19 Ocak 2015 Pazartesi

İslamoğlu Tef. Ders. FELÂK SURESİ (001-005) (200-A)





Elhamdülillâhi Rabbil Âlemîn, Vessalâtü vesselâmü ‘alâ Resulina Muhammedin ve ‘ala ‘alihi, ve eshabihi ve etba’ıhi ecmaiyn.

Rabbişrah liy sadriy;

Ve yessirliy emriy;

Vahlül ukdeten min lisaniy;

Yefkahu kavliy; (Tâhâ 25-26-27-28)

Rabbim göğsüme genişlik ver kolaylaştır işimi, düğümü çöz dilimden ki anlasınlar beni. Rabbeneftah bil hayr, vahtim bil hayr, Rabbi yessir ve lâ tüassir, Rabbi temmim bil hayr. Rabbim hayırlısıyla başlat, hayırlısıyla bitirt. Rabbim kolay kıl güç kılma. Rabbim tamamına erdir.

Rabbi edhılniy müdhale sıdkın ve ahricniy muhrace sıdkın vec'al liy min ledünke sultanen nasıyra. (İsra/80) Rabbim girdiğim yere sadakatle girdir, çıktığım yerden imana sadık olarak, sana sadık olarak, Kur’an a sadık olarak çıkar. Rabbim bu sadakati bir ömre yayacak güç ver bana. Amin, amin, amin..!

Değerli Kur’an dostları bu son dersimiz. Her başlangıcın bir sonu, her doğanın bir ölümü, her ayrılığın bir kavuşması, her kavuşmanın bir ayrılığı vardır. Bu alem öyledir, alem kavuşmalar ve ayrılmalar alemidir. Onun için bugün bu ders 200. halkasını temsil eden 200 derslik ve tam dolu dolu 10 yıl süren bu projenin son dersi. İnşaAllah dersin sonunda sizlere bu konuda beyanda bulunacağım. Şimdi son dersimizin konusunu teşkil eden Felâk ve Nas surelerinin önce tefsirini yapalım.

Felâk suresi malumunuz Kur’ran ın elimizde ki sıralamada sondan ikinci suresi Muavezeteyn ya da muavizateyn diye de anılır bu iki sure. Sığındırma, iki sığındırma suresi, yani Allah’a; kötülüklerden, Allah’a; şeytandan, Allah’a; içgüdüden, Allah’a; tüm ayartmalardan, Allah’a; tüm vesveselerden sığınmanın talimidir. Onun için muavezeteyn diye anılmışlardır.

Felâk aslında bir şeyden bir şey çıkarmak için yarmak manasına gelir. falikulhabbi venneva. (Enam/95) Allah tohum ve tüm çekirdekleri yarandır.  Niçin? Filiz çıkarmak için. Tabir caizse spermayı yarıp içinden insan çıkaran Allah tohumu yarıp içinden başak çıkaran Allah, çekirdeği yarıp içinden ağaç çıkaran Allah, yokluğu yarıp içinden varlık çıkaran Allah, karanlığı yarıp içinden aydınlık çıkaran Allah. Yani bir şey çıkmışsa onu bir çıkaran var demektir.

Hiçbir şey kendiliğinden çıkmıyor. Kâinatta ki tüm tohumlar, tüm çekirdekler, tüm atomlar, tüm hücreler ve tüm canlıların en küçük birimi her neyse o. Biyolojik varlıkların en küçük birimi, DNA mıdır, molekül müdür, hücre midir, onun da altına inelim atom mudur, onun da altına inelim nötron ve proton mudur, onun da altına inelim kuark mıdır, onun da altına inelim spin midir, onun da altına inelim yokluk mudur. Hepsi, hepsi Allah sayesinde vardır, Allah sayesinde var olacaktır. Allah desteğini çekince yok olacaktır. Yok olmak aslında Allah’ın desteğini çekmesidir.

İşte bu felâk surenin ismi böyle bir manaya geliyor. Nas ile birlikte muavezeteyn denildiğini, bu isimle anıldığını hatta bu vasıfla anıldığını daha doğru bir kullanım söylemiştim.

Felâk suresi Mekki bir sure. Üslûp ve muhteva olarak gerçekten de Mekke üslûbu ve Mekke muhtevası kokuyor burcu burcu. Bu delili zaten. Surenin Medine de nazil olduğunu söyleyenler olmuş, hatta bu bir niza konusu olmuş. Fakat bunu sadece ve sadece ne üslubuna ne muhtevasına dayandırabilmişler. Sebebi nüzûle dair rivayet edilen Lebid Bin Asam isimli bir Yahudi’nin Allah resulüne büyü yapma teşebbüsünden yola çıkarak böyle demişler. Oysa ki bu büyü rivayetleriyle bu sureler arasında doğrudan hiçbir ilişki kuran olmamış. Dolayısıyla böyle bir yaklaşım çok yanlış.

Felâk ve Nas sureleri Mekke de inmiş surelerdir. Hem de Mekke döneminin ilk yıllarında inmiş, yani yaklaşık sırası sure sıralamasında 23- 24. sıralara düşen surelerdir, arka arkasına gelmiştir. Onun için bu sureler üzerinden bir takım sihir rivayetlerini onaylamak mümkin değildir. Kaldı ki Lebid Bin Asam yani Yahudi büyücüye dair bu büyü girişimi, sihir girişimi nüzül sebebi sayılamaz demiştim, çünkü bu girişimi bize rivayet eden haberler dahi bu surelerle doğrudan bağ kurmazlar. Kaldı ki Ata ve Hasen El Basri bu surenin Mekke de nazil olduğunu ısrarlı olarak söylemişler, hatta İbn. Abbas ve onun meşhur talebesi İkrime de aynı kanaattedirler.

Kur’an Hz. peygambere yönelik her tür sihir girişimini zaten reddetmiştir. Çünkü ona sihirli, sihre uğramış, meşhur ya da sihirbaz manasına gelecek, bu anlam alanına dahil olabilecek her türlü suçlama müşriklerden gelmiştir. Sihirlenmiş, büyülenmiş, böyle bir suçlama nasıl kabul edilebilir. Onun için Kur’an İsra/47. ayetiyle bu tür suçlamaları kökten, daha baştan reddeder.

[Ek bilgi; Muavezeteyn'in Kur'an dan olup olmaması meselesi;
Bu meselenin meydana gelmesinin sebebi İbn Mes'ud gibi yüksek seviyeli bir sahabeden menkul müteaddit rivayetlerde onun, bu iki sureyi Kur'an dan saymadığı ve mushafına da almadığının kayıtlı bulunmasıdır.
 İbn Mes'ud dan gelen bu rivayetlerden dolayı Kur'an hakkında oluşan şüphelere doğru cevap nedir? Bu sorunun pek çok cevabı olabilir. Onları aşağıda açıklıyoruz:
1) Hafız Bezzar, kendi Müsnedi'nde İbn Mes’ud un bu sözünü naklettikten sonra, bu görüşte yalnız olduğunu ve hiçbir sahabenin bu görüşe katılmadığını belirtmiştir.
2) Sahabe-i Kiram ın hepsinin ittifakı ile, üçüncü halife Osman'ın (r.a.) hazırlattığı ve İslam ülkelerinin değişik yerlerine gönderilen Kur'an nüshalarında bu iki sure mevcuttur.
3) Rasulullah döneminden bu güne kadar bütün İslam dünyasında, iki sureyi de ihtiva eden bu Mushaf üzerinde icma edilmiştir. Sadece İbn Mes'ud'un görüşü farklıdır. Ama ne kadar seviyeli sahabe olursa olsun çoğunluğun görüşü karşısında O'nun görüşü pek değer taşımaz.
4) Rasulullah tan nakledilen pek çok rivayette Rasulullah'ın bu sureleri namazda okuduğu ve başkalarına da tavsiye ettiği sabittir. Rasulullah bu sureleri, Kur'an'ın sureleri olarak başkalarına da öğretmiştir.
Örnek; İ. Ahmed, Ebu Davud ve Neseî, Rasulullah ın Ukbe'ye şöyle buyurduğunu naklederler: "Sana iki sure öğreteyim mi? Onlar en iyi surelerdendirler." Ukbe: "Ya Rasulallah, evet" dedi. Bunun üzerine Rasulullah O'na Muavezeteyn'i okudu. Daha sonra namaza kalktıklarında Rasulullah bu iki sureyi namazda da okudu. Namazdan döndükten sonra, geçerken O'na şöyle sordu: "Ya Ukbe, nasıl buldun?" Sonra O'na uyumadan önce ve uykudan kalktıktan sonra bu iki sureyi okumasını söyledi. (Mevdudi-Tefhimu-l Kur’an)]

Hz. Osman tertibinde sure Fil suresi ile nas sureleri arasına yerleştirilmiş. Bu da yaklaşık nübüvvetin 2. yılına denk gelebilir. Yani tahminen böyle söyleyebiliriz.

Surenin konusu gerçekten müthiş, inşai bir sure aslında. her şeyden evvel bu sure insanın, muhatabının görünür görünmez şer tasavvurunu inşa ediyor. yani aslında ihlasın bir boyutu bu. Tıpkı Kâfirun suresi gibi ihlas suresinin devamı saymak lazım felâk ve nas suresini. Çünkü tevhid ile ilgili bu iki surede. Felâk ve nas gerçekten de tevhid ile ilgili, konusu tevhiddir desek yanlış olmaz. Tevhidle ne alakası var diyecekseniz eğer surenin tefsirinde bunu birer birer göreceğiz.

Muhatabı inşa eden bir sure bu insan iradesini inşa ediyor öncelikle. İnsan iradesinin görünen ve görünmeyen, bilinen ve bilinmeyenin karşısında ki duruşunu inşa ediyor. Genellikle insan oğlu görünmeyen ve bilinmeyene karşı zaaflıdır. Bir şeyi görmüyor, ya da bilmiyorsa bilinmeyen insanoğlunu korkutur, korkar. İnsanoğlu karanlıktan korkar. Karanlık şer olduğu için mi? hayır, karanlık niye şer olsun ki. Zaten Kur’an onun için geceye yemin eder döner döner. Karanlık ta Allah’ın bir mahluku, tıpkı aydınlık gibi. Bizatihi şer yoktur ki zaten. Şer cevherde değildir şer arazdadır. Niye? Bizim onu algılayış tarzımızdadır şer, veya onu kullanış tarzımızdadır. Ma hûliga leh’ine yani yaratılış maksadına aykırı kullandığınızda bir eşyadan şer zuhur eder. Ma hûliga leh’ine yani yaratılış amacına uygun kullanın şer zuhur etmez.

Aslında en kötü nedir diye sorsak veya kötü sıralamasını yap desek mesela var oluş itibarıyla eylemsel değil tabii ki, hemen aklımıza o pis hayvan gelecektir domuz. Aslında özü itibarıyla domuzu yemek şerdir. Yoksa domuzun kendisi şer değildir. Domuz muhteşem bir pislik temizleyicidir, muhteşem bir sterilize edicidir, muhteşem bir temizleyicidir. Allah ma Hûliga leh’ini öyle yaratmıştır, yaratılış amacına onu yüklemiştir. Ama bunun için yaratılanı alır da yemeye kullanırsak işte o şerdir. Dolayısıyla şerlik eşyanın tabiatında yoktur.

Teodise en eski bir felsefe problemidir. Ben burada Teodise’ye girmek istemiyorum tabii ki yani kötülük asli midir, fer‘imidir iyi ile kötünün tabiatı ve mahiyeti nedir suali felsefenin tartıştığı bir konu olmuş. Benim burada ki konun o değil, ama Kur’an bize bu konuda ne diyoru elbette ki sorup cevaplandırmaya çalışıyorum. Bu manada insan karanlıktan korkar dedim. Karanlım misali aydınlatıcı bir misal. Karanlık kötü olduğu için mi? hayır, bilinmez olduğu için. İçinden ne gelir bilinmez, karanlıktan ne çıkar bilinmez. Ya Cin çıkarsa, ya şeytan çıkarsa, ya gulyabani çıkarsa, ya düşman çıkarsa ya, ya, ya..! Çünkü insan zihni üretmeye başlar orada ve karanlık aslında bilinmediği için korkunç bir şeye dönüşür.

