29 Kasım 2014 Cumartesi

İslamoğlu Tef. Ders. KUREYŞ SURESİ (01-04) (197-C)





Üçüncü suremiz Kureyş suresi ki fil suresi ile aslında hem konu bütünlüğü var hem elimizde ki mushafta ard ardına gelmiş, hatta fakire göre nüzül sıralamasında da fil ile Kureyş sureleri ardı ardına yer alır.

Mekki bir suredir tahmin edileceği gibi. İlk tertipler tıyn suresinin ardına yerleştirirler. Ama bizce fil suresinin ardına yerleştirilmelidir. Yani mushafta ki yeri nüzülde ki yeri ile aynıdır diyebiliriz. İlk otoritelerimiz Kureyş suresinin ilk ayeti ile fil suresinin son ayetini karşılıklı okumuşlar, bir birine atıf saymışlardır. Ki Ferra bunların başında gelir.

Hz. Ömer tek rekatta bu iki sureyi birlikte okumuş. İlginç! yine Ubey Bin Kaab mushafında ikisi arasında besmele yazmamış. Yani sahabe bu sureyi ikisini birbirinden ayrılmayacak bir ikiz olarak görmüşler. Bu tabi iki surenin tek sure olduğu anlamına gelmiyor. Çünkü elimizdeki Mushaf sahabenin en seçkin kuraları tarafından tedvin edilmiş bir Mushaf. Onun için bu konuda ihtilaf elbette ki yok. Fakat bu iki surenin birbirinin peşinden, birbirinden ayrılamaz bir bağla bağlı olduğunu da gösteriyor.

Zımnen surenin söylediği hakikat şu; Ey Kâbe’nin ekmeğini yiyenler, Kâbe’nin rabbine ihanet ediyorsunuz farkında mısınız. Burada Kureyş suresini anlamak için ticaretin bölge için nasıl bir öneme haiz olduğunu, ne kadar değerli olduğunu bilmek lazım, hatırlamak lazım. Ticaret yoksa Kureyş yok bunu söyleyebiliriz rahatlıkla. Ticaret yoksa Kureyş yok. İylaf yoksa ticaret yok. Bu surenin anahtar kavramı olan Li iylâfi ilk kelime aynı zamanda iylaf yoksa ticaret yok, ticaret yoksa kureyş yok. Mekke yok yani.

Saffan Bin Umeyye’nin itirafı bu söylediğimiz hakikatin en güzel ifadesidir. Hz. Peygamber; İylaf’ın iki kanadı var; Bir kanadı Mekke ile Yemen, diğer kanadı Mekke ile Şam. Yani kuzey ve güney İylaf bu ikisinden müteşekkil. Güney kışın kullanılan ticaret yolu Kuzey yazın kullanılan ticaret yolu. Bu ikisi sayesinde bölge bir eli yağda bir eli balda müreffeh bir hayat sürüyor. İşte biz bölge için iylaf’ın ve dolayısıyla ticaretin ne kadar hayati önemde olduğunu Saffan Bin Ümeyye’nin, Ümeyye Bin Halef’in (Tam ismi Safvan Bin Ümeyye Bin Halef Bin Vehb Bin Huzafe'dir.) oğlu olur. Onun mirası ona kalmıştı ve Mekke’nin yeni kuşak tüccarlarının bir numarasıdır aynı zamanda. Saffan bin Ümeyye’nin; Allah resulünün Medine yolunu kontrol altına alması üzerine yaptığı itiraf ve tabii ki kendi kendisine sitemi şöyle.;

“Varlığımız yazın Şam, kışın Yemen ticareti demeye gelen iylaf’a bağlı” diyor. “Eğer bu yoksa yani yazın Şam, kışın Yemen seferleri yoksa kesinlikle tükeniriz. Ticarette yok, servette yok, elimizde kini yer bitirir ve ekmeğe muhtaç oluruz.” Diyor. Safan Bin Ümeyye. Vâkıdi Kitabu'l Meğazi'sinde böyle nakletmiş, ben de sizlere oradan Meğazi’nin hangi cildi hatırlayamıyorum ama en son sayfasında okumuştum.

Evet, gerçeğin tümü bu değil, gerçeğin bir yarısı yani ticaret yoksa Mekke yok, iylaf yoksa ticaret yok. Bu gerçeğin bir yarısı. Gerçeğin tümü nedir biliyor musunuz? Kâbe yoksa hiçbiri yok. İşte bu. Onun için ne ticaret var Kâbe yoksa, ne iylaf var, ne Kureyş var. İşte onun içindir ki Felya'budû Rabbe hâzelBeyt (3) o halde ey Mekke şu beytin rabbine kulluk edin. Yalnız şu beytin rabbine. Şimdi bu ayet tam yerine oturmuyor mu, şimdi anlaşılmıyor mu bu açıklamaların arkasından. Evet, Beyte değil yani, Rabbe hâzelBeyt beyte kulluk etmeyin, beytin rabbine, ekmeğe değil teşekkür, ekmeğin sahibinin hakkıdır teşekkür. Bu girizgâhtan sonra surenin tefsirine geçebiliriz.




1-) Li iylâfi Kureyşin;

Kureyş'in ülfet ve hürmete mazhariyeti için, (A.Hulusi)

1 - İylâfı için Kureyşin. (Elmalı)


Li iylâfi Kureyş burada ki “lâm” çok önemli, ama önce bir mana vereyim. Kureyş’in birlik ve dirliği hakkı için. İylaf birlik ve dirlik, “lâm” da hakkı için. Kureyş’in birlik ve dirliği hakkı için. Burada ki “lâm” üzerinde kısaca durmak zorundayım.

“lâm” hem fil suresini hem de bu surenin 3. ayetini görüyor. Önemli bu. Zımnen Kureyş, fil hezimetinin hakkını ödemeyi unuttu. Yani fil ordusunu Allah helak etti, buna teşekkürü unuttu, teşekkür edemedi. Ne yaptı? İhanet etti. Kâbe’yi putlarla doldurdu. Putları atacağına putları çoğalttı. Zulmü azaltacağına zulmü çoğalttı. Başkalarını haksızlığa engel olacağına, başkalarına bizzat kendisi haksızlık yaptı ve ticareti zulme çevirdi, ticareti kat kat faize çevirdi. Yani Allah’ın hoş görmediği ne varsa hepsini yaptı. Allah’ın, beytin rabbinin ekmeğini yediler ama o ekmeği yediği sofraya bıçak saplamaya kalktırlar. İşte Kureyş bu. Bari manasını veriyor aslında “lâm” burada. Yani bunu olsun bilsinler.

Burada Li iylâfi Kureyş, Kureyş kelimesi köpek balığı manasına gelir diyenler var. Köpek balığı manasına gelirse o zaman Kureyş’in aslının denizle alakası olması lazım. Bunu söyleyenler de olmuş. Aslında Kureyş, yani ben-i Fihr; özünde kızıl deniz sahilinden gelip buraya yerleşen bir kabiledir demişler ki bu çok ta yabana atılacak bir şey değil. Nihayetinde Kızıl denizle Mekke’nin arası her ne kadar dağlarla çevrili olmuş olsa da vasıtayla 1 saatlik bir yol. Cidde’den Mekke’ye 1 saat, hatta 45 dakikada gidip gelinir. Dolayısıyla çokta yabana atılacak bir şey değil deniz kenarı kavmi olması mümkindir Kureyş’in.

Ama bu kelimenin daha farklı bir kökten türediğini söyleyenler de olmuş. Karş, veya kırş kökünden gelir demişler. Bu aslında toplamak biriktirmek manasına geliyor. Kuruş ta oradan gelir. Kuruş; toplandığı biriktirildiği için kuruş denmiştir. Yani, Kureyş belki de kuruş toplayan manasına da alınabilir. Kuruşu toplayıp biriktiren, parayı toplayıp biriktiren, altını, gümüşü üst üste yığan manası vermekte mümkindir bu kökten geliyorsa eğer. Fihr Bin Malik’ten türeyen kabileye etnik anlamda Kureyş’i tarif edecek olursak Fihr Bin Malik’in çocuklarına Kureyş ismi verilmiş.

[Ek bilgi-1; Allah’ın Beytinin hizmetçisi olmalarından ötürü tüm kabileler yaptıkları bu hizmetten dolayı onlara saygı duyuyorlardı. Kâbe’yi ziyaret için çevreden gelenlere cömertçe davranmaları onların saygınlığını ve dokunulmazlıklarını artırıyordu. Kimse onların kervanlarına dokunmuyordu. Halbuki çevrelerinde soygun, vurgun, talan kol geziyordu. Kervanlar soyuluyor, adamlar öldürülüyor ama kimse onlara dokunmaya cesaret edemiyordu. Bakın Ankebût bu hususu şöyle anlatır:
        Çevrelerinde insanlar kapılıp götürülürken Bizim Mekke’yi güven içinde ve kutsal bir yer kıldığımızı görmediler mi? Bâtıla inanıp Allah’ın nîmetini inkâr mı ediyorlar?” (Ankebût 67)
        İşte Allah bütün bu nîmetlerini gündeme getirerek, gözler önüne sererek bu nîmetlere karşılık kulluğu sadece bu Beytin Rabbine yapmaları gerektiğini hatırlatarak buyuruyor ki: (Besâiru-l Kur’an- Ali Küçük)]

[Ek bilgi-2; Li iylâfi Kureyşin; li iylafin e 4 değişik açıdan bakmak mümkündür nasıl anlamamız noktasında.
        1 - Şimdi Li iylâfi Kureyşin burada ki li fiyl suresinin 1. ayetine götürebiliriz. Yani Elem tera keyfe fe'ale Rabbüke Bi ashâbil fiyl görmedin mi rabbin fil ordusuna ne yaptı? Niçin? Li iylâfi Kureyşin Kureyş’in güvenliği için fil ordusuna rabbinizin ne yaptığını bir düşünsenize. Oraya bağlanabilir bu. Burada Kureyş’in korunmasının zımnında korunulan şey Kâbe, değerler.
2 – Fiyl suresinin son ayetine bunu bağlayabiliriz. Fece'alehüm ke'asfin me'kûl Allah onları yenilmiş bir ekin tarlası gibi yaptı. Niye? Li iylâfi Kureyşin Kureyş’in güvenliği için. Oraya bağlanabilir.
3 – Li iylafi de ki o “lâm” edatı 3. ayette ki Felya'budû emri ile ilişkilendirilebilir. Yani madem ki Kureyş’in güvenliği için şunlar, şunlar yapıldı, öyleyse bu beytin sahibi olan rabbe kulluk yapsınlar. Madem ki Allah bu imkanı ortaya koydu, öyleyse Felya'budû Rabbe hâzelBeyt yani Kureyş’ten, bir ırktan, bir akrabadan aslında söz edilmiyor Rabbe hâzelBeyt işte burada belirleyici olan odur. Bu beyt, mabed, değer, değerin korunmasına yöneliktir surenin verdiği mesaj. Kureyş’i öne çıkartmasının sebebi onların dikkatini bir şeye çekmektir.
4 - Li iylâfi Kureyşin  demek Kureyş’e sağlanan bu güvenliğe teaccüb anlamı verir o li. Kureyş’e sağlanan bu güvenliğe şaşın durun. Aslında normal şartlarda olacak şey değildi bu. Yani süper güç geliyor, bir site devleti bile olmayan bir yere saldırıyor ve o süper güç yerle bir oluyor. Li iylâfi Kureyşin kureyş’in güvenliğinin sağlandığı o olaya şaşın, ne enterasan bir olaydı bir düşünün Burada ki, li edatının bir teaccüb anlamı da var. Böylece işte mesela biz surenin 1. ayetini 4 çeşit ihtimalle buluşturup 4 farklı taraftan bakabiliriz.
Bu çeşitliliğin sebebi her birine vereceğimiz karşılılığımız var Yoksa hem kendisinden önceki sure ile ilgili ilişkisi bağlamında anlayabiliriz bunu. Hem Kureyş suresinin 1. ile 3. ayetini bağdaştırabiliriz hem de bu 3. den farklı olarak bağımsız bir şekilde bir teaccüb manası verebiliriz. (Mehmet Okuyan- Okudun mu Kur’an dersleri)]

[Ek bilgi-3; İlâf ashabı dört kardeş idi ki, bunlar Abd-i Menaf oğullarıdır: Haşim, Şam meliki ile anlaşırdı. Ondan atlar almış, onunla Şam ticaretinde emniyet bulmuştu. Abd-i Şems, Habeş'e; Muttalib, Yemen'e; Nevfel de Faris ile anlaşırdı. Bunlara "Müttecirin" denirdi. Diğer Kureyş tüccarları bu dört kardeşin adlarıyla ticarete giderler, ondan dolayı onlara da dokunulmazdı.
Kureyş, Harem-i Şerif'in sakinleri idiler. Etraflarında halk vurulup çarpılırken onlar erzaklarının temininde ve yazın, kışın seferlerinde emniyetle gidip geliyorlardı. Bir arızaya uğradıkları zaman, "Biz Allah'ın hareminin ehliyiz." diyorlar ve bundan dolayı kendilerine kimse dokunmuyordu. Haşim, Şam ile anlaşıyordu; Abdişems, Habeş'le; Muttalib, Yemen'le; Nevfel, Faris'le, diğer Kureyş tacirleri de bu kardeşlerin tutamaklarıyla bu şehirlere gidip geliyorlar ve o sayede onlara da dokunulmuyordu. Bu dört kardeşten her biri kendi sefer nahiyesinin melikinden bir ahd ve eman vesikası almıştı.

Bu itibar ile de meâlde îlâf lafzının bu iki mânâyı içermek üzere aynen muhafazası lüzumu ortaya çıkar. Bütün bu mânâlarda "kış ve yaz seferi"nde ticaret seferi mânası esası olmuş oluyor. Bununla beraber bu îlâf Kureyş'e ait olmakla beraber seferin de mutlaka onlara ait olması lazım gelmez. Bu anlaşma suretiyle Kureyş başkalarını da sefer ve rıhlete ilaf etmiş olmak muhtemeldir. (Elmalı-Tefsir)]


2-) İylâfihim rıhleteş şitâi vas sayf;

Kış ve yaz seferinde rahat ve ülfetleri için. (A.Hulusi)

2 - Sefere iylâfları yazın, kışın. (Elmalı)


İylâfihim rıhleteş şitâi vas sayf evet, bari Kureyşin birlik ve dirliği hatırına, birlik ve dirliği hakkı için İylâfihim rıhleteş şitâi vas sayf yine bari onların kış ve yaz iylafı hakkı için. Nedir? İşte iylaf’ın açılımı aslında bu. Kış ve yaz yolculuğu hakkı için. Rıhle; yolculuk, ticaret seferi. Kervanların oluşturduğu ticari seferler. Yaz ve kış rıhlesi aslında iylaf idi. Bu iylaf aslında özü itibarıyla anlaşma manasına gelir. Bu anlaşma da işte haram ayları bize açıklayan bir anlaşma, haram aylar boyunca bu kervanlar gider, gelir yaz ve kış ticaret seferi yaparlar ve bölgenin ortasında ne ziraata, ne hayvancılığa asla elverişli olmayan, başka türlü hiçbir geçim kapısı bulunmayan, Mekke bu sayede savaş bölgesinde bir barış adası gibi yaşıyor ve gerçekten müreffeh bir hayat sürüyorlardı. İçinde ziraata elverişli herhangi bir arazi yok, içinde hayvancılıkta yapılamaz. Ama ziraata elverişli cam gibi toprak parçalarında yaşayan halklardan çok daha müreffeh bir ortamda yaşıyorlardı. Ne sayesinde? İşte burada geldi 3. ayet onu söylüyor.


3-) Felya'budû Rabbe hâzelBeyt;

Bu Beyt'in Rabbine (tevhid ehli olarak) kulluk etsinler! (A.Hulusi)

3 - Hiç olmazsa onun için kulluk etsinler rabbine bu Beytin. (Elmalı


Felya'budû Rabbe hâzelBeyt bari bunun için, bari şu iylaf için, bari yaz ve kış gerçekleşen ticari seferler hakkı için Felya'budû Rabbe hâzelBeyt şu beytin rabbine ibadet edin. Yani ibadeti yalnızca şu beytin rabbine yönlendirin, yöneltin. Onun dışındaki hiçbir şeye kulluk etmeyin, bunların hakkı için. Aslında bu bari manasını vermem boşuna değil. Yani siz fil hadisesinde borcu ödeyemediniz, Allah’a teşekkür etmediniz, teşekkür edeceğiniz yerde daha da azdınız. Bari iylaf’ın hakkı için, fil hezimetinin hakkını yerine getiremediniz bari iylaf’ın hakkı için, yaz ve kış ticaretinin, sizi burada var eden, sizin can damarınız olan, size hayat bahşeden bu yaz ve kış ticari seferlerinin sağlığı için, hakkı için teşekkürü için Allah’a kulluk edin.

Beytin rabbine diyor ama burada Rabbe hâzelBeyt Hazel beyt aslında doğrudan Kâbe’ye atıftır. Beyt; beytullah’ın bir ifadesidir, Allah’ın evi. Allah’ın evi denmesi haşa Allah’ı cisimlendirmek için telakki etme manasına değil, kamu malı olduğu içindir, çünkü insanlık evidir orası. Orası insanların çağrılı olduğu evdir. A.İmran/97. ayetinde de ifadesini bulduğu gibi;

ve Lillâhi alenNasi hıccül beyti menisteta'a ileyhi sebiyla. (A.İmran/97) ona bir yol bulabilen herkesin beyti haccetmesi, Allah’ın insanlık üzerinde ki hakkıdır. Ve Lillâhi alenNas; insanlık üzerinde ki hakkı. Çünkü insanın ata ocağı, ana kucağı, baba ocağıdır Mekke ve Kâbe. Çünkü insanlık yer yüzünde ilk kez o bölgede neşvü neva bulmuştur. İnsanlık oraya hacca giderken aslında baba ocağına teşekkür için gider. Bir vefa borcudur bu.

Evet, aslında Rabbe Felya'budû Rabbe hâzelBeyt yalnızca şu beytin rabbine kulluk edin derken, bunun teşekkürünü ödemek için kulluğunuzu şu beytin rabbine tahsis edin manasına gelir.


4-) Elleziy at'amehüm min cû'ın ve âmenehüm min havf;

O ki, onları açlıktan doyurdu ve korkudan emin etti. (A.Hulusi)

4 - Ki onları açlıktan doyurdu, ve korkudan emîn buyurdu. (Elmalı)


Elleziy at'amehüm min cû'ın ve âmenehüm min havf surenin son ayeti bu; Ki O, onları açlığa rağmen doyurmuş, her tür tehlike ve tehdide rağmen güvende kılmıştır. Evet, Elleziy at'amehüm ki O Allah onları doyurmuştur. Min cû’in. Burada ki Min bedel içindir aslında. Bunun manaya kattığı yan anlam şudur: Mekke şartlarında açlık doğaldı. Yani burada hiçbir şey yok, bitki yok, hayvan yok, ziraata elverişli arazi yok, simsiyah lav kayalıkları. Dört tane tepenin dağın ortasında bir vadi. Hiçbir şey yok. Açlık kaçınılmazdı. Burada ki Min bedeldir. Onun için Min cû’in; açlığa rağmen, açlıktan bedel. Dolayısıyla açlık kaçınılmazdı.

ve âmenehüm min havf burada ki Min de öyle yine 2. Min. Yani emniyette de olamazlardı. Nasıl emniyette olacaklar, yani bunlara doğal tehlike burada her zaman açık, çünkü burada bir kale de yapamazlar. O kadar na müsait ki ortam.

Peki nasıl olacak? Bir dağın tepesinde yaşayamazlar, su vadinin dibinde, su yok çünkü. Susuz yaşayamazlar. Suyun yanında olsalar bu sefer de tehlike ve tehditlere açık hale gelirler. Bütün bunlara rağmen Allah onları güvenlikte tuttu ve doyurdu. Evet, Elleziy at'amehüm min cû'ın ve âmenehüm min havf bütün bunlara rağmen.

Beytin rabbi onları hem doyurdu, hem de öyle bir doyurma ki bu doygunluk azdırmıştı bile, azmışlardı. Sağa sola sataşıyorlar, Allah resulüne ve vahye karşı diklenmelerine baksanıza. Neyinize böbürleniyorsunuz. Baksanıza Mekke müşrik aristokrasisinin Allah resulüne karşı o müstekbirce, o kibirli, o küstahça tavırlarına. Neyiniz var sizin. Beytin rabbi sizi doyurdu, beytin rabbi sizi güvenlikte kıldı. O beytin rabbinin peygamberi olan İbrahim o beyti oraya yeniden inşa etti ve o beytin rabbi bir peygamber seçti, hem de içinizden, sizin evladınızdan bir peygamberi seçti ve ona vahyi indirdi. Şimdi siz O’na karşı gelmekle, O’na savaş açmakla, O’nu yok etmeye kalkmakla aslında kendi ekmeğinizi veren, sizi güvende kılan, sizi bu zor şartların içinde şu cehennem gibi bir çölün ortasında cennet gibi bir hayatı size lûtfeden Allah’a siz böyle mi teşekkür ediyorsunuz, teşekkür böyle mi olur. Onun için tefekküre davet ediyor Kur’an işte. Tefekkür etselerdi teşekkür ederlerdi. Tefekkür etmediler. Onun için teşekkür de etmediler.

İşte bu sure onları akıllanmaya, aslında onların üzerinden hepimize. Çünkü hepimiz Allah’a muhtacız. Allah desteğini çektiğinde ayakta duramayız. Allah’ın yok neyin var, Allah’ın var neye muhtaçsın eğer Allah çekiliverirse özel bir belaya ihtiyaç yok Allah’ın desteğini çekmesi belaların en büyüğüdür. İnsan nasıl ayakta durur, insan nasıl dik durur. Onun için hepimize hatırlattığı bu. Eğer Allah’ın üzerinizde ki nimetini hatırlarsanız Allah’ın hakkını Allah’a teslim etmek zorunda kalırsınız. Allah’ın hakkını hatırlarsınız. Allah’ın hakkının ananızın, babanızın, kardeşinizin, komşunuzun ve herkesin hakkından, eşinizin, can yoldaşınızın hakkından daha fazl olduğunu görürsünüz. O zaman Allah’ın hakkını Allah’a teslim etmenin tek yolunun Allah’a kayıtsız şartsız teslim olmak olduğunu anlarsınız.

İşte İslam budur, işte Müslüman olmak budur. Allah’ın hakkını Allah’a teslim etmek için Allah’a teslim olmaktan başka çare bulmamak.

Rabbim hakkını inkâr edenlerden değil hakkını teslim edenlerden ve bu amaçla da kendisine kayıtsız şartsız teslim olanlardan kılsın.


“Ve ahiru davanâ enil hamdülillahi rabbil alemiyn”

Çağrımız ve davamız Âlemlerin Rabbi olan Allah’a hamd’adır.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder