Ey iman edenler! Oruç, sizden öncekilere farz kılındığı gibi size de farz kılındı. Umulur ki korunursunuz. 183
(Size farz kılınan oruç), sayılı günlerdedir. İçinizden hasta olan veya yolculukta bulunan ise, diğer günlerde, tutamadığı günler sayısınca tutar. Ona dayanıp kalacaklar üzerine de bir yoksulu doyuracak kadar fidye gerekir. Her kim de hayrına fidyeyi artırırsa, hakkında daha hayırlıdır. Bununla beraber, eğer bilirseniz, oruç tutmanız sizin için daha hayırlıdır. 184
O Ramazan ayı ki, insanları irşad için, hak ile batılı ayıracak olan, hidayet rehberi ve deliller halinde bulunan Kur'ân onda indirildi. Onun için sizden her kim bu aya şahit olursa onda oruç tutsun. Kim de hasta, yahut yolculukta ise tutamadığı günler sayısınca diğer günlerde kaza etsin. Allah size kolaylık diler zorluk dilemez. Sayıyı tamamlamanızı, size doğru yolu gösterdiğinden dolayı Allah'ı tekbir etmenizi ister. Umulur ki şükredersiniz. 185
Şayet kullarım, sana benden sordularsa, gerçekten ben çok yakınımdır. Bana dua edince, duacının duasını kabul ederim. O halde onlar da benim davetime koşsunlar ve bana hakkıyla iman etsinler ki, doğru yola gidebilsinler. 186
Hemen bir başka konuya geçtik. Oruç’a.Ey iman ettiğini iddia edenler, iman iddiasında bulunanlar, iddianızı ispat için bir ispat zemini önereyim mi size?
Buyur ya rabbi..!
Size oruç farz kılındı. Tıpkı sizden öncekilere farz kılındığı gibi. Niçin farz kılındı oruç size biliyor musunuz? Sizde sorumluluk şuuru uyandırmak için.
Sorumluluk şuuru..! Niçin..! Oruç ruhun beslenmesidir. Bedenin aç bırakılması değildir.
Mekki surelerde Meryem suresi dışında hiç oruç geçmez. Meryem suresinde;
Allah: "Senin alâmetin, sapasağlam olduğun halde, üç gün, üç gece insanlarla konuşamaz hale gelmendir." buyurdu. (Meryem/10) o da susmak olarak geçer. Ki oruç lügati olarak tutmak, kesmek ilişki kesmek manasına gelir. Susma orucu vardır, Hatta Yahudilerde et yememek, balık yememek, susmak gibi özel oruç çeşitleri de var. Peynir yememek, süt içmemek gibi.
Tabii biz de böyle özel oruç çeşidi yok, ancak orucun içine dahil edilir bu. Yani oruçlu aynı zamanda günah konuşmaya da oruçludur. Kötü konuşmaya, kızmaya da, kırmaya da oruçludur. Ben başkasını kırmaya da oruçluyum kıramam der. Yani oruç genişlemiş olur. Oruç sizde ahlaki bir eyleme dönüşmüş olur.
Biliyoruz ki elimizdeki Tevrat ta ve İncil de orucun farz olduğuna dair bir ayet olmasa da oruç öğülmüş, oruçlu öğülmüştür.
Yine oruç sadece ehli kitaba ait değil, diğer put pereslerde de var. Belki de çok ilkel anlamda bir vahiyden geçmiştir onlara bir peygamberin öğretisinden almış olabilirler. Örneğin eski roma da, eski mısır da, eski yunan da ve Hinduluk ta halen oruç en büyük ibadettir. Oruç tüm çok tanrılı put perest inançlarda da olan bir ibadet. Onun için oruç adeta yeryüzündeki hak ve batıl tüm inançların ortak ritüelidir diyebiliriz.
Orucun amacı nedir diye soracak olursak işte ayetin sonu bunu veriyor. Şuurlandırmak, bilinç kazandırmak insana.
3 amacı vardır orucun.
1 Kur’an ın doğum gününü kutlamak. Ramazan Kur’an ın doğduğu aydır. Kadir gecesi ramazan da bir gecedir, ve kur’an kadir gecesi doğmuştur. Bunu kur’andan öğreniyoruz. Biz oruç tutarak Kur’an ın doğumunu kutluyoruz. Tabii şunu da sormak lazım, doğumunu kutladığınız çocuğu ne yaptınız ey Müslümanlar diye sormak lazım. Önce çocuğu öldürüp sonra onun doğum günü pastasını mı yiyorsunuz. Doğumunu ramazan la kutladığınız Kur’an nerde, nerenizde hayatınızın neresinde diye sormak lazım.
2 . si nefis terbiyesidir oruç. Nefsi terbiye eder. Ruhu teskiye eder. Arındırır. Bu bir iç arınmadır. İç zenginliktir oruç, içe doğru bir yolculuktur oruç
3. sü insana açlığı bizatihi tattırarak öğretmenin en güzel yöntemidir oruç. Açı, açığı, yoksulu, düşkünü insana Allah bizzat böyle yaşatarak öğretiyor.
İşte oruç insana bu 3 şuuru kazandırır. Bu 3 şuuru kazanırsanız Allah’a karşı kendinize karşı ve topluma karşı sorumluluk şuurunu kazanmış olursunuz. İttika da, takva da budur zaten.
Sayılı günler Bu farz kılınanlar sayılı günlerdir. Sizden her kim hasta olur, ya da yolculuğa çıkarsa tutamadığı diğer günlerde tutamadığının sayısı kadar oruç tutar.
Hastalığın ölçüsü nedir diye sormayın. Bu konuda ki ölçüyü Allah’a karşı ahlaklı davranarak siz bulacaksınız. Bu ahlak işidir. Onun için yüreğinizden fetva alacaksınız.
Yolculuğun ölçüsü nedir diye sorarsanız? Sahabe arasında ihtilaf var. Allah Resulü bu konuda standart bir ölçü koymamış. Namazı kısaltarak kıldığımız yolculukların tümünde oruç ta seferi olarak tutulmayabilir. Ancak bu ruhsattır. Azimete sarılarak insan zorlukta oruç tutarsa herhalde ecrine nail olacaktır. Gerçi Hz. Peygambere bir Yemenli; seferde yolculukta oruç tutmak fazilet midir sorusuna, hayır yolculukta oruç tutmak fazilet değildir diye cevap vermiş. Ama burada bahsedilen sefer büyük bir ihtimalle savaşa çıkılan seferdir. Ki o seferlerin zorluğu malumdur.
Yine gücü yetiren kimselerin üzerine de fidye olarak yoksulları doyurmak düşer. Ancak İbn. Abbas’tan gelen ve daha başkalarından gelen 2. bir rivayette güç yetiremeyenler anlamına gelir bu sefer. Bizce doğrusu ilk anlamlandırmaktır. Zaten İbn. Abbas’ın bir başka rivayetinde de gücü yetenler olarak gelmektedir. Yani her iki şekilde de rivayet edilmiştir. Hu zamiri herhalde taamil miskin e gitse gerek ama yine iki tarafı gören bir anlamı vardır. Hem oruca güç yetiren, ayrıca yoksulu da doyurmaya güç yetiriyorsa yoksul da doyursun.
Kim daha fazla hayır yaparsa o onun için daha hayırlıdır. Bu bir gerçek, ayette buna dikkat çekiyor. Eğer oruç tutarsanız bu sizin için daha hayırlıdır.
Bu ibare yukarıyı biraz aydınlatıyor. Yani eğer gücünüz yettiği halde siz fidye vererek oruç tutmayabilirsiniz. Bu durumda biz bu ayeti hemen sonraki gelen ayetle tedricilik içinde anlamamız lazım yani oruç ta diğer ibadetler gibi aşama aşama farz kılındı. İlk farz kılındığında gücü yeten insan oruç tutmayıp fidye verebiliyordu ki Muaz bin cebel hadisinde; Araplar oruca alışık değildi oruç çok zorlarına giderdi onun için oruç farz olunca zorlandılar. Bu yüzden oruç ilk farz olduğunda böyle bir alternatif getirdi. Ancak daha sonraki ayette;
Sizden kim ramazan’a ulaşırsa oruç tutsun ayetiyle gücü yetenin yoksul doyurması fidye vermesi kalktı, sadece oruç tutamayacak kadar yaşlı ve hasta olanlara tahsis edildi. Diyorlar ki bu da güzel ve doğru bir yaklaşımdır.
Şehrü Ramazan ellezi:..!
Ramazan ayı işte geldik, Kur’an ın doğum ayı, öyle bir ay ki Kur’an o ayda indi. İşte ramazan bunun için kutsal, Bizatihi bir kutsallığı yok yoksa. Kur’an doğduğu için kutsal. İnsanlığa bir rehber olan Kur’an, ve bu rehberliğin apaçık belgelerini taşıyan vel furgan..! Hakkı batıldan ayıran Kur’an bu ayda indirildi. Ramazan’ın kutsiyetinin nereden geldiğini işte böyle açıklıyor ayet.
Kim bu aya şahit olursa kesinlikle o oruç tutsun. Kim de hasta ya da yolcu olursa tutamadığı günler sayısınca başka günlerde tutsun. Allah sizin için kolaylık diler. Zorluk dilemez. İfadeyi görüyor musunuz, Rabbimizin şefkatini görüyor musunuz. Yani ben size bu emirleri indirmekle, bu hükümleri indirmekle sizi zora koşmak istemiyorum. Sizin içindir bunlar. Amacım zora koşmak olsaydı bu izinleri de vermezdim. Yani Rıza mı muhal (imkansız) üzerine kurmadım, mümkün üzerine kurdum demektedir. Onun için Allah sizin için kolaylığı diler.
Hz. Aişe’den gelen sahih bir haberde diyor ki; Peygamber iki şeyden birini seçmekle karşı karşıya kaldığında mutlaka kolay olanı tercih ederdi.
Yine Allah Resulünün bir başka hadisinde de; Kolaylaştırınız zorlaştırmayınız buyurmuyor mu? İşte bu Dinin temel ilkelerinden bir haline gelmiştir fıkıhta.
Yine sayıyı tamamlayın, sayıyı tamamlamanız için yaptı, niçin sorusuna da yine kendisi cevap veriyor. Allah’ın sizi hidayete kavuşturması doğru yola ulaştırdığı için, Allah’ı yüceltmeniz için, Tekbir etmeniz, şükretmeniz için. Belki bu şekilde şükredersiniz. Bizden kendisini tekbir etmemiz, yüceltmemiz, ve şükretmemizi istiyor. Orucun maksadı budur. Neye şükür? Ya Rabbi iyi ki sen bizimle konuştun diye şükür. Sen vahiyle bize yol göstermeseydin biz sapıtanlardan olacaktık diye şükür. Kur’an a şükürdür bu.
Tüm bunlar için ne yapmak lazım? Tabii ki Allah’ı hakkıyla takdir etmek lazım. Allah’ı takdir etmeden Allah’a şükretmek mümkün mü? Peki Allah’ı hakkıyla takdir etmek için ne lazım? İnsanın kendisinin sınırlılığını bilmesi lazım, zayıflığınızı acizliğinizi bilmeniz lazım. Çünkü Allah’ın büyüklüğünü takdir edemezsiniz, buna zihniniz elvermez. O halde kendi küçüklüğünüzü takdir edersiniz. O zaman Allah’ın büyüklüğünü ancak takdir etmiş olursunuz.
İnsan kendi küçüklüğünüzü takdir ederseniz alacağınız hal nedir? Tek bir hal alırsınız. Dua vaziyeti alırsınız. Dua kulun küçüklüğünü bilmesidir. Dua kulun acziyet itirafıdır. İşte burada dua geldi. Dua ile ilgili müthiş ve çarpıcı bir ayet geldi.
Kullarım sana benden sual ederlerse eğer, iyi bilsinler ki ben yakınım. Bu kadar müthiş bir hakikat, bu kadar sade bir dille ancak vahiyle anlatılır. Beni davet edenin davetine icabet ederim. Bana dua edenin duasını kabul ederim. Bana yalvaranın yakarışına cevap veririm. O halde ey kullarım siz de bana icabet edin. Siz de benim davetime koşun. Ben de sizi davet ediyorum, ben de size dua ediyorum, rahmetle mağfiretle, cennetle dua ediyorum. Muhammed le Kur’an la dua ediyorum. Siz de benim davetime gelin ve iman edin. Kayıtsız şartsız iman ederek davetime icabet edin. Bu şekilde umulur ki onlar doğru yola döndürülürler, kavuşturulurlar.
İşte Cenab – ı hakkın davetine icabet edenlerin Allah’ta onların davetine icabet eder. Allah’ın davetine icabet etmeyenlere, Allah’ta onların davetine icabet etmeyecektir.
Allah bizi; O’nu ta yürekten davet eden, O’nun kendisine şah damarından daha yakın olduğunu bilen, fark eden, hisseden ve O’nu Yüreğine davet eden, O’nun da kendisini davet edip davete icabet edenlerden kılsın. Amin.
İslamoğlu kadir gecesi hakkındaki program..
İnsanoğlunun hayatında kutlayabileceği en güzel doğum gecesi, doğum günü nedir diye sual etsek, mesela benim doğum günümdür dese biz ona dönüp; Senden şu anda 6.5 milyar insan var. Bu insanlardan önce de milyarlarca insan vardı, ve senden sonra da olacak. Yani sen bulunmaz Hint kumaşı değilsin. Dolayısıyla yeri doldurulmaz da değilsin. Allah için vazgeçilmez de değilsin. Babamdır dese aynısını söyleriz. Babamın doğum günüdür. Sevgilimin doğum günüdür dese de aynı şey söylenebilir. Kimi söylerse söylesin her söyleyeceği doğum günü için onun yerini dolduracak biri vardır deriz.
Peki Kur’an ın yerini dolduracak olan nedir? Dolayısıyla Kur’an ın doğum günü, bin aydan hayırlı yani bir ömürden hayırlıdır. Bin ay 83 yıl 4 ay eder bu da insan ömrü kadar bir süre demektir ki bu geçe işte bu ömür süresinden bile hayırlı demektir.
Bu şu demektir. İndiği geceyi bu kadar değerli kılan Kur’an:
Ey insan, ya sana inerse seni neye bedel kılmaz, bir de sana indiğini düşün, İndiği zatı Abdullah oğlu Muhammed’ olmaktan çıkarıp alemlere rahmet etti, İndiği şehri; dağında ot bitmez bir vadi olmaktan çıkarıp ümmül kura etti.
Ya bir de sana eve inerse, çölünü göl etmez mi? Gölünü gül etmez mi, Seni de alemlere rahmet kervanına dahil etmez mi?
İşte bu gecenin kadr i kıymeti; Kur’an ın doğum gecesi oluşudur.
Fakat ilginçtir, Kur’an ın doğum gecesi zamansal bir yani ecnebiycesiyle spesifik bir gün müdür, gece midir,
Şayet böyle algılayacaksak öncelikle takvimin tabiatını değiştirip kameri ay takviminden güneş takvimine almamız lazım. Yani 355 günlük takvim değil, 365 günlük takvimi almamız lazım bir.
Eğer böyle algılayacaksak miladi 610 yılının Süheylinin bize verdiği bilgilerden yola çıkarak Temmuz’un sonu veya Ağustos’un başında bir pazartesi aramamız lazım. Yani pazartesi günü için Allah Resulünün başka bir soruya verdiği cevaptan öğreniyoruz. Neden pazartesi günü oruç tutuyorsunuz ya Resulallah diye sorduklarında; Pazartesinin hikmetini şöyle açıklıyor. O gece ben doğdum, o gece kur’an doğdu.
Buradan şu da çıkıyor. Peygamberimiz kur’anın doğum gecesini biliyor. Yani insanlara bilmediği bir şeyi söylemiyor değil, nasıl bilmez, ömrünün dönüm noktası, insanlığın dönüm noktası. Mümkün mü biz evlilik tarihimizi unutmuyoruz. Allah resulü onu nasıl unutur.
O zaman neden arayın diyor?
Arama. Anahtar kelimedir. Kadir gecesini kadir gecesi eyleyen, yahut kur’a nın doğumu eyleyen Bizim ona ufuk oluşumuz. Yani güneşin doğumuna ufuk oluşumuz gibi. Bu kadri bilir hale gelmesi anlamındadır. Yani bizden insan dan doğacak anlamına gelir. O zaman biz öznesi oluyoruz bir bakıma
Yani anasını doğuran çocuk gibi.
İçinde arayış olmayan hayatın bir anlamı da yoktur. Beyhudedir. O arama işin sırrıdır.
Hira ne demek? Arayış demek. Hira mağarasının ismi arayış demek taharri den gelir. Dolayısıyla Allah Resulü aradı ve buldu. Ben buldum sizin aramanıza gerek yok demedi. O zaman herkes kendi kadrini gerçekleştirecek,herkes kendi arayışını gerçekleştirecek. Onun aradığı iz üzerinde arayacak
Kuranın size inzal olduğu gece sizin gecenizdir (İnzal neydi, nuzül: Bir şeyin idrak edilebilirler, algılanabilirler evrenine dahil olması demektir.)İşte o gece sizin kadir gecenizdir.
Sizin algı dünyanıza sizin akl eden kalbinize, sizin hayatınıza, sizin müdrikat aleminize dahil olduğu gece; sizin kadir gecenizdir.
İşte bu nedenle insana belirli bir geceyi beklemek değil aramak düşüyor. Arayış içinde olmak. Sorular sorarak okuyarak aramak.
Kur’an Allah’ın cevabıdır, Yalnız soru sormayana bu cevap verilmiyor. Kur’an kaynağından çıkmıştır, bu tenzildir. Hedefine varması ise inzaldir. İşte Kur’an tenzil etmiş olabilir ama İnzal etmesi insanın talebine duasına bağlıdır. Sizin duanıza bağlı. Nüzul arap dilinde uzaktan gelmiş hatırlı misafirin önüne serilmiş muhteşem sofraya denir. Firdevsi nüzüla, Cennet nüzul imiş, Mükellef, muhteşem bir sofra, uzaktan gelmiş hatırlı misafirin önüne.
Gök sofrasıymış Kur’an. Dolayısıyla Allah donatmış bu sofrayı. Bu sofra inmiş fakat, siz bu sofraya oturdunuz mu? Dolayısıyla Ramazan musluktur, Kur’an o musluğun suyu, Ramazan bardaktır, Kur’an bardakta ki şerbettir. Ramazan tabaktır Kur’an yemektir. Ramazan cesettir Kur’an ruhtur. Siz eğer Kuran’ı çıkarırsanız geriye ceset kalır. Onun için Ramazan Kur’an sayesinde değerlidir.
Ramazanın son on gününde Allah Resulünün aradığı neydi? İtikaf Allah Resulünün sünneti Hirayı çağa, şimdi ve buraya taşıyor, Mekke’de kaldığı 10 yılın dokuzunda ramazanda itikafı terk etmedi. O bir yılda da kaza etti umreye denk geldiği için. Yoksa Allah Resulü Nafileyi kaza etmez. Bu şu anlama geliyor, arayış nafile değildir. Kur’an ı anlamak farzdır. Bu da ancak arayışlarla mümkündür. Kur’an ı yaşamak farzdır, Ramazandan maksatta Kur’an ı yaşamaktır. Ramazan’ı kıymetli yapan şey Kur’an dır. Tıpkı tabağı kıymetli yapan içindeki yemek olduğu gibi.
Yağmurun gökten çıkmış, yere kadar da rahmeti ilahisiyle ulaşıyor. Fakat yer beton, gökdelenler dikilmiş, müsait bir zemin yok, padişah gelmiş ama sanki saray yok, veya ortalığı pislik götürüyor. Buna ne diyecek olursak; Bu aslında Kur’an ın gasvetül galp dediği şey kalbin taş kesilmesi.
Kur’an kalp dediğinde akleden aklı kullanan bir kalpten bahsetmektedir. Akleden kalp diye çevirimin sebebi Kuran’ın aklı; Aktif ve aktüel bir olay, olgu, bir yeti olarak görmesidir. Hiç isim olarak gelmez. Hep fiil olarak gelir. Bu şu anlama gelir ki ancak faal olan akıl var demektir. Kullanılmayan aklı Kur’an yok saymaktadır. Onun için Kur’an;
Onlar hâlâ Kur'ân'ı gereği gibi düşünüp anlamaya çalışmazlar mı? (nisa/82)
Bu şu anlama gelir. Kuran’ın satırlarının arasından satırlarının arkasına geçip te ne dedi değil, ne demek istedi Rabbimiz diye sormazlar mı. Muradı ilahiyi araştırmaları isteniyor. Aslında bizden bu isteniyor.
Şimdi en ileri gidenimiz ne dedi diye sormazsa, gitmeyenler onu dahi sormazsa yani ne demek istediğini hiç sormazsa, satırların önünde durup arkasına hiç geçmezse o zaman Kuran derinlerinde ki manaları nasıl inzal edecek.
Kur’an dan ne umarsanız Kur’an size onu verir. Kur’an öyle mübarek bir öznedir ki. Siz yüzüne okursanız, yani yüzüne gülerseniz, o da sizin yüzünüze güler. Diplomatik münasebet kurar sizinle. Yüreğinize gülmez. Ama siz Kur’an ı yüreğinizden okursanız, kur’an da sizi yüreğinizden okur. Tutar evirip çevirir, öyle bir yakalar ki eşkıya dan evliya çıkarır. Ebu zer de olduğu gibi. O zaman hayret edersiniz şaşırırsınız.
İşte huday bin ıyaz büyük bir alim ve ariftir, Eşkıyalığı sırasında soygun yaptığı insanlar arasında bir tanesi Hadid suresinin 16 . ayetini okuyormuş..!
İnananlar için hâlâ vakit gelmedi mi ki, kalbleri Allah'ın zikrine ve inen hakka saygı duysun ve bundan önce kendilerine verilmiş, sonra üzerlerinden uzun zaman geçmekle kalbleri katılaşmış, çoğu da yoldan çıkmış kimseler gibi olmasınlar? (hadid/16)
İşte bu ayeti duyunca geldi ya rabbi diyor. Seraks ve civarının bir numaralı eşkıyası imiş. Kur’an ın bu arındırması, eşkıyadan evliya çıkardığının örneğidir. Zemin müsait meselesi anlama meselesidir. Yani idrak edilebilirler alemini açacak şekilde bir anlama. Yine fudayl bin ıyaz’ın müthiş bir sözü var.
Allah kitabı kendisi ile yaşansın diye indirildi, fakat insanlar onu okumayı amel edindiler.
Bir önek verilirse; Çok aç olduğunuzu düşünün. Öyle ki açlıktan zafiyet geçiriyorsunuz, önünüzde de çok güzel ekmekler var. 20 30 tane fırından yeni çıkmış. Alıyorsunuz geveleyip geveleyip tükürüyorsunuz. Yemiyorsunuz. Gırtlaktan geçiremiyor, gıdalanamıyorsunuz.
İşte kur’an ondan daha da beterine tekabül etmektedir. Çünkü Mari Antuanet’ in dediği gibi ekmek bulamazsanız pasta yersiniz, ya kur’an bulamazsanız neylersiniz? Kur’an ın alternatifi mi var Allah aşkına. Hani diyorlardı bize başka bir Kur’an getir diye, var mı böyle bir şey. Allah’ın kelamının yerini kimin kelamı tutar. Rabbi ile diyaloga girmeyen ne ile diyaloga girerek onu karşılayacak. Onun için kur’an dan yoksun kalmak ekmekten sudan yoksun kalmaktan daha beter bir şeydir. Yiyip içilmezse sadece beden ölür, Ruhunuzu beslemezseniz imanınız ölür. Kalbiniz ölür, insanlığınız ölür. Onlar ölürse geriye; Yemekhane yatakhane, abdesthane ve iş hane arasında hortum haline gelinir. Bir gömlek kemik, bir pantolon et,
Peygamberimizin çok sevdiği ümmetinden tek bir şikayeti varmış:“Peygamber dedi ki: "Ey Rabbim! Kavmim bu Kur'ân'ı terkedilmiş (bir şey yerinde) tuttular." Furkan/30
Diyecek ki Allah Resulü; Bu toplumum bu ümmetim kur’an ı mehcur bıraktı, metruk değil. Bu iki deyim arasında mahiyet farkı vardır. Metruk bir şeyi atmak terk etmektir. Mehcur ise bir şeyi elde tuttuğunuz halde ondan istifade edememektir. Kur’an a yüreğini öptürmüyor, Kur’an ın kendisini öpüyor ama yüreği öpmüyor. Yani hafızasına koyuyor ama, aklına ve hayatına koymuyor.
Dolayısıyla Enes bin malike atfedilen bir cümlede olduğu gibi; Nice Kuran okuyan var ki kur’an ona lanet eder.
Kur’an ı anlamak farzdır, bir şeyi terk ettiyseniz, terk ettiğiniz şeyin tercih ettiğiniz şeye değmesi gerekir. O zaman sormak gerekir biz kur’anı terk etti isek neyi tercih ettik.
Okuyanların durumu böyle olunca okumayanlarınkini düşünmek bile zor. Bir fenomen.
Futbol oyununda topu taca atmanın iki türü vardır biri havadan biri yerden. Biri yükselterek topu dikerek atılır, Yani yüceltme görüntüsü altında atmak gibidir. Kur’an ı da eğer hayatın dışına atacaksanız; O’nu zihinlerde yücelterek yükselterek “Kur’an nere biz nere” zihniyetine girersiniz. Bu Tarz insanın güya şeytanca uyanıklığı anlamına gelir. Kur’an ı hayatın dışına atmanın bir de Haşa O’nu tekmeleyerek aşağılayarak, küçümseyerek yerden yani indirgemecilerin atışıdır. Biri onu yücelttim der. Yani “Ben yücelttim. Ben özne, Kur’an nesnedir.” demektir. Halbuki Kur’an insanoğlunun Kur’an la kendisini yüceltmesini istiyor. Yani O zaten yüce, Kur’an beni yüceltti demesini istiyor. Mesele budur.
İşte insanoğlunun algılaması gereken şey Kur’an sizin nesneniz mi, özneniz mi? Kararıdır.
Kur’an özne olarak indi, Peygamber onun elinde talebe oldu. Onu aldı yoğurdu, Kur’an’ın çocuğu oldu. Onun için de Abdullah oğlu Muhammed iken Alemlere rahmet bir peygamber oldu.
Tarihimize bakıldığında da ne zaman üstün konuma gelmiş hayatı öncelediğiniz dönemlerde; Kur’an ın özne olarak benimsenme dönemleri olduğu görülür. İçini boşalttık Kur’an arkaya gitti, anlamdan boşalan yeri lafızla doldurduk. Rüşvet verdik. Anlamdan boşalınca o açığı doldurduğumuz lafsı süsleyerek donattık. O mana kayboldu gitti, mana bizi terk etti. Mana geldiği yere gitti. Elimizde ne kaldı? Lafız kaldı. Ve biz Kur’an ın nesnesi iken çağın öznesi idik, tarihin yatağını biz açardık, insanlığın şefkat eli idik. Ne zaman ki Kur’an bizim nesnemiz oldu Kur’an bizi cezalandırdı o zaman tarihin nesnesi olduk. Zamanın açılmış yatağında çer çöp gibi akmaya başladık, bugün görüldüğü gibi.
Kur’an eğer dün bir asr-ı saadet yapmaya yeten bir potansiyeli taşıyorsa bugün de taşıyor.
İki unsur var; Ya Müslümanlar, Ya kur’an. Hangisinde kusur var diye baktığımızda Kusurun insanda olduğu açıktır. Çünkü Kur’an indiği gibi durmakta olduğu halde biz Müslümanlar o dönemdeki Müslümanlar gibi durmuyoruz demektir.
Buraya kadar anlattıklarımızdan çıkan sonuç; Kuran bizim nesnemiz değil, bize özne olacak. Bize o konuşacak, bizi o formatlayacak, yoğuracak şekillendirecek, buna karşılık biz de zamanı yoğuracak şekillendireceğiz.
Kur’an ın indirilmesi meselesine gelirsek, tenezzül, nüzul gibi detayları açıklamaya geçersek, Bizim hala Kur’an ı zihnimize gönlümüze indirmek, ya da zihnimizi gönlümüzü, aklımızı kalbimizi Kur’an ın inebileceği, indirilebileceği anlamında bir alana bir tarlaya bir toprağa üşünmemiz lazım.
Bir öyküde; Hz. Ebu Bekir (ra) ve Hz. Ömer (ra) ziyaretine giderek; “Resulullah onu nasıl ziyaret ettiyse biz de öyle ziyaret edelim” dediler. Yanına vardıklarında ağlamaya devam ettiğini görünce şaşırdılar. Niçin ağladığını sorup, “Resulullah için Yüce Allah’ın katındaki makamının daha hayırlı olduğunu bilmez misin?” şeklinde ihtarda bulundular. Bunun üzerine, kendisini ağlatan şeyin Peygamber Efendimizin vefatı olmadığını, çünkü her canlının ölümü tadacağını bildiğini, vahyin kesilmesine üzülüp ağladığını bildirdi. Bu cevap orada bulunanları ağlattı. Peygamber Efendimizin, “annemden sonra annemdir” buyurarak iltifat ettiği ve kendisine olan muhabbetini izhar ettiği Ümmü Eymen, Resulullahın yaşadığını adeta kendisi de yaşamaktaydı. Kendisiyle ağlar ve kendisiyle gülerdi.
Kur’an ın kıymetini bilmek meselesi. Kur’an ın, vahyin inşa ettiği akıllar, nasıl bir akıl olur, Bir eski azatlı cariyeden ne çıkar, Aslında burada bir de o var.
Ümmü eymen kim önce kimliğini tanıyalım; Ümmü eymen Allah Resulü daha küçük iken, annesi Medine de dayılarının yanına gidip mekkeye dönerken yolda vefat etmiş, onun vefatı üzerine Küçük Muhammed’i kucağına alıp kendisi de daha çocuk, yani yeni yetme bir kız çocuğu Ümmi eymen, bir annecik. Resulallah efendimiz latife kabilinden ara ara ümeyme dermiş kendisine annecik. Annesini kaybedince o kucağına bastı da Mekke ye getirdi ya onun için annecik.
Allah Resulünün vefatından sonra Buhari ve Müslim’de naklediliyor; Hz. Ömer, Hz. Ebubekir’e geliyor iki gözü iki çeşme, Resulallah gözünde tütüyor. Çok özlemiş. Dayanamıyor hasretine, gideyim de Hz. Ebubekir beni teselli etsin diye onun evine geliyor, Bakıyor ki Hz. Ebubekir kendisinden daha fazla hasretlik içinde, o da ağlamaya başlıyor. Karşılıklı ağlaşıyorlar. Bir müddet ağladıktan sonra Hz. Ömer; bu böyle olmayacak birinin bizi teselli etmesi lazım kime gidelim, Allah resulüne en yakın birine gidelim, kime gidelim, haydi anneciğe gidelim. Kalkıyorlar Ümmi eymenin evine gidiyorlar; Kapıyı vuruyorlar. Annecik açıyor kapıyı anneciğin gözlerinden yaşlar dökülüyor. Onlar ağlıyor o ağlıyor, Diyorlar ki; Ey annecik biz sana bizi teselli edesin diye geldik, fakat görüyorum ki sen de ağlıyorsun. Sen de o Resulallah’a ağlıyorsun, onun gidişine alışamamışsın..! Yok vallahi diyor onu ben kucağımda taşıdım, Onun ölümlü biri olduğunu ben bilmeyeceğim de kim bilecek, sizin ağladığınıza ben ağlamıyorum, ben başka şeye ağlıyorum. Ben Artık vahyin gökten inmeyeceğine, vahiy kesildi de ona ağlıyorum diyor.
O vahyin kesilişine ağlıyordu ya biz gelen vahyi bile almadık, gelen vahyi kalbimize inzal edemedik, gelen vahyi müdrikat evrenimize yani algı dünyamıza indiremedik. Hiç Vahiy için göz yaşı döktüğünüz oldu mu?Özledik mi hiç? Yani Kur’an ı bir dostu özler gibi özledik mi, Allah ile musahabeyi, Allah ile sohbeti özledik mi* Eğer özlemedik se Kur’an da bizi özlemeyecektir. Özledikse kur’an da bizi özlüyor demektir.
O halde beni anın, ben de sizi anayım. Bana şükredin de nankörlük etmeyin. Bakara/152 diyor vahiy. Siz beni dert edinin ki ben de sizi dert edineyim, siz beni kaygı edinin ki, ben de sizin için kaygılanayım. Dolayısıyla Kur’an ile konuşmak Allah ile konuşmaktır. Kur’an ı özlemek aslında Rabbi özlemektir.
Herhalde yitirdiklerimiz içinde en talihsizi, yitirdiğimizi fark etmediklerimiz. Çünkü aramazsınız onu, farkında değilsinizdir. Hastalığını bilmeyenin şifa aramaması gibi. Hatta bulmuş olsa bile elinin tersi ile itecektir. Biz de Kur’an ı yitirmişiz hasretini çekmiyoruz, sızısını duymuyoruz.
Bir hasta acile karın ağrısı ile gelmişse ki her şey olabilir, ona ağrı kesici verilmez. Hasta kıvranır ama verilmez. Hastanın derdi ağrısının kesilmesidir. Fakat bu ağrı hastalığın teşhisini yapabilme konusunda doktorun elindeki tek kozdur. Yani bir bakıma ağrı nimettir. Ağrı rasuldür. Ağrı elçidir. Ağrıyı keserseniz hastalık konuşamıyor. Tedavi olmadan eve dönmesi gibidir. Tıpkı ateş gibi, ateşte elçidir. Demek oluyor ki bu ağrımızın kesilmemesi sürmesi lazımdır.
Hz. Peygamberin kadir gecesini algılaması, idrak etmesi, değerlendirme biçimi ve onun kur’an la olan münasebeti sorgularsak;
Efendimizin kadir gecesini idraki aslında ramazanların son on günlerinde girdiği itikaf ile ortaya çıkıyor. Bu itikaf aslında Kur’an ın doğum gününü kutlamaktı. İlk itikafında Kur’an la taçlanmıştı unutmayalım. Hira dağında, Peygamber olmadan itikafa girdi Allah resulü, itikaftan çıktığında peygamber di.İtikaf’a Abdullah oğlu Muhammed olarak girdi, itikaftan Muhammed’in Resulallah olarak çıktı.
İşte bu idrak ile bakmak gerekiyor.
Bizim itikaflarımızın da böyle bir özelliği var mı derseniz, Tabii ki var. Allah Resulü; Bazı hadiselerde iki elinin işaret parmaklarını bir birine sürterek ilişkiyi benimle cennette böyle olacak diye tarif etmiştir.
Peygamberlere özel bir cennet yoktur. Bunu yine Allah Resulünün hadislerinden anlıyoruz. Dünyada dır bu tarifler, unvanlar. Onun için peygamber; şunu şunu yapanlar cennette benimle böyle olacak diye tariflerde bulunmuşlardır.
Allah Resulünün bıraktığı miras ümmetinedir. Resul vefat etti risalet vefat etmedi. Peki ne yapıyor risalet; Kimde yaşıyor, Ümmette yaşıyor.
Hatta bir ileri gidersek Muhammed Allah’ın resulüdür onun arkasında olanlar da Allahın resulüdür. Yani ümmeti de Allah’ın resulüdür.
Ne demek bu derseniz Risalet Allah resulünden sonra Ümmete intikal etmiştir. Ümmetin bütünü risaleti taşımaktadır. Onun için Ümmetin bütünü dalalete sapmaz. Çünkü Resul delalete sapmaz. Eğer bu ümmet risalet vazifesini taşımıyorsa Hz. yunus’un suçunu işliyor demektir. Dolayısıyla risalet vazifesini yere atıyor demektir. Bunun vebali ağır olur. Dönüp risalet görevini üstlenmesi lazım. Bu ne demektir?
“Ve işte böyle, sizi ortada yürüyen bir ümmet kıldık ki, siz bütün insanlar üzerine adalet örneği ve hakkın şahitleri olasınız, Peygamber de sizin üzerinize şahit olsun”. (Bakara/143)
Ana, önder, ümmetin anası olan önder. Yani insanlığın anası olan toplum olmanız gerekmektedir."Andolsun size içinizden öyle bir peygamber geldi ki, gayet izzetli ve şereflidir. Sıkıntıya düşmeniz ona çok ağır gelir üstünüze titrer, müminlere gayet merhametli ve şefkatlidir.Eğer aldırmazlarsa onlara de ki: Bana Allah yeter. O'ndan başka ilâh yoktur. Ben O'na dayanmaktayım ve O, o büyük Arş'ın Rabbidir." (Tevbe/128-129)
İşte inananların olması gereken budur. Allah Resulünün bize bıraktığı miras aslında sadece bırakıp gittiği bir miras değil, bizi kendi yerine tayin anlamına gelir.
Kur’an ı anlamak farzdır çünkü onu yaşamak farzdır. Resul vefat etmiştir ancak risalet ölmemiştir bakidir, Bu ümmete yani imam önderliğindeki topluma tevdi edilmiştir. Bu vazife de bizim üzerimizde mesuliyet olarak durmaktadır. Bu da kur’anı kalbimize aklımıza hayatımıza taşımaktan geçmektedir, bunu yapmazsak sorumluluk üzerimizdedir.
Ümmeti ana toplum olarak kabul edersek o zaman kişi başkalarını başka milletten olanları dışlayan, asabiyet üreten bir davranış içine giremezsin anlamı çıkmaktadır. Aksi halde analık ta gider, analıkta gider, Çünkü ana evladına hava atmaz. Ayırım da yapmaz.
102-TEKASÜR:
1-2 - Çoklukla övünmek, sizi kabirlere varıncaya kadar oyaladı.3 - Hayır! Yakında bileceksiniz.4 - Yine hayır! Yakında bileceksiniz (hatanızı).5-6 - Hayır! Eğer kesin bilgi ile bilseniz, elbette cehennemi
görürsünüz.7 - Sonra, yemin olsun ki, cehennemi yakin gözüyle göreceksiniz.8 - Sonra, yemin olsun ki, o gün (size verilen) her nimetten sorulacaksınız