Aslında burada kötü olan şey karanlık değil, kötü olan şey bilinmemektir, cehalettir. Cehaletimiz zihnimize oyun oynamaya başlar, üretim başlar içerde çünkü korku getirir cehalet. Cehaletten dolayı içimize düşen korku bu sefer vehme dönüşür, evham üretmeye başlarız. Ürettiğimiz evham ne kadar inandırıcı olur veya kendimizi o evhama ne kadar kaptırırsak artık gözümüzün önünde o da oynamaya başlar. Olmayan şeyler oynamaya başlar, hareket etmeye başlar hatta konuşmaya başlar. İllüzyon görürüz, sesler duyarız.

Peki bütün bunların arkasında ne var? korkumuz. Korkumuzun arkasında ne var? bilinmezlik. Bilinmezliğin vehme, vehmin dalalete dönüştüğü yerdeyiz. Bu sefer karanlıktan sığınmak için karanlığı tanrılaştırma başlar, şer ilahı. Madem karanlık korkutuyor insanı, bu kadar korkuyoruz, o zaman korkuttuğuna göre kötülük ilahı olmalı, haydi tapalım şerrinden emin olalım.

İşte insanlık tarihinde karanlığı, bilinmeyeni şer ilahı olarak putlaştırma böyle başlamıştır. Bu sureler aslında bunun panzehiridir, muhteşem bir panzehir. Bilinmeyene karşı, görünmeyene karşı panzehir.

İstiaze’yi öğretiyor bu sure. Bilinmeyen tarafından insan idrakinin, Allah’ın en büyük nimeti olan akıl ve iradenin esir alınmasına karşı bir tedbirdir bu istiaze. Euzü Billahi mineş şeytanir racim de bir istiaze idi hatırlayalım. Feizâ kara'tel Kur'âne feste'ız Billâhi mineş şeytânir raciym. (Nahl/98) Kur’an okuyacağın zaman kovulmuş olan şeytanın şerrinden Allah’a sığın, şeytandan Allah’a sığın. Çünkü bilinmeyen, görünmeyenin şerrinden, görülmeyen ve bilinmeyene sığınılmaz. O mahluktur, o da senin gibi bir yaratılmıştır. Allah’a sığın ki korkunu istismar edip sana karşı kullanmasın. Allah’a sığınırsan Allah korkunu istismar etmez. Çünkü insanı istismar etmeyen tek varlık Allah’tır.

İstisma edipte ne çıkarı olacak Allah’ın? Allah insana muhtaç değil, yarattıklarına muhtaç değil ki. Es Samed O değil mi, bir önceki derste tevhid suresini işlerken Allahus Samed i işlemedik mi, Es Samed. Her şey O’na muhtaç, O hiçbir şeye muhtaç değil. Dolayısıyla istismarı önlemedir istiaze. İşte bu sure bize istiazeyi öğretiyor.  Kul e'ûzü BiRabbil felak

Cahiliyenin kötülük tanrısı yerine  koyduğu aslında geceye, gecenin yarılışına, gecenin doğurduğu şeye, gecenin sonuna bir atıf var surenin ilk ayetinde. Ayete gelince o tefsiri yapacağız inşaAllah. Bu girizgâhtan, bu önsözden sonra şimdi suremize geçebiliriz.



Rahman, Rahıym Allah adına. Özünde merhametli, işinde merhametli Allah adına.


1-) Kul e'ûzü BiRabbil felak;

De ki: "Sığınırım Felak'ın (karanlığı yarıp aydınlığa kavuşturan nûrun) Rabbine". (A.Hulusi)

1 - De ki: Sığınırım Rabbine o Felâkın. (Elmalı)


Kul e'ûzü BiRabbil felak e'ûzü BiRabbil felak ben felakın rabbine sığınırım. Cümle bu. fakat başına bir Kul gelmiş, tıpkı Kul HUvAllâhu Ehad da olduğu gibi. Kur’an da 5 veya 6 surenin başında Kul gelir. Cin suresinin başında gelir, Felak’ın başında gelir. Nas’ın başında gelir, Kâfirun’un başında gelir, İhlas’ın başında gelir. Demek ki 5 sure yanlış hatırlamıyorsam ve Kul ihbarı inşaya dönüştürür, haberi inşaya dönüştürür. Ne demektir bu? Ey muhatap ben seni inşa edeceğim sıkı dur. Veyahut ta kendini bana teslim et, ben seni yoğuracağım. Kollarıma bırak ey kul kendini, vahyin kollarına bırak, vahiy seni yoğursun. Vahiy ustan olsun ki sen de hayatın ustası olasın. Kul ün anlamı budur. De ki; Buyur Ya rabbi de ki dedin diyelim e'ûzü BiRabbil felak felak’ın rabbine sığınırım. Sığınmak İstiazedir ki euzü besmele çekerken Euzü Billahi mineş şeytanir racim derken de sığınırız. Allah’a sığınırız hiçbir şer güce sığınmayız.

Şer güce sığınmak ne demek? Düşmana sığınmak. Allah Allah, düşmana da sığınılır mıymış diyeceksiniz, akıllı adam düşmana sığınır mı? İnsanoğlu tarih boyunca ve bugün de o kadar çok görüyoruz ki. Tamam görünür düşmana sığınmaz ama görünmez düşmanına sığınan o kadar çok insan görüyoruz ki. Rabbimiz işte neden siz görünür düşmanlara sığınmamakta bu kadar akıllıyken görünmez düşmanlara neden bu kadar kolayca sığınıyorsunuz. Eğer görünmez düşmana sığınırsa onu tanrılaştırmış olur. İşte bu gizli veya açık şirke dönüşür. Bu ihlasa aykırıdır, imanda ihlasa. Tevhide aykırıdır, tevhidi parçalar bu. Zaten bu surelerin maksadı da bu.

e'ûzü BiRabbil felak e’ûzü; akla abdest aldırmaktır istiaze. Akla abdest aldırmaktır. Akıl abdest alır mı? Alır ya..! aklın abdest suyu, abdestin abdest suyundan farklıymış. Demek ki düşüncenin de kirlenmesi söz konusu değil mi? Duygunun da kirlenmesi söz konusu. Duygu ve düşünce kirlenirse korkunç bir iç kirlilik oluşturur. Artık o insandan sadır olan cümleler temiz olmaz. Akıl kirli ise o aklın ürettiği nasıl temiz olur ki. Akıl kirliliğinden bin beter olan duygu kirliliğidir. Hele duygu kirlenirse.

Akıl kirliliğini onarmak daha kolaydır, duygu kirliliğini onarmak çok zordur. Onun için duygusu kirli insanlardan çok korkmak lazım. Nasıl emin olacaksınız ki duygusu kirli. Size bakarken iç dünyasında kirli bakar. Sizi süzerken kirli süzer. Akıl kirliliği sözde belli olur, anlarsınız oradan ve düzeltirsiniz. Bak senin aklın kirlenmiş o sözlerine yansıyor, bu kirlilik te şurada, şurada, şurada, şunu düzelt dersiniz. Ya duygu kirliliği onu saklayabilir insan. Onun için duygu kirliliği çok daha beter bir kirliliktir. İşte bu ayetler, bu sureler felak ve Nas akıl ve duygu kirliliğini arıtmanın yöntemini bize öğretiyor.

Müşrikler bilinmeyene sığınırlardı, cinlere sığınırlardı. Aslında cinler bu manasıyla bilinmeyen manasına gelir. Bilinmeyen ve görülmeyen, çünkü insanoğlu cinlerle muaşeret kuramadığı, iletişime ve ilişkiye geçemediği için insanoğluna bilinmezliğini korurlar. Bu manada müşriklerin cinlere, yani bilinmeyene sığındığını Kur’an dan öğreniyoruz. Cinn/6 ayetinden öğreniyoruz. Oysa insan bilinmeyenden Allah’a sığınmalı. İşte bu ayet bunu söylüyor. Bilinmeyenden Allah’a sığın ki şerrinden emin olasın. Yoksa bilinmeyen den bilinmeyene sığınırsan neye sığındığını ne bileceksin.

Bu bir totoloji, sığınıyorum. Neye? Bilinmeyene. Neden? Bilinmeyenden. İki bilinmeyen den bir bilinen çıkar mı. Dolayısıyla Allah’a sığın. Yani karanlıktan korkma Allah’a sığınırsan ne olur? Allah semavatın ve arzın nuru olduğu için, varlığın nuru olduğu için yüreğinde bir ateş yanar, bir ışık yanar, o ışıkla bakarsın artık baktığın yeri aydınlatırsın. İşte vahiy insanın karanlık aklına bir ışık yakıyor, karanlık yüreğine bir ışık yakıyor ve artık bilinmeyen onun için korkulur olmaktan çıkıyor, korkmuyor.

Felak; yokluktan varlığın çıkışını temsil eder aslında. bu manada tercüme edersem ayeti şöyle çevirebilirim. Kul e'ûzü BiRabbil felak yokluktan varlığa çıkaran, yokluk çekirdeğinin ağzını yaran Allah’a sığınırım de. Evet, yokluk karanlığını yarıp varlık sabahını çıkaran Allah’a sığınırım. Bu daha da oturdu. Böyle meallendirebiliriz.

Tohumdan filizin çıkışı gibi, En’am suresinde; İnnAllâhe falikulhabbi venneva. (En’am/95) Allah tüm tohum ve çekirdekleri yarandır. Hiç şüphesiz o Allah’tır.

Diyeceksiniz ki tohum ve çekirdekler kendi kendine yarılıyorlar. Demezsiniz biliyorum, çünkü siz mü’minsiniz. Mü’min eşyaya kendiliğinden faillik vermez, öznelik vermez. Allah desteğini çekerse hiçbir tohumun ağzı açılmaz. Hiçbir çekirdeğin içinden ağaç çıkmaz. Hiçbir tohumdan başak çıkmaz diyor bu böyle diyor. Her açmış tomurcuk Allah’ı gösterir diyor aslında. Her açmış çekirdek, her ağaç, her başağa durmuş filiz Allah’a bir işarettir aslında bu ayet.


2-) Min şerri mâ halak;

"Yarattığı halkının şerrinden"(A.Hulusi)

2 - Şerrinden Mâhalakın. (Elmalı)


Min şerri mâ halak neden sığınırım, yarattıklarının şerrinden, yarattığı her şeyin şerrinden. Mâ halak; O “mâ” ya hepsi girer. Canlı cansız, şuurlu şuursuz. Mâ üzerine bilgilerin getirdiği yorumlar, tüm mülahazalar bir tarafa. O “mâ” nın içine hepsi girer. Fahvel Hitap, sözün geliminden zaten bu da anlaşılıyor.

Peki şer yaratılan şeyin aslında mı var? Girişte de söylemiştim hayır. Şer yaratana ait değildir. Onun için yaratana isnat edilmemelidir. Zaten burada gördüğümüz gibi bakın Min şerri mâ halak yarattıklarının şerrinden. O yaratmış, hayır olarak yaratmış. Çünkü Allah hayırdır. Allâhi hayrun ve ebka. (Kasas/60) hatta hayrı esmaül Hüsna dan olarak niteleyen alimlerimiz vardır ki doğrudur. Çünkü bizzat Allah’a izafetle kullanılmıştır, Allah’a isnatla kullanılmıştır. Dolayısıyla O Hayırdır, hayırdan hayır sudur eder. Tüm varlıklar özünde cevherinde hayırdır aslında zaten cevherine irca ettiniz mi varlıklar arasında ki fark ta kalkıyor ki. Tüm görünen varlıkları ete kemiğe büründüm Yunus diye göründüm. Şu görünen varlıkları ta atomuna irca ettiğinizde hepsi vücutça aynı köke dönmüyor mu. Aslında mevcutta farklılaşıyor vücutta değil. Vücuda çevirdiniz mi aynı oluyor. Onun için hayırdır varlıklar.

Peki şer nedir? Özünden kaynaklanmaz cevherinden, arazından kaynaklanır. Ona arız olur şer. Şer onun için görecedir, nispidir, röletivdir. Ma hulika leh’ine uygun kullanılmayan bir şeyden zuhur eder mesela. Yaratılış amacına uygun kullanılmayan. Yaratılış amacına uygun kullanmadığınızda ondan şer zuhur edebilir. Bir şey niçin yaratılmıştır? İşte şunun için şurda dursun diye, siz bunu buradan alır şuraya koyarsanız zulüm olur. Zulüm eşyayı yerinden etmektir. Hikmet eşyayı yerine koymaktır. Zulmederseniz o orada şer üretmeye başlar. Aslında şer onun kendisinden üremez, sizin onun yerini değiştirmenizden dolayı ürer.

İnsan da öyle değil mi. İnsanı Allah şer olsun diye değil hayır olsun, hatta en hayırlı olsun diye yarattı. Öyle değil mi ahseni Takviym üzre Ve lekad kerremna beniy Adem. (İsra/70) ademoğluna kat kat ikram ettik.

Peki ne yaptı? İnsan yaratılış amacına aykırı davrandığında başlıyor şer kaynağı olmaya, şer üretmeye. Peki insan şer üretmek için mi yaratıldı? Değil. Şer üretiyorsa insan şerdir diyebilir miyiz. İşte bunu diyemeyiz. Pavlus’yen Hıristiyanlığı bunu dediği için insanlığın başına bela oldu. İslam; İnsan aslen iyidir der, tab’an iyidir der, fıtraten iyidir der. Çünkü Allah’ın üzerinde yarattığı fıtrat iyilik üzeredir, iyi fıtrattır. O sonradan kötüleşir. Terbiye edilmez kötüleşir, yanlış çevre kötüleştirir, yanlış yere konur kötüleşir vs. En iyi bozulunca en kötü olur. Ama Bozulunca. İşte bu manada eşyanın cevherinde yoktur kötülük, ona arız olmuş bir şeydir ve rabbimiz de zaten eşyadan kötülük zuhur etmesin diye bize eşyayı yerli yerine koymamızı ister. Hikmetli davranmamızı ister.

Gece örneğini vermiştim, gece korkutur demiştim. Fakat gecenin içinde korkacak bir şey olup olmadığını bilmiyoruz, zaten korkmamızın sebebi de bilmememiz. Peki burada söylenen Kul e'ûzü BiRabbil felak yani felak aslında gecenin en zifiri vakti, en zifiri gece. Fakat zaten hemen devamında Ve min şerri ğâsikın izâ vekab geliyor, orada işleyeceğiz bu zifiri karanlığı. Fakat biz Kul e'ûzü BiRabbil felak gecenin artık şafağa döndüğü o zifiri vaktine neden Allah’a sığındığımız üzerinde durursak bilinmeyen tanrılaşmasın diye. Bilinmeyen karşısında insanoğlu acizleşmesin diye. Bilinmeyeni evhama dönüştürmesin diye. Yani o da Allah’ın yaratığı, o da Allah’ın mahluku. Niye hemen çözüldün ey insan, bilmeyince niye hemen böyle kendine karanlığı tanrı ettin, bilinmeyeni tanrı ettin. Hele bir dur, Allah yokmuş gibi bakma, Allah yokmuş gibi konuşma, Allah yokmuş gibi davranma. Eğer varlığın sahibinin Allah olduğuna iman edersen geceden korkmazsın. Çünkü O’nun için gece yok ki, senin için gece var. O’nun için bilinmeyen yok ki, senin için bilinmeyen var. O’nun için görünmeyen yok ki senin için görünmeyen var. sen görmüyorsun diye O da mı görmüyor. Sen bilmiyorsun diye oda mı bilmiyor.

Peki niye yarattı, o zaman beni korkutma ya rabbi, ben korkarım, korkar olduğumu sen de biliyorsun dersen, acziyetini anla öğren de haddini bil diye geceyi, bilinmezliği yarattım. Yani havalanma bak gözün sınırlı, kulağın sınırlı, bakışın sınırlı, sen sınırlısın, aciz bir varlıksın, bilmiyorum diye geceden bile korkuyorsun. O zaman niye hava atıyorsun, niye Allah’a baş kaldırıyorsun. Geceden korkanın haline bir bak bir taraftan Allah’a karşı diklenirken öbür taraftan geceden korkuyor. Garipsin ey insan, çok garip. İşte aslında bize söylediği çok şey var surede.

Min şerri mâ halak şerden mahluka değil Halıka sığın, zımnen bu.


3-) Ve min şerri ğâsikın izâ vekab;

"Karanlığı çöken gecenin şerrinden"(A.Hulusi)

3 - Ve şerrinden bir Gâsıkın daldığı zaman. (Elmalı)


Ve min şerri ğâsikın izâ vekab ve aklı, iradeyi bastırdığı zaman, izâ vekab bastırdığı zaman zehirli, zifiri bir karanlığın, cehalet karanlığının şerrinden Allah’a sığınırım de. Tabii o cehalet açılım. Çünkü burada ğâsık; aslında zifiri karanlık manası verilmiş ama içinde zehirlilik var, içinde soğukluk var, korkunçluk var, buz gibi bir karanlık diye çevirebilirim, zehirli bir karanlık diye çevirebilirim, korkunç bir karanlık diye çevirebilirim. İbn. ül Enbari, el Ezdât isimli kitabında bu kelimenin kökünün Türkçe olduğunu söylüyor. Yani Türkçeden Arap diline geçmiş, oradan da Kur’an a vahyin dilinde kullanılmış bir kelime olarak söylüyor ilginçtir.

Burada kokuşmuşluk ta var bunun anlam alanında. Kokuşmuşluk, zehirlilik, buz gibilik, korkunçluk öyle bir karanlık. Neden bu? çünkü bilinmiyor. Aslında bilinmezin içinde ne varsa bu karanlığın içinde de o var. Onun için; Ve min şerri ğâsikın izâ vekab buz gibi zehirli bir karanlığın, çöken iyice bastıran karanlığın şerrinden Allah’a sığınırım de.

Burada iradeyi bastıran diye anlıyorum ben. İnsanın içinde ki karanlıktan bahsettiğini düşünmek çok daha doğrudur. Çünkü rabbimizin vahyi, bizim ölümlü tarafımızı değil, ölümsüz tarafımızı dile getirir. Onun eczanesi bizim ölümlü tarafımız için değil, ölümsüz tarafımız içindir. Dolayısıyla iradenin karanlığı, cehalet karanlığı. Cahiliyede onun için cahiliye değil miydi. İçine vahyin doğmadığı bir insan karanlık bir insandır. İçine vahyin doğmadığı bir akıl karanlık bir akıldır. İçine vahiy güneşinin doğmadığı bir kalp karanlık bir kalptir. Dolayısıyla aslında ışığın kaynağı Allah’tır. Allâhu Nûrus Semâvâti vel Ard. (Nûr/35) Allah semavat ve arzın nûrudur. Onun için Allah’a sırtını dönen karanlıkta kalır. Allah’a yüzünü dönen aydınlanmış olur ve içinden aydınlanmayan da dışını aydınlatamaz. İçinden aydınlanan dışını aydınlatır.

Burada ki ”vav” mesela anlamına alınabilir mi yani bir örnek vereyim; mesela neden Allah’a sığınmak lazım. İşte birincisi bu. Yani zifiri, insanın iradesinin üstüne çöken zifiri cehalet karanlığını içlerinden Allah’a sığınmak lazım diye anlaşılabilir.


4-) Ve min şerrin neffâsâti fiyl'ukad;

"Düğümlere üfüren kadınların şerrinden"(A.Hulusi)

4 - Ve o, ukdelere üfleyen nefeslerin şerrinden. (Elmalı)


Ve min şerrin neffâsâti fiyl'ukad ve yine düğümlere üfleyenlerin şerrinden Allah’a sığınırım de. yani rabbe sığınırım. Kul e'ûzü BiRabbil felak tan başladı, onun için hep oraya atıf yapacağız. Ve min şerrin neffâsât en neffâsât iki manaya da gelebilir. Bunu kelime müennes diye, dişil diye düğümlere üfleyen kadınların şerrinden şeklinde hep anlaşılıyor, Yok. Arap dilinde bu kalıp erkek veya kadını ifade etmeksizin mücerret olarak ta kullanılır. Allame, çünkü neffâsâ; çoğulun tekili neffâse dir. Allame gibidir. Allame kadın için söylenmez, erkek içinde Allame denir. Bugün de kullanılıyor. Bakınız Allame falan, Allame Razi, Allame Şatıbi. Onun için Allame mutlaka kadın olmaz, kadın da olabilir erkekte olabilir fark etmez. Eğer bunun tekili Neffâse ise, Neffâsât onun çoğulu. Ama kadın için de kullanılabilir erkek içinde kullanılabilir.

Bu nedir aslında; düğümlere üfleyen. Aklın kör düğümleri olmasın bu. Bir üstteki ayeti tefsir ederken andığımız o karanlıkta ki aklın kör düğümleri. Eğer bu Neffâsât ı ille de dişil olarak alırsak karşıt cinsin içinde ki kör düğümleri, karanlıkta ki kör düğümleri, karanlık içinde ki, yüreğin de ki kör düğümleri üfleyerek onu saptıran, cinsellikle onu yolundan çıkaran kadınların şerrinden veya erkeklerin şerrinden. Çünkü insanların içinde ki karanlıkta kör düğümler atmak daha kolay olur. Kadın ve erkek eğer birbirlerine şeytan gibi yaklaşırlarsa, birbirlerinin duygularını karıştırırlar, bulandırırlar. Bu duygu bulandırmaya bir kinaye olmasın? Neden olmasın. En’am/112. ayeti ışığında anlarsak eğer bu ayeti birbirlerine vahyeden insan ve cin şeytanlarından bahseder En’am/112. ayeti.

Tamam cinleri geçtik insan şeytanları birbirlerine nasıl vahy ederler, neyi vahy ederler, yüreklerine neyi fısıldarlar, duygularını karıştırmak için. Niçin yaparlar bunu? insanın içinde ki duyguları karıştırmak için, insanın duygularını kirletmek için yaparlar. Kadın ve erkek birbirlerinin cinsiyetlerini kullanarak, birbirlerinin duygularını karıştırıyorlarsa tam da felak suresinin işte bu ayeti o durum içindir. Birbirinin duygusunu karıştırmak.

Göğüslere vesvese verenler bir sonraki Nas suresinde ki 5. ayeti hatırlayalım; yüvesvisü fiy sudûrin Nâs, (Nas/5) göğüslere vesvese verenler. Nedir bu işte? En’am/112. ayette söylenen şeydir. Yani birbirlerinin duygusunu kirletenler. Aslında içine kör düğüm atıyorlar. Allah düğümleri çözüyor, şeytan düğüm atmaya çalışıyor. Vahiy düğüm çözüyor şeytan düğüm atıyor. Akıl ve kalp, duygu ve düşünce fark etmez.

Buna umut tacirleri de girer, duygu kirleyenler de girer. Mesela İnsanların umutlarından yola çıkarak, umut tacirliği yaparak fal bakıyor. Ne de masum duruyor değil mi veya sihir yapıyor, umut tacirliği. Muhabbet muskası yazacakmış, umut tacirliği. Bakın kendince bir düğüm atıyor. Nedir? Mukallibul Kulûb  olanın Allah olduğunu unutmaya ve unutturmaya çalışıyor. Kalpleri evirip çeviren Allah’tır. Kalbi Allah’tan bağımsızlaştırmaya çalışıyor. Kalbin üzerinde Allah’ın otoritesini yok etmeye çalışıyor. Görüyorsunuz değil mi, ne kadar derinlere gidiyor olayın ucu.

Yine kadın ve erkeğin masum cinselliğini kirleten her türlü karşıt cinsin bulandırması ve duygu kirliliği bu çerçeve de anlaşılmalıdır.

[Ek bilgi; Büyünün özü, kökü, Cinlere dayanmaktadır. Bütün mukaddes kitapların, önceki sahifeler de dâhil olmak üzere Tevrat, Zebur, İncil ve Kur’ân her bir âyetinin, her bir kelimesinin sekiz hizmetlisi yani “hadimi” vardır. Yani, her devirde nâzil olmuş bulunan mukaddes kitapların orijinalini meydana getiren kelimelerin her birine sekiz hadim -hizmetli- vazifeli kılınmıştır. Bunların dördü ulvî yani “Melek” cinsinden; dördü de süflî yani “Cin” cinsindendir.
Bu kelimelerin “ebced ilmi” denilen bir ilmin verdiği hesaplara göre çeşitli rakamlarla tekrarlanışı; ya da o âyetlerin tersinden okunuşu, o kelimelerin vazifeli Cinini harekete geçirerek, Sevk edildiği kişiler üzerinde tesirlerini icra ederler.
İşte BÜYÜ denilen olay, bir kelime veya cümlenin belirli sayıda ve bazı yan çalışmalarla da desteklenerek okunmasıyla meydana gelen tesirlerdir.
CİNLER, geçmiş yaşam içinde Kur’ân öğretisine göre Eyyub Aleyhisselâm’a da büyük eziyetler vermişler ve O, aşağıda yazacağımız, gene Kurân’da öğretilen duaya devam ederek kendini kurtarmıştır. Bu duanın tekrarı ile beynin yaydığı dalgalar, beyin çevresinde bir koruyucu manyetik kalkan oluşturduğu gibi; sivrisinek kovucu tabletlerin yaydığı kokunun sivrisinekleri zararsız hâle getirmesi gibi,  CİNLERİde tesirsiz bırakmakta ve onları rahatsız ederek uzaklaşmaya zorlamaktadır.
“Âyetel Kürsî” ve “Kul eûzüler”, kişinin ruh gücünün yükselerek CİNLERE  karşı koymasını temin etmektedir. Aşağıda öğretmekte olduğumuz âyetlerden oluşan dua ise âdeta laser tabancasının ışınları gibi CİNLERİ vurmakta ve onları uzak durmaya mecbur etmektedir.
KORUYUCU DUA
RABBİ İNNİY MESSENİYEŞ ŞEYTANU Bİ NUSBİN VE AZÂB;
RABBİ EÛZÜ BİKE MİN HEMEZÂTİŞ ŞEYÂTIYN VE EÛZÜ BİKE RABBİ EN YAHDURÛN.
VE HIFZAN MİN KÜLLİ ŞEYTANİN MÂRİD. (38.Sâd: 41 – 23.Mu’minûn: 97-98 –37.Sâffât: 7) (Ahmed Hulusi - Ruh İnsan ve Cin)]

[Ek bilgi; RESULALLAH’A YAPILAN BÜYÜ OLAYI
Tarihi bakımdan, Rasulullah a sihir yapıldığı ve Rasulullah ın bundan etkilendiği doğrudur Bu olay Hz. Aişe, Zeyd b. Erkam ve İbn Abbas'tan, Buhari, Müslim, Nesei, İbn Mace, İmam Ahmed, Abdurrezzak Humeydi, Beyhaki, Taberani, İbn Sa'd, İbn Merduye, İbn Ebi Şeybe, Hakim, Abd b. Humayd v.s. muhaddisler tarafından bu kadar çeşitli ve müteaddit senetlerle nakledilmiştir ki, olay mütevatir seviyeye ulaşmıştır.
Hudeybiye antlaşmasından sonra Rasulullah (s.a) Medine'ye döndü. Hicri 7'de, Muharrem ayında Hayber Yahudilerine Medine'den bir heyet gitti. Heyet oradaki meşhur sihirbaz Lübeyd b. Asım ile görüştü. Bu kişi bir Ensar kabilesi olan Ben-i Züreyk'tendi.
Heyet Lübeyd'e şöyle dedi: "Muhammed bize ne yaptı, biliyor musun? Pek çok kere O'na sihir yapmaya çalıştık ama başaramadık. Şimdi sana geldik. Çünkü sen bizden daha büyük sihirbazsın. Şu üç altını kabul et ve Muhammed'e kuvvetli bir sihir yap.!" O dönemde Rasulullah a Yahudi bir çocuk hizmet ediyordu. Onlar bu çocuk aracılığıyla Rasulullah ın tarağını ve saç tellerini ele geçirdiler. Lübeyd, bu saç tellerini ve tarağı kullanarak Rasulullah a sihir yaptı.
Lübeyd, bu sihri, Beni Züreyk'a ait olan Zervan veya Zî-ervan isimli kuyunun içine bir taşın altına sıkıştırmıştı. Sihrin Rasulullah a tesir etmesi bir yıl almıştı. Senenin ikinci yarısında Rasulullah ın mizacında bir değişiklik görülmeye başlandı. Son kırk gün şiddeti arttı. Son üç gün ise çok şiddetlendi. Ama en büyük tesiri Rasulullah ın içinde büyük bir sıkıntı hissetmesi şeklinde oluyordu.
Bir gün Rasulullah, Hz. Aişe'nin evindeydi. O gün Allah'a tekrar tekrar dua etmişti. Bu sırada uykuya daldı. Uyandığında Hz. Aişe'ye "Ben Allah'a sorduğum sorunun cevabını aldım" dedi. Hz. Aişe "o nedir?" diye sordu. Rasulullah şöyle buyurdu: "İki kişi (yani melekler iki insan şeklinde) bana geldi. Birisi başımın, diğeri ayaklarımın tarafında durdu. Birincisi diğerine sordu. O'na ne oldu? Öbürü cevap verdi: Buna sihir yapılmış. Birincisi sordu: O'na kim sihir yaptı? Öbürü cevap verdi: Lübeyd b. Asım. Birincisi sordu: ne içinde? öbürü cevap verdi: Tarak ve saçlar bir erkek hurma içinde. Birincisi sordu: o nerede? Öbürü cevap verdi: Beni Züreyk'in kuyusu Zervan (veya Zî-ervan) içinde, bir taşın altında. Birincisi sordu: Ne yapmalı? öbürü cevap verdi: Kuyunun suyunu boşaltarak onu taşın altından çıkarmalı."
Rasulullah; Hz. Ali, Ammar b. Yasir ve Zübeyr'i gönderdi. Onlarla birlikte Cübeyr b. Iyaz el-Zurkî'yi ve Kays b. Muhsin el-Zurkî'yi de gönderdi. (Yani Beni Züreyk'in iki mensubunu da gönderdi.) Rasulullah daha sonra kendisi de birkaç ashabla oraya geldi. Kuyunun suyu boşaltılarak taşın altındaki kılıf çıkarıldı. Kılıfın içinde tarak ve saçlarla birlikte, bir ip üzerinde on bir düğüm ve mumdan bir putçuk buldular.
Bu putçuğun üzerine de iğneler batırılmıştı. Cebrail gelerek Rasulullah a "Muavezeteyn'i oku" dedi. Rasulullah ın her iki ayeti okuyuşunda bir düğüm çözülüyor, putçuk üzerindeki iğnelerden bir tanesi de çıkıyordu. Son ayete gelindiğinde düğümler çözülmüş ve iğneler çıkmıştı.
Rasulullah sihrin tesirinden kurtulduğu için, kendisini bağlardan kurtulmuş gibi hissetti. Daha sonra Lübeyd'i çağırarak sorguya çekti. Lübeyd suçunu itiraf etti. Rasulullah da onu serbest bıraktı. Çünkü kendi kişisel meselesi için kimseden intikam almazdı. Ayrıca olayı duyanlar Lübeyd'i öldürmesinler diye çevresindekilere bu olayı yaymamalarını tenbih etti. (Mevdudi- Tefhimu-l Kur’an)]


5-) Ve min şerri hâsidin izâ hased;

"Haset ettiğinde, haset edicinin şerrinden!" (A.Hulusi)

5 - Ve şerrinden bir hâdisin haset ettiği zaman. (Elmalı)


Ve min şerri hâsidin izâ hased ve haset ettiği zaman hasetçinin şerrinden rabbe sığınırım.

Evet, Kul e'ûzü BiRabbil felak (1) dedi ya, ben de e'ûzü BiRabbi diye devam ederim. Neden? min şerri hâsidin izâ hased haset ettiği zaman. Demek ki haset etmediği zaman hasetçi şerli olmuyor.

Aslında burada hased in her insanın içinde potansiyel olarak uyuyan bir yılan olduğunu da söylemiş oluyor. Ama bu yılanı uyandırmadığımız sürece sorun yok. Fakat haset yılanı uyanırsa ne oluyor? Sokuyor. Kimi sokuyor? Aslında sırf haset ettiğini değil kendini sokuyor. Onun için haset aslında haset eden için bedduadır, haset edilen için duadır haset. Ve hasedin özünde ne vardır biliyor musunuz, Allah’a; Sen işi bilmiyorsun demek. (Haşa) kime neyi nasıl vereceğini bilmiyorsun demek vardır. Yani ya rabbi sen kime neyi vereceğini bilmemişsin, ben söylüyorum, falana vermemeliydin.

Evet, haset budur işte. Haset Allah’ın işine burun sokmaktır, haddini bilmemektir ve özünde Allah’a itirazdır. Çünkü itiraz etmiş oluyor.

Hasedin ilacı nedir? Duadır. Hased eden haset ettiğine dua ederse hasedin ilacı bu olur, kurtulmuş olur.

Kıskançlık değildir haset, kıskançlık gayrettir. Gayret ise elindeki değerin kıymetini bilip onun üzerinde titizlenmek ve aşırı titremektir. Tabii aşırı olduğu zaman hastalık derecesine dönüşür.

Haset bende yok, onda da olmasın demektir. Bende var, onda olmasın demeye Kur’an lisanında buhul denir, bahıyl. Onun ki benim olsun demeye şuhh diyor Kur’an. Onun ki benim olsun. Bu iki derece daha üstü, daha ötesi, daha alçağı mı demeliydim?

Evet, Dahası gıpta onda var bende de olsun buna gıpta diyoruz. Ben de var onda da olsun, buna sehavet diyoruz, cömertlik. Kur’an lisanında ne neye tekabül eder onu söylüyorum.

İsar; benimki onun olsun. Bu da varmış buna isar diyor Kur’an. Dahası da var cuud bende yok ama onda olsun. buna da cuud diyor. Bir dahası var. fakr; Onda yok madem bende de olmasın, benim elimdeki de yok olsun. Buna da fakr diyor.

Aman Allah’ım hepsinin ayrı bir ismi var rabbimiz bizlere ahlakı hamide versin. Rabbimiz hasedin ve hasetçilerin şerrinden emin etsin. Tüm hasetçilerin şerrinden Alemlerin rabbi olan Allah’a sığınırız. Gerçekten de haset insanı içerden ateşin odunu yiyip bitirdiği gibi bitiren en ağır hastalıklardan biridir. Rabbim bizleri muhafaza etsin.

[Ek bilgi; Haset, bir kimsenin hayırlı bir işi veya evi, malı, mülkü, ilmi olsa, o kimseden bunların gitmesini, onda olmayıp, kendinde olmasını istemektir. Onda olduğu gibi kendisinde de olmasını istemek haset olmaz. Buna gıpta etmek, imrenmek denir. Günah değildir.
Haset etmek, Allahü teâlânın takdirini değiştirmez. Haset, bir kalb hastalığıdır. Kalb hastalıkları, ancak ilim ve amel ile tedavi edilir.
Hazret-i Zekeriyya da Allahü teâlânın şöyle buyurduğunu haber veriyor:
(Haset eden kimse, nimetime düşman olan, kazâma kızan, kullarım arasındaki taksimatıma razı olmayan biridir.)
Hasede sebep olan şeyler
1- Düşmanlık.
2- Çekememek.
3- Kibir:
4- Şaşkınlık.
5- Gayesine ulaşamama korkusu.
6- Lider olma sevdası.
7- Kötü huy.
Hasedin amel ile tedavisi şöyledir:
Haset arzularının aksini yapmakla hasedini tahakküm altına alırsın. Mesela, hasmını kötülemek istersen, hemen onu öv, kibretmek istersen tevazu göster, ondan özür dile, şayet vermemeyi teklif ederse, vermeye gayret et! Yapmacık da olsa tatlılık, kini ortadan kaldırır ve gönülleri birbirine bağlar. Bu sayede kalb, haset hastalığından kurtulur. Haset edilen kimse, senin böyle zoraki yaptığını bilse de, yine memnun kalır ve seni sevmeye başlar, bu suretle karşılıklı sevgi başlar ve haset hastalığı da kaybolur. Çünkü tevazu, övmek ve sevgisini bildirmek, karşısındakine etki ederek onu sever. Zoraki yaptığı iyilikler, zamanla huy haline gelir. Böylece hasetten kurtulmuş olursun. (Mehmet Ali Demirbaş)]


{ve ahıru da'vahüm enil Hamdu Lillâhi Rabbil alemiyn. (Yunus/10)}
Dualarının sonu da "Âlemlerin Rabbi Allah'a hamdolsun." diye şükretmek olacaktır.(Elmalı)}

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder