25 Şubat 2014 Salı

İslamoğlu Tef. Ders. KALEM SURESİ (40-47)(180-A)b



a sayfasından devam.

40-) Selhüm eyyuhüm Bizâlike za'ıym;

Sor onlara: Onların hangisi böyle bir şeye kefildir? (A.Hulusi)

40 - Sor bakalım onlara içlerinde ona kefîl hangisi? (Elmalı)



Selhüm eyyuhüm Bizâlike za'ıym sor onlara, sor bakalım buna hangisi kefil olacak. Za’ıym aslında lider manasına, önder manasına, komutan manasına gelir. Ama burada bu bağlamda kefil manasına almamız doğru. Sor bakalım buna hangisi kefil olacak.


41-) Em lehüm şurekâ'u, felye'tu Bişürekâihim in kânu sadikıyn;

Yoksa onların bize eş koştukları ortakları mı var? Eğer sözlerine sadıklarsa getirsinler ortaklarını! (A.Hulusi)

41 - Yoksa onların şerikleri mi var? O halde şeriklerini getirsinler, sadık iseler, (Elmalı)

Em lehüm şurekâ' yoksa Allah katında onları destekleyen ortaklar mı var. Bu ortaklar öyle bir yerde gelmiş ki hem kafirlerin ortakları, hem de Allah’ın ortakları (Haşa) Yani Allah’ın ortakları var da onlar onunla iş mi tuttu, işbirliğine mi girişti. Veya onlarla ortaklık yapan birileri var da Allah üzerinde söz sahibi mi (haşa). Ama 1. mana daha önemli, çünkü vakıaya daha uygun. İlk muhatap olan inkarcı kafirler, müşrikler, melekleri Allah’ın haremi olarak niteliyorlardı. Allah’ın haremi olarak niteleyince Allah üzerinde söz sahibi olduklarını düşünüyorlar. Hatta yazı biriyle, kışı biriyle geçirdiğini söylüyorlardı. Onun için Lât, Uzza, Menat onlar için Allah’ın haremi anlamına geldiğini Kitab-ül Esnam’dan öğreniyoruz.

felye'tu Bişürekâihim in kânu sadikıyn O zaman haydi ortaklarını getirsinler bakalım eğer doğru söylüyorlarsa. O iddia ettikleri ortaklar gelsin de onları Allah’ın elinden kurtarsın. Zımnen bu manaya geliyor. Yani Allah’tan rol çalmaya kalkan herkes. Sadece bu ayetin ilk muhatabı olan müşrikler değil, Allah’a ait bir mükemmelliği başkasına yakıştıran herkes, bugün veya dün, veya yarın, nerede yaşıyor, ne zaman yaşıyor olursa olsun. Hatta kendine hangi ismi veriyor olursa olsun bu fark etmez. Allah’tan rol çalmaya kalkıyor. Herhangi bir mükemmelliği Allah’tan başkasına yakıştırıyorsa o bu kapsama girer.


42-) Yevme yükşefü 'an sakın ve yud'avne iles sucûdi fela yestetıy'un;

Hakikatin açığa çıkıp, Allâh'tan ayrı vücud verdikleri benliklerinin yokluğunu itirafa (secdeye) davet edildikleri süreçte, bunun gereğini yerine getiremeyeceklerdir! (A.Hulusi)

42 - O gün ki saktan bir keşif olunur ve secdeye davet edilirler o vakit güçleri yetmez. (Elmalı)


Yevme yükşefü 'an sakın ve yud'avne iles sucûdi fela yestetıy'un bacaktan açıldığı o gün ve secdeye davet edildikleri o gün fela yestetıy'un asla secde etmeye güçleri yetmez. Yani belleri eğilmez, secde edemezler.

Dikkat buyurursanız yükşefü 'an sakın ı aynen çevirdim. Bacaktan açıldığı. Oysa bu Arap dilinde mecazi bir ifade. Yani deyimsel bir ifade. İbadetsiz geçen bir ömre atıf aslında. Dizde derman kalmadığı gün şeklinde anlayabiliriz bunu. Çünkü bacaktan açılması, dizde derman kalmadığı manasına gelebilir.

Yine bunu mecazen güç ve kuvvetin tükendiği gün. Artık derman kalmamış. Yine ahirete atıfla paçaların tutuştuğu gün de diyebiliriz. yükşefü 'an sak, bacaktan açıldığı. Ne demek bu? Aslında o bacağın sahibi telaş içinde. Öyle bir telaş içinde ki dizinde derman kalmayacak kadar telaşlı.

Bu neyin ifadesi? Ahirette işte bu durumda olan, yani Allah’tan başkasına ilahlık yakıştıran birinin zor durumunu gösteren deyimsel bir ifade. Ve diyor ki secdeye davet olunacaklar, fakat secde etmeye güçleri yetmeyecek fela yestetıy'un bunu beceremeyecekler. Neden? Çünkü dünya da secde etmediler. Dünya da secde etmeyince ahirette beceremeyecekler, zaten bir sonraki ayet bunu ima ediyor.


43-) Haşi'aten ebsaruhüm terhekuhüm zilletun, ve kad kânu yud'avne ilessucûdi ve hüm salimun;

Gözleri dehşetten önlerine eğik, zillet hâlinde! Oysa onlar akılları başlarında dünyada iken secdeye davet olunuyorlardı. (A.Hulusi)

43 - Gözleri düşmüş, kendilerini bir zillet sarmış bulunur, halbuki o secdeye onlar sağ sâlim iken davet olunuyorlardı. (Elmalı)


Haşi'aten ebsaruhüm bakışları gerçeğin dehşetinden yere düşmüştür, bakışları baygındır, bitmiş bir bakış. Haşi'aten ebsaruhüm bakışları bitmiştir artık. Yani öyle yılgın, öyle bezgindirler ki terhekuhüm zille kendilerini bir zillet kuşatmıştır. Tam bir bitmişlik görüntüsü. Ahirette artık dönüş yok. Kime gitse yüzüne kapılar kapanıyor. Annesinden, babasından, eşinden, oğlundan, kızından, kardeşinden, akrabasından, hempalarından, taraftarlarından, kabilesinden, kavminden hiç kimseden hiç kimseye fayda yok. Kur’an ın dediği gibi; Yevme yefirrulmer'u min ahıyh , Ve ümmihi ve ebiyh , Ve sahıbetihi ve beniyh (‘Abese/34-35-36) ilâ ahir..! o gün herkes birbirinden kaçacak, en yakınlar bile. İşte öyle bir günü tasvir ediyor bu ayetler.

ve kad kânu yud'avne ilessucûdi ve hüm salimun işte o cümle geldi; Zira onlar becerebilecekleri bir haldeyken secde etmeye çağrılmışlardı da reddetmişlerdi. Yani dünyada Allah’a boyun eğmediler, ahirette boyunları eğilmeyecek, adeta oklava yutmuş gibi. Dünyada Allah’ın huzurunda secdeye kapananlar, ahirette belli olacak. Yani bir tür antrenmanlı olacaklar. Kabaca böyle anlayabiliriz.


44-) Fezerniy ve men yükezzibu Bi hazelhadiys* senestedricuhüm min haysü lâ ya'lemun;

(Rasûlüm) artık beni ve bu olayı yalanlayanı (başbaşa) bırak! Onları hiç bilmedikleri yönden aşama aşama helâka götüreceğiz! (A.Hulusi)

44 - Gözleri düşmüş, kendilerini bir zillet sarmış bulunur, halbuki o secdeye onlar sağ sâlim iken davet olunuyorlardı. (Elmalı)


Fezerniy ve men yükezzibu Bi hazelhadiys benimle bu sözü, bu kelamı, yani bu Kur’an ı yalanlayan kimseyi baş başa bırak. Veya hadiseyi yalanlayan kimseyi de diyebiliriz, öyle çevirebiliriz. Çünkü Hadiys mecazen hadiseyi haber veren söz, ama hakikaten sözün haber verdiği olay demektir, hadise demektir. Onun için hadise denilmiştir zaten. Olaydan yola çıkarak, olayı aktaran söz.

senestedricuhüm min haysü lâ ya'lemun onları biz hiç bilmedikleri, hiç tahmin etmedikleri, hiç düşünmedikleri yerden azar azar eksilteceğiz, bitireceğiz. Böyle anlamak sanırım daha doğru. Rabbimiz ağır tehditte bulunuyor. Onları hiç hesap etmedikleri, hiç bilmedikleri bir noktadan bitireceğiz diyor azar azar.

45-) Ve ümliy lehüm* inne keydiy metiyn;

Mühlet veririm onlara... Muhakkak ki benim tuzağım çok sağlamdır! (A.Hulusi)

45 - O halde bana bırak bu sözü tekzip edenleri, biz onları istidrac ile çıkarır, bilemeyecekleri cihetten yuvarlarız. (Elmalı)


Ve ümliy lehüm onlara imkan ve zaman tanırım. Önce bunu yaparım. Yani onlara mühlet veririm, imkan veririm. .. emhilhüm ruveyda (Târık/17) diyordu ya, bir parça daha mühlet ver. Onlara zaman tanırım, imkan tanırım. Ama sonsuzca değil, ama sınırsızca değil. Aslında Allah’ın günahkâra ve kâfire zaman tanımasının anlamı nedir? Günahının daha da artması ve artık dışına çıkamaz bir biçimde çamura gömülmesidir başka bir şey değil.

Ve ümliy lehüm* inne keydiy metiyn fakat şüphe yok ki benim düzenim pek şiddetlidir. Keydiy; ince ve hassas tasarlanmış cezam manasına gelir. Pek şiddetlidir. O zaman nasıl anlayacağız değerli Kur’an dostları. Allah bir insanın, bir kâfirin, bir müşrikin, yoldan sapmış ve azmış birinin ömrüne ömür katıyor, servetine servet katıyor, her elini attığı eline geliyor ve dünyada dişi dahi ağrımıyor. Elini sıcak sudan soğuk suya vurmuyorsa bu onun lehine değil aleyhinedir. Allah onun azgınlığını artırıyor demektir. Tabii ki azgınlığını artıran Allah değil, fakat o nimeti önünde gördükçe azıyor. Onun için bu bir keyd oluyor. Allah’ın ince ve hassas planı.

O halde değerli dostlar; Ya rabbi hayırlısını ver demek mü’minin şiarı olmalı. Yani ille de şunu ver değil, ama hayırlısını ver. Bizim parçada güzel gördüğümüz bazen bütünde çirkin görünebilir. Onun için parçayı görüyoruz biz bütünü değil. Bütünü gören Allah’tır. Parçayı görene düşen bütünü gören Allah’a teslim olmaktır. Teslim olan kurtulur.


46-) Em tes'eluhüm ecren fehüm min mağremin müskalun;

Yoksa onlardan bir karşılık istiyorsun da, onlar borçtan ağır bir yük altına mı girmişler? (A.Hulusi)

46 - Yoksa sen onlardan bir ücret istiyorsun damı cereme vermekten ezilmişler? (Elmalı)


Em tes'eluhüm ecren fehüm min mağremin müskalun yoksa sen onlardan bir ücret istedin de, onlar altında ezilecekleri bir borçtan mı kaçınıyorlar. Yani sen onlardan bir ücret istedin yaptıklarına karşılık,, peygamberliğine karşılık şunu verin dedin, onlar da altında ezilecekleri bir borçtan mı kaçınıyorlar. Sen onları minnet altına almıyorsun ki. Senin söylediğin şu; ..lâ es'elüküm aleyhi ecren.. (Şurâ/23) ben sizden herhangi bir ücret istemiyorum. Zaten Allah öğretti bunu tüm peygamberlere. Bunu diyerek geliyorlar. in ecriye illâ alAllâh. (Sebe’/47) benim ücretim, benim yaptığımın karşılığı Allah’a aittir diyorlar. Dolayısıyla bu da yok.


47-) Em 'ındehümülğaybu fehüm yektubûn;

Yoksa gayb (algılanmayanlar) onların indînde de, onlar mı yazıyorlar? (A.Hulusi)

47 - Yoksa gayb yanlarında da onlar mı yazıyorlar? (Elmalı)


Em 'ındehümülğaybu fehüm yektubûn yoksa gayb onların katında da onlar mı yazıyorlar, yani gaybı onlar mı yazıyorlar Allah değil de. Bu da değil. O halde ne? Buraya kadar inkarcı bir aklın içine düştüğü tuzakları bir bir haber verdi, şimdi sure son pasaja girdi.

Devam ediyor c sayfasına geçiniz.
Kalem suresi (34-52) bölümünü toplu olarak BURADA bulabilirsiniz.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder