6 Aralık 2011 Salı

İslamoğlu Tef. Ders. Hud (065-072)(73-B)




A sayfasından devam


65-) Fe 'akaruha fekale temetteu fiy dariküm selasete eyyam* zâlike va'dün ğayru mekzûb;

Onu, ayaklarını keserek öldürdüler! Dedi ki: "Üç günlük ömrünüz kaldı evlerinizde! İşte bu yalanlanmayacak bir bildirimdir." (A.Hulusi)

65 - Derken onu tepelediler, bunun üzerine dedi ki: Evinizde üç gün yaşayın ve işte bu bir vaat ki yalan çıkarılmamıştır. (Elmalı)

Fe 'akaruha onu hunharca, vahşice katlettiler. Akara, aslında dizlerini kırıp vahşice öldürmek anlamına gelen bir kökten türetilmiş kelime. Vahşice katlettiler. Sahipsiz olunca vahşice katlettiler. Yani kamu malına zarar verdiler.

fekale temetteu fiy dariküm selasete eyyam işte bunun üzerine Salih dedi ki; Konaklarınızda keyif sürme, keyif çatma süreniz sadece ve sadece 3 gündür. Üç gün mühlet size. Evet, 3 gününüz kaldı dedi. Tabii ki böyle bir şeyi ancak bir peygamber söyleyebilir.

Burada ki bir mantığa dikkat çekmek istiyorum. Onu hunharca boğazlayan bu toplumun temel mantığına. Deveyi Allah’ın imtihan aracı kıldığını peygamberi aracılığı ile söylediği deveyi, etine kemiğine indirgediler. Yani basit bir hayvana indirgediler. İşte indirgemeciliğin tipik özelliği. Oysa o bir sınavdı.

Hani şeytan yapmıştı bu indirgemeciliğin ilk örneğini o vermişti. Adem’i çamura, hammaddesine indirgemişti ve onun için görememişti. Adem’in kendi sınavı olduğunu anlamamıştı. Şeytanın sınav kağıdı da Adem’di. Tıpkı Semut kavminin sınav kağıdının deve olduğu gibi. Ve her toplumun bir sınav kağıdı vardır, bir imtihanı vardır. Şeytan sınavı indirgemeci mantık yüzünden kaybetti. Adem’i anlayamadı. Adem’in sembolize ettiği değeri anlayamadı. Parmağa baktı, parmağın gösterdiği yere değil. Camdan bakmadı, cama baktı. Onun için camın buğusunda kendi hayalini gördü, ona vuruldu. Eğer camdan baksaydı, Allah’ın gör dediği yerden baksa, gör dediğiniz görecekti. Adem’in bir sınav aracı olduğunu görecekti. Cama bakınca çamur gördü.

Eğer Semut kavmi de devede bir sınav görselerdi, devenin şahsında Allah’ın kendilerini sınadığının farkına varsalardı başlarına o felaket gelmeyecekti.

zâlike va'dün ğayru mekzûb; işte bu yalanlanması imkansız bir tehdittir, ilahi tehdit.


66-) Felemma cae emruna necceyna Salihan velleziyne amenû meahu Bi rahmetin minna ve min hızyi yevmeiz* inne Rabbeke "HU"vel Kaviyyul Aziyz;

Hükmümüz açığa çıktığında Sâlih'i ve beraberindeki iman etmişleri, rahmetimizle kurtardık... O sürecin aşağılamasından da (kurtardık)... Muhakkak ki senin Rabbin Kaviyy'dir, Aziyz'dir. (A.Hulusi)

66 - Vaktâ ki emrimiz geldi, Salih’i ve maiyetinde iman etmiş olanları tarafımızdan bir rahmet ile kurtardık, hem de o günün zilletinden, çünkü rabbin öyle kavî, öyle azîz. (Elmalı)


Felemma cae emruna necceyna Salihan velleziyne amenû meahu Bi rahmetin minna Kararlaştırdığımız vakit gelince, Rabbimiz, hitabın hatibi burada, rabbimiz. Kararlaştırdığımız vakit gelince Salih’i ve onun inancını paylaşan kimseleri rahmetimiz sayesinde kurtardık. ve min hızyi yevmeizin ve bir şey daha yaptık diyor ilahi kelam, ne diyor? ve min hızyi yevmeizin dahası onları o bir gün, yani kıyamet gününde yaşayacakları utançtan da kurtardık. Asıl buna sevinmeli. Evet, hep bir atıf var, hep ebedi istikbale bir atıf. inne Rabbeke "HU"vel Kaviyyul Aziyz; şüphesiz senin rabbin var ya, işte O’dur sınırsız kuvvet ve izzet sahibi olan.

Dikkat buyurursanız rabbimizin bu ayette sayılan iki vasfı, kuvvet ve izzet. Kaviyy ve Aziyz. Neden? Şu söyleniyor; dolayısıyla gücüde, izzeti, onuru, şerefi de O’nun yanında arayın. Siz eğer hakikati fark etmedinizse, gücün önünde eğilecek kadar küçük akıllı iseniz, ufuksuzsanız yine Allah’ın önünde eğilin, çünkü Allah’tan güçlü olan biri mi var..! Eğer onur arıyorsanız ve hatır arıyorsanız, şeref arıyorsanız Allah’ın kapısında arayın. Çünkü onuru, şerefi O verir. O’nun vermediğine kim onur verebilir ki..! İşte burada söylenen o. Kitlelerin, yöneticilerin, seçkinlerin, iktidarların nezdinde şeref aramayın. Şeref arayacaksanız Salih gibi O’nun nezdinde arayın. Salih insan olun.


67-) Ve ehazelleziyne zalemus sayhatü feasbehu fiy diyarihim casimiyn;

O zulmedenleri, (dördüncü gün) o malûm sayha (şiddetli, titreşimli korkunç ses) yakaladı da evlerinde göçüp kaldılar! (A.Hulusi)

67 - O zulmedenleri ise sayha tutuverdi de diyarlarında çöke kaldılar. (Elmalı)


Ve ehazelleziyne zalemus sayhatü feasbehu fiy diyarihim casimiyn; Evet, sonuç, felaket. Kula kulluğun ısrarla sürdürüldüğü her toplum ve medeniyetin başına gelen onların da başına geldi. Derken o zalimleri dehşetli sayha yakalayıverdi de kendi yurtlarında cansız dona kaldılar, kala kaldılar. Tıpkı Napoli Vezüv yanardağının taş kestiği azgın Napoliler gibi. Bugün bile gidenler o büyük belanın ve felaketin, o azgın şehrin insanlarını geleceğin insanlarına bir ibret vesikası olarak nasıl taşlaştırdığını görebilirler.

Bu sayhanın niteliği A’raf/78. ayette aktarılmıştı. Racfe deniliyordu mezkur ayette. Yani patlamalı bir sarsıntı. Yani deprem, gürültülü bir deprem. İnsanları çıldırtan gürültü ile gelen korkunç bir deprem. Depremi hissedemeden gürültüyle kahrolan, mahvolan insanlar.


68-) Keen lem yağnev fiyha* ela inne Semude keferu Rabbehüm* ela bu'den li Semud;

Sanki orada hiç yaşamamışlardı! Kesinkes bilin ki, şüphesiz Semud (halkı) Rablerini inkâr etmişlerdi... (Yine) kesinlikle bilin ki, uzaklık (hakikatlerinden ayrı düşmüş hâlde yaşam) Semud içindir. (A.Hulusi)

68 - Sanki orada bir şenlik kurmamışlardı, bak Semûd, hakikaten rablerine küfrettiler bak defoldu gitti Semûd. (Elmalı)


Keen lem yağnev fiyha ne oldu sonunda? Sanki orada hiç yaşamamıştılar. Hiç bulunmamıştılar. Keen lem yağnev fiyha orada hiç yaşamamış gibi oldular diyor. Tasvir müthiş. ela inne Semude keferu Rabbehüm* ela bu'den li Semud; unutmayın ki rablerini ısrarla inkar edenler işte bu Semud idi. Unutmayın Semud tarih sahnesinden böyle silindi.


69-) Ve lekad caet Rusülüna İbrahiyme Bil büşra kalu selâma* kale selâmun fema lebise en cae Bi ıclin haniyz;

Andolsun ki, (meleklerden) Rasûllerimiz, İbrahim'e müjde olarak gelip, "Selâm" dediler... (O da): "Selâm" dedi ve sonrasında da kızartılmış bir buzağı getirdi. (A.Hulusi)

69 - Şanım hakkı için İbrahim’e de Resullerimiz müjde ile geldiler «selâm» dediler, «selâm» dedi, durmadan gitti kızartılmış bir buzağı getirdi. (Elmalı)


Ve lekad caet Rusülüna İbrahiyme Bil büşra kalu selâma Kur’an yeni bir olaya getirdi sözü. Semud kavminin helaki haber verildikten sonra. Tabii ki ilk muhataplarına ardı ardına; sizden öncekilere de peygamber gönderdik, vahiy gönderdik, ama onlar ısrarla yüz çevirdiler, ısrarla Allah’ın vahyini duymak istemediler ve akıbetleri bu oldu. Ey bu vahyin muhatapları, tüm zamanlarda ki muhatapları, siz garantinizin olduğunu mu düşünüyorsunuz. Sizin başınıza öncekilere gelen felaketlerinin gelmeyeceğine ilişkin garantiniz var mı. Adeta bu soruyu muhatabının zihninde sorduruyor bu kıssalar.

Şimdi başka bir kıssaya geçti ve Hz. İbrahim’e gelen elçilerin haberini veriyor bu ayet. Ve doğrusu elçilerimiz İbrahim’e bir muştu getirdiler ve selam sana dediler.

kale selâmun fema lebise en cae Bi ıclin haniyz; çok zip li sıkıştırılmış bir ifade, ibare. O da selam size dedi. Hemen geçiyor, asıl maksada geçiyor. Ve çok geçmeden önlerine kızarmış bir buzağı çıkardı. Halil İbrahim sofrasını açtı ve konuklarını buyur etti. Gelene mutlaka nesi varsa çıkarırdı. İşte Halil İbrahim sofrasının niteliği buydu, özelliği buydu. Bereketi buydu. Onun için sormamıştı aç mısınız, tok musunuz, kimsiniz, necisiniz, dost musunuz, düşman mısınız diye çıkarıvermişti sofrayı. Hem de nesi varsa.


70-) Felemma rea eydiyehüm lâ tesılu ileyhi nekirehüm ve evcese minhüm hıyfeten, kalu lâ tehaf inna ursilna ila kavmi Lut;

Ancak (Rasûllerin) ellerini sürmediklerini görünce onları yadırgadı ve onlardan (acaba düşman mı) korkusunu hissetti... "Korkma! Biz gerçekten Lût halkı için irsâl olunduk" dediler. (A.Hulusi)

70 - Baktı ki ona ellerini uzatmıyorlar o vakit bunları acayip gördü ve içinde onlardan bir nevi' korku duydu. Dediler, «korkma çünkü biz Lut kavmine gönderildik»,(Elmalı)


Felemma rea eydiyehüm lâ tesılu ileyhi nekirehüm ve evcese minhüm hıyfeh ellerinin sofraya uzanmadığını görünce onları yadırgadı. Hz. İbrahim’in tuhafına gitti ve onlardan yana içini bir kaygı kapladı, endişeye kapıldı. Bu kaygı bu endişe müfessirlerin dediği gibi onların melek olduğunu anlamadığından değildi bizce.

Biz bu görüşte değiliz. Onun korkusu onların melek olduğunu asıl anlamaktan dolayı idi. Yani onların melek olduğunu anladığı için içine bir endişe düştü, ateş düştü. Asıl, klasik tefsirlerin yazdığının tam tersi gerekçe ile içine ateş düştü Hz. İbrahim’in. Çünkü melekler eğer melek olduğunu anlamamasından dolayı endişe etseydi, onun endişesini giderme sadedinde hemen bir sonraki ayette, biz meleğiz derlerdi. O açıklama yapmak yerine; Biz Lut kavmine gönderilen elçileriz. Açıklamasını yapıyorlardı.

Demek ki Hz. İbrahim’in korktuğu başka şeydi. İçine düşen ateş başka şeydi. Melekler boşuna gelmezdi, gelince bir felaket getirirdi. İşte o bunu anlamıştı.Belki bu felaketin kendi içinde yaşadığı topluma geldiğini sanmış olabilirdi.

kalu lâ tehaf inna ursilna ila kavmi Lut; Evet cevabı burada geldi. Yani eğer Hz. İbrahim’in endişesi, melek olduklarını anlamamaktan kaynaklansaydı onlar böyle açıklama değil, farklı açıklama yaparlardı. Ama onlar diyorlar ki; Kaygılanmana gerek yok dediler. Çünkü biz Lut kavmi için gönderildik dedik. Demek ki kaygısı onların niteliğine yönelik değil, melek olduğunu anladığı için neden, hangi görevle gönderildiler, hangi belayı kime, hangi cezayı kime uygulamakla, infaz etmekle gönderildiler kaygısıydı.


71-) Vemraetühu kaimetün fedahıket febeşşernaha Bi İshaka ve min verai İshaka Ya'kub;

(İbrahim'in) karısı da ayakta idi... Güldü... Ona (İbrahim'in karısına) İshak'ı müjdeledik ve İshak'ın ardından da Yakup'u.. (A.Hulusi).

71 - Haremi dinliyordu, bunu duyunca güldü, bunun üzerine ona İshak’ı müjdeledik, İshak’ın arkasından da Yakup’u. (Elmalı)


Vemraetühu kaimetün fedahıket adeta İnne me'al 'usri yüsrâ; (İnşirah/6) ayetinin tecellisini görüyoruz. Her felaketle birlikte bir saadet, her zorlukla birlikle bir kolaylık, her üzücü bir şeyin yanında bir de sevindirici müjdeyi haber veren ayetin tecellisi gibi. Karısı ise ayakta duruyordu diyor bu ibare. Ve bu haber üzerine; fedahıket gülmeye başladı; febeşşernaha Bi İshak işte bu şekilde biz ona İshak’ı müjdeledik.

Beşşernaha biz ona, İbrahim’e değil, eşine müjdeledik. Neden Hz. İbrahim’e müjdelenmiyor de eşine müjdeleniyor, Çünkü Hz. İbrahim’in çocuğu var. Çocuğu olmayan Sara. Ya da Arapçalaşmış adıyla Sare. Hz. İbrahin’in İsmail’i var. Fakat Sara’nın hiç çocuğu yok. Onun için ona İshak müjdeleniyor. ve min verai İshaka Ya'kub; Üstelik İshak’ın ardından da onun oğlu Ya’kub’u müjdeledik.


72-) Kalet ya veyleta eelidü ve ene acuzün ve hazâ ba'liy şeyha* inne hazâ leşey'ün aciyb;

(İbrahim'in karısı) dedi ki: "Vay bana! Ben bir yaşlı (âdetten kesilmiş) kadın ve şu kocam da ihtiyar iken doğuracak mıyım? Muhakkak ki bu şaşılacak bir şeydir!" (A.Hulusi)

72 - Vay, dedi, doğuracak mıyım? Ben bir aciz, kocam da bu bir pir iken, her halde bu çok acîb bir şey. (Elmalı)


Kalet ya veyleta ne oldu peki, ne tepki verdi bu aziyz annemiz; Vay..! başımıza gelene demişti. eelidü ve ene acuzün ve hazâ ba'liy şeyha  Ben yaşlı bir kadın, şu kocam da piri fani olduğu halde ben çocuk doğuracağım ha? inne hazâ leşey'ün aciyb; bu gerçekten de çok garip bir şey demişti. Tabii ki garip bir şeydi, sıradan bir şey değildi. Ama buna karşılık ne cevap verildi;

Devam ediyor C sayfasına geçiniz.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder