4 Eylül 2012 Salı

İslamoğlu Tef. Ders. NÛR (45-49)(112-B )



A sayfasından devam

45-) VAllâhu haleka külle dabbetin min ma'* feminhüm men yemşiy alâ batnih* ve minhüm men yemşiy alâ ricleyn* ve minhüm men yemşiy alâ erba'* yahlükullahu ma yeşa'* innAllâhe alâ külli şey'in Kadiyr;

Allâh her DABBE'yi (canlı - hareketliyi) sudan yarattı... Onlardan kimi karnı üzerinde yürür, onlardan kimi iki ayak üzerinde yürür ve onlardan kimi de dört ayak üzerinde yürür... Allâh (bunlarda) dilediğini halk eder... Muhakkak ki Allâh her şey üzerine Kaadir'dir. (A.Hulusi)

45 - Hem Allah her hayvanı bir sudan yarattı, öyle iken kimisi karnı üstü yürüyor, kimisi iki ayak üzerine yürüyor, kimisi de dört ayak üzeri yürüyor, Allah, ne dilerse yaratır, hakikat Allah, her şeye kadir, çok kadir. (Elmalı)


VAllâhu haleka külle dabbetin min ma' yine bütün canlıları sudan yaratan da Allah’tır. feminhüm men yemşiy alâ batnihi onlardan kimi karnı üzerinde sürünmektedir. ve minhüm men yemşiy alâ ricleyn* ve minhüm men yemşiy alâ erba'in kimi iki ayağı kimi de 4 ayağı üzerinde yürümektedir.

Yukarıda yaptığım açıklamayla birebir örtüşen bir ayet. Yani varlığı doğru okursanız tıpkı gece ve gündüz gibi iman ve küfrün varlığı da Allah’ın yasası gereğidir. Bunlardan herhangi biri yok olmayacak. İmanın tümden silindiği bir zaman gelmeyecek, küfrün de tümden kalktığı, batılın da tümden kalktığı bir zaman gelmeyecek. Tıpkı insanoğlunun, tıpkı yaratılmışların çeşitliliği gibi yaratılmışların tercihleri de çeşitli olacaktır. Bu çeşitlilik Allah’ın yasası gereğidir. Bu çeşitliliği yok etmeye, ya da yok saymaya kalkmak Allah’ın yasasını anlamamaktır.

Bunun tabiatını anlayan, Allah’ın yasasını anlayan bir insan, düşüncenin, duygunun ve inancın çeşitliliğini hedef alıp onunla savaşmak yerine doğrunun ikamesini doğrunun yaygınlaşmasını, doğrunun çoğalmasını, hakkın batıla galebe çalmasını, hakikatin daha fazla yaygınlaşmasını ister ve bu yönde çaba gösterir. Yani yapamayacağı bir şeye karşı savaşmak yerine, yapabileceği bir alanda çaba gösterir.

Yine bu ayetin hatırlattığı bir şey de, kökü aynı olduğu halde ileriki süreçlerde farklılaşan canlı varlıklardan yola çıkarak şu sorunun cevabını veriyor aslında. İnsanoğlunun da kökü aynı idi, peygamberin nesli idi, kökü Hakk tı. Fakat süreç içinde bir yasaya bağlı olarak farklılaştı. O nedenle burada adeta tüm canlı varlıkların kökeninin sudan olduğu, ama daha sonra bu varlıkların çeşitlendiği gösterilerek insanoğlu da özü itibarıyla, ilk yaratılışı itibarıyla Hakk üzerinde olduğu fakat ondan sonra çeşitlenerek farklı farklı yollar, yöntemler, inançlar benimsediğine bir atıf olabilir.

yahlükullahu ma yeşa' Allah dilediğini yaratır. innAllâhe alâ külli şey'in Kadiyr şüphesiz Allah her şeye güç yetirendir.


46-) Lekad enzelna âyâtin mübeyyinat* vAllâhu yehdiy men yeşau ila sıratın müstekıym;

Andolsun ki açıklayıcı işaretler inzâl ettik. Allâh dilediğini sırat-ı müstakime hidâyet eder. (A.Hulusi)

46 - Kasem olsun ki cidden beyan edici âyetler indirdik ve kimi dilerse Allah, doğru bir caddeye hidayet eyler. (Elmalı)


Lekad enzelna âyâtin mübeyyinat doğrusu biz hakikati bütünüyle ortaya koyan ayetler indirmişizdir. Yani açık olan hakikati, mübeyyinat açıklayan ayetler. Allah zaten varlığı bir ayet olarak yarattı. Gök bir ayet, yer bir ayet, ay bir ayet, güneş bir ayet, insan bir ayet, varlığın tamamı bir kitap. Bu kitabı okuyamayan ya da okumakta zorlananlara bir de tefsir etti vahiyle. Bu varlık ayetini vahiyle tefsir edip insana al oku dedi. Bir de tefsir ettiği bu ayeti, tefsir edecek akıl verdi. Yani onu daha da ayrıntılandıracak bir de akıl verdi. Yani bundan sonra da hala anlamamakta direnen insanın ne mazereti vardır.

vAllâhu yehdiy men yeşau ila sıratın müstekıym bununla Allah isteyen kimseyi dosdoğru bir yola yöneltmeyi diler.

Vahiy Allah’ın doğru yola yöneltme iradesinin bir  ifadesidir işte. Allah bununla insanı dosdoğru yola yöneltir. Yöneltmeyi diler dedik, öyle çevirdik. İsteyeni, yöneltmeyi ister. Eğer yöneltmek istemeseydi dosdoğru yola, insana vahyi göndermezdi. İnsana aklı vermezdi, insana doğru yol gösteren peygamberleri göndermezdi. O halde bütün bunlar Allah’ın insana doğru yolu göstermesi, oraya yöneltmesidir. Allah’ın arzusu budur. Fakat yönelmek istemeyene, görmek istemeyene kim gösterebilir. Uymak istemeyene kim duyurabilir. Bilmek istemeyene kim bildirebilir. Evet, her şey görene. Köre ne?


47-) Ve yekulune amenna Billâhi ve Bir Rasûli ve eta'na sümme yetevella feriykun minhüm min ba'di zâlik* ve ma ülaike Bil mu'miniyn;

"Esmâ'sıyla hakikatimiz olan Allâh'a ve Bir-Rasûl'e (Rasûlü olarak hükmüne) iman ettik, itaat ettik" diyorlar; ama onlardan bir grup bunu dedikten sonra geri dönüyor! Onlar imanlı değillerdir! (A.Hulusi)

47 - Bir de Allaha ve Resulüne inandık ve itaat ettik diyorlar da sonra bunun arkasından yan çiziyorlar, bunlar mümin değillerdir. (Elmalı)


Ve yekulune amenna Billâhi ve Bir Rasûli ve eta'na sümme yetevella feriykun minhüm min ba'di zâlik ama birileri, biz Allah’a ve Resule hem inandık, hem de itaat ettik derler. Yani biz samimi olarak Allah’a güveniyoruz. Buradaki iman ahlaki anlamı öncelikli bir iman yani güven anlamına. Biz Allah’a ve resulüne güveniyoruz derler. Sonrada onlardan bir kısmı bunca taahhüdün ardından sözlerinden cayarlar, dönerler.

ve ma ülaike Bil mu'miniyn şu halde bu gibiler gerçek mümin değiller. Yani gerçekten Allah’a güvenmiyorlar. Çünkü Allah’a güvenen, güvendiği Allah’ın kendisini koruyup kolladığına, kendisine gönderdiği vahyin en iyi olduğuna, emir ve talimatlarının kendisinin yararına olduğuna, Allah’ın kendisi için biçtiği hayatın kendisi için en hayırlı hayat olduğuna inanan insandır. Hem iman ettiğini söylüyor, hem de ilahi vahye güvenmiyorsa onun kendisi için en iyiyi temsil ettiğine inanmıyorsa bu nasıl bir iman olacaktır. İşte burada söylenen de bu.

Ayette amenna Billâhi ve Bir Rasûl Allah ve Resulüne imandan söz ediliyor. Allah ve Resul iki ayrı otorite değil. Öyle anlaşılmamalı. Burada ki “vav” iki ayrı unsuru birbirine birleştiren, bitiştiren bir atıf, sıradan düz bir atıf değil. Burada ki “vav” hiyerarşi bildiren bir içeriğe de sahip aynı zamanda. Elçinin otoritesi göndereni temsil etmez mi. Ondan kaynaklanır. Yani bir elçinin sahip olduğu tüm otorite, tüm saygınlık onu elçi tayin eden makam tarafından verilir.

Dolayısıyla Allah’ın resulünün burada anılıyor olması, işte resul, elçi oluşundan dolayı. O nedenle de buradaki “vav” ı belki dolayısıyla diye anlamak, çevirmek daha doğru olur. Yani; Biz Allah’a iman ettik, dolayısıyla Resulüne iman ettik  şeklinde. Tabii ki burada teslimiyet, iman teslimiyettir. Teslimiyet İslam’dır. İslam ise nedir? Tamamen inkıyaptır, ittibadır. Allah ile Resulünün getirdiği şeye ittibadır. Yani Allah’ın Resulü aracılığı ile, elçisi aracılığı ile gönderdiği vahye uymaktır, tabi olmaktır.


48-) Ve izâ du'û ilAllâhi ve RasûliHİ liyahküme beynehüm izâ feriykün minhüm mu'ridun;

Aralarında hükmetsin diye Allâh'a ve O'nun Rasûlü'ne çağırıldıklarında, bir de bakarsın ki onlardan bir bölümü yüz çeviriyor. (A.Hulusi)

48 - Aralarında hükmetmesi için Resulü ile Allaha davet olundukları vakit da bakarsın bunlardan bir kısmı çekinirler. (Elmalı)


Ve izâ du'û ilAllâhi ve RasûliHİ liyahküme beynehüm izâ feriykün minhüm mu'ridun zira onlar aralarında hüküm versin diye Allah’a ve O’nun resulüne çağrıldıklarında hiç değilse bir kısmı hemen yüz çeviriverirler.


49-) Ve in yekün lehümül Hakku ye'tu ileyhi müz'ıniyn;

Eğer gerçek kendi lehlerine ise, sürat ve itaat ile ona gelirler! (A.Hulusi)

49 - Ve eğer hak kendilerinin olur ise münkad olarak ona gelirler. (Elmalı)


Ve in yekün lehümül Hakku ye'tu ileyhi müz'ıniyn fakat, eğer kendileri haklı çıkacak olursa, yani kendilerinin haklı çıkacağından emin olurlarsa teslim olmuş bir eda ile koşa koşa gelirler.

Tam bir pazarlıklı iman manzarası. Ebu Leheb imanı yani. Nasıl bir şey bu? Bunu kaynaklarımızdan öğreniyoruz. Ebu Leheb birgün kardeşi Ebu Talib’in ardından, örfen yeğeninin koruması kendisine geçtiğinde yeğenini çağırmış, Resulallah’ı çağırmış ve şöyle sormuştu; “Ben iman edersem bana ne var?” Yani pazarlık yapıyor. Resulallah ile pazarlığa oturuyor. Onun için Ebu Leheb’in küfrü hiçbir zaman “samimi” bir küfür olmadı, o “samimi bir kafir olmadı. Yani Ebu Cehil kadar değildi küfründe. Onun için Bedr’e gelmedi, gelemedi. Lejyoner gönderdi, paralı asker yerine. Resulallah’tan aldığı cevap şuydu; “Herkese ne varsa sana da o var.” Oysa ki Ebu Lehep ayrıcalıklıydı, ayrıcalık beklerdi. “Beni herkesle bir tutan dinin olmaz olsun.” Demişti en sonunda.   

Evet, pazarlıklı iman işte bu. Peki pazarlıksız iman nasıl? Onu da Kur’an ın çeşitli surelerinde bize o yürek yakan öyküsü anlatılan, Firavun’un sihirbazlarını pazarlıksız imanın örneği olarak görüyoruz. Firavun onları ölümle tehdit ediyordu onlar bilgi ile Hz. Musa’nın gerçek bir peygamber olduğunu kavramışlardı. Çünkü sihri iyi biliyorlardı, büyüyü iyi biliyorlardı. Bilgileri onları imana götürmüştü. Büyüyü, büyü olmayan şeyden, mucizeden ayıracak bilgiye sahip olmaları onları imanın eşiğine getirmişti ve işte o noktada tüm ümidini onlara bağlayan ve onlara büyük şeyler vaat eden Mısır Firavunu şöyle tehdit etmişti;

Le ukattı'anne eydiyeküm ve ercüleküm min hılafin sümme le usallibenneküm ecme'ıyn. (A’raf/124) sizin bu muhalefetiniz, bu ayrılışınızdan dolayı ben ellerinizi ve ayaklarınızı keseceğim. Oradaki min hilafin çaprazlama şeklinde de anlaşılabilir. Ama muhalefetinizden dolayı, yaptığınız bu muhalefetten dolayı şeklinde de anlaşılabilir. Ellerinizi ve ayaklarınızı keseceğim, topunuzu asacağım. Demişti.

Onların cevabı ne mi oldu? İşte pazarlıksız imanın, tarihte yaşanmış en büyük örneklerinden biri olan bu insanlar Firavunun bu ölüm tehdidine karşı şöyle diyorlardı;

..inna ila Rabbina münkalibun. (A’raf/125)nasıl olsa biz erinde geçinde rabbimize dönecek değil miyiz, olsun.

İşte pazarlıksız iman buydu. Hz. Musa’nın gözüne bakıp ta; hadi bakalım göster mucizeni demediler. Musa, bir çıkış yolu bul demediler.Biz iman edeceğiz ama hayatımızı garantiye al demediler. Çünkü onlar ebedi bir hayatın önlerine açıldığına iman ettiler. İşte pazarlıksız iman buydu. Yani sinekler ve arılar bu iki ayette aslında arıların içine karışmış sineklerden söz ediliyor. Arıların içine sanki bal yapıyormuş gibi karışıp ta aslında arıların yaptığı balı yiyen, onların sırtından geçinen sineklerden söz ediyor bu ayetler.

Devam ediyor C sayfasına geçiniz.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder