14 Aralık 2011 Çarşamba

İslamoğlu Tefsir ders. Hud (102-109)(74-C)




B sayfasından devam


102-) Ve kezâlike ahzü Rabbike izâ ehazel kura ve hiye zâlimetün, inne ahzehu eliymün şediyd;

Rabbinin, zâlimlerin olduğu şehirleri yakalaması işte böyledir! Muhakkak ki O'nun yakalaması çok acı verici ve şiddetlidir! (A.Hulusi)

102 - Ve işte rabbin medeniyetleri zulmederlerken çarptığı vakit böyle çarpar, çünkü onun muahezesi çok elîm, çok şiddetlidir. (Elmalı)


Ve kezâlike ahzü Rabbike izâ ehazel kura ve senin rabbin kentleri cezalandırmak istediği zaman işte böyle cezalandırır. ve hiye zâlimetün, niçin derseniz, onlar zulmetmişlerdi. Biraz önce saymıştım ya; İnsan-Allah, İnsan-insan, insan-eşya ilişkisinde Allah’ın koyduğu yerden etmişlerdi. Onun içinde kendilerine, hakikate ve eşyaya zulmetmişlerdi.

inne ahzehu eliymün şediyd; Hiç şüphesiz O’nun cezalandırması çok can yakıcı, pek şediyddir.


103-) İnne fiy zâlike le ayeten limen hafe azâbel ahireti, zâlike yevmün mecmu'un lehunNasu ve zâlike yevmün meşhud;

Muhakkak ki bunda, gelecekteki yaşam azabından korkan için elbette bir işaret vardır... İşte bu, tüm insanların bir arada olduğu bir süreçtir! İşte bu, kendisinde hiçbir şeyin gizli kalmadığı bir süreçtir! (A.Hulusi)

103 - Her halde bunda Âhiret azâbından korkanlar için muhakkak bir ibret vardır, o öyle bir gündür ki onun için insanlar toplanacak, hem öyle bir gün ki mutlak görülecektir. (Elmalı)


İnne fiy zâlike le ayeten limen hafe azâbel ahirah Kuşkusuz bunda ahiret azabından korkanların alacağı derin ibretler vardır. zâlike yevmün mecmu'un lehunNasu ve zâlike yevmün meşhud; Ki o gün tüm insanlığın toplandığı bir gündür ve o her şeyin ortaya serildiği, bir bir açılıp saçıldığı, hiçbir şeyin gizli kalmadığı, hayat filminin bin boyutuyla, binler boyutuyla mahşerde izlettirildiği bir gündür.


104-) Ve ma nüehhıruhu illâ liecelin ma'dud;

Biz onu ancak süresi belirlenmiş bir ömür dolayısıyla geciktiriyoruz. (A.Hulusi)

104 - Ve biz onu ancak sayılı bir ecel için tehir ediyoruz. (Elmalı)


Ve ma nüehhıruhu illâ liecelin ma'dud; ve o günü biz sayılı bir sürenin dışında asla ertelemeyiz.


105-) Yevme ye'ti lâ tekellemü nefsün illâ BiizniHİ, feminhüm şakıyyün ve sa'ıyd;

O süreç başladığında, O'nun elvermesi dışında, hiçbir nefs konuşamaz! Onlardan kimi şakî (imanı olmayan, sonsuza dek cehennemlik) kimi de saîddir (imanı olan, sonsuza dek cennetlik). (A.Hulusi)

105 - O geleceği gün hiç bir nefis, tekellüm edemez, ancak onun izni ile başka, artık kimi bedbaht kimi mesut. (Elmalı)


Yevme ye'ti lâ tekellemü nefsün illâ BiizniH O gün geldiğinde hiçbir kimse onun izni olmadan savunma yapamayacak. Ağzını açamayacak şimdi. Allah’ın gönderdiği vahye karşı ağızlarına geleni söyleyenler, bir gün gelecek hakimi Allah olan mahkemede öyle ağızlarına geleni atamayacaklar.

Araya girmedim, ahiret hakkında ebedi gerçekleri ifade eden bu ayetlerin arasına tefsir gerekçesiyle girmekte istemedim ki ruhumuz üzerinde gereken etkiyi yapsın diye. Çünkü bu manzarayı, bu sahneyi bize Allah’tan başka hiç kimse veremez.

Bu son okuduğum cümlede savunma yapamayacaklar diye çevirdiğim cümlede elbette Allah’ın insanların ahiretteki savunma haklarını tanımayacağı anlamına alınmamalı. Savunma hakları Nahl suresi 111. ayetiyle zaten garanti edilmiştir.

[Ek bilgi; 111-) Yevme te'ti küllü nefsin tücadilu an nefsiha ve tüveffa küllü nefsin ma amilet ve hüm lâ yuzlemun;

O süreç ki, her nefs kendini kurtarmak için mücadele eder... Her nefse yaptığı şeylerin karşılığı tam verilir... Onlar haksızlığa uğratılmazlar. (A.Hulusi)]

Hatta hatta ondan daha ötesi birbirleri arasında ağız dalaşına bile girecekleri Kur’an da nakledilmiştir. Ama burada söylenmek istenen Allah’ın ahirette mutlak otoritesi, yani artık dünyada ki gibi bir manevra alanı da tanınmayacak. Bu anlatılıyor.

feminhüm şakıyyün ve sa'ıyd; sonuçta onlardan kimileri bedbaht, kimileri de bahtiyar olacak.


106-) Feemmelleziyne şeku fefiynnari lehüm fiyha zefiyrun ve şehiyk;

Şakî olanlar, Nâr'dadırlar (ışınsal ateş)... Onlar orada (azaptan) hırlayarak ve inleyerek soluk alırlar! (A.Hulusi)

106 - İmdi bedbaht olanlar ateştedirler, orada onlara öyle bir soluyuş ve hıçkırış vardır ki. (Elmalı)

Feemmelleziyne şeku fefiynnar Artık bedbaht olan kimselerin mekanı ateş olacak. lehüm fiyha zefiyrun ve şehiyk; onlar orada inilti ve sızıltıyla, ahu Efkan ile ortalığı velveleye verecekler.


107-) Halidiyne fiyha ma dametis Semavatü vel Ardu illâ ma şâe Rabbük* inne Rabbeke fa'alün lima yüriyd;

Semâlar ve arz (şuurları ve bedenleri) var oldukça onda ebedî kalırlar; Rabbinin dilemesi müstesna... Muhakkak ki Rabbin (hakikatin olan Allâh Esmâ'sının bileşimi) irade ettiğini fiile dönüştürür! (A.Hulusi)

107 - Onlar, orada Semavât ve Arz durdukça muhalled olacaklar ancak rabbinin dilediği müddet başka, çünkü rabbin «dilediğini yapan»dır. (Elmalı)


Halidiyne fiyha ma dametis Semavatü vel Ardu illâ ma şâe Rabbük Rabbin aksini dilemedikçe gökler ve yer orada durduğu sürece onlar da orada kalmayı sürdürecekler. inne Rabbeke fa'alün lima yüriyd; unutma ki senin rabbin dilediğini yapan Allah’tır.

Bu ayet Kur’an tefsir tarihinde çok müstesna tartışmalara konu olmuş, çok farklı yorumlar bu ayet merkeze alınarak yapılmış. Bu ayete dayanarak bir çok sahabi ve Alim; cehennemin sonsuzca olmadığını, mutlaka çok uzun bir süre var olsa da, sonsuzca bulunmayacağını söylemiş ya da onlardan bu meyanda görüşler nakledilmiş. Bu konuda Hz.Ömer’den, Abdullah Bin Mes’ut’tan, Ebu Hüreyre’den, Ebu Said el Hudri’den, ki bunların hepsi sahabe ve daha sonraki tabiinden ve ondan sonraki nesillerden olan Şâbî gibi, Abd bib Humeyd gibi, -ki hadis alimlerindendi- Alimlerde bu ayete dayanarak azabın; ebedi, sonsuzca daha doğrusu olmayacağı yönünde görüş beyan etmişler.

Bu noktada bu görüşlerin tamamını toplayıp yine bu görüşü savunmak üzere İbn. Kayyım el-Cevziyye, büyük alim bir eser bile kaleme almış; Hadi'l-Ervah İla Biladi'l-Efrah adıyla. Fakat bu bütün bu görüşler tabii ki birer görüş. Tabii ki saygı değer görüşler. Ama bu konuda gayb konusu olduğu için cehennemin süresi konusunda spekülatif bir tartışmayı şahsen doğru bulmuyorum.

 Halidiyne fiyha ebede (Beyine/8); Huld ve ebed kelimelerine dayanarak cehennemin sonsuz olmadığını savunan sahabe ve ondan sonrakilerin görüşlerine karşıt görüşler olmuşsa da bunlar, huld ve ebed sözcüklerinin Arap dilinde hiçbir zaman sonsuz manasına gelmediğini, yine uzun süreler anlamına geldiği şeklinde cevaplar verilmiş. Dediğim gibi bu sadece bir anekdot olarak naklettiğim, fakat üzerinde gaybi bir mesele olduğu için spekülasyon yapılmaması gerektiğini düşündüğüm bir şey. Ama bir sonraki ayet ve o ayetin bitişiyle bu ayetin bitişi arasındaki farka dikkat çekerek ben, hadisenin daha farklı bir boyutunu işlemek istiyorum.


108-) Ve emmelleziyne suıdu fe fiyl cenneti halidiyne fiyha ma dametis Semavatü vel Ardu illâ ma şâe Rabbük* 'ataen ğayre meczûz;

Saîd olanlar ise, Cennet'tedirler... Semâlar ve arz (şuurları ve bedenleri) var oldukça onda ebedî kalıcılardır; Rabbinin dilemesi müstesna... Akışı kesilmeyen bağışla yaşarlar. (A.Hulusi)

108 - Amma mesut olanlar Cennettedirler, rabbinin dilediği müddetten başka Semavât ve Arz durdukça onlar onda muhalled kalacaklar, bir atâ ki kesilmesi yok. (Elmalı)


Ve emmelleziyne suıdu Evet, yukarıdaki ayetin sonu;

inne Rabbeke fa'alün lima yüriyd unutma ki senin rabbin dilediğini yapan Allah’tır. Diye bitiyordu. Şimdi 108. ayete geliyoruz. O da tam tersine cennetle ve cennetliklerle ilgili.

Ve emmelleziyne suıdu Bahtiyar olanlara gelince. Yani cennetlikler mi bahtiyar olacak, bahtiyar olanlar mı cennetlik olacak. Buradaki ibareye göre bahtiyar olanlar cennetlik olacak. Çünkü öncelikle bahtiyarlıkları dile getiriliyor. Bahtiyar olanlara. Onun için buradan yola çıkarak şunu söyleyebiliriz; Müslüman olmak, mutlu olmaktır, bahtiyar olmaktır. Eğer Müslüman olmayı, iman sahibi olmayı hayatınızda ve yer yüzünde mutlu olmak biçiminde algıladınız ve yaşadınızsa bahtiyarsınız. Ve bahtiyar olanların akıbeti cennet olacaktır.

fe fiyl cenneti halidiyne fiyha ma dametis Semavatü vel Ardu illâ ma şâe Rabbük işte onlar da rabbin aksini dilemedikçe gökler ve yer orada durduğu sürece içerisinde yerleşip kalacaklar. 'ataen ğayre meczûz; Bu çok önemli, kesintisiz bir bağış olarak.

Yukarıdaki cehennemle ilgili ayetin sonu nasıl bitiyordu? Unutma ki senin rabbin dilediğini yapan Allah’tır. Cehennemle ilgili ayet böyle bitiyor. Fakat cennetle ilgili ayet böyle bitmiyor. Kesintisiz bir bağış. Bir fark. İşte asıl benim bu farka dikkat etmek istiyorum ben. Cennet ve cehennemin süreleri üzerine konuşmak gayb hakkında konuşmaktır gibime geliyor. Fakat Allah’ın rahmetiyle gazabı hakkın da konuşmak, gayb hakkında konuşmak değildir ve cennet Allah’ın rahmetinin, cehennemse gazabının bir eseridir. Ve şu bir gerçektir ki Allah’ın rahmeti gazabını kuşatmıştır. Şu bir gerçektir ki ve bu gerçeği de Allah’ın vahyi bizzat haber vermektedir ki,

…azâbiy usıybu Bihi men eşa'.. (A’raf/156) Benim azabım dilediğime, yalnızca dilediğime isabet eder. ve rahmetiY vesiat külle şey' fakat rahmetime gelince o her şeyi kuşatmıştır. Bunu buyuran Allah’tır. A’raf suresinin 156. ayetini okudum. Yani o her şeyin içine azabı ve gazabı da girmektedir. Madem her şeyi kuşatmıştır, o halde asıl olan rahmettir. Ve buradan yola çıkarak; Rahmetin, varlığın ilk özü, yaratılış illeti ve sebebi olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz. Gazabın ise sadece lokal, sınırlı ve çok mahdut olduğunu söyleyebiliriz. İşte bu iki ayetin sonu bundan farklı bitiyor. Yukarıda gazabı, cehennemi sınırlar şeklinde biten ayet; cennetle ilgili ayete gelince sonsuzca ve kesintisiz bir saadete dikkat çekiyor. Onun için Allah’ın rahmeti, gazabını geçmiştir. İşte bunun bilinmesi esastır diye düşünüyorum.


109-) Fela tekü fiy miryetin mimma ya'budu haüla'* ma ya'budune illâ kema ya'budu abauhüm min kabl* ve inna lemüveffuhüm nasıybehüm ğayre menkus;

Şunların tapınmalarına bakıp şüpheye düşme! Daha önce atalarının tapındıkları gibi tapınıyorlar sadece (Allâh'a ibadet ettiklerini sanma)! Doğrusu biz onlara hak ettiklerini noksansız, tamı tamına vereceğiz. (A.Hulusi)

109 - O halde sakın şunların ibadet edişlerinden şüpheye düşme başka değil atalarının ibadeti gibi ibadet ediyorlar, biz de elbet kendilerine tamamıyla nasiplerini veririz. (Elmalı)


Fela tekü fiy miryetin mimma ya'budu haüla' artık bu adamların neye taptıklarından hiçbir kuşkun olmasın ey peygamber. Ne demek bu, bir sonraki cümleyi de okuyalım; ma ya'budune illâ kema ya'budu abauhüm min kabl onlar, önceki atalarının kulluk ettiklerinden başkalarına kulluk etmiyorlar.

Sahi, birinci cümledeki bu adamların neye taptıklarından hiçbir kuşkun olmasın ne demek? Hani hatırlayalım; Mekke müşrikleri Allah’a baş ilah olarak inanıyorlardı. İlahül alihe ve işte bu putlar neci, siz Allah’a iman etiğinizi söylüyorsunuz. Gerçekten de  gökten yağmuru kim yağdırıyor diye sor onlara; ..leyekulünnAllâh.. (Ankebut/63) elbette Allah diyecekler diyor Kur’an. Bu manada yaratanın Allah olduğuna iman ediyorlardı. Peki, bu putlar ne diye sorduğunuzda verdikleri cevap Kur’an ın bize naklettiklerine göre şu; ..liyükarribûna ilAllâhi zülfâ.. (Zümer/3) Bunlar Allah’a bizi yaklaştıran aracılardır.

İşte burada, yani şöyle bir tereddüde kapılma ey peygamber.  Ve bunlar acaba gerçekten Allah’a iman ediyorlar da, yani burada hafif bir yanılsamamı var falan diye aman tereddüt etme. Yani bunlar Allah’a da iman ediyorlar zannetme. Böyle bir inanç Allah’a iman etmek değildir. Nedir ya? Hevaya, hevese, iç güdüye, kişinin arzularına tapmasıdır. Yani ayartıcı öz benliğine, egosuna kul olmaktır. Tıpkı Kur’an ın dediği gibi. Ne diyordu Kur’an; ..eraeyte menittehaze ilâhehu heva.. (Casiye/23) sen arzusunu ilah edineni, tanrı edineni görmüyor musun diyordu.

Arzuyu tanrı edinmek, arzuya kul olmak, görmüyor musunuz. İnsan Allah’ın emrini bir kenara bırakırda arzusunu öne alırsa, insan kendi kişisel egoistçe duygularını Allah’ın emrine tercih ederse, Allah tarafından bu arzuyu tanrı edinmek, arzuya kul olmak biçiminde nitelendiriliyor. Bu çok önemli. Onun için Allah şöyle nitelendiriyor; Eğer bir insan tanrısını atama yetkisini kendisinde görüyorsa, Allah ile arasındakileri atama yetkisini kendinde görüyorsa o, kendi arzusuna tapıyor. Çünkü aracılar olsaydı onu Allah’ın seçmesi lazımdı. Aracıları niye siz seçiyorsunuz. Şunlar, şunlar benim aracılarım siz bunlara başvurun derdi, o zaman başvururdunuz. Fakat böyle dememiş, aksini demiş, “Ben hiçbir aracı kullanmıyorum.” ..feinniy kariybun.. (Bakara/186) Ben kuluma yakınım hatta şah damarından yakınım demiş. ..ve nahnu akrebu ileyhi min hablil veriyd; (Kaf/16) şah damarından yakın olan Allah böyle der mi. O halde siz uyduruyorsunuz, bu Allah’a iftira olmuş oluyor.

ve inna lemüveffuhüm nasıybehüm ğayre menkus; şu var ki biz onların payına düşeni hiç eksiksiz ödeyeceğiz. Bu ibare ilginç, Tüm kadim müfessirler bu ibareyi kinaye olarak değil hakikat olarak anlamışlar. Yani onların hiçbir hakkını kısmayacağız. Ben şöyle anlıyorum bunu, farklı bir çağrışımı var; Onlar Allah’ın hukukuna tecavüz ediyorlar, fakat Allah onların hakkına riayet edecek, hiçbir şeyi kısmayacak. Kula, eşyaya, benliğe kul olma yoluyla Allah’ın hakkına tecavüz etseler de, Allah onların hakkını tastamam verecek. Fakat bu ayeti mutlaka 15 ve 16. ayetlerle birlikte anlaşılması lazım. Oraya gittiğimizde, onların hakkını dünyada kullandıklarını, kullanacaklarını, ahirete bir paylarının kalmayacağını görüyoruz bu surenin 15 ve 16. ayetlerinde.


Devam ediyor D sayfasına geçiniz.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder