13 Aralık 2011 Salı

İslamoğlu Tefsir ders. Hud (097-101)(74-B)




A sayfasından devam


97-) İla fir'avne ve meleihi fettebeu emre fir'avn* ve ma emru fir'avne Bi reşiyd;

Firavun ve ileri gelen adamlarına... Onlar Firavun'un emrine tâbi oldular... (Oysa) Firavun'un emri olgunluğu yansıtmıyordu. (A.Hulusi)

97 – Firavun’a ve cemiyetin de bunlar, Firavunun emrine tabi' oldular, Firavun emri ise reşit değildir. (Elmalı)


İla fir'avne ve meleihi Firavun ve onun yönetici seçkinlerine gönderdik. Bir davetle, risalet görevi ile gönderdik.

Yukarıda verilen örnekler; gerek Şu’ayb peygamber örneği, gerek Lut peygamber örneği, gerek Salih peygamber ve Nuh peygamber örneklerinde sapmış topluluklar mücerret olarak bir toplum idiler ve öyle nakledildiler. Fakat bu örnekte aynı zamanda örgütlü bir toplum ve o toplumu örgütleyen öncüsü, siyasal lideri gündeme geldi. Şimdi Hz. Musa örneğini öncekilerden ayıran bu. Örgütlü bir toplum ve bu toplumu örgütleyen siyasal bir lider, önder var.

Bu, firavun; özel isim değil, cins isim, kral gibi, sultan gibi, hükümdar gibi, melik gibi bir cins isim. Dolayısıyla Kur’an ın her firavun ismini andığında şu aklımıza gelecek tarihte özel bir isme dikkat çekmekten daha çok, firavunca yönetimlerin tüm yöneticilerine dikkat çekmedir bu. Kur’an onun için özel isim vermez. Onun için vasfı, yani niteliği, yani özelliği; Kişiliğin, şahsın, bireyin önüne çıkarır. Birey, kişi tarihseldir, ölüp gitmiştir. Fakat onun o tavrı, onun temsil ettiği o özellik, o nitelik ölmemiştir, firavunluk ölmemiştir firavun ölmüştür de.

Şeytan nasıl şeytanlığını zamanlar üstü devam ettiriyorsa, firavunlar da firavunluğunu daima sürdürürler. Bu noktada Adem ölmüştür, insanlık ademi yendi. Ölmemiştir. Peygamber ölmüştür fakat risalet vazifesi ölmemiştir bunun gibi. Onun için Kur’an isimlere değil, onların özelliklerine, niteliklerine dikkat çeker. Bakınız bu söylediklerimi şu ayet nasıl doğruluyor;

fettebeu emre fir'avn Evet, göndermiştik dedi yukarıda, fakat onlar firavunun yasasına, firavunun yönetimine boyun eğdiler. ve ma emru fir'avne Bi reşiyd; Ne ki firavun yasasının aklı yoktu. Daha doğrusu bu ibareyi en doğru biçimde şöyle tercüme edebiliriz; Firavun yasasının akıl kârı olması mümkün değildi. Nefy’in haberi “Be” ile gelirse Arap dilinde bir kuraldır bu. O imkân ve ihtimalin yokluğuna delalet eder. Yani firavunca hiçbir despotik sistemin sağduyusu olmaz diyor.

Biraz önce söylediğimle ne alakası var; Bakınız genelde Arapça da, standart bir cümle içinde şu ayetin okuduğum ibaresi kurulsa şöyle olur. fettebeu emre fir'avne ve ma emruhu Bi reşiyd; ikinci firavun ismi gelmez. İkinci zamir ile gelir. Çünkü birincide geldiği için ve ma emru fir’avne değil, ve ma emruhu biçiminde gelir genelde normal bir cümle. Fakat burada iki kez fir’avn ismi kullanılıyor, zamir kullanılmıyor. Bu çok önemlidir. Bunun elbette bir anlamı vardır, elbette bu farkın anlama yansıması zorunludur.

Nasıl yansır anlama bu fark? Birincide kastedilen fir’avn’ın kişiliği, ikincide kastedilen Fir’avn ın niteliğidir. Yani birincide tarihsel olan firavuna atıf yaptı. O yaşamış olan etiyle kanıyla belli bir dönemde yaşamış olan firavuna, Hz. Musa nın gönderildiği firavuna atıf yaptı. Fakat ikincide firavunun özelliğine, niteliğine, temsil ettiği şeye atıf yaptı. Hiçbir firavunluk, firavunun, firavunlukların, firavunca yönetimlerin hiçbirisi sağ duyuya dayanmaz dedi. İkincisinde niteliğe atıf yaptı, işte fark bu.



98-) Yakdümü kavmehu yevmel kıyameti fe evradehümün nar* ve bi'sel virdül mevrud;

(Firavun) kıyamet sürecinde halkının önüne geçip önderlik eder... (İşte) onları ateşe ulaştırır! O varılan yer ne kötü bir yerdir. (A.Hulusi)

98 - Kıyamet günü kavminin önüne düşer, derken onları suya götürür gibi ateşe götürmüştür, o varılan da ne fena maslaktır. (Elmalı)


Yakdümü kavmehu yevmel kıyameti fe evradehümün nar O, yani firavun kıyamet günüde toplumunun önüne düşecek ve onları ateşe sürecek. fe evradehüm virud, varid, vird;Kur’an da nerde gelirse gelsin vardırmak, sokmak, girdirmek, götürmek anlamlarına kullanılır. Aslında bu sözcük sürüler için kullanılır genelde. Yani onun için ben de sürecek dedim. Sürüyü sürmek bu sözcükle ifade edilir, çok ilginç değil mi. ve bi'sel virdül mevrud; Bakınız aynı köke ait iki sözcük daha geldi ayetin sonunda; Sürüldükleri yer ne berbat bir yer.

Vird; sürüyü sulamak için suya götürmeye deniliyor Arap dilinde. Hayvan sürülerini sulamak için suya götürmek. Çok ilginç, yani müspet bir kelime aslında. Burada birkaç kinaye, birkaç mecaz birden yapılıyor. Mecazın bir tanesi tüm firavun ve firavunca yönetimlerin ellerinin altındaki kitleleri sürüleştirdiklerine bir atıf var.

Niçin sürüleştiriyorlar? Yönetmesi kolay olsun diye. Onun için bir önceki ayet akılsızdı diyor. Yani reşiyd değildi. Firavunun yönetimi, firavunun yasaları akıl kârı değildi, akılcı değildi, akıllı değildi. Sağ duyu eseri değildi. ve ma emru fir'avne Bi reşiyd;(97) akıl sahibi değildir, akılcı değildir firavun yasaları. İşte onu açıklıyor aslında bu ayet. Ne diyor; çünkü sürüleştirildiler. Sürüde akıl olur mu? Akıl olsa sürü olur mu.

Evet, niçin akılsızlaştırır firavunlar güttükleri toplumları; Çünkü akıllı toplumlar kolay güdülmezler. Akıllı toplumlar dahası başlarında firavunu yaşatmazlar. Öyle bir despotik sisteme izin vermezler Bu bir.

İkinci kinaye buradaki; adeta sürüleştirdikten sonra o toplumu, suya götüreceğiz diye önlerine katıyorlar, fakat işin tersi ateşe götürüyorlar. Yani burada da çok ilginç bir benzetme, bir atıf var; Kula kul olanlar, kula kul olmanın cezasını, suya götüreceğiz diye ateşe götüren çobanların eli ile çekiyorlar ve mazur değiller bu ayete göre. Bu ayetlere göre Allah onları mazur görmüyor. Mazeret ileri sürseler bile kabul etmiyor. Ki Kur’an ın başka ayetlerinde; Onlar kendilerini, başkalarının önderlerinin, liderlerinin cehenneme sürdüğünü söyleyecekler ve bunu mazeret olarak ileri sürecekler, fakat Allah onların bu mazeretlerini kabul etmeyecek, etmiyor.


99-) Ve utbiu fiy hazihi lâ'neten ve yevmel kıyameti, bi'ser rifdül merfud;

Hem burada (dünyada) hem de kıyamet sürecinde lânete tâbi olundular! O hisselerine düşen ne kötü bir paydır! (A.Hulusi)

99 - Hem burada arkalarından bir lânetle takip edildiler hem Kıyamet günü, bu vurulan destek ne fena destektir. (Elmalı)


Ve utbiu fiy hazihi lâ'neten ve yevmel kıyame sonunda peşlerine burada da bir lanet takıldı, kıyamet gününde de. Yani bozulan toplumlar..! Burada lanet takılmasının sebebi sapık akidelerinden dolayı değil. Sapık akidelerinin cezası ahirette. Fakat burada lanete uğramalarının, yani daha dünyadayken lanete uğramalarının sebebi sürüleşmeleri. Zalim bir yöneticinin zulmü altında inlemek; lanete uğramak olarak niteleniyor. Bu ilginç. Yani ben bunu niçin bu kadar rahatlıkla söyledim; Yanlış ve sapık akidelerinin cezasını burada değil öbür tarafta görecekler. Yine bu surenin başında gelen Yanılmıyorsam 14 – 15. ayetlere bir atıf olsun diye. Onlar bu dünyaya ilişkin paylarını buradan alacaklar ve oraya bir pay kalmayacak. Ve daha sonra da gelecek zaten buna, bu gerçeğe ima eden ayetler.

Onun için değerli dostlar burada dünyada ki lanet; insanların kötü yönetime mahkum edilmeleridir ve ukbada da lanete uğrayacaklar; çünkü kötü yöneticileri sapkın olduğu için onların sürdüğü yere gidenlerde onların akıbetini paylaşacaklar.

bi'ser rifdül merfud; yukarıdakine benzer, kafiyesi de uyağı da olan ve yine aynı belagat çerçevesinde bir başka cümle geldi. Ve aldıkları pay ne berbat bir paydır.

Yukarıda vird; suvarmak, sulamaktı. Rifd’de pay vermektir. İkisi de olumlu kavramlardır bakınız. Fakat iki olumlu kavramdan Bi’se kullanılarak olumsuz iki cümle çıkarılıyor. Dolayısıyla işte kinaye, mecaz yapılıyor. İyi diye alırlar. Sonuçta getirip cehenneme bırakırlar. Biz sizi ıslah edeceğiz derler, tıpkı bakara suresinde dedikleri dibi Onlara;

Ve iza kıyle lehum lâ tüfsidu fiyl Ard.. (Bakara/11) yer yüzünü kokutmayın. Ülkemizi toprağımızı ahlaki bir çözülmeye, bozulmaya uğratmayın dediğiniz zaman, denildiği zaman nasıl savunurlar? kalû innema nahnu muslihûn; Biz reformcuyuz derler. Biz düzelticiyiz derler. Biz ıslahatçıyız derler. Biz bir takım reformlar yapıyoruz derler. Ki ıslahatın modern Türkçede ki karşılığıdır işte reform.

Onun için ne diyor Kur’an; Elâ innehum humulmüfsidûne ve lâkin lâ yeş'urûn; (Bakara/12) Dikkat edin işte bozguncuların, işte toplumsal çözülmeyi gerçekleştirenlerin, işte kokuşmanın, işte sosyal çöküntünün gerçek mimarı onlardır. Fakat bunun dahi farkında değillerdir. Adeta birbirini tefsir eden iki ayet bunlar.

100-) Zâlike min enbail kura nekussuhu aleyke minha kaimün ve hasıyd;

İşte bunlar o bölgelerin haberlerindendir! Sana hikâye ediyoruz... Onlardan bir kısmı ayakta ve (bir kısmı da) biçilmiş ekin gibi olmuştur. (A.Hulusi)

100 - İşte bu, medeniyetlerin mühim haberlerinden, sana onu kıssa olarak naklediyoruz: Onlardan duran var, biçilen var. (Elmalı)


Zâlike min enbail kura nekussuhu aleyk bütün bu kıssasını sana aktardıklarımız, bilinen kentlerin acı hikayeleridir. minha kaimün ve hasıyd; onlardan geriye kalıntı bırakan da var. Hasat edilmiş bir tarla gibi yerinde yeller esende var. Burada tabii ki bölgede ki helak olan kentlerin, uygarlıkların kalıntılarına dikkat çekiliyor. Ama öyleleri de var ki hiç kalıntı bırakmamışlar. İşte Ad kavminin helaki gibi. Onlardan geriye hiçbir şey kalmadı. Fakat başka mesela Salih kavmi, Meyden. Şu anda Medyen’in kalıntıları var. Mesela Lut kavmine gelen belanın kalıntısı işte Lut gölü ve çevresidir.

Onun için şu anda, ki bu ayetlerin indiği anda ki Araplar o kalıntıları görüyorlardı. Adeta belayı kokluyorlardı. Onun için onlara doğrudan bir uyarı var. Tabii ki Kur’an ın tüm muhataplarına dolaylı bir uyarı.


101-) Ve ma zalemnahüm ve lâkin zalemu enfüsehüm fema ağnet anhüm alihetühümül letiy yed'une min dûnillâhi min şey'in lemma cae emru Rabbik* ve ma zaduhüm ğayre tetbiyb;

Biz onlara zulmetmedik, fakat onlar kendi nefslerine zulmettiler! Rabbinin hükmü açığa çıktığında, Allâh dûnunda tapındıkları tanrılar kendilerine hiçbir fayda sağlamadı! (Tanrı anlayışları) onların helâk olmasından başka bir sonuç doğurmadı. (A.Hulusi)

101 - Biz onlara zulmetmedik ve lâkin kendilerine zulmettiler de Allahın berisinden taptıkları mabutları, rabbimin emri geldiği vakit kendilerine hiç bir fayda vermedi ve hasarlarını artırmaktan başka hiç bir şey'e yaramadı. (Elmalı)


Ve ma zalemnahüm ve lâkin zalemu enfüsehüm Bu çok çok, çok iç çarpıcı bir gerçek. Bakınız ne diyor rabbimiz; Onlara zulmeden biz değildik, fakat onlar kendi kendilerine zulmettiler.

Hemen ben bir başka formu hatırlıyorum bu meyanda;

..ve mâ zalemûnâ ve lâkin kânû enfusehum yazlimûn (Bakara/57) Onlar bize zulmetmediler, fakat onlar kendi öz benliklerine zulmettiler.

Yani ikisini toplarsak; Ne onlar bize zulmettiler, ne biz onlara zulmettik. Fakat onlar kendi kendilerine zulmettiler. Aslında zulüm; İnsan-Allah, İnsan-eşya, insan-insan ilişkisinde bir şeyi yerinden etmektir.

Eğer Allah’a ait bir vasfı, Allah’tan başka bir şeye verirseniz, yakıştırırsanız zulmetmiş olursunuz. Buna akidevi zulüm, yani şirk denir, küfür denir.

Eğer insana ait bir hakkı ondan alırsanız bir başkasına verirseniz insana zulmetmiş olursunuz. Buna ameli zulüm denilir.

Eğer kendinizi Allah’ın koyduğu yerden alır da, Allah’a kul olarak yarattığı kendi varlığınızı kula kul yaparsanız, eşyaya kul yaparsanız, servete kul yaparsanız, şöhrete kul yaparsanız; Bu kez kendinize zulmetmiş olursunuz. Bu da manevi intihardır.

fema ağnet anhüm alihetühümül letiy yed'une min dûnillâhi min şey'in lemma cae emru Rabbik Dahası; Rablerinden helak emri geldiğinde Allah dışında yalvarıp yakardıkları ilahları onların başından hiçbir şeyi savamadı.

Biraz önce yaptığım tefsiri nasıl da açıklıyor bakınız. Yani hem müfessir, hem müfesser. Hem yorumun kaynağıdır, hem de kendisi bizatihi varlığın ve hakikatin tefsiridir. Tefsirin hem objesidir, hem öznesidir, failidir vahiy. İşte bu manada ne diyor bakınız;

Allah’ın vasıflarını başkasına yakıştırdılar ve dolayısıyla Allah’a ait bir özelliğe zulmettiler. Allah’ın hakkına tecavüz ettiler. Bu budur. Allah’ın hukukuna tecavüz. Dolayısıyla ne oldu sonuçta; Allah’tan çalıp ta tabir caizse bir başkasına yakıştırmaya çalıştıkları ilahi sıfatları verdikleri o şeyler kendilerine herhangi bir karşılık veremediler. Onları tabi etmelerinin karşılığında onlar da bunları kurtarsaydı ya, ellerinden tutamadı, Allah’a karşı koruyamadılar, koruyamazdı da zaten. İşte onu söylüyor. Kula kul olmakla yetindiler, eşyaya kul olmakla yetindiler. Kendi hatırlarının ve şereflerini beş paralık etmekle yetindiler.

ve ma zaduhüm ğayre tetbiyb; üstelik bunlar kendi yok oluşlarını hızlandırmaktan başka bir işe de yaramadı.
Devam ediyor C sayfasına geçiniz.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder