9 Temmuz 2012 Pazartesi

İslamoğlu Tef. Ders. HACC (000-000)(104-A)





El Hamdu Lillahi Rabbil'Alemiyn Vesselatü Vesselâmü alâ Resulüna Muhammedin ve alâ alihi ve ashabihi ecmaiyn.

Rabbişrah liy sadriy;

Ve yessirliy emriy;

Vahlül ukdeten min lisaniy;

Yefkahu kavliy; (Taha 25-26-27-28)


Düğümü çöz dilimden ki anlasınlar beni diyordu ya Hz. Musa. Onun rabbimize yaptığı duayı ben de Kur’an ın bu yeni sitesine girerken yapıyor, Rabbim diyorum, göğsüme genişlik ver, kolaylaştır işimi. Düğümü çöz dilimden ki anlayalar beni. Amin.

Değerli Kur’an dostları yepyeni bir heyecanı birlikte yaşıyoruz. Çünkü Kur’an ın keşfetmemizi bekleyen yepyeni bir suresine daha giriyoruz. Vahyin; Allah’ın insana tenezzülü, nüzulü. Yani insanoğlunun önüne çıkardığı bir gök sofrası olduğunu bilen, ne büyük bir rahmet olduğunu da bilir.

Vahiy ilahi bir inşa projesidir. Vahiy yeryüzünde yaratılış amacına uygun bir hayatı inşa için görevlendirilen insanı inşa eder. İnsan hem hayatın inşacısı olan bir usta, hem de vahyin inşa ettiği bir nesnedir. Vahiy bu ustayı usta olarak yetiştirirse, kendisi ustalığını hayata aktarabilir. Onun içindir ki vahiyden bağımsız bir insanileşme düşünülemez. Çünkü insan, insan doğmaz, insanlaşır, oluşur. Alt yapı olarak yücelmeye müsaittir. Çünkü ilahi format olan fıtrat üzere yaratılmıştır.

Bu bir zemindir. Bu alt yapıya uygun bir üst yapı ancak vahiyle kurulur. Yani ilahi fıtrat cıvata; vahiy somun. Eğer üst yapı alt yapıya uymazsa somun yalama olur. Sadece yalama olmakla kalmaz, aynı zamanda alt yapının dişini de bozar, onu da yalama eder. Dolayısıyla yanlış kurulmuş bir üst yapı, doğru kurulmuş alt yapıyı da bozar, tahrip eder, tahrif eder, mahveder. Onun için vahiy doğru kurulmuş ilahi fıtrat alt yapısı üzerine, yine gönderilmiş olan ilahi üst yapıdır.

O nedenle vahyin insan için ilahi bir terbiye,ilahi bir inşa modeli, ilahi bir inşa projesi olduğunu bilen insanlar vahyin karşısında hep heyecanlarını gizleyemezler. Çünkü Allah kendileri ile konuşmuştur. Allah onlara tenezzül buyurmuştur. Allah onların önüne bir gök sofrası, bir maide açmıştır. Buyur kulum bu ebedi sofradan ye demiştir. Böyle bir sofranın başına oturmanın heyecanını hep birlikte yaşıyor olmak Allah’a sonsuz şükrü gerektirir. İşte şu anda bu sofranın yepyeni bir yemeği ile daha karşı karşıyayız. Adı hac suresi.

Hac suresi adını 25. ayeti ile başlayan hacla ilgili ritüellerden, yani şeairden, menasikden alır. Bu sure zaman dilimi olarak Mekki mi, ya da Medeni mi olduğu konusunda otoriteler hayli söz söylemişler. 39 – 40. ayetleri büyük tefsir otoritesi İbn. Abbas’a göre bedir savaşında inmiş. Eğer bu rivayeti kabul edersek surenin en azından bir kısmının Medine’de indiğini kabul etmemiz gerekecek.

Yine elimizde ki vahiy sıralamaları, vahiy kronolojileri; Hz. Osman kronolojisi, İbn Abbas kronolojisi ve İmam Cafer kronolojisine göre, üçüne göre de bu sure Medine de inmiş surelerden gösterilir. Fakat 39-40 ayetlerin bağlamına baktığımızda, yani önüne ve sonuna baktığımızda bu iki ayeti o bağlamdan koparmanın mümkün olmadığını görüyoruz ki, 6. surenin girişinde biz bir takım kriterler serdetmiştik burada tefsir yaparken. İşte o kriterlere vurduğumuzda bu iki ayeti ait olduğu bütünden çıkaramayacağımızı görüyoruz. Bu da bize şu sonucu veriyor, sadece 2 ayet değil, onların ait olduğu pasajlar da, o iki ayetin indiği zaman dilimine aittir.

Konusu esas alındığında özellikle ilk 24 ayetinin Mekke de indiği gözüküyor. Çünkü bu ayetler Ahirete ilişkin iman esaslarından biri olan ahirete imana ilişkin ayetler. O halde eğer bir sonuca varmamız gerekirse hac suresi Mekke’nin son dönemi ile Medine’nin ilk dönemi arasında inmiş ve her iki döneme de sarkan bir sure olarak önümüzde duruyor.

Sure ilk 24 ayetinde demiştim insanın ebedi istikbalinden söz ediyor. İnsan yaratılış amacına uygun bir hayatı inşa etmek istiyorsa, ebedi hayatta nasıl bir ömür geçirdiğinden hesap vereceğini unutmaması gerekiyor. Yani insanın yer yüzünde k sorumluluğu mutlaka ve mutlaka onun hesaba çekilmesini gerektirir. Çünkü bir sorumluluk yüklenip de bu sorumluluğu yerine getirip getirmediğinin sorulmaması düşünülemez.

Onun için eğer insan bir maçla yaratılmışsa, bir gayesi varsa, mutlaka bir sorumluluğu var demektir. Sorumluluğu olanın sorumsuz davranması da mümkündür. Sorumlu davrananla sorumsuz davrananı aynı ve eşit saymak ilahi adalete sığmayacağı için mutlaka bir hesap sormak gereklidir. Bu hesabın sorulacağı yer de ahirettir. İşte Kur’an insana davranışlarının sorumluluğunu üstlenme daveti yapmakta ve ey insan bir gün hesaba çekileceksin demektedir ilk 24 ayetinde.

25. ayeti ile başlayan pasajda Hac konusu işlenir. Dini sembollerin, kendilerinin amaç değil araç olduğu  bu şekilde ima edilir. Özellikle tüm diğer ibadetlerden farklı olarak hacca menasik (İbâdet edecek yerler. İbâdet ederken lüzum eden usul, yol ve tarz.) denilmesinin haccı oluşturan ibadetlere menasik denilmesinin temelinde ki sebepte budur ve Kur’an da hac için diğer ibadetler hakkında kullanılmayan çok ilginç bir ifade kullanılır. Şeairullah, min şeâirillâh Allah’ın sembolleri.

Demek ki haccı diğer ibadetlerden ayıran çok özel bir boyut var, o da sembollerle dolu olması. Yani sembolik boyutunun çok öne çıkan bir ibadet olması. Onun için semboller, sembolize ettikleri bir hakikate atıf yaparlar. Sembolize ettikleri hakikatler gözden kaçırılırsa elinizde sadece tarifesi kalır. Sadece kabuğu kalır. Onun içinde ruhu gitmiş, canı gitmiş bir ceset gibi sayılır.

Bu nedenle bu bölümde ..feinneha min takvel kulub (32) ifadesi, özellikle hacla ilgili ayetler içerisinde ki bu ibare dikkatimizi çekmekte. Yani bu semboller gerçek anlamını müminin kalbindeki manada bulur. Yani sorumluluk şuurunda bulur. Sorumluluk hassasiyetinde bulur. Müminin kalbinde ki imandan alır sembollerin gerçek manasını. İşte bu ibare bu hakikate bir atıftır.

49 ve 57. ayetler nübüvvet kurumunu inkar edenleri muhatap alır ve onlara nübüvvet kurumunun; Allah’ın insanla diyalogunun olmazsa olmaz bir şartı olduğu dile getirilir ve ispat edilir. 58. v3 60 ayetler arasında ise geçici hayatla ebedi hayat arasındaki bağa dikkat çekilir. Dünya hayatıyla ahiret hayatı arasında ki doğrusal ilişki dile getirilir ve bu noktada insana ahiret; dünyanın hasılatıdır. Dünya ahiretin tarlasıdır. İlleti sonucundan bağımsız, sonucu illetinden bağımsız değerlendiremezsiniz. Onun için tarlayı hesaba katıp ta hasadı hesaba katmamak ne mümkün der insanoğluna.

Ve insanoğluna hayatın bu iki yüzü arasında kopmaz bir bağ kurması teklif edilir. Yani hayatın dünya yüzü, hayatın ahiret yüzü. Hayatın geçici yüzü, hayatın kalıcı yüzü. Bu iki yüz arasında ki bağı koparmanın aslında insanın Allah ile bağını koparmak anlamına geldiği vurgulanır. Dolayısıyla insanın gerçekle bağını koparıp yalana mahkum olması anlamına gelir.

[Ek bilgi; "Hac"cın iki hedefi vardır ki, bunlardan birisine ulaşmak zorunludur!..

1- Yaşamının "Arafat"ta bulunduğun o anına kadar ruhuna yüklenmiş tüm günahlarından arınarak, "sıfırlanmak"!..

2- "Maarifi Billah" ile hâllenmek sûretiyle, ALLÂH ismiyle işaret edilenin ilmiyle âlemlerini ve düzenini seyretmek.

HAC konusunda öncelikle şunu belirtelim: Hac günü belirli bir süre Arafat’ta bulunup geçmiş günahlarına tevbe eden kişi, kul hakkı da dâhil olmak üzere O ANA KADAR Kİ BÜTÜN günahlarından kurtulur!

HAC, İslâm Dini şartları arasında herkese son derece yararlı olan bir çalışmadır! Zira. Yaşamı boyunca kişinin bilerek veya bilmeyerek yaptığı yanlışlardan dolayı beyninde oluşan ve "günah" adı verilen tüm negatif yük, eksiksiz olarak dalga (wave) bedenine yani ruhuna yüklenmiştir! Ruhundaki bu negatif yükün getirdiği ağırlık yüzünden de cehennem denilen ortamda battıkça batacaktır!

İşte başına gelecek olan bu felaketten kişinin kendini tümüyle kurtarabilmesi; ruhuna yüklenen negatif yükün tamamıyla "sıfırlanması-silinmesi" HAC’da mümkün olur! O ana kadar ruhuna yüklenmiş olan tüm günah adı verilen negatif yükleri silinir ve "anasından doğduğu günkü kadar günahsız olarak" geri döner!

Ve yine Rasûlullah (aleyhisselâm)’ın açıklamasına göre; "Acaba benim günahlarım af oldu mu?" diye şüpheye düşerse, yeryüzündeki en büyük günahkâr olur.

Kâbe niçin Mekke’dedir?.. Arafat’ta ne sır vardır ki orada toplanılmaktadır?.. Ve bunun benzeri daha nice sualin cevabını tafsilatlı bir şekilde "İNSAN ve SIRLARI" isimli kitabımızda elden geldiğince açıkladığım için burada tekrar aynı konuya girmiyorum. Arzu edenler orada ilgili bölümde bulabilirler. Ancak kesin olarak şunu vurgulayayım ki;

Hiçbir hayır ve ibadet, Hac’cın insana getirisini kazandıramaz!.. Kim aksini söylüyorsa, o henüz Hac’cın ne olduğunu, değerini idrak etmemiş, hatta fark etmemiştir. "HAC’ca gidecek kadar imkânı olan, buna rağmen gitmez de o sene içinde ölürse, ister Yahudi olarak ölsün ister Hıristiyan!" anlamındaki Resûlallah uyarısı konunun bütün önemini vurgulamaktadır!

"Hac’ca gidip de elin Arabına para mı kazandıracağım; onun yerine burada bir hayır yaparım" tarzından yaklaşımlar; son derece düşüncesiz ve bilgisiz yaklaşımlardır. Çünkü bu kişilerin HAC’cın ne olduğu hakkında hiçbir bilgisi yoktur!

"Kızımı everirim; torunumu sünnet edeyim; yaşlanıp ticaretten el-etek çekeyim" tarzındaki yaklaşımlar kadar saçması olamaz!

HAC esasen ilk fırsatta ve olabildiğince gençken yapılmasında fayda ve hatta zaruret olan bir çalışmadır. Nasibinde varsa oradan aldıkların bir ömür boyu sana fayda sağlar! Gidenlerin görmüş olduğu gibi, dünyanın her yerinden gidenler yarı yarıya gençlerken; sadece Türkiye’den gidenler, neredeyse ayağını zor sürüyenlerdir. Endonezya’dan gelenler arasında evlenmeden önce evleneceği eşi ile Hac vazifesini ifa etmek için gelenlerin haddi hesabı yoktur!

Bir de hanımların şu çok önemli problemi vardır Hac konusunda:

"Hac’ca gidip geldikten sonra başımı örtmem, tam tesettüre girmem gerek; oysa ben bunu yapamam!.. Bu yüzden Hac’ca gidemem!" ÇOK BÜYÜK BİR YANLIŞ! Şu anda bir veya birkaç vakit namaz kılıp, sonra da günlük normal kıyafetle dolaşıyor musunuz?.. Evet! Namazda, ibadet sırasında başınızı örtüp, daha sonra da açıyor musunuz?. Evet!

Öyle ise, Hac’ca da gider, örtünür; farzınızı yerine getirir; döndükten sonra da elinizden ne kadarı geliyorsa, o kadarını yaparsınız!

İslâm Dini’nin en büyük düşmanları, Dinden görünüp, şartları zorlaştırarak, insanları Dinden, Allâh ve Resûlallah’tan uzaklaştıran; Dinden soğutup, nefret ettirenlerdir!

Biliniz ki..; Hac da en az namaz kadar zorunlu ve yararlı bir çalışmadır! Böylesine önemli bir olaydan "gelince başımı örtemem" gerekçesiyle geri kalmak, aklın alamayacağı kadar büyük bir yanılgı ve kayıptır!

Baş örtmek Kurân’da belirtilen farzlardan biridir! Bunu yapmayan; Allâh’ın bu konudaki teklifine uymamaktadır! Kur’ân bu konuda bir ceza bildirmemiştir! Başını örten, elbette ki Allâh’ın bu teklifine uymasının karşılığını fazlasıyla alacaktır. Başını örtmeyen ise, Allâh’a karşı sorumlu olur! Allâh, bu davranışının karşılığını dilediği gibi verir! Ancak, Kurân’da;

"Hac’ca giden her hanım dönüşte başını örtecektir; örtmeyenin Hac’cı kabul değildir" gibisinden bir hüküm kesinlikle mevcut değildir!

GIYBET etmemek de kesin hem de çok ağır hükümlerden biridir!.. "Ölü kardeşinin çiğ etini yemektir gıybet" diye tanımlanmıştır Kurân’da! Ben bu suçu işlemekten kendimi alamıyorum; öyle ise örtülü başımı açayım, diyor musunuz?.. Elbette hayır! Bir emri yerine getirememek, nasıl bir başka yerine getirebildiğin emirden de vazgeçmeyi getirmezse; Hac’ca gitmek imkânın olduğu hâlde, baş örtememek yüzünden Hac’ca gitmemek o derece büyük yanlıştır!

Bu vesileyle şunu bir kere daha vurgulayayım...
İSLÂM DİNİ’NDEKİ TEKLİFLER, "PAKET PROGRAM" DEĞİLDİR! Yani, ya hepsini tam olarak yaparsın, ya da hiçbirini yapma türünden, değildir!

Senden, istenilenler bellidir!.. Yani yapman ve yapmaman gerekenler. Sen bunlardan elinden geldiği kadarını yaparsın; yapamadıkların da eksiğindir. Hüküm Allah’a aittir!

"Ben bunlardan falanca ve filanca emirleri yerine getiremiyorum; öyle ise hiçbirini yapmayayım" düşüncesi kesinlikle yanlış ve düşüncesizce kabuldür!

Yap da, ne kadarı elinden geliyorsa, o kadarını yap!
Hac’ca gitme imkânına sahipsen, elinden geliyorsa, hemen git! Geldiğinde başını örtemeyeceksen; o da eksiğin kalsın! İnşAllâh o da nasip olur!

Özetle diyeyim ki; Tek başınıza, canlı ve bilinçli bir hâlde ölüm ötesine yapacağınız sonsuz yolculuğu idrak ediyorsanız, imkânlarınız içinde elinize geçen ilk fırsatta Hac’ca gidiniz! Aksi hâlde bu konuda öylesine pişmanlık duyacaksınız ki; bunun haddi hesabı yoktur!

Devrinin "İnsan-ı Kâmil"i Abdülkerîm El-Geylânî’nin Hac’cın bâtın mânâlarıyla ilgili bazı değerlendirmelerini size nakletmek istiyorum. Kendisinden büyük feyz aldığım bu son derece değerli Zât’ı böylece saygıyla anıyorum.

Hac niyeti: Allâh talebi yolunda devamdır. İhram: Yaratılmışları görmeyi terktir!

Başı traş: Beşer içinde önder olma düşüncesinden arınmaktır!

Tırnak kesmeyi terk: Kendinden oluşan fiillerin hakiki fâilinin ALLÂH olduğunu fark etmektir!

Güzel koku sürmeyi terk: ZÂT hakikatini hissedince, Esmâ özellikleriyle kayıtlanmaktan kurtulmaktır!

Cinsi münasebeti terk: Bedende tasarrufu bırakmaktır.

Sürme çekmeyi terk: KEŞF arzusundan kurtularak ZÂT hüviyetinde yok olmaktır!

Mikat: Kalpten ibarettir.

Kâbe: ZÂT’tan ibarettir!

Haceri Esved: İnsanî lâtifeden ibarettir.

Haceri Esved’in siyah oluşu: Tabiat özelliğinin kalbi renklendirmesi.

Tavaf: Allâh’a yakışır şekilde, insanın hüviyeti, aslı, menşei, müşahede yerinin idrak olunmasıdır.

Tavafın 7 olması: Allah’ın yedi sıfatından ibarettir. Onlar, Hayat, İlim, İrade, Kudret, Semî, Basar, Kelâm.

Tavaftan sonra mutlak namaz: Anlatılan vazifeleri yapan için Ahadiyyet’in zuhûru ile ona ait hükmün yaşamıdır.

Bu namazın İbrahim makamında kılınması: Hullet makamına işarettir.

Zemzem: Hakikat ilimlerine işaret eder.

Zemzemi içmek: Hakikat ilimlerinde dallanmaktır.

Safa: Halka nisbet edilen sıfatlardan soyunmaktır.

Merve: İlâhî isim ve sıfat kadehlerinden doya doya içmektir.

Traş: İlâhî riyasetle tahakkuka işarettir.

Bıyıkları kısaltmak: Kurbet ehlinin makamı olan tahakkuk derecesinden inmektir.

İhramdan çıkış: Halka açılmak; sıddık derecesinde halk arasına inmektir.

Arafat: Maarifi Billah makamıdır... Arafat’ta iki bayrak dikilmesi, Celâl ve Cemâl sıfatlarına işarettir; ki Allâh’a marifet yolu onlara göredir.

Müzdelife: Makamın şuyuu ve yükselmesinden ibarettir.

Meş’ari haram: Şerr’i emirlerde durup, Allâh’ın haramlarına saygıdan ibarettir.

Mina: Kudret makamı; ehli zevat için murada nail olmaktır.

Üç şeytanı taşlamak: Benlik, tabiat ve âdettir.

Yedi taş atmak: Yedi ilâhî sıfatla bunu başarmaktır.

İfaza tavafı: Allâh feyzinin devamında sürekli terakki etmektir.

Veda tavafı: Allâh sırrını hak edene emanettir.

Eğer, bâtın yani iç, sır mânâsından biraz daha söz etmek gerekirse Hac’cın. Hac’cın bâtın niyeti Allah’a ulaşmaktır!
İhram giymek, Allah’a ulaşmak üzere tümüyle dünyadan arınmak için sanki ölen biriymişçesine kefen giymektir!
Hac öncesindeki yedi tavaf, yedi nefs mertebesinde urûc yaparak Allâh Zât’ının zuhur mahâlli olan Kâbe’nin hakikatiyle özdeşleşmeye gayrettir!

Arafat, mukaddes vadi’dir. Arafat’ta tüm beşerî kavramlardan arınılır! Bu arınış sonrasında üç şeytanla birlikte benlik, tabiat ve âdetler taşlanılarak bunlara geri dönmemek üzere uzaklaşılır! Buradan Kâbe‘ye gelip yapılan tavaf ve namaz, yedi sıfatta yapılacak seyr ile Zât’a ulaşmaktır.

Tavaftan sonra kılınan namaz, bunu nasip edenin huzurunda beşeriyetinin hiçliğini itiraf ve şükürdür.

Veda tavafıyla birlikte geldiğin yere dönmek, "BakâBillah" içinde "seyri anillah"tır! Hizmet için halkın arasına geri dönmektir!

Biz, Hac’da Kâbe’nin kişiliği, ruhaniyetiyle görüşenleri, sohbet edenleri biliriz! Hac’da daha öylesine sırlar vardır ki, bunları yazmak şimdilik mümkün değildir! Şu kadarını iyi bilelim ki, HAC aklınızın alamayacağı kadar muazzam ve çok yönlü bir çalışmadır. Bundan, yanlış şartlanmalar yüzünden geri kalmak, bir kişi için hayatının en büyük kayıplarının arasında olacaktır!
(AHMED HULÛSİ) http://www.ahmedhulusi.org/yazi/hacca-gelince.htm )]



[Ek bilgi; (BELED/1 DEN) Rabbimizin üzerine yeminle söze başladığı bu belde Mekke şehridir. Kitabımızın başka bir âyetinin ifâdesiyle “Ümmü’l Kurâ” şehirlerin anası, ana kent denen temel, asıl, esas olan, yani hepsinin, tüm şehirlerin anası olan bir şehir. İnsanlığın ilk merkezi, şehirlerin ilk merkezi olan Mekke’ye yemin ediyor Rabbimiz. Kâinatın efendisine doğum yeri, dâvetinin merkezi, vahyine iniş yeri yaparak Rabbimiz şereflendirdiği Mekke şehrine ve kendisinin de Beytinin bulunduğu Harem bölgesine yemin ediyor. Madem ki Rabbimiz mekânların en şereflisi, en kutsalı olarak bu beldeye yemin ediyor, öyleyse bu beldenin bizim hayatımızdaki önemi çok büyüktür. O halde biraz tanıyalım bu beldeyi.
        Şehrin çok yakınında Arafat diye bir merkez vardır. Arafat "Arafe" kökünden gelir. İrfanın merkezi, bilgi merkezi, bilgiye ulaşma merkezidir burası. Hacca gidilince bir süre burada vakfe yapılır. İrfana, bilgiye ulaşmak üzere burada bir süre durulur. Bunun mânâsı şudur: Kulluk için önce mârifet, bilgi gerekir. Bilgisiz kulluk mümkün değildir. Dünyanın neresinde olursa olsun, mü’minin, Allah’a Allah’ın istediği kulluğu icra edebilmesi için kulluk bilgisine ulaşması gerekmektedir. Onun içindir ki mutlaka durup bir süre ilme zaman ayırmalıdır. İşte Arafat’taki vakfe bunu anlatır. Mü’min irfana ulaşma, kulluk bilgisini elde etme makamındaysa o anda Arafat’ta bulunmaktadır. Mü'min Kur’an’la, sünnetle, vahiyle beraber olarak bilgi sahibi olacak. Bilgi nedir? Bilgi ya ilimdir, ya zandır. Hayatta geçerliliği olan, hayata intibakı olan, amele dönüştürülen, yani insanı amele sevk edene ilim, öbürüne de zan diyoruz.
        Arafat’ta irfana ulaştık. Peki hep bekleyecek miyiz burada? Yani hep ilim mi öğreneceğiz? Hayır, bir süre sonra Arafat’tan Meş’ar’e hareket edilir. Peki Meş’ar nedir? Meş’ar, bilginin şuura dönüştürüldüğü, bilginin amele döküldüğü merkezdir. Bilginin hiçbir işe yaramayan kuru bir bilgi olmaktan çıkarılıp şuura ve amele dönüştürüldüğü merkezdir. Arafat’ta elde edilen bu bilgiler sonra Meş’ar’de şuur haline gelmeli, amele dönüşmeli, yani bu bilgiler bizim olmalıdır. Onun içindir ki Arafat’ta uzunca durulmaz, uzun süre beklenilmez. Buradan hemen Meş'ar’e hareket edilmelidir. Uzun süre ilim öğrenelim, ilimde şu noktaya ulaşalım da ondan sonra amele başlayalım yok. Hemen Meş’ar’e hareket edilir. Zaten hep hareket halinde değil miyiz mezara doğru?
Meş'ar’de şuurlandık, yani öğrendiğimiz bilgiler amele dönüşerek bizde şuur haline geldi. Bir şey öğrendik, onu hemen kendimize mal etmek, onu derhal uygulamaya koymaktır şuur. Meselâ namazı öğrendik, o anda biz Arafat’tayız. Bu bilgimizle hemen amele koşarsak Meş’ar’deyiz. Bundan sonra da Mina’ya hareket edilir. Mina, kurban kesme, kurban etme mahallidir. Yani Arafat’ta öğrendiğimizi Meş’ar’de uygulamaya koyunca karşımıza çıkabilecek tüm engelleri kurban edecek bir noktaya gelebilmişsek, biz o anda Mina’dayız demektir. Ne tür engeller çıkabilir karşımıza? Dükkan, meslek, okul, toplum, moda, âdetler, töreler, ağa, patron gibi kulluğumuzun karşısına ne tür engeller çıkarsa çıksın onların tümünü kurban edebilecek bir noktaya gelebilmişsek Mina’dayız demektir.
        Meselâ tepeden tırnağa örtünmeniz gerektiğini, Allah’ın sizden böyle bir kulluk istediğini öğrendiniz. Bu kulluk bilgisine ulaştığınız makam sizin için Arafat’tır. Siz o anda Arafat’tasınız. Hemen buradan Meş’ar’e hareket ettiniz. Yani öğrendiğiniz bu bilgiyi şuura dönüştürüp hemen tepeden tırnağa örtündünüz. O anda siz Meş’ar’dasınız demektir. Eğer icra ettiğiniz bu kulluğunuzun karşısına çıkacak baba, ana, koca, âdetler, töreler, çevre, moda ve toplum, okul ve diploma gibi çıkabilecek engellerin tümünü kurban edebiliyorsanız, o zaman siz Mina’dasınız demektir.
Veya meselâ Kur’an’ı, sünneti tanımanız gerektiğini, onları tanımadan Allah’ın istediği gibi bir Müslümanlığın gerçekleşmeyeceğini mi öğrendiniz? Birine İslâm’ı ulaştırmanız, Kur'an’ı ulaştırmanız gerektiğini mi öğrendiniz? Bu bilgiye ulaştığınız yer, yurt, makam, mekân sizin için Arafat’tır. Siz o anda Arafat’tasınız. Vahiyle öğrendiğiniz bu kulluk bilgisini mutlaka yapmanız gerektiğine inanıp onu şuur haline getirin. Onu kuru bir bilgi olmaktan çıkarıp gereğini yerine getirmeye, amele dönüştürmeye çalışın. İşte bunu becerdiğiniz makam sizin için Meş’ar’dır. Bu bilgiyi şuur haline, amel haline getirin ve bu uğurda her şeyinizi kurban etmeye hazır hale gelin. Yani Mina’da, kurban kesme mahallinde, ya da kurban etme makamında bulunun.
        Eğer bunu becerdiyseniz o zaman buyurun Kâbe’ye. Hacda böyle Arafat’la başlayan Mina ile son bulan bir yay çizildikten sonra farz olan tavafı yapmak üzere Kâbe’ye gelinir. Bunu beceren kişi, Allah’ın Beytine girmeye hak kazanmış, Allah’ın konuğu olma şerefine ermiş demektir.
        Şimdi de bu mukaddes beldenin, Mekke şehrinin içinde bulunan Beytullah’ın içindeyiz. Öyle bir Beyt ki, yeryüzünde ilk inşa edilen oydu:

“Doğrusu insanlar için ilk kurulan ev, Mekke'de, dünyalar için mübarek ve doğru yol gösteren Kâbe’dir.”       (Âl-i İmrân 96)
“Biz beyti (Kâbe’yi) insanlar için toplanma, sevap kazanma yeri ve emniyet kıldık.” (Bakara 125)
        “Hatırlayın, İbrahim demişti ki: “Rabbim burasını emin bir belde kıl! Ahalisinden Allah’a ve âhiret gününe îman edenleri çeşitli meyvelerle rızıklandır” diye dua etmişti.” (Bakara 126)

        Burası, atamız İbrahim’in, “Ya Rabbi bu belde emin olsun! Emniyette olsun. Yerden ve gökten gelebilecek her türlü belâ ve musîbetlerden emin olsun. İnsanların birbirlerini yediği, zulümlerle haksızlıklarla birbirlerini yok etmeye çalıştığı, birinin diğerine hak tanımadığı bir dünyada yaşadıkları dönemlerde bile bu belde emin olsun, emniyetin sembolü olsun. Bu beldede insanlar huzur içinde yaşasın!” diye dua ettiği kıblemizdir.
       
“Orada apaçık deliller vardır; kim oraya girerse, güvenlik içinde olur.” (Âl-i İmrân 97)

        Orada Makam-ı İbrahim vardır, siz oradasınız ve emniyettesiniz. Peki ne demek Makam-ı İbrahim’de olmak? Makam-ı İbrahim’de olmak, onun makamında, onun konumunda olmak demektir. Değilse İbrahim makamı orada şöyle on, on beş kişinin ancak sığabileceği bir mekân değildir. Çünkü kitabımızın bir başka âyetinin beyanıyla oraya girenler emniyettedir. Şimdi orada o mekâna on, on beş kadar insanı sığdırıp onları emniyete aldık, diğerleri için ne diyeceğiz? Onlar emniyette değiller mi diyeceğiz? Nasıl anlayacağız bu İbrahim makamını?
Şu anda ben baba makamındayım, şu anda ben koca makamındayım, emretme, nehy etme makamındayım gibi bir ifade kullanılır. Babalığın, kocalığın mekânsal olarak bir makamı, koltuğu olmaz değil mi? Ben şu anda baba olma sorumluluğundayım, ben şu anda koca olma sorumluluğunu taşıyorum demektir bu. İşte İbrahim makamında olmak ta bu mânâdadır. Yani ben İbrahim makamındayım, ben İbrahim’in yükünü yüklenme, O’nun sorumluluğunu taşıma, O’nun misyonuna sahip çıkma, O’nun gibi olma makamındayım demektir.
Eğer o makamdaysan onun yaptığını yapacaksın. Ne yaptı İbrahim (a.s.)? Onun yaptıklarının tamamını şimdi burada anlatma imkânımız yoktur. Kur’an da Rabbimiz uzun uzun onu bize anlatır. Kur’-an’ı okudukça onu öğreneceğiz inşallah. Ama sadece buraya ilişkin olarak diyecek olursak: O, Allah’a kulluğuna engel olan oğlu bile olsa onu Allah adına kesmeye yatırdı. Biz de Allah’a kulluğumuza engel olan her şeyi, baba, ana, karı, koca, çevre, nefis, dükkan, okul, doktora, diploma, makam, mansıp neyse, Allah’a kulluğumuza engel olan ne varsa hepsini kesme adına yatırabiliyor muyuz? İşte biz Makam-ı İbrahim’deyiz demektir. Başka ne var orada?
        Sonra Hz. Adem’den bu yana hiç yalnız kalmayan bir amele yürüyoruz: Tavaf. Tavaf, emre âmâde beklemek, kulluğa hazır beklemek demektir. Rabden gelecek emir ve nehiy her neyse kabulüm demektir. Rabbin kapısının eşiğinde: “Lebbeyk ya Rabbi! Lebbeyk ya Rabbi! Buyur ya Rabbi! Bir arzun mu var ya Rabbi! Bir emrin mi var ya Rabbi! Ben buradayım! Ben senin kapının eşiğindeyim! Ben senin emrine âmâdeyim ya Rabbi” diye emir mahallinde hizmet mahallinde, kulluk makamında dolaşmak, beklemek demektir. Hani bakanların, müdürlerin kapılarının önünde emre âmâde bekleyenler, zile basar basmaz: “Buyurun efendim! Emredersiniz efendim! Bir arzunuz mu var efendim!” diye hizmete koşarlar ya, işte onlardan daha büyük bir şevkle ve istekle Rahmân’ın beytinin eşiğinde, O’nun rızasına koşmak demektir.
Tavafta sadece yürünür. Rahmân’ın Beytinin etrafında yürünür. Öyleyse hac’ta üç şey yapılır: Birisi Arafat’ta duruş, diğeri Müzdelife’de yatış, öbürü de Kâbe’nin avlusunda yürüyüş. Arafat’ta duran, Müzdelife’de yatan kişi burada da yürüyecektir. Tavaf adına yürüyecek. Zaten bizim tüm hayatımızda yaptığımız da bu üç şeydir. Tüm hayatımızda biz bu üç şeyi yaparız. İşte bize maket bir hayat olarak sunulan ömürlük bir ibadet olan haccda da Rabbimiz Arafat’ta durmamızı, Müzdelife’de yatmamızı, Kâbe’de de yürümemizi emrederek tüm hayatımızın örneğini sunmaktadır.
 “Ey kullarım! Tüm duruşlarınız Arafat’taki gibi olsun! Tüm duruşlarınız bilgiye, irfana ulaşma adına olsun, sakın boş oturmayın. Tüm yürüyüşleriniz Kâbe’nin avlusundaki, Rabbinizin huzurundaki yürüyüşleriniz gibi olsun. Tüm yatışlarınız da günaha girmeden Müzdelife’deki yatışlarınız gibi olsun. Her an Allah huzurunda olduğunuzun şuurunda olun. Hep Allah kontrolünde bir hayat yaşadığınızın bilincine erin!”
        Rabbinin huzurunda yürüyorsun. Allah beytinin eşiğinde tavaf ediyorsun. Ama şunu hiçbir zaman unutmamalısın ki, sen bu hareketi ne başlatansın ne de bitirensin. Yani sen bu konuda, kulluk konusunda, tavaf konusunda ne ilksin, ne de sonsun. Bu hareket seninle başlamamış ve seninle de bitmeyecektir. Başlatan başlatmış bu hareketi, sen de bir yerinden katılıp devam edeceksin. Başka ne var o mübarek beldede?
        Kâbe’nin hemen yakınında Zemzem var. Zemzem, rızık konusunu anlatır. Rızkın Allah’tan olduğunu, Rezzak’ın sadece Allah olduğunu anlatır. Sonra Safa ile Merve ve bu ikisi arasında sa'y var. Zemzem, aramak, rızık aramak için çalışma zemini, çalışma kuralı anlatılır burada. Safa ile Merve arasında sa’y edecek, rızık arayacaksın. Ama sadece Safa ile Merve’yle sınırlıdır bu arayış. Yani her yerde çalışmayacaksın, her yerden kazanmayacaksın. Bu işin bir hududu, bu işin durulacak sınırları vardır. Safa’yı öteye, Merve’yi de beriye aşmamak lâzımdır. Allah’ın belirlediği haram-helâl sınırlarını aşmamak lâzımdır.
        Sonra dönüp dolaşıp karşısında sürekli beraber olacağımız, gözümüzü onunla sevindireceğimiz Kâbe var. Çünkü bu bina hidâyet kaynağıdır insanlar için. O bizi hidâyete götürme özelliğine sahiptir. Niye engellenir öyleyse insanlar oradan bilmiyorum. Kâfirler neyse, mü'minler bile engelleniyor şimdi ondan. Kâbe yerde insanın Allah’la irtibatının ilk merkezidir. Hz. Adem’le Havva’nın ilk buluşma yeridir. Hz. İbrahim, oğluyla kaidelerini yükseltmiştir.
        İşte Rabbimiz bu beldeye yemin ediyor. Rabbimiz bu beldeyi göklerin ve yerin yaratılışından beri emin ve mübarek kılmıştır. Allah’ın Resûlü bu hususu bir hadislerinde şöyle anlatır:

        “Allahu Teâlâ bu beldeyi, gökleri ve yeri yarattığı gün haram kılmıştır. Kıyâmete kadar onun haramlığı Allah’ın haram kıldığı şekilde devam edecektir.”

        Bu beldeyi tanıyın ki o beldede Nebiler Nebisi, Efendiler Efendisi doğmuş, büyümüş. Doğmadan babasını kaybetmiş, doğduktan kısa bir süre sonra annesini kaybetmiş, orada Peygamber olmuş. Vahyin ilk geldiği yerdir orası. İnançlarından dolayı insanların boyunlarına ip takılıp sokaklarında sürükletildiği, kimilerinin kızgın kumların altında işkencelere maruz bırakıldığı, evinden çıkamasın diye peygamberin evinin önüne dikenlerin atıldığı, pazarlarında panayırlarında aman bunu dinlemeyin diye adım adım bir gölge gibi Ebu Leheb ve benzerleri tarafından takip edildiği, Taif’ten kan revan dönerken Mut’-im’in emanında ancak  girebildiği, Şi’bi Ebi Talib’de karantinaya alın-dıkları, boykotlara maruz bırakıldıkları, her santiminde Rasulullah ve ashabının izlerinin, eserlerinin bulunduğu bir şehir…
“Dişsiz mi biri, onu kardeşleri yerdi” diyen şairin anlattığı gibi insanların Kâbe’nin etrafında çırılçıplak tavaf ettikleri, kapıları yok, kapı kolları yok, arabaları, garajları yok, çadırların, hurma liflerinin ev diye insanlara hizmet verdiği bir Mekke. İşte Rabbimiz bu şehre yemin ediyor. Bu beldeye yemin olsun ki (Besâiru-lKur’an- Ali küçük)]
 


Devam ediyor B sayfasına geçiniz.
104. videoyu toplu olarak  http://kurantefsir.wordpress.com/2012/07/06/904/ bulabilirsiniz.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder