
Euzübillahimineşşeytanirracim,
Bismillahirrahmanirrahim
Bir
tefsir dersinde daha bizleri buluşturan Allah’a hamd ederek giriyorum söze. Ve
yine O’na Hamd ediyorum ki, insanla konuştu, insana rahmetinin bir eseri olarak
Vahyini gönderdi. Ki O’nun vahyi rehberliğinin ta kendisidir. İşte şimdi o
rehberliğin delilleri olan, belgeleri olan ayetlerle devam ediyoruz.
Bu
günkü dersimiz Bakara suresi 187. ayetten devam ediyor.
187-) Uhılle leküm leyletesSıyâmirrefesü
ilâ nisâiküm* hünne libâsun leküm ve entüm libâsun lehünne, alimAllahu enneküm
küntüm tahtanune enfüseküm fetâbe aleyküm ve 'afâ anküm* fel'ÂNe başirûhünne
vebteğû mâ ketebAllahu leküm* ve külû veşrebû hattâ yetebeyyene lekümül haytul'
ebyedu minel haytıl'esvedi minel fecr* sümme etimmusSıyâme ilelleyl* ve lâ
tübâşiruhünne ve entüm 'âkifûne fiyl mesacid* tilke hudûdullahi felâ takrebûha*
kezâlike yübeyyinullahu âyâtihi linNâsi leallehüm yettekun;
Sıyam günlerinin gecelerinde
kadınlarınıza yaklaşmak (cinsellik) helal kılındı. Onlar sizin, siz de onların
elbisesisiniz (kişinin dış dünyasındaki en yakını). Allâh bu konuda
nefsinize haksızlık ettiğinizi (gece de oruç devam eder cinsellik yapılmaz
zannınızı) bildi de yanlıştan dönmenizi (tövbenizi) kabul etti ve
sizi affetti. Artık onlara Allâh'ın hükmü kadarıyla yaklaşabilirsiniz. Gün
başlangıcına (gecenin karanlığının günün aydınlığına dönüşme sürecine)
kadar, yeyip için. Sonra sıyamı geceye kadar yaşayın. Mescidlerde itikâfta iken
eşlerinize yaklaşmayın. Bunlar Allâh'ın koyduğu sınırlardır ki onlara
yanaşmayın. İşte Allâh, işaretleri böylece açıklar ki bilfiil korunasınız. (A. Hulusi)
Oruç gecesi kadınlarınıza
yaklaşmanız, size helâl kılındı. Onlar, sizin için bir örtü, siz de onlar için
bir örtü durumundasınız. Allah, nefsinize güvenemeyeceğinizi bildiği için
müracaatınızı kabul buyurdu ve sizi bağışladı. Şimdi onlara yaklaşın ve
Allah'ın sizler için yazdığını isteyin. Ta fecrin beyaz ipliği siyah iplikden
size seçilinceye kadar yiyin, için. Sonra da ertesi geceye kadar orucu tam
tutun. Bununla beraber siz mescitlerde îtikaf halinde iken onlara yaklaşmayın.
Bunlar, Allah'ın sınırlarıdır, sakın onlara yaklaşmayın. Allah, âyetlerini
insanlara böyle açıklıyor ki sakınıp korunsunlar. (Elmalı)
Uhılle leküm leyletesSıyâmirrefesü ilâ nisâiküm Oruç günlerinizin
gecelerinde kadınlarınıza yaklaşmak size helal kılındı. hünne libâsun
leküm ve entüm libâsun lehünne Onlar sizin örtüleriniz, siz onların örtülerisiniz.
Bu harika
ifade ancak ilahi bir kelâmda bulunabilir. Onlar sizin örtüleriniz, siz onların
örtülerisiniz. Yani kadın ve erkek sizler hayatın iki yarım küresisiniz. Hayat
sizinle bütünleşmekte. Siz birbirinizle bütünleşince hayat bütün olmakta. Bir
bütünün iki parçası olduğunuzun bilincinde olun.
Bir esvap
gibi örtü diyor Kur’an. Libas, elbise, giysi. Elbise nedir? İnsanın bedenini
örten her şey. Bu aynı zamanda, çirkinlikleri kapatan şey anlamına da gelir.
Çünkü elbiseler, insanları güzelleştirir. Onun için bu ayette, bu ibarede adeta
ailenin, mutlu ailenin hangi temel üzerine kurulması gerektiğinin işaretleri
yatıyor. Ey aileyi oluşturacak olan temel köşe taşları birbirinize elbise gibi
olun, birbirinizin ayıplarını elbise gibi örtün. Onunla kalmayın birbirlerinizi
elbise gibi güzelleştirin.
Tabii
bunun bir de mecazi boyutu var. Mecazen bu ibare, birbirinizi yüreğinize giyin.
Giyinin anlamına gelir. Bu neyin ifadesi, bu muhabbetin, bu ülfetin ifadesidir.
Bu ayet
içinde bulunduğu pasajla birlikte oruçtan söz eden bir ayet. Diyeceksiniz ki
oruçtan söz eden bir ayette niçin böyle bir ibare yer alıyor? Öncelikle bu
niçinin sebebini ayetin iniş nedeninde aramamız gerek o da şu;
Yahudi
geleneğinde oruçlar 24 saat olarak tutulurdu. Bir kez iftar yapılır ve onun
dışında hiçbir şey yenilmez içilmez ve beraber olunmazdı. Onun için bu
gelenekten etkilenen Medineli Müslümanlar böyle bir zanna kapıldılar. Acaba
bizde de yasak mı diye. İşte bu ayet bu kanaati bu zannı ortadan kaldırmakta ve Muhammed A.S.
şeriatında orucun seherde, şafak vaktinin ağarmasıyla başlayıp akşam güneşin
batışıyla bittiği vurgulanmakta. Onun için de burada bir gelenek tashih
edilmekte ve müminlere Allah’ın rahmeti ve mağfireti bir kez daha
hatırlatılmakta.
Oruç demiştim bir evvelki
dersimizde bedenin açlığı değil, ruhun beslenmesidir. Eğer oruç ruhun
beslenmesi ise diyeceksiniz ki peki, insanın derinliğine yaptığı bir yolculuk
olan oruçta, insanın nefis teskiyesi ve ruh terbiyesinde böyle “ten” sel
hazların, zevklerin yeri nedir derseniz eğer, ben derin ki; Allah ibadetlerinde
dahi ailenin en doğal hakkını veriyor aileye. Yani ibadetler sırasında dahi
ailenin ülfet ve muhabbetini engelleyecek bir şey yok. Onun için oruç
gündüzlerinin dışındaki vakitlerde doğal ve normal ailevi münasebetlere izin
veriyor. Bu oruçta yüreğe doğru ailece yapılmış bir yolculuk oluyor. Ailece
yapılmış yüreğe doğru bir yolculuk.
Devam ediyoruz;
alimAllahu enneküm küntüm
tahtanune enfüseküm fetâbe aleyküm Allah
sizin kendinizi zor durumda bırakacağınızı bildi de bu yüzden affıyla muamele
etti size. fetâbe
aleyküm Sizi affetti. Tevbenizi kabul
etti.
Bu biraz önce söylediğim ayetin imiş sebebiyle ilgili. Çünkü gerçekten
de oruç eğer 24 saat olsaydı müminleri orucu 30 gün farz olduğu için müminler
zor durumda kalabilecekler ailevi münasebetleri bir takım sıkıntılarla karşılaşabileceklerdi.
Oysaki Yahudilerin orucu sadece aşure günü tuttukları 1, ya da 3 günlük bir
oruçtu. Müslümanlar ise 30 günlük, kısa sayılamayacak bir süre oruç tutmakla
emr olundular. Onun için de Allah bu noktada yine müminlere lufetti, Rahmet
etti, mağfiret etti bu ayetin bu kısmı bunu söylemektedir.
ve 'afâ anküm Zorluğu üzerinizden kaldırmıştır Allah. Sadece affıyla
muamele etmedi, aynı zamanda zorluğu üzerinizden kaldırdı. Yani şu ana kadar bu
konuda gösterdiğiniz kusurları affettiği gibi, bundan sonra da bu konuda
zorluğa düşmeyeceğiniz ilahi bir düzenleme yaptı.
fel'ÂNe başirûhünne vebteğû mâ
ketebAllahu leküm Artık
şimdi onlara yaklaşın. Yani eşlerinizle beraber olabilirsiniz. Allah’ın size
meşru kıldığından yararlanın vebteğû mâ ketebAllahu leküm Lafzen manası Allah’ın size yazdığı şeyi elde edin arayın.
İfadeye bakın. Kadın erkek münasebetleri, cinsler arasındaki
karşılıklı her türlü münasebet, Allah’ın insana yazdığını aramak biçiminde
ifade buyruluyor Kur’an da tabii ki meşru olmak kaydıyla. Demek ki Allah insan
eyleminin hiç birinin dışında tutulamaz. Allah’ı İnsani eyleminin hiç birinin
dışında tutamazsınız, bu aynı zamanda bu demektir. Ey insan beni
karıştırmadığın hiçbir işin yok, onun için meşru her işe besmele ile başlanır.
Besmele Allah’ı işe karıştırmaktır Allah’la yapmaktır Allah’lı yapmaktır.
ve külû veşrebû hattâ yetebeyyene
lekümül haytul' ebyedu minel haytıl'esvedi minel fecr Fecr vakti, gecenin karanlığından, tan yerinin aydınlığı
belirginleşinceye kadar yiyiniz ve içiniz.
İşte burada kesin vakitler tespit edilmiş oldu. Önceki şeriat
olan Musa A.S. ın şeriatındaki bir hüküm daha da genişletildi ve Muhammed A.S.
ın şeriatında orucun başlayış ve bitiş vakti yeniden ve daha toleranslı bir
biçimde tespit edildi.
Bu vakitlerde bildiğiniz gibi Fecr-i Sadık’ın başladığı vakit
ki peygamberimiz böyle tefsir etmiştir bu ayeti. Bir hadisinde yine Buhari ve
Müslim’in naklettiği bir hadis;
- Sizi Bilal’in ezanı
aldatmasın. (Yani yemeden içmeden
alıkoymasın) Siz Ümmü Mektum’un ezanına
kadar yiyin ve için.
Yine Müslim’in naklettiği bir başka varyantta;
- Sizi Bilal’in ezanı
aldatmasın, orucun başladığı vakit ışığın böyle olduğu değil, böyle olduğu
zamandır. Buyurmuşlar.
Yani Fecr-i Kâzib’i değil,
Fecr-i Sadık’ı göstermiştir. Bu da ışık önce doğu tarafından, önce dikey bir
biçimde belirir ama o geçer. Arkasından koyu bir karanlık alır. Onun ardından
da yatay bir biçimde yavaş yavaş kendisini hissettiren bir aydınlık belirir.
Yalnız bu ayetin ve bu
hadislerin tefsirinde sahabe farklı farklı yorumlarda bulunmuşlar. Onun için de
bu yorumlara mutabık olarak farklı uygulamalarda bulunmuşlar. Ashab-ı Kiramdan
bazıları dağların, ovaların, yolların ve platoların aydınlanması biçiminde
algılamışlar bunu orucun başlama vakti demişler; Yüksekçe bir yere çıktığınızda
her tarafın siluetinin, her tarafın yolunu, dağını, tepesini, ovasını
görebilinceye kadar yiyip içmektir demişler.
Daha başka bazıları,
örneğin Hz. Ali, Hz. Ebu Bekir; sabah namazının vaktini orucun başlangıcı
olarak görmüşler. Hatta öyle rivayetler vardır ki yine sahih olarak Hz. Ali ve
Hz. Ebu Bekir’den, namazı kıldıktan sonra sahur yediklerine dair rivayetler
vardır.
Ancak meşhur fıkıh
ekollerinin müçtehit imamlarının görüşleri bizce ihtiyata yakın görüşlerdir.
Onlar zaten ihtiyatı öne almışlar. Onun içinde bu konuda mümkün olduğu kadar
ihtiyatlı davranılmasını teklif etmişler.
Tabii ki ihtiyat evladır.
Ancak eğer bir mümin sabah namazının vakti çıkmadan bir dakika kala dahi olsa
eğer sahurunu yapmışsa onun orucu oruçtur. Caizdir bu böyle bilinmeli. Lakin
ihtiyata binaen fecr-i sadıkla beraber oruç başlamalıdır bu ihtiyata daha uygun
olandır. Hele hele daha sonra kılınabilecek namaz vaktinin ayrılması gibi bir
takım zaruri, dini ve hayati ihtiyaçlarda göz önünde tutularak abdest için hazırlık,
namaz için hazırlık, ihtiyaç halinde gusül için zaman aralığı bırakmak
açısından bu ihtiyata en layık olandır diye düşünüyorum.
ve lâ tübâşiruhünne ve entüm
'âkifûne fiyl mesacid Yine siz
mescitlerde ibadet için kapandığınızda, yani itikafa girdiğinizde hanımlarınıza
yaklaşmayın.
Yanlış hatırlamıyorsam bu surenin, bakara suresinin 128.
ayetinde İtikafı daha önce açıklamıştım. İtikaf; Allah’a zamanın bütününü
ayırmak demektir, yani bir zaman aralığı tespit edip o zaman aralığını
tamamıyla Allah’a ayırmak. Diyeceksiniz ki Allah’ın sizin zamanınıza ihtiyacımı
var? Hayır yok. Aslında doğrusu kendinize ayırmak, yüreğinize yapılan
yolculuktur itikaf. Yüreğe doğru yapılan bir yolculuk.
İtikaf Hıra’nın yeniden yaşanmasıdır onun için peygamberimiz
ömrü boyunca, Ramazan’ın son 10 günü hep itikafa girdi. İtikaf niyetiyle 2
saatlik dahi olsa bu niyetle kapanmak, itikaftır. İsterse 2 saat olsun. Ama
Peygamberimiz Ramazan’ın son 10 gününde hep itikafa girmiştir. 1 yıl bunu
yapamamıştı, yapamadığı yıl da kaza etti. Oysaki Resulallah nafileyi kaza
etmezdi. Ama itikafa verdiği önemi anlayın.
İtikaf yüreğe doğru bir yürüyüştür demiştim. İtikaf mescidi
medreseye, okula, kışlaya ve yürek eğitim merkezine çevirmektir. İtikaf,
Resulallah’ın Hıra’sını müminlerin hayatına taşımaktır. Onun için İtikaf,
nebevi bir sünnet olarak müminlerin hayatında yerini almalı. Ve bir iç eğitim
seferberliğine dönüştürülmelidir.
İşte bu sırada da eşlerinizle beraber olamazsınız diyor
Kur’an. Çünkü Yüreğe doğru yapılan bir yolculukta, ten zevkinin yeri yok.
tilke hudûdullahi felâ takrebûha İşte bunlar Allah’ın sınırlarıdır. Allah’ın çizdiği
sınırlardır, sakın ola yaklaşmayın.
Dikkatinizi çekerim, geçmeyin demiyor, yaklaşmayın diyor.
Allah nehy ederken eğer çizdiği sınır nehiyle
ilgili bir sınırsa genellikle yaklaşmayın emri gelir. Niçin? Yaklaşmak riskli
bölgeye, tampon bölgeye girmek demektir, risk var demektir. Onun için içtenibu aniş şufeha Şüpheli olan
şeylerden kaçınmakta riskli olan bölgeye girmemektir. Şüpheli şeylerden
kaçınınız nebevi, peygamberi tavsiyesi de işte bunun bir devamıdır. Ve
la takrabüzzina.. (İsra/32) zinaya yaklaşmayınız ayetinde olduğu gibi.
Yapmayınız dan öte, yaklaşmayınız. Onun için Kur’an da bazı nehiyler bu şekilde
ara bölge, tampon bölge konularak insanların riske düşmesi önlenir.
kezâlike yübeyyinullahu âyâtihi linNâsi leallehüm yettekun; İşte bu şekilde Allah kendi ayetlerini insanlığa açıklıyor.
Niçin? leallehüm
yettekun; Belki onlar sorumluluklarının
şuurlarına varırlar, sorumluluk bilincini kuşanırlar diye.
Demek ki
bu yasakların bir amacı varmış Allah insana yasak koymakla mutlu olmaz, daha
doğrusu insana getirilen yasakların Allah’a vereceği bir şey yoktur. O halde
nasıl anlamalıyız yasakları, insana konulan yasakların, insana getireceği bir
şeyler vardır, yani insanın mutluluğu içindir Allah’ın insan için yaptığı
düzenlemelerdir, budur.
İşte bu
yasağın da bir sebebi var. Allah hiçbir sınırı; Ben çizdim o halde uyacaksın
diye çizmiyor ve bize de bir usul öğretiyor. Yani bizi ikna ediyor. Etmese ne
olur? Hiçbir şey olmaz. Allah’tır emreder ve biz de kuluz yaparız. Ama bize
şunu demek istiyor.
- Bakın ben Allah olduğum halde, ben bile sizi ikna
ediyorum. Sizi ikna etmek için gerekçe söylüyorum. Siz birbirinize zorbaca
dayatmayın. Siz insan olduğunuz halde kalkıp birbirinize gerekçesini iletmeden,
ikna etmeden, Karşınızdakinin akıl ve mantığına seslenmeden ona dayatmayın.
Aslında
bir üslup veriliyor burada. leallehüm yettekun; Umulur ki
onlar sorumluluk bilincini kuşanırlar. Problem bu. Sorumluluk bilincini
kuşanmanınız için bütün bu düzenlemeler. İlahi düzenlemeler. Sorumluluk
bilincini kuşandığınız zaman ne mi olur? Üç şeye kavuşuruz.
1 –
Özgürlük,
2 –
Güvenlik,
3 –
Mutluluk, saadet.
Bu üç şeye
kavuşan neye ihtiyaç duyar söyler misiniz bana. Özgürlüğünüz, güvenliğiniz ve
mutluluğunuz garanti altına alınmışsa eğer, insan olarak daha ne
isteyebilirsiniz. Tabii bu üç şey sadece dünyevi boyutlarıyla değil ebedi
boyutlarıyla garanti altına alınıyor. Mutluluk ebedi, güvenlik ebedi, özgürlük
ebedi.
188-) Ve lâ te'külû emvaleküm beyneküm
Bil batıli ve tüdlû Bihâ ilelhükkâmi lite'külû feriykan min emvalinNâsi Bil
ismi ve entüm ta'lemûn;
Mallarınızı, aranızda, gerçeklerle
bağdaşmayan şekilde yemeyin. Ve bilip durduğunuz halde insanların mallarından
haksız yere yemek için hükmedicilere koşmayın. (A. Hulusi)
Bir de aranızda mallarınızı batıl sebeplerle yemeyin. İnsanların
mallarından bir kısmını bile bile günah ile yemek için, o malları hâkimlere
rüşvet olarak vermeyin. (Elmalı)
Ve lâ te'külû emvaleküm beyneküm Bil batıli Şimdi ayet bir başka konuya geçti. Ancak iki konu arasında
hiç mi bağlantı yok diyecek olursanız ilginç bir bağlantı var, o bağlantı da
şu: Oruç insanın kendi malını yemesi ile ilgili bir hakikatti, şimdi
başkalarının malını yemekle ilgili bir düzenlemeye geçtik hemen, yine ikisi de
mala taalluk eden, yeme, içme, kazanma ve harcamaya taalluk eden şeyler,
hükümler.
Kendi
malınızı yemeniz konusunda hüküm bu. Bir de başkalarının malını yeme konusu var
ki ona geldik. Ve
lâ te'külû emvaleküm beyneküm Bil batıli Gayri meşru bir biçimde birbirinizin mallarını yemeyin.
Batılı, gayri meşru olarak çevirdim, batılın Arap dilindeki karşılığı,
karşılığı olmayan şey demektir, mukabili bulunmayan şey demektir.
İlginç
değil mi..! Yani bedelsiz şey. Bedel ödemeden elde ettiğiniz her kazanç
batıldır. Haksız ve rızasız diye iki temel düstur ile izah etmek lazım. Hak ve
rıza, kazancı meşrulaştıran iki temel düstur, onun için eskiler rızasız lokma
haramdır özdeyişinde ifade etmişler. Haksız kazançta böyle Hak ve rıza bir
kazancı meşrulaştırır.
Ve lâ te'külû emvaleküm beyneküm Bil batıli Gayri meşru bir biçimde malınızı, birbirinizin mallarını
yemeyin. Aslında, birbirinizin malları emvaleküm beyneküm
Birbirinizin mallarını aranızda yemeyin biçiminde tercüme etmemiz de mümkün.
Lakin benim dikkat çekmek istediğim şey “Birbirinizin
malları” Bu İslam’ın şahsi mülkiyete cevazına bir delildir. Bu bir gerçek.
Özel
mülkiyete bir izindir özel mülkiyeti peşinen kabul ediyor bu. Ancak bundan öte
bir şey söylemek istiyor, özel mülkiyetinizde olan her şey aslında birbirinizin
gibi algılanmalı. Eğer saldırganlaşırsanız, eğer haksız yemeye başlarsanız bu
sizinle kalmaz. Haksız kazanç yiyen bir kimse sadece kendisinde biten bir
kötülük yapmıyor ki..! En başta yediği bir başkasının hakkı. O halde en az iki
kişiye kötülük yapıyor. Bir kendisine bir de hakkını yediği kimseye, en az..!
Bir de
topluma kötülüğü var bunun. Çünkü yediklerinizin ve içtiklerinizin,
eylemleriniz, inançlarınız, davranış ve tavırlarınızla çok sıkı alakası var
dostlar. Ha..! Diyeceksiniz ki bana; Bunu ispat edebilir misin? Edemem. Bunu
Allah ispat eder ve bir de hayat. Kendinize bakın, etrafınıza bakın, insanlara
bakın bunu görürsünüz. Bunu Laboratuara sokamam, eğer Haram ve Helal’i gösteren
bir aygıt icat edilseydi belki fark ederdik. Eğer haram ve helali gösteren bir
alet olsaydı, haramla pişmiş bir pilavın, aslında bir pilav değil, tanelerinin
birer kurt olduğunu görürdü.
O zaman
belki de insanlardan bazıları ömür boyu bir şey yiyemezler. Ama onu da görmüyoruz.
Lakin haramdan kazanılmış bir kazancın, haramdan elde edilmiş bir gelirin insan
davranışlarına, insan inançlarına, insanın duygu ve düşüncelerine, yüreğine ve
kafasına olan etkisini biz, Allah’ın bu konuda koyduğu yasaklardan anlıyoruz.
Haram lokma
insanı yerinde durdurmaz. İnsanın sadece fizyonomisini etkilemiyor bu
yedikleri. Fizyolojisi üzerinde ki etkisi sabit, artık ilmi olarak ispat
edilmiş durumda. Hatta daha önceki tefsir derslerimde de değinip geçmiştim;
ABD de
yapılmış bir çalışmayı okumuştum bu konuda. Amerikalıların yedikleri fast foot
türünün, hamburger ve cızburgerin. Yani dana etinin insan biyolojisi ve
davranışları üzerinde ki etkilerini yıllar içerisinde, yıllar boyunca
araştırılması sonucunda ortaya çıkan bir gerçek; Amerikalılar ahlaken ve
davranış olarak danalaşıyor mu sorusunu gündeme getirmişti. Çok ilginç bir
sonuçtu. Yani yedikleri etin davranışlarına yansıyıp yansımadığını yıllar boyu
araştıran ilim adamları sonuçta evet böyle ciddi bir tehlike sezinliyoruz
biçiminde rapor etmişlerdi.
İşte
sadece bu işin bir boyutu. Bir de insanın inançlarına, İnsanın Allah’la
ilgisine, insanın kutsal ile olan ilişkisine, insanın kendisi ile olan
ilişkisine yansımasını düşünün. İşte yemek ve içmekle ilgili emir ve nehiyler
düzenlemeleri, siz bizim bilmediğimiz ama Allah’ın çok iyi bildiği bu gibi
sebeplere mebni olduğunu düşünmek zorundayız. Düşünmek zorundasınız bir mümin
olarak.
ve tüdlû Bihâ ilelhükkâmi lite'külû feriykan min emvalinNâsi
Bil ismi ve entüm ta'lemûn; Uzun bir
cümle, sonundan başlayalım tercümeye; Bile bile insanların kimi mallarını yemek
için günah olan hukuki hilelere başvurmayın. Bu yaklaşık meal, Meal zaten
tercüme değildir. Meal yaklaşık ifade tarzıdır.
Burada ve tüdlû Bihâ ilelhükkâmi Yöneticilere ya da hakimlere. Yargıçlara yani, daldırmayın,
uzatmayın, sarkıtmayın, sarkmayın manası. tüdlû Bih Del kova
demektir.
feedla delveh. (Yunus/19) Kur’an da geçen bir ifadedir kova sarkıtmak, oradan mecazen
neyi çağrıştırıyor? Hakimlere verilen rüşveti çağrıştırıyor. Devletin malı
olmaz yanlış bir tabir. Devletin malı nerden oluyormuş, milletin malıdır.
Kamunun malına kova sarkıtmak, kuyuya kova sarkıtılır gibi. Yine Gazzali’nin
güzel ifadesinde olduğu gibi; Kova sarkıtmaktan mülhemdir diyor bu kelime, Kova
niçin sarkıtılır kuyuya? Su çekmek için. O halde diyor resmi makamlara kova
sarkıtıp, Niçin sarkıtılır? Oradan da mal çekmek için.
Rüşveti
çağrıştırıyor ki birçok müfessir de zaten bu ayeti rüşvet olarak tefsir
etmişler. Yani bile bile insanların kimi mallarını yemek için rüşvet vermeyin, hâkimlere,
yargıçlara ya da yöneticilere. Bu bunu yasaklıyor. Ya da resmi hilelere
başvurmayın.
Burada
aslında söylenmek istenen şu. Kitabına uydurup ta kanuni halde aldığınız her
şey helal değildir. Eğer bir şey hakkınız değilse kitabına uydurmuş olmanız
size onu helal kılmaz diyor yani burada söylenmek istenen o.
Efendim
devlet izin vermiş, günah olsa devlet izin verir mi mantığı ne kadar sefilce
bir mantık. Şimdi kitabına uydurup ta kamu malını hırsızladığında bu caiz mi
oluyor. Bir yolunu bulduğunda, kanuna uygun olan, hakka hukuka da uygun
anlamına geliyor mu? Kim söylemiş bunu. Öyle olsaydı şu yapılan resmi
hırsızlıklar, resmi soygunlar, yolsuzluklar hep meşru olmuş olmaz mıydı?.! Zaten
bugün kamu malını tümüyle götürenler, denizi boşaltanlar, gayri resmi hırsızlık
yapmıyorlar ki. Onların yaptığı tüm hırsızlık resmi hırsızlık. Hırsızlık resmi
olunca meşru mu oluyor. Aksine iki kere hırsızlık oluyor iki kere suç oluyor.
Bir hırsızlık oluyor, bir de hırsızlığı yapmak için meşru bir yöntem gayri
meşru bir biçimde kullanılıyor, o da ayrıca bir haksızlık oluyor onun için
ayetin söylediği açık.
Rüşvet
nedir, tabii burada ben uzun uzadıya girmek istemiyorum, Rüşvetin şer’i tarifi
şudur; Gayri meşru, helal olmayan, hakkınız olamayan bir şeyi almak, bir işi
yaptırmak için birine bir bedel ödemeye rüşvet denir. Çok önemli tarif kendini
ifade ediyor yeterli.
O halde
toplumumuzda sıkça karşılaştığımız bir problem var sosyal bir yara. Bizim
hakkımız diyeceksiniz, gayri meşru bir iş değil. Hakkımız olan bir iş için
karşınızdaki memur ya da bürokrat bir şeyi almadan yapmıyor, bu durumda ne
yapacağız? Rüşvetin tarifi belli biraz önce yaptım. Haksız ve gayri meşru bir
işi bir bedel karşılığında yaptırmak. Bu durumda alana da verene de haramdır.
İkinci durumda hakkınız, doğal hakkınız. İşte gayri meşru değil meşru bir iş,
ama karşıdaki kötü alışkanlığı olan biri. Yapması gereken görevini ekstra bir
ücret talep ederek yapıyor, yani rüşvetçi biri amiyane tabirle. Bu durumda alan
için haramdır veren için değil.
Devam
ediyor b sayfasına geçiniz.
Bakara (187-197) ayetlerini toplu olarak BURADA
bulabilirsiniz.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder