5 Kasım 2013 Salı

İslamoğlu Tef. Ders. HADİYD (26 - 27)(172-A)



A sayfasından devam



26-) Ve lekad erselna Nuhan ve İbrahiyme ve ce'alna fiy zürriyyetihimen Nübüvvete velKitabe feminhüm mühted* ve kesiyrun minhüm fasikun;



Andolsun ki Nuh'u ve İbrahim'i irsâl ettik... Nübüvvet'i ve Kitabı (Hakikat ve Sünnetulah BİLGİsini) onların zürriyetleri içinde oluşturduk! Onlardan hakikate eren vardır... (Ama) onlardan çoğu inancı bozuk kişilerdir! (A. Hulusi)



26 - Hem celâlim hakkı için Nuh u ve İbrahim i gönderdik, zürriyetlerinde de nübüvvet ve kitabı atâ kıldık öyle iken içlerinden bazısı hidayeti kabul etmiş, çokları ise yoldan çıkmış fâsıklardır. (Elmalı)





Ve lekad erselna Nuhan ve İbrahiym doğrusu Nuh ve İbrahim’i de (aynı gaye ile), aynı amaçla göndermiştik. ve ce'alna fiy zürriyyetihimen Nübüvvete velKitabe ve yine bu ikisine nesiller verdik ve kitaplar verdik. Onlara zürriyet bahşettik ve onların zürriyeti içinden peygamberler göndererek onlara kitaplar verdik açılımı. feminhüm mühted ve kesiyrun minhüm fasikun fakat onlardan bir kısmı hidayete erdiler, ama onlardan bir çoğu da yoldan saptılar.



Yine 16. ayette ki gibi mümeyyiz akla bir atıf var burada. Kategorik değil analitik düşünmemizi istiyor Kur’an. Nasıl istiyor? Bakın peygamber evladı olmak yetmiyor. Peygamber evladı da olsa, ki insanlık peygamber evladıdır değil mi. Babanız sizi aklamaya yetmiyor. Çünkü sorumluluk kişide başlıyor. Sizin defteriniz sizde başlıyor. Onun içinde ey insan, ey muhatap karşında ki insanları hangi kabileye, hangi kavme, kimin oğlu olduğuna, kimin kızı olduğuna, kimin babası kimin annesi olduğuna göre değil, kendi eylemine göre değerlendirir. Seçip ayıran bir akılla yaklaş, mümeyyiz ol. Seçip ayırıcı ol. Unutma birinin babasının, anasının kusuru çocuğundan çıkarılmaz. Yine unutma Azer’in oğlu olur İbrahim olur. Put yapımcı bir babanın peygamber bir oğlu olur. Yine unutma Nuh gibi bir peygamberin de Kenan gibi kafir bir oğlu olur. Yani babalar ve evlatlar arasında ki o ayırımı unutma. Onun için mümeyyiz bir akılla yaklaş. Her insan kendi eylemiyle hesaba çekilir bunu aklından çıkarma.





27-) Sümme kaffeyna 'alâ asârihim BiRusuliNA ve kaffeyna Bi 'Iysebni Meryeme ve ateynahul İnciyle ve ce'alna fiy kulubilleziynettebe'uhu re'feten ve rahmeten, ve rehbaniyyete nibtede'uha ma ketebnaha 'aleyhim illebtiğae rıdvanillâhi fema ra'avha hakka ri'ayetiha* feateynelleziyne amenû minhüm ecrehüm* ve kesiyrun minhüm fasikun;



Sonra Rasûllerimizle onların eserleri üzere takviye ettik! Meryem'in oğlu İsa ile de takviye ettik; Ona İncil'i (müjde olan BİLGİ) verdik... Ona tâbi olanların kalplerinde şefkat, sınırsız hoşgörü ve rahmet ve Ruhbaniyet (Allâh'a ermeyi) oluşturduk; bu amaçla yaptıkları ruhbaniyet çalışmalarını ise (çok büyük korku dolayısıyla sırf uhrevî - ruhanî yaşama dönük çalışma) onlar uydurdular! (Oysa) onu (Ruhbaniyeti) onlara mükellef kılmamıştık. Ancak Allâh'ın rıdvanını (cennet nimetlerini) talep etmek için bunu başlattılar... (Ama) ona hakkıyla da riayet etmediler! Onlardan iman edenlere ecirlerini verdik... (Ancak) onlardan (ruhbanlardan) çoğunun inancı bozuktur! (A. Hulusi)



27 - Sonra onların izleri üzerinde Resullerimizle takip ettik, bir de Meryem in oğlu Isa ile takip ettik ve ona İncili verdik ve ona tabi' olanların kalplerinde bir rikkat bir merhamet yarattık, bir de ruhbaniyet ki onu onlar ibda' ettiler, biz onu üzerlerine yazmamıştık, ancak Allah rızasını aramak için yaptılar, sonra da ona hakkıyla riayet etmediler, biz de içlerinden iman etmiş olanlara ecirlerini verdik, çokları ise yoldan çıkmış fâsıklardır. (Elmalı)





Sümme kaffeyna 'alâ asârihim BiRusuliNA sonra onların izi üzere, onların arkasından elçilerimizi peş peşe gönderdik, dizdik. Tüm peygamberler aynı kaynaktan beslenmişlerdir. Bu ibarenin zımnen ifade ettiği hakikat bu. Her peygamber bir zincirin halkasıdır. Bu zincir Allah’tandır. Onun için her peygamber birbirini tasdik ederek gelir. Filozoflar gibi birbirlerini yalanlamazlar. Peygamberler birbirlerini tasdik eder, desteklerler.



ve kaffeyna Bi 'Iysebni Meryem ve yine onların peşinden Meryem oğlu İsa’yı gönderdik. Meryem oğlu İsa. Erkek perest Roma’ya tokat gibi bir cevap. Bir peygamberi annesine nispet etmek. Bu Kur’an ın erkekçi Roma’ya tokat gibi bir cevabı. ve ateynahul İnciyle ve ona İncil’i verdik ve ce'alna fiy kulubilleziynettebe'uhu re'feten ve rahmeten ve yine ona uyanların kalplerine şefkat ve merhamet yerleştirdik, koyduk.



Hz. İsa’nın onu sevme adına zehirli sevgiyle sevenlerinin günahından beri olduğunu ifade ediyor bu ayet. Açayım; Bir peygamberi ona inananlar putlaştırıyorlarsa bunun suçunu o peygambere yükleyemezsiniz. Göçüp gitmiş, geçip gitmiş, vefat etmiş bir veliyi, bir alimi, bir üstadı, bir önderi onun arkasından gelenler onu yüceltme adına tanrılaştırıyorlar veya Allah’a ait bir takım sıfatları ona yıkıyorlarsa, yani onun üzerinden şirk güdülerini tatmin ediyorlarsa, şirke giriyorlarsa, bunun suçlusu o değildir. Burada yine mümeyyiz bir aklı öngörüyor Kur’an ve seçip ayırma yeteneğimizi kullanmamızı istiyor.



ve rehbaniyyeten Ama ruhbanlık başka. Ruhbanlık diyoruz, aslında rahbanlık dememiz lazım, rahbaniyet dememiz lazım ama öyle geçmiş, galât olarak geçmiş. Ruhbaniyet değil rahbaniyet. Fakat ruhbaniyet olarak anılıyor Türkçe de. Galatı meşhur olmuş. Nedir ruhbanlık? Dünyadan el etek çekip sadece ve sadece kendisini ibadete vermek. Yani insanların arasından çıkmak, hayatın yükünü sırtından atmak ve çilehaneye geçmek. Hint fakirliğine soyunmak belki bir yerde. Ruhbanlık bu.



Peki bu var mı İslam’da? Lâ rehbaniyyete fiddiyn (hadis) hükmü nebevisinden biz bunun olmadığını biliyoruz. Allah resulü reddetmiştir.



Kendisine bir grup sahabe gelmiş, Selman-ı Farisi, Ebu Zerr-i Gıfari, Osman bin Maz’un gibi seçkin sahabeler ve demişler ki “Ya Resulallah biz çoluk çocuğumuzu bırakacağız, işi gücü bırakacağız, bir mağaraya çekileceğiz, kendimizi kapatacağız, gece sabaha kadar namaz kılıp akşama kadar oruç tutup hayatımızı Allah’a ve ibadete adayacağız.”



Ravi diyor ki “Hiç peygamberi o günkü kadar kızmış görmedim. Alnında ki damar yekindi, yüzü kıpkırmızı oldu ve karşısında kilere dedi ki; Ben sizin için güzel bir örnek değil miyim. Ben ibadet ederim, aynı zamanda uyurum da. İstirahat de ederim. Ben oruç tutarım, aynı zamanda iftar da ederim. Ben Allah’a kulluk yaparım, aynı zamanda ehlimle, ayalimle, çoluk, çocukla ilgilenirim. Yani dengeli olmak varken neden böyle bir yola düşüyorsunuz.” Diye kızdı, azarladı ve reddetti.



İşte buradan da yola çıkarak biz İslam’da ruhbanlığın olmadığını çıkarıyoruz. Yani Hint dervişliği makbul bir şey değil. Neden? Çünkü dünya insana emanet edilmiştir. İnsan yer yüzünde Allah’ın istediği hayatı inşa etmek için var edilmiştir. Yer yüzü emanettir, emaneti nasıl terk edersin sen. İnsana rabbimiz öğretmiyor mu;



Rabbenâ âtinâ fiyddünyâ haseneten ve fiyl âhırati haseneten. (Bakara/201) Rabbimiz bize dünyanın güzelliklerini de ver, ahiretin güzelliklerini de. Onun için bize ait değildir dünyayı, işte kötü kadına benzetmek, dünyayı cifeye, leşe benzetmek, dünyayı sineğe benzetmek. Bu Kur’an i bir düşüncenin reddettiği şeydir. Dünya ahiretin tarlasıdır. Tarlayı nasıl reddederiz, yoksa nasıl hasat yaparız. Cennet hasadı bu tarladan ekilenlerin biçilmesiyle oluşur. Onun için el kârda, gönül yarda. Elimizde çok eyle, gönlümüzde yok eyle diye dua ederlermiş aklı başında olanlar.



[Ek bilgi; "Rahbanlyye" kelimesi, "ruhbanlara ait iş" anlamındadır. "Ruhban" ise, "rehbere" kökünden, "fu'lân" vezninde, "korkan" manasına bir kelimedir ve tıpkı 'den gelen  "huşyân"   manasındadır. Bu  ifâde,   "ruhbanlara  ait

olduğunu sanki açıkça ifade etmek için, zamme ile "ruhhâniyye" şeklinde de okunmuştur. "Ruhban" kelimesi, "râkib"in çoğulunun "rubbân" (biniciler) oluşu gibi, "râhib'in çoğuludur.

Ruhbanlık ile kastedilen ise, bu kişilerin, dindeki fitnelerden kaçarak, dağlara çekilmeleri, kendilerini bütünüyle ibadete vermeleri, üzerlerine vâcib olan ibadetlere ek olarak, yalnız yaşamak, sert elbiseler giymek, kadınlardan uzak durmak, mağaralarda ve kuytu köşelerde kendilerini ibadete vermek gibi, ileri derecede meşakkatli bir hayat tarzına katlanmalarıdır. Fahruddin Er-Razi- Tefsir-i Kebir)]



[Ek bilgi-2; RUHBANLIK VE TARİHÇESİ

Hz. İsa'dan (a.s) 200 yıl sonrasına kadar Hıristiyanlarda ruhbanlık yoktur. Ancak başlangıcından beri Hıristiyanlık, bünyesinde ruhbanlık gibi bir sapmanın doğmasına müsait bir takım özellikler taşıyordu. İnzivaya çekilmek, dünyaya sırtını çevirerek dervişler gibi yaşamak, hiç evlenmemek, aile hayatı kurmamak, ahlâken mükemmel olmak için çalışmak şeklindeki ruhbanlığın temel özellikleri ve bu tür eğilimleri, daha Hıristiyanlığın başlangıcında mevcuttu. Bilhassa, bekâr kalmak, Hıristiyanlıkta bir kutsallık kazanmıştı.

Evlenmek ve çoluk çocuk sahibi olmak her ne kadar kiliseye hizmet edenler için uygun görülmüşse de, üçüncü asra girerken, bu tür eğilimler bir fitne şeklinde gelişmiş ve ruhbanlık adeta salgın bir hastalık gibi, yayılmaya başlamıştır. Bunun üç tarihsel nedeni bulunmaktadır.

a) Kadim müşrik toplumlarda, şehvet, çirkin ahlâk ve dünyaya aşırı derecede meyletmek o derece yayılmış bulunuyordu ki, Hıristiyan alimler bu zaaflara itidal ile karşı koyacaklarına, aynı şekilde aşırı bir tepki göstermişlerdir. Sözgelimi bu aşırılık kadının iffeti konusunda, kadın-erkek arasındaki münasebeti nikah olsa dahi kötü (necis) telakki edecek kadar ilerdeydi. Yine dünyaperestliğe o kadar şiddetle karşılık vermişlerdir ki, dünyada bir şeye sahip olmak, ahlâktan yoksun olmak gibi günah kabul edildi. Yoksulluk ve dünyayı terk etmeye eğilim göstermek, onlar nezdinde yegâne ölçü addedildi. Ayrıca, müşrik toplumlardaki şehvet ve lezzet düşkünlüğüne karşı çıkmak, dünya nimetlerinden nefsini faydalandırmamak, nefsi öldürmek ahlâken üstün bulunurken, kişinin kendi nefsine her türlü eziyeti yapması, ruhsal yücelişin ispatı sayıldı.

b) Hıristiyanlar güçlü oldukları düzenlerde, dinlerini yaymak hevesiyle, bu dini kabul eden toplumların revaç bulmuş inançlarını Hıristiyanlığa sokmaktan çekinmemişlerdir. Evliya olarak kabul edilen kimselere tapmak, eski tanrılara tapınmanın yerini alırken, Horus ve İsis putlarının yerine, İsa ve Meryem Ana putları, Romalıların ekin tanrısının (Saturnaia) yerine "Noel Baba" konulmuştur. Ayrıca önceki putperest dinlerde ilgi bulan üfürükçülük, muskacılık vs. gibi hurafeler, Hıristiyan din adamları tarafından deruhte edilmeye başlanmıştır. Böylece dünyadan elini eteğini çekip sefil, çıplak bir şekilde kuyu içlerinde yaşayan, dağlar arasında dolaşan derviş kimseler, halk nezdinde kutsal, ermiş, evliya imajı alırken, Hıristiyanlıkta ideal prototip olmuşlardır. Bu kimselerin hikaye ve menkıbeleri, olağanüstü marifet ve kerametleri Hıristiyanlar arasında, bizdeki "Tezkiretul-Evliya" türü kitapları meydana getirmiştir.

c) Hıristiyanlıkta şeriatın belirli sınırları olmadığı gibi, tutarlı bir yolu da yoktur. Musevî şeriat terk edildiğinden ve Kitab-ı Mukaddes kamil bir yol göstericilik yapamadığından, Hıristiyan alimler, filozoflardan ve diğer milletlerin inançlarından etkilenerek dinlerine her türlü bid'atı sokmuşlardır. İşte ruhbanlık da bu bidatlerden birisidir.

Hıristiyan alim ve din adamları, bu düşünceyi kendi dinlerinin rahiplerinden, Hint Yogi ve dervişlerinden, kadim Mısır fakihlerinden, İran'daki Maniheistlerden ve Yunan filozoflarından etkilenerek ortaya koymuşlardır. Böylece nefsi tezkiye etmeyi ve ruhsal ilerlemeyi, Allah'a yakınlaşmaya vesile olarak kabul etmişlerdir.

Bu dalalete düşen kimseler sıradan kimseler olmayıp, üçüncü asırdan, yedinci asra kadar (ki Kur'an bu asırda nazil olmuştur) batı ve doğuda önde gelen Hıristiyan din adamları, önder kabul edilmiş kimselerdi. (Saint Atanasius, Saint Bastil, Saint Gragory, Saint Nazianazin, Saint Craysistum, Saint Embroz, Saint Jerom, Saint Agustain, Saint Benedik, Büyük Gregory) . Bu kimselerin tümü rahiptir ve Hıristiyanlığa ruhbanlığı sokup onu yayanlar da bunlardır.

Tarihi bilgiler, Hıristiyanlıkta ruhbanlığın öncülüğünü yapanın Sn. Antony (MS. 250-350) olduğunu bildirmektedir. Kendisi ilk Hıristiyan rahiptir ve Kayyum bölgesinde, bugün Darul-Meymun olarak bilinen Pespir'de ilk manastırı kurmuştur. İkinci manastır ise Kızıldeniz sahilinde Mar Antonius'ta kurulmuştur.

Hıristiyan ruhbanlığının ilke ve esasları, Sn. Antony'nin ortaya koyduğu öğretiye dayanır. Onun öncülük etmesiyle Mısır'da ruhbanlık adeta bir çığ gibi büyüyüp, yayılmaya başlamış ve peşi sıra rahip ve rahibelere her yerde manastır kurulmuştur. Bu manastırlar yaklaşık 3000 rahibi barındırabilecek kapasitededir.

M.S. 325'te Mısır'da başka bir Aziz "Pahumius", rahib ve rahibelere 10 adet manastır yaptırmıştı. Daha sonra Şam, Filistin, Afrika, Avrupa ve diğer bölgelere kadar yayılmışlardır. Kilise, bu olayı önce şaşkınlık içinde izlemişti. Çünkü Kilise'ye göre, dünyaya sırt çevirmek, evlenmemek, mal sahibi olmamak ruhani ideal olarak tasvip görüyor ise de, rahiplerin düşündüğü gibi tüm bunlar günah sayılmıyordu. Ancak sonuçta, Sn. Atanasius (öl. 373) , Sn. Bastil (öl. 379) , Sn. Agustain (öl. 430) ve Büyük Gregory (öl. 609) gibi kimselerin gayretleriyle bu düşünceler meşruiyet ve resmilik kazanmıştır. (Ebu’l Alâ Mevdudi - Tefhimu’l Kur’an)]



nibtede'uha ma ketebnaha 'aleyhim illebtiğae rıdvanillâh onu kendilerine emretmediğimiz halde onlar uydurdu. Yani Hıristiyan Ruhbanlar, onlar uydurdu. Ama biz emretmedik. Emretmediğimiz halde onlar uydurdu. Sırf Allah’ın rızasını kazanmak için uydurdular. Evet, dindarlık gösterisi aslında ruhbanlık bir tür. Gösterişçi dindarlıkta diyebiliriz. Zararını biliyoruz. Ne diyordu Allah Resulü; Kendisine biri gelmiş; Ya Resulallah ben şu kadar günde bir Kur’an ı hatmediyorum. Gelen ayetlerin tamamını gece vakti okuyorum. Hayır, daha uzun, şu kadar? Hayır daha uzun, şu kadar? hayır daha uzun. Ondan sonra dönüp diyor ki; Ne ısrar ediyorsun be adam sen usanmazsan Allah usanmaz. Sen usanmadıkça Allah usanmaz.



Yine bir başkasında Allah Resulünü ibadet konusunda sıkıştırır gibi oluyorlar, o diyor ki; Ben bıraktığımda siz de bırakın. Yani beni sıkıştırmayın, beni zorlamayın, götüremeyeceğiniz bir yükün altına girmeyin.



Terazisiz bir aklın eseridir ruhbanlık 25. ayette ki mizanı hatırlayın, teraziyi. Allah terazi verdik diyor insanın içine. Yani akıl terazisi. Akıl terazisi olmayanlar ya ahiretten yana düşerler bu sırattan, ya dünyadan yana. Denge esastır, dengelilik esastır. Zaten bu ayette bize bunu söylüyor.



fema ra'avha hakka ri'ayetiha fakat onun gereklerine de hakkıyla riayet etmediler. Yani ruhbanlığı Allah emretmediği halde kendileri uydurdular, fakat onun gereklerine de riayet etmediler. Yahudilik ve Hıristiyanlığın içinden ruhbanlığı uyduranlar onun gereğine de riayet etmediler. Hem uydurdular, hem Allah’a adayacağız dediler hayatlarını, fakat gereğine de riayet etmediler, ki zaten insan üstüne lazım olmayan bir yükün altına girdiği zaman sırtı iki büklüm olur ve altından kalkamaz. Çünkü insanın istiap haddi onu yaratan çok iyi biliyor.



feateynelleziyne amenû minhüm ecrehüm iman eden kimselere ecirlerini verdik. Yani eğer bundan dolayı bir ecir kazanmışlarsa onu hiç eksiksiz iman eden kimselere bahşettik. Yani yine denge, yine mümeyyiz akıl ve yine toptancı aklı ret, burada gördüğümüz o.



ve kesiyrun minhüm fasikun fakat onlardan çoğu yoldan çıktılar.



Devam ediyor C sayfasına geçiniz.

172. videonun tümünü BURADA bulabilirsiniz.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder