hakikattirler, lakin kendi düşünce dünyamıza, algı dünyamıza bu kelimelerle indirilmektedirler.
16-) Elleziyne yekulune Rabbena innena amenna fağfir lena zünubena ve kına azaben nar;
Onları ki ya Rabbena derler; İnandık, iman getirdik, artık bizim suçlarımızı bağışla ve o ateş azabından koru bizleri (Elmalı)
Onlar şöyle derler: "Rabbimiz, biz kesinlikle iman ettik. Artık bizim suçlarımızı bağışla ve bizi yanmaktan koru!" (A.Hulusi)
Elleziyne yekulune Rabbena innena amenna fağfir lena Ey rabbimiz bizi bağışla. Biz iman ettik, zünubena günahlarımızı da bağışla ve kına azaben nar; ve bizi ateşin azabından koru diyen kimseleri. Devam ediyoruz:
17-) EsSabiriyne ves Sadikıyne vel Kanitiyne vel Münfikıyne vel Müstağfiriyne Bil eshar;
O sabredenleri, o doğruluktan şaşmayanları, o elpençe divan duranları, o nafaka verenleri ve seher vakitlerinde o istiğfar edip yalvaranları (görür). (Elmalı)
(Onlar) sabredenlerdir, sadıklardır, kanitlerdir (kulluğunun idrakıyla boyun eğmişlerdir), (muhtaçlara) bağışlayanlardır, seher vakti (uyanma sürecinde) eksikliklerinden dolayı istiğfar edenlerdir. (A.Hulusi)
EsSabiriyne Direnenler, zorluk karşısında direnen kimseleri ves Sadikıyne iman sözüne sadakat gösteren kimseleri vel Kanitiyne Allah önünde boyun eğen, başka hiçbir şeyin önünde eğilmeyen kimseleri vel Münfikıyne Allah yolunda varlığından harcayan kimseleri vel Müstağfiriyne Bil eshar; seherlerde ya da Eshar İbn. Mansur’un Lisan-ı Arapta ifade ettiği gibi öz, iç, kalp,içinde, içi manasına geliyor, en doğru anlam şu olsa gerek ta..! yürekten, taa..! özden, ta..! ciğerden Allah’a af dileyen kimseleri, ne olsun bu kimseler? Yukarıda söylüyor aslında, Allah görür. Bunları görür Allah.
Ey bizim rabbimiz, biz sana iman ettik, bizi bağışla, günahımızı bağışla, bizi ateşin azabından koru diyen kimseleri, sabreden, direnen, imanında sadakat gösteren, Allah’a boyun eğen, Allah yolunda harcayan ve Allah’tan af dileyen ta..! özden, yürekten af dileyen kimseleri: vAllahu Besıyr'un Bil'ıbad; Allah bütünüyle görür. İşte bunları da görür.
Burada sevgili dostlar önemli bir hakikat ifade ediliyor. Bu da Allah’tan af dilemek. Resulallah’tan gelen seherde istiğfar konusundaki bir yığın rivayeti geçiyorum. Çok önemli bunlar. Ancak zaman darlığı nedeniyle geçmek zorundayım.
Resulallah’ın;
- Ben günde 100 defa Allah’a istiğfar ederim..! Deyişini hatırlayınız.
Aslında bu bir haddini bilmektir. İstiğfar, tevbe, Allah’tan af dilemek. Bu “Ben haddimi biliyorum ya rabbi.” Demenin öbür adı değil mi..! İnsanın kendi haddini itirafı değil midir..! Aslında bu ne anlama geliyor? Bu insanın kendisini bilmesi anlamına gelmiyor mu? Ben kendimi biliyorum ya rabbi.
Estağfurullah diyen, tevbe eden, Allah’tan af dileyen; Ben kendimi biliyorum ya rabbi, demiştir. Sınırlarını itiraf etmiştir Allah’a. Haddini bildiğini itiraf etmiştir. Eğer sınırlarını bilirse bir insan, haddini bilirse bir insan, İnsanın Allah’ı bilmesi haddini bilmesine bağlıdır dostlarım. İşte şimdi o ifade ediliyor, bu gerçek ifade ediliyor.
18-) ŞehidAllâhu enneHÛ lâ ilâhe illâ HUve, vel Melâiketü ve ulül 'ılmi kaimen Bil kıst* lâ ilâhe illâ HUvel Aziyz'ül Hakiym;
Şahadet eyledi ki Allah şu hakikatlelâ ilâhe illâ HU, başka tanrı yok, ancak O Bütün meleklerle ilim uluları da adl-ü Hakkaniyetle durarak şahid: Başka tanrı yok, ancak o, Aziyz o, Hakîym O. (Elmalı)
Allâh şehâdet eder, kendisidir "HÛ"; tanrı yoktur; sadece "HÛ"! Esmâ'sının kuvveleri olanlar (melâike) ve Ulül İlm de (ilim açığa çıkardığı mahaller) bu hakikatin Hak oluşuna şehâdet eder, Adl'i kaîm kılarlar. Tanrı yoktur, sadece "HÛ"; Aziyz, Hakiym'dir. (A.Hulusi)
ŞehidAllâhu enneHÛ lâ ilâhe illâ HU Allah’ın bizzat kendisi, kendisinden başka ilah olmadığına şahittir. Ayet aynen böyle. Allah kendi kendisine şahittir ki O’ndan başka ilah yoktur.
vel Melâiketü ve ulül 'ılmi kaimen Bil kıst Meleklerde ve adaleti kendisine düstur edinen, adaleti kendisine esas edinen ilim adamları da bu hakikate şahittirler ki;
lâ ilâhe illâ HUvel Aziyz'ül Hakiym; Allah kendisinden başka ilah olmayandır, İzzet sahibidir, hikmet sahibidir. Allah’ta şahittir, melekleri de şahittir ve adaleti emreden ilim adamları da bu gerçeğe şahittirler diyor Kur’an.
İşte yukarıda ki istiğfar eden kimselerin, kendini bilen kimselerin Allah’ı da bildiği hakikatinin bir devamı olarak alınırsa, bu bilmenin şu iman temeli üzerine kurulması lazım. Yani kendi kendini bilmek ancak böyle bir iman temeli üzerinde mümkün olabilir. Eğer böyle bir iman üzerine şahsiyetini bina etmezse insan, kendi kendisinin sınırlarını da unutur. Kendi sınırlarını unutursa bazen bakarsınız ilahlığa kalkışabilir. İlahlık iddiasına kalkışabilir.
Elbette ki ben tanrıyım, ben ilahım demez, ama öyleymiş gibi yapar. Öyleymiş gibi davranır. Hatta Allah’ın işini üstlenmeye kalkar. Allah’ın sınırına müdahale etmeye kalkar. Allah’ın mesajına müdahale etmeye kalkar. Allah’ın mesajına sırt döner ve kendi mesajını Allah’ın mesajının önüne geçirebilir.
19-) İnned Diyne 'ındAllâhil İslâm* ve mahtelefelleziyne utülKitabe illâ min ba'di ma caehümül ılmü bağyen beynehüm* ve men yekfur Bi ayatillahi fe innAllahe seriy'ul hisab;
Doğrusu Allah indinde din İslam’dır. O kitap verilenlerin ihtilaf etmeleri ise sırf kendilerine ilim geldikten sonra aralarındaki bağıyden, ihtirastandır. Her kim de Allah’ın ayetlerine küfrederse şüphe yok ki Allah çabuk hesaplıdır. (Elmalı)
Allâh indînde Din, İslâm'dır. Kendilerine Kitap (bu konuda bilgi) verilenler, onlara verilen bu ilimden sonra haset ve ihtirastan dolayı ayrılığa düştüler. Kim Allâh'ın işaretlerindeki varlığını (Esmâ'sının açığa çıkışı olan işaretleri) örterse, muhakkak ki Allâh Seriy'ül Hisab'dır (yapılan işin hesabını anında sonuçlandıran). (A.Hulusi)
İnned Diyne 'ındAllâhil İslâm O halde, bu hakikatler hep birbirinin devamı. Allah katında tek din nedir? İslam’dır.
İslam 3 mastara birden izafe edilir. Selamdır, barıştır, teslimiyettir, Allah’a kayıtsız şartsız itaattir ve selamettir. Kurtuluştur. Elbette Allah’a kayıtsız şartsız teslim olan iç barışa erer. İçindeki savaş durur ve iç barışa ulaşır. Yüreğinde bir barışa kavuşur. Kendisi ile barışır ve barışa kavuşur. Kendisi ile tanışıp iç barışı kazanan kurtulur, selamete ulaşır. Ve devam ediyor.
ve mahtelefelleziyne utülKitabe illâ min ba'di ma caehümül ılmü bağyen beynehüm Daha önce kendilerine mesaj gönderilenler başka değil yalnızca kıskançlıktan dolayı kendilerine gerçeğin alameti gelmesine rağmen farklı görüşlere saptılar. Evet, kıskançlıklarından dolayı kendilerine gerçeğin alameti gelmesine rağmen farklı görüşlere saptılar. İnançlarını tartışmaya açtılar.
ve men yekfur Bi ayatillahi fe innAllahe seriy'ul hisab; Kim Allah’ın mesajlarını inkar eder, kim Allah’ın mesajlarını tanımazlıktan gelirse fe innAllahe seriy'ul hisab; O çok iyi bilsin ki Allah hesabı çabucak görendir, onun hesabını da bir gün görüverir.
20-) Fein haccuke fe kul eslemtü vechiye Lillahi ve menittebean* ve kul lilleziyne utül Kitabe vel ümmiyyiyne eeslemtüm* fein eslemu fekadihtedev* ve in tevellev fe innema aleykel belağ* vAllahu Basıyr'un Bil'ıbad;
Buna karşı seninle münakaşaya kalkışanlara de ki; “Ben yüzümü İslam ile tertemiz Allah’a tuttum. Bana tabi olanlar da.” O kitap verilenlerle verilmeyen ümmilere de de ki; “Siz İslam’ı kabul ettiniz mi?” Eğer nizayı keser İslam’a girerlerse doğru yolu bulmuşlardır. Yok yüz çevirirlerse sana da düşen ancak tebliğdir. Allah görüyordur o kulları da. (elmalı)
Eğer seninle tartışırlarsa de ki: "Vechim Allâh'a teslimdir; bana tâbi olanların da!" Hakikat - Sünnetullah bilgisi verilmiş olanlar ile ümmî olanlara (bu bilgiden habersiz olanlar - müşriklere) de ki: "Siz de İslâm'ı kabul ettiniz mi?.." Eğer teslim olurlarsa hakikati kabullenmiş olurlar. Ama yüz çevirirlerse, işin onlara tebliğden ibarettir. Allâh, kullarındaki Esmâ'sının sonucu olarak da Basıyr'dir (değerlendirendir). (A.Hulusi)
Fein haccuke fe kul eslemtü vechiye Lillahi ve menittebean Şu halde eğer seninle tartışırlarsa de ki; Ben tüm varlığımla Allah’a teslim oldum ve menittebean bana uyanlar da Allah’a teslim oldular de. ve kul sor onlara lilleziyne utül Kitabe vel ümmiyyiyne eeslemtüm vahiy emanet edilenlere ve vahiyden bi haber olanlara. Yani hem ehli kitaba, kitap ehline, hem de müşriklere sor de ki; eeslemtüm siz Allah’a kayıtsız şartsız teslim oldunuz mu?
İşte İslam budur. İslam insanlığın değişmez değerlerinin öbür adıdır. Onun için İslam sadece bu ümmetin malı değildir. İslam tarih boyunca tüm insanlığın değişmez hakikatlerinin öbür adıdır ve tüm peygamberler İslam peygamberidir. Ve tüm peygamberlerin getirdiği din de İslam’dır. Ve kayıtsız şartsız Allah’a teslim olan herkes katıksız Müslüman olarak isimlendirilir, çünkü İslam teslimiyettir.
fein eslemu fekadihtedev Ve onun içinde ayet böyle diyor. Eğer kayıtsız şartsız Allah’a teslim olurlarsa hidayete ulaşmış olurlar, doğru yolu bulmuş olurlar.
ve in tevellev fe innema aleykel belağ Eğer yüz çevirirlerse, sırt dönerlerse sana düşen yalnızca ve yalnızca tebliğ etmektir.
vAllahu Basıyr'un Bil'ıbad; Allah kullarını bütünüyle görmektedir.
21-) İnnelleziyne yekfurune Bi ayatillahi ve yaktulunen Nebiyyiyne Bi ğayri Hakkın ve yaktulunelleziyne ye'murune Bil kıstı minen Nasi febeşşirhüm Bi azâbin eliym;
Her halde onlar, Allah’ın ayetlerini tanımayanlar ve haksızlıkla peygamberleri katleyleyenler ve insanlar içinde adl-ü insaf emreden kimseleri katledenler şimdi hep bunlara elim bir azap müjdele. (elmalı)
Allâh'ın işaretlerindeki varlığını (Esmâ'sının açığa çıkışı olan işaretleri) inkâr edenlere, Hakk'ın muradına karşı Nebileri öldürenlere, insanlardan adl ile hükmedenleri öldürenlere gelince; onları feci bir azap ile müjdele! (A.Hulusi)
İnnelleziyne yekfurune Bi ayatillahi ve yaktulunen Nebiyyiyne Bi ğayri Hakk Bu hakikati beyandan sonra hemen Kur’an, özellikle Yahudilerin peygamber katletmekle meşhur olan, tarihlerinde böyle bir sabıkaları olan Yahudilere yöneliyor ve diyor ki; İnnelleziyne yekfurune Bi ayatillahi Allah’ın ayetlerini, mesajlarını inkar eden ve yaktulunen Nebiyyiyne ve peygamberleri acımasızca katleden Bi ğayri Hakkın haksız yere acımasızca katleden kimseler, ve yaktulunelleziyne ye'murune Bil kıstı minen Nas ve insanlara adil davranmayı emredenlerin kanına giren şu kimseler febeşşirhüm Bi azâbin eliym; İşte bunları bu tipleri acıklı bir azap ile müjdele.
Adeta ince bir ironi var burada. Onlar kendilerinin cennetle müjdelenmesini bekliyorlar değil mi? Siz onları cehennemle müjdeleyin. Çünkü onlar kendi peygamberlerini katlettiler ey Muhammed. Seni inkar etmeleri aslında hiçte olağan dışı bir şey değil. Hiçte şaşırtıcı bir şey değil. Çünkü bizzat onlar kendi içlerinden çıkan peygamberleri taşladılar, öldürdüler, kimilerini kestiler, koyun gibi boğazladılar.
22-) Ülaikelleziyne habitat a'malühüm fid dünya vel ahireti, ve ma lehüm min nasıriyn;
İşte bunlar dünya ve ahirette amelleri heder olmuş kimselerdir ve onları kurtaracakta yoktur. (elmalı)
İşte onlar, dünyada da sonsuz gelecek sürecinde de yaptıkları boşa gidenlerdir. Onlara yardımcı da yoktur. (A.Hulusi)
Ülaikelleziyne habitat a'malühüm fid dünya vel ahireti Böyle davrananlar, ilahi mesaja sırt dönenler, ilahi mesajı duymak istemeyenler için bu ayet. Ülaikelleziyne habitat a'malühüm fid dünya vel ahireti Onların eylemleri dünya ve ahirette boşa gitmiştir. İlahi mesaja sırt döndükten sonra bir insanın Allah’tan bağımsız bir iyilik felsefesi geliştirmesi mümkün mü? Allah’tan bağımsız bir iyilik felsefesi geliştiremezsiniz, onun için sadece dinler bir vicdan yaratır. Din dışı hiçbir ideoloji, Allah’tan bağımsız bir vicdan meydana getiremez. ve ma lehüm min nasıriyn; Onlara yardım eden de bulunmayacaktır.
Bunun örneği nedir dostlarım? Küçük, öksüz bir kız çocuğunu yanına alıp büyütmek isteyen bir insan düşünün. Siz ilk etapta bu insanın bu davranışına hayran olunacak bir davranış gibi bakarsınız değil mi? Yoksul, sokakta kalmış bir kız çocuğunu, bir yetim kız çocuğunu evine alıp büyütüyor. Ancak bu insanın yüreğinde zihninin derinliklerinde şöyle bir niyet olsa siz hala hayran olunacak bir davranış olarak bakar mısınız. “Bu çocuğu büyüteyim ve bunu kötü emellerime alet edeyim.” Diye bu kız çocuğunu, bu yetim ve öksüz kız çocuğunu yanına alıp büyütmek isteyen bir insanın zihninin derinlerindeki bu kötü niyeti öğrenince ne dersiniz? “Ne kadar adi bir davranış..!”
Peki bir davranışı hem ne kadar yüce bir davranış, hem de ne kadar adi bir davranış olarak iki farklı kategoride değerlendirmenize sebep ne oldu? Onun niyetini bilmeniz değil mi? İşte Allah böyle niyetleri bilir.
23-) Elem tera ilelleziyne ûtû nasıyben minel Kitabi yüd'avne ila Kitabillahi li yahküme beynehüm sümme yetevella feriykun minhüm ve hüm mu'ridun;
Baksana o kendilerine kitaptan bir nasip verilmiş olanlara, aralarında hakem olması için Allah’ın kitabına davet olunuyorlar da sonra içlerinden bir kısmı yüz çevirerek dönüp gidiyorlar. Bunun sebebi. (elmalı)
Vahyedilen bilgilerden bir nasip verilmiş olanları görmedin mi; aralarında hüküm verilmesi için Allâh vahyine davet ediliyorlar, sonra onlardan bazıları yüz çevirip gidiyor. (A.Hulusi)
Elem tera ilelleziyne ûtû nasıyben minel Kitabi yüd'avne ila Kitabillahi li yahküme beynehüm Baksana şu kendilerine daha önce vahiyden bir pay verilenlere, aralarını bulmak için Allah’ın kitabına çağırılmıştılar onlar. sümme yetevella feriykun minhüm ve hüm mu'ridun; Sonra onlardan bir kısmı döneklik yaparak yüz çevirdiler Allah’ın vahyinden. Oysa ki onlar Allah’ın kitabına çağırılmıştılar daha önceden. Yani aralarındaki tüm ihtilafları Allah’ın kitabı ile halletmeye çağırılmıştılar. Yine burada aynı tarihsel gruba bir atıf var.
24-) Zâlike Bi ennehüm kalu len temessenen naru illâ eyyamen ma'dudat* ve ğarrehüm fiy diynihim ma kânu yefterun;
Çünkü onlar;”Sayılı günlerden başka bize asla ateş dokunmaz..!” demekte ve uydura geldikleri yalanlar dinlerinde kendilerini aldatmaktadır. (Elmalı)
Bu onların "Sayılı günlerin dışında ateş bize dokunmayacak" diye düşünmelerinden ileri gelir. Uydurdukları gerçek dışı kabulleri dinlerine ihanettir. (A.Hulusi)
Zâlike Bi ennehüm kalu len temessenen naru illâ eyyamen ma'dudat Niçin böyle davrandılar biliyor musunuz? Çünkü onlar diyorlardı ki; “Bize ateş ancak sayılı birkaç günde dokunacak, birkaç gün dışında bize ateş dokunmayacak.” Niçin böyle diyorlardı? ve ğarrehüm fiy diynihim ma kânu yefterun; zira uydurmayı gelenek edindikleri şeyler onları inançlarında saptırmıştı.
Yani onlar Allah’a iftira ediyorlardı. Niçin böyle bir düşünceye saptılar onlar? Çünkü onlar ırklarının üstün ırk olduğuna inanıyorlardı. Irk gibi insanın seçmekte kendi dahlinin bulunmadığı ontik bir değeri üstünlük değeri olarak adlandırdılar. Yani kutsal ırkçılık yaptılar. Bu en basitinden adi ve basit bir materyalizm idi. Çünkü insanın seçmekte dahli bulunmayan bir değeri, insanın ölçüsünü, değerini tanımlayan bir ölçü olarak koymak en basitinden adi bir materyalizm idi.
25-) Fekeyfe iza ceme'nahüm li yevmin la raybe fiyhi ve vuffiyet küllü nefsin ma kesebet ve hüm la yuzlemun;
Bakalım o geleceğinde şüphe olmayan gün için kendilerini topladığımız ve hiç kimseye zulmedilmeyerek herkese her ne kazandıysa tamamen ödendiği vakit nasıl olacak? (elmalı)
Şüphesiz gelecek olan o süreçte, kendilerini bir araya getirdiğimiz zaman, hiç kimseye haksızlık edilmeden yaptıklarının getirisi verildiğinde, ne olacak (hâlleri)! (A.Hulusi)
Fekeyfe iza ceme'nahüm li yevmin la raybe fiyhi Bakalım halleri nasıl olacak iza ceme'nahüm li yevmin la raybe fiyhi onları, kendisinde kuşku duyulmayan bir günde bir araya topladığımızda ve vuffiyet küllü nefsin ma kesebet ve herkese kazandığı tastamam ödendiğinde ve hüm la yuzlemun; ve kimseye de zulmedilmediğinde bakalım onların halleri ne olacak..! İşte o zaman onların bu iddialarının doğru olup olmadığını işte o zaman göreceğiz ve o zaman onlar “Bize birkaç gün dışında ateş dokunmayacak.” diyen ve bunu derken de sırf kutsal ırkçılıklarını ve hasetliklerini ön plana alan bu kimseler, kendilerine gönderilen son peygamberin mesajlarına karşı sırt dönmenin bedelini nasıl ödeyecekler. İşte onu o zaman görelim.
Bu mesajları gönderen Allah’a sınırsız sayıda hamdolsun.
“Ve ahiru davana velil hamdülillahi rabbil alemiyn”