
Euzübillahimineşşeytanirracim,
Bismillahirrahmanirrahim
Sevgili dostlar 16. dersimize,
bakara suresinin 224. ayetinden devam ediyoruz.
224-) Ve lâ tec'alullâhe urdaten lieymaniküm en teberrû ve tetteku ve tuslihû
beynen Nâs* vAllâhu Semiy'un 'Aliym;
Sözünüzde
durmanız, kötülükten sakınmanız ve insanların arasını düzeltmeniz için, Allah'ı
yeminlerinize hedef veya siper edip durmayın. Allah, her şeyi işitir ve
bilir.(e.m.)
Allâh adına yaptığınız yeminler; iyilik yapmak, korunmak,
insanlar arasını düzeltmek gibi konularda size engel olmasın. Allâh Semi'dir,
Aliym'dir. (A.Hulusi)
Ve lâ tec'alullâhe urdaten lieymaniküm Allah’ı yeminlerinizle engel
kılmayın.
en teberrû ve
tetteku ve tuslihû beynen Nâs Erdemli davranışlarınıza, Allah’a karşı sorumluluk
bilincinizin gerektirdiği tavırlara ve insanlar arasında barışı yayma hususunda
Allah’ı yeminleriniz vasıtasıyla engel kılmayın.
Yeni bir konuya girdi Kur’an aynı sure içerisinde.
Ancak takdir ettiğiniz gibi her yeni konunun kendisinden bir önce ki konu ile
güzel bir tenasübü, bağlantısı, iç ve dış bağlamı var. Bu bağlam çerçevesinde
düşünüldüğünde, geçen dersimizde işlediğimiz ayetlerle bu ayet ve bundan
sonraki ayetler arasında da ilginç bağlantılar vardır. Bu bağlantı öncelikle
insan hayatında, gündelik yaşamda hepimizin başına gelen bir takım olaylarla
ilgili.
Bu olayların başında sözümüz içinde geçen yeminler
geliyor. Yeminler neden Kur’an ı bu kadar ilgilendiriyor derseniz,
ilgilendirir.
1 – hayatın içinde yer bulan her
şey Kur’an ı ilgilendirir, çünkü Kur’an hayattır.
2 – Allah adına yemin ediyorsunuz.
Allah adına yemin ediyorsanız elbette bunun bir hükmü olmalı. Kur’an bu konuda
bir şey söylemeli.
İşte Kur’an onu söylüyor ve diyor ki; Erdemlilik, sorumluluk
ve Islah konusunda, hususunda Allah’ın adını anarak ettiğiniz yeminleri
erdemliliğe, insanlar arasında ki barışa ve güzel davranışın her türüne bir
engel telakki etmeyin.
Burada iki mana var.
1 – Güzel davranışı yapmamak üzere
yemin etmeyin. Yani Vallahi ben bir daha falana hayır etmeyeceğim. Vallahi ben
bir daha iyilik etmeyeceğim. Gibi yemin etmeyin. Ki bu ayetin sebep-i nüzulü,
iniş nedeni olarak gösterilen bir olay var tefsirlerde.
Hz. Ebu
Bekir,
akrabası olan Mistah Bin Usâse’ye
yardım ederdi. Çünkü Mistah çok yoksul biriydi. Lakin Hz. Aişe nin başına
iftira hadisesi geldiğinde Hz. Ebu Bekir’in yardımlarıyla geçinen bu akrabası
bu iftiraya inanan ve yayanlardan biri olmuştu. Bu acı üzerine Hz. Ebu
Bekir’de;
- Vallahi
bundan böyle Mistaha yardım etmeyeceğim..! Diye yemin etmişti.
İşte bu ayeti bu olayla
irtibatlandırıyor bazı müfessirler ve özellikle ilk kuşağa mensup bazı alimler.
Tabii aslında gerek sahabenin,
gerekse alimlerin, müfessirlerin böyle bir olayı bu ayetle irtibatlandırması olayla
ayet arasında bir ardıllık, bir eş zamanlılık anlamına gelmiyor. Yani bu olay
olmuş, bu ayet inmiş anlamı çıkmaz hiçbir sebep-i nüzul rivayetinde. Olsa olsa
bunun anlamı şudur. Sahabe Kur’an ı
olmuş ve bitmiş, inmiş ve tamamlanmış bir metin gibi değil, hayata her an
müdahil olan bir özne gibi görüyor. Bir nesne gibi değil, hayatın her alanına
her an müdahale eden canlı bir özne gibi gördüğünün delilidir bu.
Yani bu bakış açısıyla bugün
olmuş bir olay da o gün inmiş bir ayete sebep-i nüzul olabilir. Ve
diyebilirsiniz ki bu olay bu ayetin iniş sebebidir. Çünkü Kur’an canlıdır.
Hayata ilişkin şeyler söyler. Ve Kur’an zaman ve mekanla mukayyet değildir. Her
an sıcak her an taze ve her an hayatın içindedir. Onun için her ayet her an
sizi muhatap alır. Hayatınızı muhatap alır. Kendinizi o ayette görebilirsiniz. O zaman şunu diyebilirsiniz; Bu ayetin
sebep-i nüzulü benim. Bunu rahatlıkla diyebilirsiniz.
Birincisi o, yani hayır hususunda
yapmayacağım diye Allah adına yemin etmeyin.
2. İkinci anlaşılan şey, böyle bir yemin etmişseniz, bu yemini
tutmakla yükümlü değilsiniz. Güzelliği yapmamak üzerine yapılmış bir yemin
tutulmakla mükellef değildir.
Resulallah’ın bu konuda farklı
varyantlarıyla Buhari, Müslüm ve diğer hadis külliyatına giren bir hadisi var.
- Eğer bir hayrı yapmamaya yemin
etmişseniz, daha sonra yemininizin aksini yapmanın daha hayırlı olduğunu
görmüşseniz o yemininize bakmayın, o hayrı yapın, kefaretini de ödeyin.
Buyurmuşlardır.
Onun için hayrı yapmamak üzerine
yemin edilmemeli. Edilmişse o yeminle kişi kendisini bağlı hissetmemeli. Eğer
böyle ise düşünün siz şerri yapma üzerine yemin etmenin hükmü nedir..!
- Allah’a yemin olsun ki vallahi ben içki içeceğim..!
Diye yemin etmesi bir insanın,
insanla Allah ilişkisini geriverir. Belki koparır. Çünkü Allah’ın yasakladığı
bir şeyi, Allah’ın adıyla irtikap etmeye çalışmaktır ki bu, Allah’ın yasağıyla
dalga geçmek, Allah’a rağmen, Allah’ın adını kullanmak anlamına gelir. Bu
elbette çok büyük bir vebaldir.
vAllâhu Semiy'un
'Aliym;
Ayetlerin bitiş cümleleri mutlaka ayetin muhtevasıyla alakalıdır. Özellikle
bitiş cümlelerinde yer alan Allah’ın sıfat ve isimleri ayetin muhtevasına uygun
gelir. Yani hiç biri tesadüfi değildir. Hiçbir ayetin sonunda yer alan isimler
ve sıfatlar; İşte öyle denk gelmiştir de onun için bu sıfat kullanılmıştı
diyebileceğiniz şekilde değildir. Semiy'un 'Aliym Allah’ın işitme ve bilme
sıfatları yemin bahsinde kullanılıyor, anlaşılması çok basit. Çünkü insan yemin
ederken neyi kastettiği yüreğindedir. Onun için Allah yüreğindeki gerçek
maksadını bilir diyor. Tabii ki yüreğindeki maksadı yansıtmıyorsa eğer
dilindeki, onu da işitiyor ve hem işitip hem bilince ikisinin arasındaki
mutabakatı ya da zıddiyeti elbette ki biliyor.
Bu şu demektir. Siz bunu bilemezsiniz. Siz
işitebilirsiniz yemini, ama Alîm
olmadığınız için onun yüreğinde ki maksadını bilemezsiniz. Allah bunu biliyor.
Allah onun için insana hep kendisinin her şeyi işittiğini ve her şeyi bildiğini,
her şey, bir tefsir değildir. Semiy
ve Alîm, Alîm isminin kipi icabı,
yani formu icabı, bu iki sıfatı dildeki yeri icabı bu mana mutlaka
verilmelidir. Çünkü mübalağa vezninden gelir bu ikisi de. Semiy, Alîm yani normal bir işitme değil, normal bir bilme değil.
Her şeyi kapsamıyla derinliğine işitir, her şeyi tüm ayrıntılarıyla derinliğine
bilir demektir. Ve tabii bildiği için rahatlıyoruz. Neden? Çünkü insanız, insan
olmamız hasebiyle bu konuda da hatalar yapıyoruz. Ne yapabiliyoruz mesela; Devam
ediyoruz.
225-) Lâ yuahızükümüllâhu Bil lağvi fiy eymaniküm ve lâkin yuahızüküm Bi mâ
kesebet kulûbüküm* vAllâhu Ğafûr'un Hâliym;
Allah, sizi yeminlerinizde
bilmeyerek ettiğiniz lağıv (herhangi bir kasıt olmadan, kanaate göre yanlış
yere yapılan yemin)dan sorumlu tutmaz. Fakat kalbinizin kazandığı yalan yere
yapılan yeminden sorumlu tutar. Allah çok bağışlayıcıdır, çok halimdir.(e.m.)
Allâh bilmeyerek yaptığınız yeminlerden dolayı sizi sorumlu
tutmaz. Fakat kalplerinizin (bilincinizin, haddi aşan) getirisinden sorumlu tutar. Allâh
Ğafûr'dur, Haliym'dir. (A.Hulusi)
Lâ yuahızükümüllâhu
Bil lağvi fiy eymaniküm Düşüncesizce yaptığınız yeminlerden dolayı Allah sizi
sorumlu tutmaz. Rahatlıyoruz. Çünkü, içimizde hepimiz değil belki ama bazıları
özellikle yeminlerini bir alışkanlık yapmış olabiliyor. Vara yoğa, gerekli
gereksiz yemin edebiliyor. Bu Allah adına yapılmış bir şey olduğu için çok
büyük bir vebal.
Yemin Allah adına yapılırsa yemin olur. Öncelikle onu
söyleyeyim. Yeminin, yemin edeni bağlayıcı olması için Allah adına yapılması
lazım.
Allah’tan başkası adına yemin edilebilir mi? Bu mümkündür.
Örneğin ekmek üzerine, toplum arasında. Kitap üzerine. Bunlar, yemin edilmesi,
yemin olması hasebiyle caiz olan ama, hiçbir zaman Allah adına yapılan yemin
gibi kişiyi sorumlu kılmayan yeminler.
Bir de Şeref, Namus gibi soyut kavramlar üzerine yapılan
yeminler var ki, onlar da Allah adına yapılan yemin gibi değildir ve kişiyi
Allah adına yapılan yemin gibi bağlı ve sorumlu kılmaz.
Bir de yemin edilmesi üzerine caiz olmayan şeyler
vardır. Onlar da putlar, maddi, manevi, İslamî olmayan semboller, ideolojiler,
sistemler ve buna benzer her türlü İslam’ın dışında ki sembol, simge, unsur,
soyut ve somut olsun hangi türden olursa olsun her şeydir. Bunlar üzerine yemin
de caiz değildir şer’an.
Kişi yeminiyle kendisini bağlamış olur. Yemin, savm manasına gelir. Aslında
güçlendirmek, kuvvetlendirmek manasına gelir. Yeminin üretildiği kök
kelimelerden biri sayılan yüvn aynı zamanda bereket, gür, gümrah güçlü manasına
gelir. Onun için yemin eden bir kimse, aynı zamanda yemini ile kendisini
bağlamıştır.
Yemine niçin, and’a, niçin yemin denilmiştir derseniz,
sağ ele aynı isin verilmiştir. Çünkü insanlar karşılarındakiler ile
anlaşmalarını tokalaşarak yaparlar. Buradan kinaye olarak ta verilmiş olabilir.
Evet..!
Lâ yuahızükümüllâhu Bil lağvi fiy eymaniküm Allah düşüncesizce yaptığınız
yeminlerinizden dolayı sizi sorumlu tutmaz. ve lâkin yuahızüküm Bi mâ kesebet kulûbüküm Fakat kalplerinizin aldığı
tavırdan dolayı kesinlikle sizi sorumlu tutar.
Ayetteki kalıba dikkatinizi çekmek istiyorum. Bi mâ kesebet kulûbüküm Tam, harfiyen manası, kalplerinizin kazandıklarından
dolayı. Yani kalbin eylemi de varmış. Tıpkı bedenin eylemi gibi.
Kalbin eylemi kasıttır. Maksattır. Niyettir. Onun için
bir şeye niyet etmeniz, kalbinizin eylemidir. Onun için ibadetlerde yaptığınız
niyetlerde yüreğinizin bir fiilidir. Salih amelidir. Yüreğin Salih ameli
olabildiği gibi, yüreğin fasık ameli de olur. Fasıt amelide olur, Kâzip amelide
olur, hatta kafir amelide olur. Allah korusun. Onun için kalbinizin eyleminden
söz ediyor ayet. Kavrama dikkatinizi çekiyorum.
Kalbinizin kasıtla yaptığı, yani aldığı tavırdan
dolayı Allah sizi hesaba çekecek. Eğer karşınızdakine yalan söyleme maksadıyla
yemin etmişseniz işte bu sizi sorumlu kılar. Bu durumda yemininizden
mes’ulsünüz. Vallahi şöyledir dediğiniz zaman, eğer onun öyle olmadığını
biliyorsanız bu İslam fıkhında yemin-i
gamus denir buna. Bunun kefareti yoktur ve büyük günahlardandır. Bu ağır
cezalıktır. Asliye cezalık olmadığı için hesabı dünyada görülmez, ahirete
kalmıştır. Onun için özellikle ticari yeminlerde ticaret ehlinin çok dikkatli
olması gerekiyor. Eğer yaptıkları yemin sattıkları malın sıfatına uygun
değilse, elde ettikleri kazanç haram olur. Sermayeleri dışında ki kazanç,
kesinlikle haram olur. O kazancı ellerinden bir şekilde çıkarmaları gerekir.
Ancak bunun dışında esnafın olur olmaz yalan yere
olmasa da, müşteriyi kızıştırmak, malı satmak için olur olmaz yemin etmesini
dahi Resulallah hoş görmemiş ve bu konuda bize kadar hadisler rivayet edilmiş.
Bu hadislerden birinde, örneğin Müslim’de nakledilen bir hadiste:
- Çok yemin
eden esnafın malı belki çok satılabilir ama, Allah malından bereketini
kaldırır.
Diyor.
Güzel bir uyarı, gerçekten hoş
bir uyarı. Bu noktada tabii ki söylenecek söz çok olmakla birlikte boş yere
yemin etmenin insanın mürüvvetini, insanın onurunu zedelediğini söylememe gerek
bile yok. İmam Şafî der ki;
- Ben ne yalan yere ne doğru yere yemin etmedim.
Gerçekten çok ilginç bir örnek.
Hepimize örnek olması gereken bir tavır var ortada. Ne yalan yere, ne gerçek
yere.
Tabii bu çok yemin edenler için
söylenmiş bir uyarı. Gerektiği yer de lüzum ettiği yerde yemin edilebilir.
Mümkündür. Ancak habire, hiç gereği yokken ağzından çıkan her söze yemin eden
birinin güvenle ilgili bir problemi var demektir. Önce kendi kendisine
güvenmiyor, sonra ettiği söze güvenmiyor, sonra da karşısındakine güvenmiyor.
Dolayısıyla ettiği sözden emin olmayanlar, kendisine güven problemi olanlar,
başkasına güven problemi olanlar, başkalarının kendisine söylediği her şeyde
bir eksiklik, noksanlık hatta gerçek dışılık arayanlar, kendileri de
başkalarına söz söylerken ille de yemin etme ihtiyacını hissederler. Aslında bu
bir tür suçüstü halidir.
vAllâhu Ğafûr'un
Hâliym; Bu
ayette böyle bitti. Evet siz bu hatayı yapabiliyorsunuz, yapıyorsunuz. Ancak
Allah’ın bu konuda sizi sorumlu tutmaması, yaptığınız hatanın hata olmadığından
değil. Ya neden? Allah’ın Gafûr olduğundan. Çok bağışlayan bir rab oluşundan.
Bu da yetmez Halim oluşundan. Hilm sahibi, yani cezalandırmakta aceleci
olmayışından. Size karşı hoşgörülü oluşundan kaynaklanıyor. Yoksa yaptığınız
yine bir hatadır, demeye geliyor aslında.
226-) Lilleziyne yu'lûne min nisâihim terabbusu erbeati eşhur* fein fâu
feinnAllahe Ğafûr'un Rahıym;
Kadınlarından
îlâ edenler (onlara yaklaşmamaya yemin edenler) için dört ay beklemek vardır.
Eğer bu yeminlerinden dönerlerse, şüphesiz ki Allah çok bağışlayıcıdır, çok
merhamet edicidir. (e.m.)
Karılarına yaklaşmama yemini edenlere dört ay bekleme
vardır. Şayet bu süre içinde yeminlerinden dönerlerse, muhakkak Allâh
Ğafûr'dur, Rahıym'dir. (A.Hulusi)
Lilleziyne yu'lûne
min nisâihim
Yemin bahsinden iki ayet geçtikten sonra hemen konuyu yeminle ilgili bir başka
boyuta taşıdı Kur’an. Aslında Rabbimizin üslubu, Kur’an a baktığınızda insanı
hayran edecek derecede çarpıcı.
Rabbimiz bir şeyden söz edecekse eğer, sanki hiç
alakası olmayan bir şeyden girermiş gibi giriyor. Yani adeta bir film düşünün.
Bir ayrıntıyı göz önüne getirecek, ama o ayrıntıyı getirmeden önce çok geri
planda bir fon alıveriyor. Şöyle geneli çiziyor. Genel bir fonu gösterdikten
sonra zumluyor. Asıl söylemek istediği mesele üzerine zum yapıyor,
büyütüveriyor. Şimdi aslında yeminden söz açılmasının gerçek nedeninin ne
olduğunu öğreniyoruz.
Gerçek nedeni, yeminle yıkılan yuvalarmış. Yeminin sosyal
bir yaraya dönüştüğü yer. Özellikle o toplumda. Özellikle miladi 7. yy.lın Arap
toplumunda yemin nasıl sosyal bir cinayete dönüşüyor, haydi hep beraber
okuyalım.
Lilleziyne yu'lûne
min nisâihim
Hanımlarınıza yaklaşmamaya yemin eden kimseler, terabbusu erbeati eşhur Evet. 4 ay bekleme süresi vardır. Yani hanımlarına
yaklaşmamaya yemin eden kimselerin eşlerinin 4 ay bekleme süreleri vardır.
fein fâu
feinnAllahe Ğafûr'un Rahıym; Şayet dönerlerse o zaman Allah Gafûr’dur bağışlar,
rahimdir merhamet eder.
İslam fıkhında ki adıyla “ilâ” olayından bahsediyor bu
ayet.
İlâ nedir; Bir kişinin eşine yaklaşmamak için yemin
etmesidir. Kızmak veya herhangi bir sebeple, bir kusur dolayısıyla, eşler
arasındaki bir anlaşmazlık dolayısıyla, geçimsizlik dolayısıyla eşin diğerine
yaklaşmamaya yemin etmesi ve özellikle bu uygulama o dönemde erkeklerin
kadınlara yaptığı bir uygulama olduğu içinde kip olarak erkeklerin hanımlarına
yaklaşmamak üzerine yemin etmelerini ifade ediyor.
Neden sosyal bir yara dedim. Bu sözümü anlamanız için
bu olgunun, bu olayın o dönemde nasıl yapıldığını bilmeniz gerekiyor.
İlâ, bir zulümdü. Kadına yapılmış müthiş bir zulüm.
Erkek hiçbir zaman sınırı olmaksızın bir kadına, hanımlarından bir tanesine
yaklaşmamak için yemin ediyor ve ona karşı artı erkeklik görevlerini
yapmıyordu. Lakin o kadın bir başkasıyla da evlenemiyordu. Ne bir dul kadın
gibi muamele görebiliyor, ne de evli bir kadın gibi muamele görebiliyor. Adeta
onu köle olarak kullanıyordu. Onu kendisine böylesine rapt ediyor ve acı çektiriyordu.
Büyük bir zulümdü bu. Müthiş bir zulümdü ve böylece
yıllar geçiyordu bazı kadınların üzerinden. Yıllar geçiyor, ne ona eş muamelesi
yapıyor, ne de onu bırakıyordu. Askıda tutuyordu. İşte bu gerçekten insan
onuruyla hiç bağdaşmayan müthiş bir zulümdü.
Kur’an bu noktada bu zulme dur dedi. Bu zulmü tamamen
ortadan kaldırmak için ilk süreci başlattı. İlk süreç neydi? Sınırlandırmak. Bu
zulmü en asgari sınıra çekmek. İşte onun için bu süreyi Kur’an 4 ay’a çekti.
Sınırsızdı. 4 ay ile sınırlandırdı.
Buradan ben ayetin arkasında yatan ruhu şöyle
anlıyorum. Aslında bu davranış hiçbir şekilde onaylanabilecek bir davranış
değil. Ama toplumsal bir yara ve herkes yapıyor. Tıpkı kölelik gibi. Onun için
de anında kesip atamaz. Atarsa sosyal yara daha da büyüyebilir. Onun için
Kur’an ın yöntemi var. Tedricilik, aşama aşama. İşte bu olayda da, İlâ olayında
da aşamalılığı tercih ediyor Kur’an ve sınırlıyor öncelikle.
Bu sınırlamayı İlâ’nın, Allah’ın hoşuna giden bir
davranışmış gibi anlaşılması doğru değildir. Bu sınırlamadan anlayacağımız
bizim şudur; Hayır, böyle bir zulmün büyüğü de küçüğü de doğru değildir. Bunu
anlamamız gerekiyor. Ama eğer ille de insan böyle bir vebale girmiş ve bir
yemin etmişse, bunun asgari sınırı yani 4 ayla sınırlaması gerekiyor.
fein fâu
feinnAllahe Ğafûr'un Rahıym; Eğer dönerse. Yemin ediyor, “Ben vallahi hanımıma yaklaşmayacağım.” Diye. Bu İlâ. Bu yeminden 4
ay içerisinde süre dolmadan dönerse, ki Allah’ın bu noktada teşviki var. Gafûr
ve Rahim isminin gelmesi bir teşviktir. Dönün kısa yoldan ki Allah’ın bağış ve
merhametine muhatap olasınız.
227-) Ve in azemüttalâka feinnAllâhe Semiy'un 'Aliym;
Yok
eğer boşamaya karar vermişlerse, şüphesiz ki Allah söylediklerini işitir,
kurduklarını bilir. (e.m.)
Eğer boşamaya karar verirlerse, şüphesiz Allâh Semi'dir,
Aliym'dir (niyetlerini
bilir). (A.Hulusi)
Ve in azemü eğer, yok eğer dönmezse, Ve in azemüttalâka feinnAllâhe Semiy'un 'Aliym; Eğer boşamakta ısrarlı ise,
İlâ yaptığı eşini boşamakta ısrarlı ise ve boşama hususunda karar verirlerse feinnAllâhe Semiy'un 'Aliym; Allah’ta bu durumda Semiy’dir, işitmiştir onu ve yüreğinde yatan niyeti bilmektedir.
Yani burada bir Gafûr, Rahim yok. Bakın Allah onu
tespit etmiştir. Onun hesabını ilerde görürüz dercesine. Allah işitmiştir,
bilmektedir. O hanımını niye boşuyor, gerçekten bir boşamayı gerektirecek
kusuru var mı? Eşliğini yapamadı mı? Yoksa, yoksa aslında boşamayı gerektirecek
bir kusuru yokta sırf keyfi, canı öyle istediği için, hatta zulmetmek istediği
için, onu mahrum bırakmak için, onu muzdarip etmek için, ona acı çektirmek için
mi yapıyor, elbette ki Allah bunu da biliyor diyor ayet.
228-) Vel mütallekatu yeterabbasne Bi enfüsihinne selâsete kurû'* ve lâ yehıllu
lehünne en yektümne mâ halekAllâhu fiy erhamihinne in künne yu'minne Billâhi
vel yevmil ahır* ve bü'ûletühünne ehakku Bi raddihinne fiy zâlike in eradû
ıslaha* ve lehünne mislülleziy aleyhinne Bil ma'rûf* ve lirRicali aleyhinne
deracetün, vAllâhu Aziyz'ün Hakiym;
Boşanan
kadınlar, kendi kendilerine üç adet süresi beklerler ve Allah'ın rahimlerinde
yarattığını gizlemeleri, kendilerine helâl olmaz. Eğer Allah'a ve ahiret gününe
inanıyorlarsa gizlemezler. Kocaları da, barışmak istedikleri takdirde o süre
içersinde onları geri almaya daha layıktırlar. O kadınların, üzerlerindeki
meşru hak gibi, kendilerinin de hakları vardır. Yalnız erkekler için, onların
üzerinde bir derece vardır. Allah çok güçlüdür, hüküm ve hikmet
sahibidir.(e.m.)
Boşanmış kadınlar üç aybaşı süresi hamile olup olmadıklarını
anlamak için evlenmeyip bekleyeceklerdir. Hakikatleri olan Allâh'a ve gelecekte
yaşanacak sürece iman ediyorlarsa, Allâh'ın rahimlerinde yarattığını gizlemeye
hakları yoktur. Kocaları da bu süre zarfında barışmak isterse, başkalarından
daha önceliklidir. Karıların kocaları üzerindeki hakkı gibi kocaların da
karıları üzerinde hakkı vardır. Ancak kocaların hakkı bir derece daha ileridir (erkekten kadına akış olduğu
için). Allâh Aziyz'dir, Hakiym'dir. (A.Hulusi)
Vel mütallekatu
yeterabbasne Bi enfüsihinne selâsete kurû Boşanmış kadınlar kendilerini
3 hayız, adet müddetince gözetlerler.
Kurû kelimesi Arap dilinde
müşterek, yani çift anlamlı kelimelerden biridir. Hatta zıt anlamlı
kelimelerden biridir. Hem adetten temizlenmek manasına gelir hem de adet görmek
manasına gelir. Onun için de bu çift anlamlılığından dolayı Fıkıh ekolleri
arasında farklı sonuçlara varılmıştır.
Ebu Hanife adet görmek olarak, o manayı tercih
ederken, Şâfi ve diğerleri temizlenmek anlamını tercih etmişler. Bu aslında
konunun özüne yönelik bir ihtilaf değildir. Ancak Kur’an da çift anlamlılığa,
hatta zıt anlamlılığa gösterilebilecek örneklerin en çarpıcılarından biridir kurû
kelimesi.
Boşanmış eşler 3 adet müddetince kendilerini
gözetlerler. Niçin? Niçin sorusunun cevabı hemen ardından geliyor.
ve lâ yehıllu
lehünne en yektümne mâ halekAllâhu fiy erhamihinne in künne yu'minne Billâhi
vel yevmil ahır Eğer Allah’a ve ahiret gününe samimi bir biçimde inanıyorlarsa,
Allah’ın rahimlerinde yarattığı şeyi gizlemeleri onlar için helal olmaz. Yani:
Aslında İlleti burada gözüktü. İddetin, beklemenin, boşanmış hanımların iddet
beklemesinin illeti ne imiş? Nesil emniyetini sağlamak. Yani eğer bir çocuk
olacaksa bunun iyice belli olmasını sağlamak.
Tabii bu iddet meselesinin illete
mebni olup olmadığı konusu elbette i tartışılmış. Ulemanın hemen hemen tamamına
yakını bu iddet beklemenin bir illete mebni değil de teabbüdi olduğunu, yani
muallel değil müteabbet olduğu sonucuna varmışlar ve bunun içinde iddetten
kesilmiş olan hanımların, menepoz dönemine girmiş olan hanımların boşanması
durumunda onların da kıyasen bu kadar müddet beklemesi gerekliliğini
savunmuşlar.
Tabii ki bendeniz bu ayetin yani
iddet beklemenin illete mebni bir emir olduğuna inanıyorum. Yani Müteabbet
değil, muallel bir emir olduğuna. Lakin illetinin tek olmadığına inanıyorum.
Yani illeti yalnızca rahimlerde olan çocukların belirgin hale gelmesi değil.
Aynı zamanda bununla birlikte toplumda bir iftiraya meydan vermemek, kadını
toplumda zor durumda bırakmamak ve öbür taraftan, örneğin kocası ölmüş bir
kadın düşünün. O da iddet bekleyecek. 4 ay beklemeden anında evlenen bir
kadının etrafında düştüğü zor durumu da düşünün. Adeta sanki ölümünü bekler
gibi.
Hatta şöyle bir iftiraya maruz
kalabileceğini düşünün. Kocasını zehirledi mi acaba..! Bu kadar başkasında gözü
vardı, acele ediyordu, derdine ne oldu ki 4 ay bile beklemeden..! Bütün bunları
yan yana dizdiğinizde kadını iftiradan, töhmetten, bühtandan, kötü suizandan,
kötü zandan korumak için de olduğuna inanıyorum. Onun için illeti tek değil,
bir çok illete mebni olarak düşünmek lazım, anlamak lazım diye düşünüyorum
İddet bekleme emrini.
ve bü'ûletühünne
ehakku Bi raddihinne fiy zâlike in eradû ıslahan Evet, kocaları eğer barışmak
isterlerse bu zaman zarfında dönmeye daha ehak olandır. Yani ayrıldığı kocası
eğer bu süre zarfında bu üç adet zaman zarfında barışırlarsa, araları düzelirse
kocalarına dönmeleri daha doğru olur.Yani kocalarının öncelik hakkı vardır.
ve lehünne
mislülleziy aleyhinne Bil ma'rûf* Aslında kadın erkek ilişkilerinde Kur’an ın getirdiği
muhteşem bir ilkeye şu anda geldik. Bu ilkeyi ifade ediyor bu ayet. Diyor ki;
Nasıl kadınların kocaları üzerinde meşru hakları
varsa, kocaların kadınları üzerinde meşru hakları varsa, kadınlarında aynen
öyle kocaları üzerinde meşru hakları vardır. Yani hak ve sorumluluklar mutlaka
karşılıklıdır. Bu bir ilke. Kur’an ın temel bir ilkesi. Sadece kadın, ya da
sadece erkek değil, birbirlerine karşı hakları ve sorumlulukları var.
Bu hak ve sorumluluk alanları farklı olabilir. Zaten
eşitliği de böyle algılamak lazım. Hak ve sorumluluk alanları farklı farklı. Bu
alanlarda ne kadar hak kullanmak istiyorsa o kadar sorumluluğunu yerine
getirsin. Eşler, ikisi için de geçerli. Onun için böyle bir ayetin kadına köle
muamelesi yapıldığı bir dönemde, ne büyük bir insani ve hukuki devrim oluğunu
düşünebiliyor musunuz.
Erkeğin kadınlar üzerinde nasıl hakkı varsa, kadının
da erkek üzerinde öyle hakkı vardır diyebilen bir hukukun o dönem için ne
muhteşem bir devrim olduğunu düşünebiliyor musunuz. Bırakın o dönemi, bu dönem
için bile, bugün için bile bir devrimdir. Çünkü bugün dahi, sadece doğu
toplumlarında değil, batı toplumlarında da öyle. Bakmayın göstermelik kadın
hakları, göstermelik bir takım feminist hareketlerin vitrinde ki göz
boyamalarına.
Aslında perdenin arkasına baktığımızda, istatistiklere
baktığımızda, rakamları konuşturduğunuzda batıda ve doğuda kadının ne zor
durumda olduğunu açık seçik görürsünüz. Onun için Kur’an ın bu ilkesine bugünde
muhtacız, gelecekte de muhtaç olacağız.
Bu ilke hayata dönüştüğü zaman kadın hakkı erkek hakkı
diye haklar ayrılmayacak. İnsan hakkı, aile hakkı daha doğrusu, kul hakkı
olacak. Ve kul hakkı bizim için yetecek. Kadının insandan ve kuldan öte bir
hakkının olmadığı, erkeğin de insan olmaktan ve kul olmaktan öte bir hakkının
olmadığı, erkek olması hasebiyle erkeğin farklı bir hakkının, kadın olması
hasebiyle de kadının farklı bir hakkının olmadığı, insan olması, aile olması,
birbirine eş yoldaş olması hasebiyle haklarının olduğu anlaşılacak.
Ve devam ediyor. Yanlış anlaşılan bir cümle bu, ayetin
bu cümlesi.
ve lirRicali
aleyhinne deracetün Erkekler için kadınlardan farklı olarak bir derece
vardır. Yani bu konuda erkeklerin öncelik hakkı vardır.
Tefsirleri açıp baktığınızda gariptir, bu ayetin
içinde yer alan bu cümlecik, sanki bağımsız bir ayetmiş gibi, ait olduğu
ayetten koparılıp, konudan koparılıp;
ErRicalu kavvamune alen nisai..(Nisa/34)
Erkekler, kadın üzerine idareci ve
hakimdirler. (e.m.)
Yani bir başka ayetten alınan yine bir
cümlecikle montaj yapılıyor ve bu bir derece farkta erkeklerin kadınlar üzerine
reisliğidir biçimine dönüşüyor. O ayrı, onun tartışması da ayrı. Ama şu bir
gerçek ki ve lirRicali aleyhinne deracetün Bu konuda parantez içinde
söylüyorum bu konuda öncelik hakkı vardır cümlesi işte bu ayette geçen boşanmış
kadınlarla ilgilidir. Elbette ki, hanımını eşini boşamış kızgınlığa gelip,
ağzından bir şey kaçırıp boşanmış bir erkek, öncelikle eşine dönme önceliğini
kendisinde bulundurması, ailenin saadet ve selameti, toplumun geleceği ve
huzuru açısından anlamlıdır. Onun için öncelik hakkı eğer süre bitmemişse o
kadına dönme önceliği, o kadınla evlenme hakkı öncelikle bu eski kocasına
aittir.
Hatta bunu şöyle de algılayabiliriz. Süre bitmişte
olabilir. Boşamıştır. Kişi eşini boşamıştır. İddet müddeti bitmiştir. Boşadığı
ay temizlendikten sonra boşamış, ondan sonra iddet başlamış ve iddet süresi
bitmiştir. Bu boşamaya Talak-ı baiyn
denir. Baiyn talaktır.
Baiyn talak ne demektir. Ric’i Talak ile Baiyn talak
arasındaki farkı söyleyince ancak anlayabilirsiniz. Ric’i Talak; iddet süresi içerisinde eşlerin birbirine geri
dönmesidir. Ric’i Talakta kesin
boşama gerçekleşmemiştir. Ancak bir askı müddeti vardır. O müddet içerisindedir Ric’i Talak. Ric’at, dönmek demektir. Yani eşine dönmesi mümkün olan boşama. O
süre içerisinde ki boşama. Onun için bu Ric’i
Talaktır. Bu talaktan vazgeçmek yeni bir nikahı gerektirmediği gibi, yeni bir
mihri de gerektirmez. Ve Ric’i
Talakta eşin rızasına da bakılmaz. Yuvanın selameti açısından.
Ancak Baiyn talak ta artık eş boşamış ve
kadında iddeti bitirmiş. Müddet bitmişse bu durumda Baiyn talakla boş olmuş olurlar. Bu neyi gerektirir;
1 Eğer erkek tekrar eşine dönmek istiyorsa, eşi kabul
ederse döner. Reddederse dönemez. Yani onun da eşini istemesi lazım. Karşılıklı
rızaya bağlıdır.
2 - ikisi karşılıklı razı olurlarsa tekrar nikah ister
ve tekrar mihir ister. Yani kadının güvence istemesi şart olur veya hakkı
doğar.
İşte Baiyn talak
ile Ric’i Talak arasındaki fark
budur.
Bu durumda ayetin her iki türlü anlaşılmasının
mümkündür, zaten müfessirlere baktığımızda tefsirlere baktığımızda, hatta büyük
imamlara baktığımızda iki şekilde de anlayan olmuş.
Vel mütallekatu
yeterabbasne Bi enfüsihinne selâsete kurû'* ve lâ yehıllu lehünne en yektümne
mâ halekAllâhu fiy erhamihinne in künne yu'minne Billâhi vel yevmil ahır* ve
bü'ûletühünne ehakku Bi raddihinne fiy zâlike in eradû ıslaha* ve lehünne
mislülleziy aleyhinne Bil ma'rûf* ve lirRicali aleyhinne deracetün, vAllâhu
Aziyz'ün Hakiym;
Ayet, Allah azîzdir, Hakîmdir diye bitiyor. Bu da tesadüf değil. Bunun
tesadüf olmadığını anlamak için Azîz isminin manasını bilmek yeter. Yani böyle
bir hükmü koydum ben ey kullarım. Ancak bu hükümden benim istifade etmem söz
konusu değildir. Çünkü Allah için ne evlenme, ne boşanma söz konusu değildir. O
halde Allah bunlardan münezzehtir.
Peki niçin koydum? Hakîm, hikmeti var. Hikmeti de sizin mutluluğunuz bu
hükümlere bağlı. Toplumunuzun ıslahı bu hükümlere bağlı. Ailenin, yuvanın
ayakta kalması bu hükümlere bağlı. Kuralsız yaşayamazsınız. Kuralsız mutlu
olamazsınız. Özgürlüğünüz, güvenliğinizden bağımsız ele alınamaz. Hiçbir zaman
hukuksuzluk, özgürlük olarak adlandırılamaz. Onun için işte sizi yarattığım
gibi sizi mutlu edecek kuralları da böylece belirliyorum. Anlamına gelir. Devam
ediyoruz.
229-) EtTalâku merretân* fe imsakün Bi ma'rûfin ev tesriyhun Bi ıhsan* ve lâ
yahıllu leküm en te'huzû mimmâ âteytümûhünne şey'en illâ en yehâfâ ellâ yukıyma
hudûdAllâh* fein hıftüm ellâ yukıyma hudûdAllâhi felâ cünaha aleyhima
fiymeftedet Bihi, tilke hudûdullâhi felâ ta'tedûha* ve men yeteadde hudûdAllâhi
feülâike hümüz zalimûn;
Boşamak
(talak) iki defadır. Ondan sonrası ya iyilikle tutmak veya güzellikle
salmaktır. Onlara verdiklerinizden bir şey almanız da size helâl olmaz. Ancak
Allah'ın çizdiği hudutta duramayacaklarından korkmaları başka. Eğer siz de
bunların, Allah'ın çizdiği hudutta duramayacaklarından korkarsanız, kadının,
ayrılmak için hakkından vazgeçmesinde artık ikisine de günah yoktur. İşte
bunlar, Allah'ın çizdiği hudududur. Sakın bunları aşmayın, Her kim Allah'ın
hududunu aşarsa, işte onlar zalimlerdir.(e.m.)
Boşanma iki defadır. Ondan sonrası ya devamdır ya da geri
dönmesiz serbest bırakmadır. Karılarınıza verdiklerinizden bir şeyi (boşanma yüzünden) geri
almanız helal değildir. Eğer karı ve koca Allâh hudutları içinde yaşamakta
zorlanırlarsa, kadının erkekten aldıklarını iade ederek boşanma isteme hakkı
vardır ve bundan dolayı suçlu olmaz. İşte bunlar Allâh'ın size koyduğu
sınırlardır ki sakın aşmayın. Kim sınırları aşarsa nefsine zulmedenlerden olur.
(A.Hulusi)
EtTalâku merretân Boşama ikidir. fe imsakün Bi ma'rûfin ev tesriyhun Bi ıhsan Bundan ötede ya iyilikle
geçinmek ya da güzellikle ayrılmak vardır.
Burayı tefsir edelim. Boşama ikidir diyor. Bundan ne
anlayacağız. Bugün Anadolu da yapılan çok yanlış bir uygulama üçten dokuza şart
olsun diye amiyane bir tabir var. O dokuz diye bir şey yok. Onu geçelim. Öyle
bir şey ancak Anadolu da duyulur zaten böyle bir şey yok. Kitapta yeri yok
onun. Yalan arasında da yeri yok. Üç var. Peki burada boşama ikidir diyor, o
üçü nasıl algılayacağız? Aslında şer’i olan boşama şudur.
Bir kişi eşini boşayabilir, mümkündür. Boşadıktan sonra yukarıda
görüldüğü gibidir. Kur’anî boşama budur. Bir kez boşar, ondan sonra iddet biter
ve ayrılık gerçekleşir. Ondan sonra eşi isterse geri döner, isterse bir
başkasıyla evlenir: Bir başkasıyla evlenince zaten bitmiştir, daha sonrasını
Allah bilir. Boşama, Kur’ani boşama yukarıda gösterilmiştir. Ancak bu boşamayı
kesin bir biçimde kestirip atmak istiyorsa, yani geri dönüşünün hiç mümkün
olmaması şeklinde boşamak istiyorsa, temizlendikten sonra eşi, yani adet
halinde iken boşama caiz değildir.
Temizlendikten sonra hiç yaklaşmaz ve bir kez boşar.
Üzerinden bir ay geçer, ikinci ay halini görür ve ondan sonra bir kez daha
boşar. Onu da görür, Böyle boşaması şart değil, ama kestirip atmak, bir daha
kesinlikle birleşmeyeceğini ifade etmek istiyorsa bunu yapar. 3. boşamada
kesinkes boşanmış olurlar. Geri dönüşü ancak bir başkasıyla evlilikten sonra
gerçekleşir.
İşte ikiden kasıt o ilk iki aylık süredir. Neden böyle
zora koşulmuş diyecek olursanız; Boşamak, buyuruyor Allah resulü;
- Allah’ın en
sevmediği iştir.
Evet, Hayatın bir gerçeğidir. İslam ve İslam’ın kitabı
Kur’an hayatın gerçeğini dışlamaz. Çünkü İslam hayatla karşı karşıya durmaz.
Hayatla yan yana durur. İslam hayatı karşısına alan bir din değildir. Yanına
alan bir dindir. Onun için İslam Müslüman’ı köşeye sıkıştırmaz. İnsanın
hayatında var olan her bir şey insanda da vardır, ancak Onu İslam terbiye eder.
Savaş hayatın doğasında vardır. İslam bunu inkar
etmez. Yok saymaz. Ne yapar? Düzene sokar. Kurallar koyar. Savaşın bir zulme
dönüşmesini engeller.
Cinsiyet güdüsü. Cinsellik insanın doğasında vardır.
İslam Pol Hıristiyanlığı gibi insanın doğasında olan bu gerçeği reddetmez. Ne
yapar? Meşru bir biçimde kanalize eder. Hatta ibadete dönüştürür.
İşte bunun gibi boşamak, boşanmak ta insanın toplumsal
bir problem olarak, toplumsal bir olgu olarak daima olacaktır. Hatta boşanmanın
yasaklanması, ki biliyorsunuz bazı Hıristiyan mezheplerinde ve bazı doğu
dinlerinde boşanmak yasaktır. Boşanmanın yasaklanması insan fıtratına aykırıdır
ve bir işkencedir. İki taraf için de işkencedir.
Şimdi kadın için zulmün iki ayaklısı anlamına gelen
bir kocayla, sonuna kadar beraber yaşayacaksın demek kadına ikram mıdır. Hayır.
Böyle bir ikram olamaz. Erkek için de aynı şey geçerli. Yani hiçbir zaman eğer
dişliler uyuşmuyorsa eğer bu yuva ayakta kalamayacaksa, eğer orada sevgi,
merhamet, şefkat ve saygı kalkmışsa o ev bir cennet değil bir cehenneme
dönüşmüşse, bir zindana dönüşmüşse bu aileye hala aile olarak tutmak her iki
taraf içinde zulüm olacaktır. Onun için boşanmayı yok saymak, hayatı karşısına
alması demektir bir inancın. Dolayısıyla vakıadır ve İslam hayatın olgularını
terbiye eder, reddetmez. İşte burada da bu gözüküyor. Boşanma hususunda
İslam’ın getirdiği ilke en ideal ve en adil olan ilkedir.
Burada mastar gelmiş. İmsakün
tutmak tesriyh bırakmak. Mastar gelmiş
bakınız. İlginçtir hiçbir kelime tesadüfi bir kiple gelmez Kur’an da. Mastar
gelmesi hitabı birden çok muhataba olmasından dolayıdır ki hitap burada sadece
bir tek muhataba değil.
1. bunların evlenmesine sebep
olan velilere. Veliler burada bir muhatap.
2. Koca bir muhatap.
3. Eşler yine birer muhatap
4. Ve bu işi düzenleyen mahkeme varsa o da muhatap.
Yargı da muhatap burada.
Onun için bu evlilik bağını bağlayan o toplumda örfi
olarak, hukuki olarak
Hangi mercii ise koca olabilir, veli olabilir, yargı olabilir, daha farklı bir
mercii olabilir, hatta efendim geçmiş dönemlerde ağalar yaparmış bu işi. Daha
farklı yerlerde köylerin ihtiyar heyetleri yaparlarmış. Daha farklı yerlerde
ailenin en büyüğü kararı verirmiş. Her ne ise bu konuda o toplumda nikah
akdinde son sözü söylemesi gereken kimse veya son sözü söyleyenlerin hepsine bu
uyarı onlara deniliyor.
Bu konuda haberiniz olsun ki ya iyilikle geçinmek, ya da güzellikle
ayrılmak vardır. Yani zorlayamazsınız. Mahkemeye de aynısını söylüyor. Mahkeme
ise bu mercii. Veli ise bu mercii velilere söylüyor. Zorlayamazsınız bunları
bir arada tutmak için.
ve lâ yahıllu leküm
en te'huzû mimmâ âteytümûhünne şey'en Size verdiğiniz şeyi geri almak helal olmaz bu
durumda. Nedir o? Güvence olan Mihir bedeli. Yani kadının güvencesi olarak
verdiğiniz ve kadının da öz malı olan ve anasının ak sütü gibi helal olan o
mihri, boşanma durumunda geri almanız size helal değildir diyor Kur’an.
illâ en yehâfâ ellâ
yukıyma hudûdAllâh Ancak iki tarafın da Allah’ın sınırlarını koruma
endişeleri dışında. Eğer Allah’ın sınırlarını koruyamayacakları endişesi varsa
bu durumda iş değişir.
Yani burada söylenmek istenen nedir? Eğer daha büyük
bir zulüm olacaksa. Bu malı almamaktan, vermemekten dolayı aileler karşılıklı
birbirlerine kılıç çekecekler, silah çekecekler hatta biliyorsunuz bazı
yerlerde kan davasına kadar dönüşebiliyor. Böyle bir şey olacaksa, velilere,
yargıya, mahkemeye ya da kocaya, eşlere; Siz bu konuda kararı ona göre
vereceksiniz. Yani eş ödüyor almayacaksın, helal olmaz sana. Ancak daha büyük
bir şey olacaksa o başka. Hududa riayet etmeyecekseniz, Allah’ın koyduğu sınırı
tanımayacaksanız bu başka bir şey zaten. O zaman Allah’ın koyduğu sınırı
tanımamış olursunuz ve günahkar olursunuz. Helal olmayan bir şeyi de geri almış
olursunuz.
fein hıftüm ellâ
yukıyma hudûdAllâh Eğer Allah’ın çizdiği, koyduğu sınırları ikame
edememekten, koruyamamaktan korkarsanız; felâ cünaha aleyhima fiymeftedet Bih O zaman kadının ayrılmak için
hakkından vazgeçmesinde bir günah yoktur. Yani kadın da baktı ki sınırlar
korunamayacak, baktı ki karşıdaki sınırı çiğneyip geçecek. Ona, ateşe girmesin
diye acır ve der ki; Benim hakkım ama al, al der. Artık Allah müstehakını
versin der gibi.
Adeta burada Kur’an zaten bu konuyu işlerken en çok
kullanılan kavram Ma’ruf tur.
Göreceksiniz bu ayetlerin içinde Ma’ruf
kavramı çok sık gelir.
Neden gelir dostlarım? Şundan; Aile ilişkisi, karı
koca ilişkisi, eşler arasındaki ilişki öyle katı hukuk kuralları ile
belirlenecek bir şey değildir. Aile ilişkisi, çok özel bir boyutu vardır.
Derinlerde bir boyutu. Karı koca arasındaki ilişkinin derinliğine, yüreğe doğru
inen bir boyutu vardır. Çok girift bir ilişkidir bu. Onun için Kur’an hep bir
tampon bölge koymak, örfe bir yer ayırmak, adet ve geleneklere bir yer ayırmak
ve ayrıca karı koca arasındaki özel ilişkiye bir yer ayırmak için daima o Ma’ruf kelimesini her yerde kullanır.
Münasip diye anlayabilirsiniz. Nasıl gerekiyorsa öyle diye anlayabilirsiniz.
Meşru diye anlayabilirsiniz ve yine örfe uygun diye anlayabilirsiniz. Hepsi de
mümkündür, hepsi de doğrudur.
tilke hudûdullâhi
felâ ta'tedûha
İşte bu Allah’ın çizdiği sınırlardır. Sakın ha bu sınırları aşmayın.
ve men yeteadde hudûdAllâhi feülâike hümüz zalimûn; Kim Allah’ın çizdiği sınırları
aşarsa işte onlar zulmedenlerin ta kendisi olurlar. Kendi kendilerine kötülük
etmiş olurlar.
Evet, bu ayetin sebebi nüzulü ilginçtir dostlar.
Abdullah Bin Ubey’in kızı Cemile hakkında nazil olduğu söylenir. Unutmayın bu
ayet çok, Kur’an da bu hükmü ifade eden gerçekten ender ayetlerden biridir.
Abdullah bin Ubey biliyorsunuz münafıkların reisi ama, kızı güzel bir Müslüman.
Cemile, adı da güzel. Cemile hanım sahabeden Sabit bin Kays ile evli, ancak
kocasına bir türlü ısınamamış. Her nasılsa ya velisi, ya başkaları önayak
olmuşlar evlendirmişler.
Bize gelen rivayette Resulallah’a geliyor. Bir hanım,
evli bir hanım peygambere geliyor. Toplumun önderine. Hakim olarak geliyor.
Diyor ki;
- Ya
Resulallah, bir gün erkeklerin toplu oturduğu bir dönemde perdeyi kaldırdım
şöyle bakıverdim, benimkisi en karası, en çirkini, en işte şöyle..! Ahlakına
vallahi bir şey diyemem ya Resulallah. Diyor.
Dinine de hiçbir şey diyemem. Ahlaka bakın, edebe
bakın, Müslüman hanımın, sahabe hanımın adil davranışına bakın. Ahlakına bir
şey diyemem Vallahi ya Resulallah diyor. Dinine de hiçbir toz konduramam ya
Resulallah. Amma gözüm tutmuyor ya Resulallah, böyle gördüm. Ve ayrılmak
istiyor.
Bakınız bu ayet tüm otoritelerin ittifakı ile kadının
boşanma hakkına dair bir ayettir. Kadının erkeğini boşamasının meşruluğuna dair
bir ayettir. Buna hulû denir İslam fıkhında. Onun için Hulû ıh. Bu
bir kavramdır, fıkhi bir kavramdır. Onun için kadının boşaması konusunda da bu
hadis, bu ayetin sebep-i nüzulü olarak aktarılır.
Ve ayrılmak istediğini ifade eder Resulallah’a. Yalnız Sabit Bin Kays
evlenirken eşi Cemile’ye güzel bir bahçeyi
mihir bedeli olarak vermiştir. Ayrılık istemesi üzerine akdi bozan taraf hanım
olduğu için, akdin getirdiği getiriyi geri iade eder. Bahçeyi geri verir. Hatta
der ki;
- Üstüne de
vereyim ya Resulallah..!
Demek ki gerçekten gönlünde hiç sevgisi yokmuş, ama benim
dikkatimi çeken sizin de dikkatinizi çekmesini istediğim şey, sahabe arasındaki
bu açık yüreklilik. Sahabenin hanımının dahi medeni cesareti ve kendi derdini,
İslam toplumunun önderi ve Aziyz peygamberimize bu kadar sade, yalın bir
biçimde ifade edebilmesi, Resulallah’ın da onu hiç kınamaması, çok ilginç..! Ve
tabii sonuçta boşanırlar, Cemile’de ondan mihir bedeli olarak aldığı bahçeyi
geri iade eder.
Dediğim gibi İslam fıkhında bu ayet otoritelerin ittifakıyla
kadının boşama hakkına delalet eder. Eğer kadın kocasını boşar ise tabii ki
kocalık yükümlülüklerinden herhangi birini ihlal etmemesi durumunda. İhlal
etmesi durumunda farklı. Kocalık yükümlülüğünü ihlal etmesi durumunda farklı.
İslam fakihlerinin bir çoğuna göre mahkemeye başvurur, mahkeme boşar demişler.
Zaten mahkemeyi araya katan birkaç sebep vardır. Boşanma
yani aile anlaşmazlıklarında hakimi araya katmaz İslam fıkhı pek. Bazı yerlerde
katar. Kadının boşamasında birçok fakihler mahkemeyi, yargıyı devreye sokarlar.
Neden İslam fıkhı genelde yargıyı devreye sokmaz? Çünkü
Ma’ruf olmayabilir. Karı koca arasında ki özel ilişkiler, ki mahrem ilişkilerdir.
Gün yüzüne çıkıp el aleme rezil olmazlar. Anlatabiliyor muyum? Yani bu nokta da
asgari sınırda tutar, ama adil, mutedil bir biçimde gerçekleştirir. Karşılıklı
vicdanları çalıştırır, mahkemenin zoru ile değil de imanın yardımı ile problemi
çözmeye çalışır İslam. Karı koca arasındaki problemi imana dayanarak çözmeye
çalışır. Yargıya değil.
Bu tabii ki ideal bir şeydir. Çünkü dedim ya, karı koca
ilişkileri çok hassas ve derin ilişkiler. Bu derin ilişkilere sağın solun gözünün
elinin girmesi doğru değildir. Ama son noktaya gelmiş artık bir şey
yapılamıyorsa ve ortada bir de hak yeme söz konusu ise, hukuk çiğnenecekse işte
o zaman yargı gündeme gelmeli, devreye girmelidir.
Onun için dediğim gibi bu ayet, kadınların boşama hakkı
konusundadır. Ve eğer kadın, erkeğinin, evli olduğu erkeğinin, evlilik
görevlerinden, yapmakla vazifeli olduğu yükümlü olduğu görevlerden birini
yapmadığı için değil de, böyle bir gerekçesi olmadan boşuyorsa bu durumda akdi
bozan taraftır, karşıya aldığı mihir bedelini iade etmesi gerekir.
230-) Fein tallekahâ felâ tehıllu lehû min ba'dü hattâ tenkıha zevcen ğayrehu,
fein tallekahâ felâ cünâha aleyhimâ en yeterâce'â in zanna en yukıyma
hudûdAllâh* ve tilke hudûdullâhi yubeyyinuha li kavmin ya'lemûn;
Eğer
kadını bir daha boşarsa, bundan sonra artık başka bir kocaya varıncaya kadar
ona helâl olmaz. Eğer ikinci koca da onu boşarsa, Allah'ın hududunu sağlam
tutacaklarını ümit ettikleri takdirde öncekilerin birbirlerine dönmelerinde her
ikisine de günah yoktur. İşte bunlar, Allah'ın tayin ettiği hudududur. Bunları,
bilen bir kavim için açıklıyor.(e.m.)
Erkek bunlardan sonra (üçüncü defa) tekrar karısını boşarsa, o kadın başka biri
ile nikâhlanmadıkça tekrar kendisine helal olmaz. Şayet yeni kocasından boşanırsa,
evlilik şartlarını Allâh sınırları içinde yürütebileceklerini düşünüyorlarsa,
tekrardan nikâhlanmalarında üzerlerine bir suç yoktur. İşte bunlar Allâh'ın (koyduğu)
sınırlarıdır ki, (Allâh'ı) bilen kavim için açıklıyor. (A.Hulusi)
Fein tallekahâ felâ
tehıllu lehû min ba'dü hattâ tenkıha zevcen ğayrehu Eğer kesinlikle boşamışsa felâ tehıllu lehû min ba'dü bunun ardından kendisine helal olmaz. Ne? hattâ tenkıha zevcen ğayrehu bir başka eşle evlenmediği sürece boşadığı eşi
kendisine geri dönemez. Eğer kesinlikle boşamışsa. Bu açık.
Bu, niçin böyle keskin bir hüküm var İslam’da. Yani
bir erkek için siz bunun ne demek olduğunu biliyorsunuz. Bir erkek için. Yani
kıskançlığın doğasında bulunan bir varlık için, bir canlı için, boşadığı eşini,
yani kendisinin mahremi olan, hayat arkadaşı olan, canını canı ile
birleştirdiği eşinin bir başkasıyla evlilikten sonra ancak.
Bu tersinden anlaşılmamalı. Bu hüküm, bu hükmü koymak
için değildir. Boşanmayı zorlaştırmak içindir. Anlatabiliyor muyum? Yani ayetin
ruhu nedir diye sorarsanız, ayetin söylemek istediği bu değil. Ayetin söylemek
istediği;
- Bakın
boşamaya kalkmayın öyle. Öyle hemen boşamaya kalkmayın demektedir ayet. Eğer
böyle ağzınıza gelince, canınız sıkılınca boşamaya kalkarsanız bakın sonu sizin
için hiçte kabul edilemeyecek bir durum bekliyor. Demektir.
fein tallekahâ felâ
cünâha aleyhimâ en yeterâce'â in zanna en yukıyma hudûdAllâh Eğer boşarsa felâ cünâha aleyhimâ en yeterâce'â in zanna en yukıyma hudûdAllâh Eğer Allah’ın hududunu,
Allah’ın koyduğu sınırları ikame edeceklerine inanıyorlarsa her iki tarafta in zanna
eğer her iki tarafta Allah’ın çizdiği sınırlara göre bir evliliği devam
ettireceklerine inanıyorlarsa, bu durumda birbirlerine dönmelerinde bir günah
yoktur.
Günah, vebal manasına gelir. Aslında Mısır lehçesinden
Türkçeye geçtiği için günah, G harfi ile söylenir. Yoksa cünha’dır, cünahtır. La
cühana ama mısırlılar hiçbir c harfini telaffuz etmezler, hatta edemezler.
Onun için mesela
Euzübillahimineşşeytanirracim, diyemezler.
“Gim” derler ve bunun gibi. Gelal derler, gemal derler. Cemal diyemezler. Onun
için Anadolu ya da bu kavram Mısır lehçesinden gelmiş olmalı ki Anadolu halk
lisanında Günah olarak şöhret bulmuş.
ve tilke
hudûdullâhi yubeyyinuha li kavmin ya'lemûn; İşte bütün bunlar Allah’ın
çizdiği sınırlardır. Allah onların değerini bilen, Allah’ın hüküm koymasının ne
demek olduğunu bilen bir toplum için işte bunları böyle açıklıyor.
231-) Ve izâ tallaktümün nisâe febelağne ecelehünne feemsikühünne Bi ma'rûfin
ev serrihûhünne Bi ma'rûf* ve lâ tümsikühünne dıraren lita'tedû* ve men yef'al
zâlike fekad zaleme nefsehu, ve lâ tettehızû âyâtillâhi hüzüva* vezkürû
nı'metAllâhi aleyküm ve mâ enzele aleyküm minel Kitâbi vel Hikmeti ye'ızuküm
Bih* vettekullâhe va'lemû ennAllâhe Bi külli şey'in 'Aliym;
Kadınları
boşadığınız zaman iddetlerini bitirdiklerinde, artık kendilerini ya iyilikle
tutun veya güzellikle salın. Yoksa haklarına tecavüz için zararlarına olarak
onları tutmayın. Her kim bunu yaparsa nefsine zulmetmiş olur. Sakın Allah'ın
âyetlerini alay konusu edinmeyin, Allah'ın üzerinizdeki nimetini, size
kendisiyle öğüt vermek üzere indirdiği kitap ve hikmeti hatırlayıp, düşünün.
Hem Allah'tan korkun ve bilin ki Allah her şeyi bilir.(e.m.)
Karılarınızı boşadığınızda üç aybaşı süresi tamamlandığında
ya güzellikle devam edin ya da iyilikle serbest bırakın. Eziyet amacıyla onları
kendinize bağlı tutmayın. Kim bunu yaparsa muhakkak kendi nefsine zulmetmiş
olur. Allâh hükümlerini önemsememezlik yapmayın. Allâh'ın üzerinizdeki nimetini
ve size "B" mânâsınca öğüt (ibret) vermek için Kitap ve Hikmetten inzâl ettiğini
hatırlayın. Allâh'tan korunun ve iyi bilin ki, Allâh her şeyin (Esmâ
mertebesi itibarıyla) hakikati olarak bilir. (A.Hulusi)
Ve izâ tallaktümün
nisâe febelağne ecelehünne feemsikühünne Bi ma'rûfin Eğer boşanan kadınlar
kendileri için tanınan sürenin sonuna yaklaşırlarsa feemsikühünne Bi ma'rûfin ya güzellikle onları tutun ev serrihûhünne Bi ma'rûf ya da güzellikle onları bırakın.
ve lâ tümsikühünne
dıraren lita'tedû* ve men yef'al zâlike fekad zaleme nefsehu Onları, zarar vermek için
alıkoymayın. lita'tedû eğer böyle bu maksatla
alıkoyarsanız bu durumda haddi aşmış olursunuz. lita'tedû ..! zarar vermek için onları alıkoyarsanız Haddi aşmış olursunuz. ve men yef'al zâlike fekad zaleme nefsehu Kim böyle bir şey yaparsa hiç
şüphesiz kendi kendisine kötülük etmiş olur.
Bakınız bu ayetin sebep-i nüzul bahsinde bir olay
anlatılır.
Sabit Bin Yesar ya da Sinan Ensari hakkında nazil
olduğu söylenen bu ayette, bu sahabelerden bir tanesi hanımını boşamıştı.
İddetinin bitmesine birkaç gün kala vazgeçiyorum dedi. Cahiliyyede böyle
zulmediyordu. Vazgeçiyorum dedi. Yani 3 ay beklemiş. 3 ay aile ilişkisi kesik
hem de. Sanki bir yabancı gibi duruyor. Bitmesine birkaç gün kala vazgeçiyorum
dedi, ondan sonra bir daha boşadı. Ve böylece 7 ay o kadına zulmetmişti. İşte
bunun üzerine bu ayet nazil oldu. Kadınlara yapılan kötü muamelenin önüne
geçmek içindir. Deminden beri tefsir ettiğim tüm ayetler. Kadının hukukunu
korumak içindir.
Şimdi siz o dönemde gerçekten bunların ne muhteşem bir
devrim olduğunu düşünebiliyor musunuz..! Ve gerçekten de kadına böylesine
zulmedilen bir toplumda, Kur’an ın o insanları nasıl terbiye ettiğini aklınıza
getirebiliyor musunuz..! İşte Kur’an ın insanlığa getirdiği bu muhteşem değerlerin
kıymetini ancak bu ayetleri çok iyi bilen, Ayetlerin arka planını çok iyi
bilenler takdir ederler ve o zaman onlar Kur’an ı layıkıyla okurlar. Yoksa ne
bilsin Kur’an ın değerini. Kur’an ın insanlık için ne muhteşem bir adalet
rehberi, rahmet rehberi, saadet rehberi olduğunu nasıl kavrayacak insan. İşte
böyle kavrayabilir ancak.
ve lâ tettehızû
âyâtillâhi hüzüva eğer böyle yaparsanız Allah’ın ayetlerini oyun,
oyuncak etmiş olursunuz. Allah’ın ayetleri ile dalga geçmiş olursunuz. Yani
Allah’ın ayetlerini eğlenceye almayın. vezkürû
nı'metAllâhi aleyküm Allah’ın üzerinizdeki nimetini hatırlayın.
ve mâ enzele
aleyküm minel Kitâbi vel Hikmeti ye'ızuküm Bih Size öğüt vermek için
indirdiği kitabı vahyi ve hikmeti hatırlayın.
Biraz önce söylediğim şeyleri Kur’an kendi lisanı ile
söylüyor. Yani Allah bu ayetleri indirmekle size ne büyük bir ikram etti bunu
unutmayın, hatırlayın. Ve yine unutmayın insanlığın bugün geldiği noktada
Kur’an ın muhteşem bir etkisi vardır. Bunu nasıl aklınızdan çıkarırsınız..!
Bugün insanlığın geldiği noktada eğer dün görülen bir takım zulüm uygulamaları
yoksa, Kur’an daha başında bunları paranteze alıp yok etmek için
çalıştığındandır. Kur’an bu gibi uygulamalara karşı cephe aldığı için yok
olmuştur. Yoksa 20. asır cahiliyyesinde, 21. asır cahiliyyesinde ne gelenekler
var ki bu zulümlerden hiçte aşağı değildir.
Bakınız 21. yy.ın kendine has
zulümleri, kendilerine has cahiliyyesi var. Ve yine kadınlar farklı yöntemlerle
bu kez, 7. yy. cahiliyyesinden çok farklı bir yöntemlerle yine kadınlar zulme
uğruyor. Ama reklama malzeme edilerek, ama cinsellikte sömürülerek, ama şu
yolla, ama bu yolla. Yine kadın mazlum ve ezilen konumunu koruyor. O halde bu
ayetler 7.yy.ın değil, bu ayetler aynı zamanda 21. yy.ın ayetleridir. Ruhuyla.
Söylemek istediği ile, arka planı ile.
[Eksik olan cümle; vettekullâhe va'lemû ennAllâhe Bi külli şey'in 'Aliym; Hem Allah'tan korkun ve bilin ki Allah her şeyi
bilir.(e.m.)]
232-) Ve izâ tallaktümünnisâe febelağne ecelehünne felâ ta'dulûhünne en
yenkıhne ezvacehünne izâ teradav beynehüm Bil ma'rûf* zâlike yûazu Bihî men
kâne minküm yu'minü Billâhi vel yevmil ahıri, zâliküm ezkâ leküm ve ather*
vAllâhu ya'lemu ve entüm la ta'lemûn;
Kadınları
boşadığınız zaman iddetlerini bitirdiklerinde, aralarında meşru bir şekilde
rızalaştıkları takdirde, kendilerini kocalarıyla nikâhlanacaklar diye
sıkıştırıp, engellemeyin. İşte bu, içinizden Allah'a ve ahiret gününe iman
edenlere verilen bir öğüttür. Bu, sizin hakkınızda daha hayırlı ve daha
nezihtir. Allah bilir, siz bilemezsiniz.(e.m.)
Karılarınızı boşadığınızda, bekleme süresi sonunda,
aralarında karşılıklı anlaşmaları hâlinde, evlenmelerine engel olmayın. Bu
sizden kim Allâh'a ve gelecekte yaşanacak sürece iman ediyorsa ona verilmiş
olan bir öğüttür. İşte bu sizin için daha tezkiyeli (beşeri şartlanmalardan arı)
ve daha temizdir. Allâh bilir siz bilmezsiniz! (A.Hulusi)
Ve izâ
tallaktümünnisâe febelağne ecelehünne eğer hanımları boşarsanız, onlarda kendileri için
ayrılan sürenin sonuna ulaşırlarsa felâ ta'dulûhünne
en yenkıhne ezvacehünne izâ teradav beynehüm Bil ma'rûf Bu durumda aralarında münasip
bir biçimde evlenmek için anlaşmışlarsa başka kocalarla, evet, başka kocalarla
evlenmek için anlaşmışlarsa siz onlara engel olmayın. Yani boşadığınız
kadınlar, boşamışsınız, ilişkinizi kesmişsiniz.
Tabii ki bu Talak-ı Baiyn le boşanmışta olabilir. fark
etmez yani geri dönmek mümkündür ama kadının isteğine bağlıdır. Talak-ı
Baiynde. Lakin nikah bitmiş, nikah yok artık. Talak-ı baiynde nikah olmaz.
Nikah yeniden kıyılır zaten. Böyle bir boşama ile boşamışsınız ama hala onun
üzerinde otorite kurmaya kalkıyorsunuz. Hala onun adeta rezil olmasını
istiyorsunuz. Onun mağdur durumda bulunmasından zevk alıyorsunuz.
İşte Kur’an böyle kadim bir zulmüne parmak basıyor ve
diyor ki; Eğer aralarında anlaşmışlarsa başka kocalarla, onların birbirleriyle
evlenmelerine engel çıkarmayın. Tabii ki meşru bir biçimde.
zâlike yûazu Bihî
men kâne minküm yu'minü Billâhi vel yevmil ahıri işte bu içinizden Allah’a ve
ahiret gününe inananlara Allah’ın verdiği bir öğüttür. zâliküm ezkâ leküm ve ather Bu sizin için en yararlı ve en temiz olan yöntemdir.
vAllâhu ya'lemu ve
entüm la ta'lemûn; Allah çok iyi bilir bunun ne anlama geldiğini. Ama
siz tabii takdir edemeye bilirsiniz.
Bu ayetin sebep-i nüzulü, birebir sebep-i nüzuldür.
Bunu söylüyorum. Birebir sebep-i nüzuldür ve bu olay üzerine inmiştir ittifakla
bu ayet. O olay da şudur:
Ma’kıl bin Yesar, kız kardeşini boşayan kocasına
tekrar kız kardeşi ile evlenmek için müracaat etmişti. Kız kardeşi de eski kocasına
dönmeyi kabul etti. Yani bir dönem anlaşmazlığa düşmüşler, kocası boşamış,
tabii ki talak-ı baiynle boşamış, boşanmışlar, ondan sonra tekrar anlaşmışlar.
Ama Ma’kıl bin Yesar;
- O seni
boşadı, ben bir daha seni ona vermem..! Diye diretmişti.
Tabii bu ayet ininceye kadar
diretti. Bu ayet indi, Resulallah Ma’kıl’ı çağırdı. (Çok ilgimi çeken bir şey var o da Resulallah bu
kadar yoğun bir toplumu tek tek nasıl taassut altında tutuyor. Herkesin
problemini nasıl da gözlüyor. O çok dikkatimi çeken bir husustu.) Çağırdı
Ma’kıl’i mescid-i Nebevide herkes orada. Gerçekten, yürekten candan bir insandı
Ma’kıl. Dedi ki;
- Ayet indi..! Dedi ve bu ayeti okudu Resulallah.
Ma’kıl hem ağlıyordu, hem gülüyordu. Nasıl olur bu ben
bilmem ama, hem ağlıyor hem seviniyordu.
- Ma’kıl’ın
burnunu sürten Rabbime hamdolsun. Diyordu ve arkasından, Ey Allah’ım senden razıyım ve emrine amadeyim. semi'nâ ve eta'nâ diye bitirdi sözünü.
Hemen gitti ve kardeşine;
- Allah
hükmünü verdi, ben af diliyorum. Dedi ve aradan çekildi.
İşte Kur’an böyle terbiye eder.
233-) Vel validatu yurdı'ne evladehünne havleyni kâmileyni limen erade en
yütimmerredâ'ate ve alel mevlûdi lehû rizkuhünne ve kisvetühünne Bil ma'rûf* lâ
tükellefü nefsün illâ vüs'ahâ* la tudârre validetün Bi veledihâ ve lâ mevlûdün
lehû Bi veledihi ve alel vârisi mislü zâlik* fein eradâ fisâlen an terâdın
minhümâ ve teşâvürin felâ cünâha aleyhimâ* ve in eradtüm en testerdı'û
evlâdeküm felâ cünâha aleyküm izâ sellemtüm mâ âteytüm Bil ma'rûf* vettekullâhe
va'lemû ennAllâhe Bi mâ ta'melûne Basıyr;
Anneler, çocuklarını, emzirmenin
tamamlanmasını isteyenler için tam iki yıl emzirirler. Çocuk kendisine ait olan
babaya da emzirenlerin yiyecekleri ve giyecekleri geleneklere uygun olarak bir
borçtur. Bununla beraber herkes ancak gücüne göre mükellef olur. Çocuğu
sebebiyle bir anne de, çocuğu sebebiyle bir baba da zarara sokulmasın. Varise
düşen de yine aynı borçtur. Eğer ana ve baba birbirleriyle istişare edip, her
ikisinin de rızasıyla çocuğu memeden ayırmak isterlerse kendilerine bir günah
yoktur. Eğer çocuklarınızı başkalarına emzirtmek isterseniz vereceğinizi güzel
güzel verdikten sonra bunda da size bir günah yoktur. Bununla beraber Allah'tan
korkun ve bilin ki, Allah yaptıklarınızı görür. (e.m.)
(Boşanmış annelerin) süt emzirmesini tamamlatmak isteyen (babalar)
için, anneler iki tam yıl çocuklarını emzirebilirler. Bu süre zarfında onların
rızkı ve giyim kuşamı örfte olduğu üzere babanın yükümlülüğündedir. Hiçbir
nefse kapasitesini aşan teklif edilmez. Ne bir ana ne de bir baba çocuğu
yüzünden zarara sokulmamalıdır. Vârise düşen de aynen böyledir. Eğer kendi
rızaları ile anlaşarak çocuğu iki yıldan önce sütten kesmek isterlerse
kendilerine bir suç yoktur. Eğer çocuklarınızı (süt anne tutup)
emzirtmek isterseniz, örf üzere verilmesi gerekeni ödediğiniz takdirde, bunda
da bir beis yoktur. Allâh'tan korunun ve iyi bilin ki Allâh (tüm
yaptıklarınızın yaratanı olarak) Basıyr'dir. (A.Hulusi)
Vel validatu yurdı'ne evladehünne havleyni kâmileyni limen erade en
yütimmerredâ'ate Anneler çocuklarını tam iki yıl emzirirler. Tabii ki limen erade en yütimmerredâ'ate emzirme süresini tamamlamak isteyenler için bu
böyledir. Emzirme süresini tamamlamak isteyen, tabii bu ayette yukarı ile
ilişkili. Yani boşanmış kadınların bir de çocuk problemi var, şimdi ne olacak.
Boşandı ama bitmedi problem.
Kur’an üzerini örtmüyor, es geçmiyor, teğet geçmiyor.
O problemi şimdi ele alıyor. Boşandı ama çocuk var ortada. Hem de bu çocuk
küçük. Büyük olsa önemi yok. Çocukluktan çıkmış olsa, küçük, kucakta çocuk
kaldı, ne olacak. Tabii ki Allah bırakacak değil ve şimdi o problemi ele
alıyor.
Vel validatu
yurdı'ne evladehünne havleyni kâmileyni limen erade en yütimmerredâ'ate Emzirme süresini tamamlamak
isteyenler için çocuklarını tam iki yıl emzirme görevleri vardır. Boşanmış
annelerin görevi budur.
[Ek bilgi: Çocuğun
İki Yıl Emzirilmesi
Bugün yapılan birçok çalışma
ile doğumdan sonra ilk altı ay süresince bebeğin fizyolojik ve psiko sosyal
ihtiyaçlarını tek başına mükemmel bir şekilde karşılayan anne sütünün, anne ve
bebek bağının kurulmasında önemli rol oynadığı, bebeğin ilk altı ay tek başına
anne sütü ile beslenmesi, altıncı aydan sonra ek besinlerle birlikte anne sütü
ile beslenmenin devam ettirilmesini ve emzirmenin iki yaşın sonuna kadar
sürdürülmesinin; bebeğe sayısız yararlar sağladığı bilimsel veriler ile
ispatlanmıştır…. (Prof.
Dr. Mustafa Bakır)]
ve alel mevlûdi Evet, ve alel mevlûdi lehû rizkuhünne ve kisvetühünne Bil ma'rûf Tabii ki bu arada babaya,
onları boşayan, yani çocuğun babası artık. Onun için bakınız ve alel mevlûdi diye geldi. Çocuğun olmasına vesile olan kimse
manasına gelir motomot. Babaya, şimdi koca bitti. Onun için o jargonu
kullanmıyor Kur’an. Farklı bir alana kaydırdı. Çocuğu merkeze aldı, çocuğun
annesi, çocuğun babası biçiminde hitap geliyor. Babaya da ne düşer burada;
Onların yeme içme, giyim kuşamlarını temin etmek düşer. Babaya da bu vaciptir.
lâ tükellefü nefsün
illâ vüs'ahâ
hiçbir kimseye götüremeyeceği yüklenmez. Meçhul geldi. Zaten bu, sırf bu iş
için değil, Kur’an ın koyduğu hükümlerin tümü için geçerlidir. Genel bir
kuraldır. Kimseye götüremeyeceği yüklenmez.
Fakihler bu ayete dayanarak boşanan çiftlerin çocuğun
bakımının anne tarafından üstlenilmesine hükmetmişler. Çok ilginç tabii. Ve
medeni hukukta da bu böyledir. Tüm dünya hukuklarında bu böyledir, çünkü fıtri
olan budur. Tersi doğru da değildir, mümkün de değildir.
la tudârre
validetün Bi veledihâ ve lâ mevlûdün lehû Bi veledihi Ne çocuğu yüzünden bir anne
zarara uğratılsın, ne de çocuğu yüzünden bir baba zarara uğratılsın. Adalet ve
itidal bunu gerektirir. Yani zarar olmasın iki tarafa da. Ama iki tarafta görev
ve sorumluluklarını bilsin. Bebenin, annesinin yanında olması lazım, çünkü
şefkat ve merhameti ancak anne verir. Annenin vereceği sadece süt değildir.
Onun için burada Vel validatu yurdı'ne ibaresini sadece yurdı'ne
ibaresini emzirmek manasına almamak lazım. Bakımını üstlenmek, onu bağrına
basmak manasına almak lazım. Bağrına basmak anlamı aslında bir çok şeyi ifade
eder. Sadece süt vermeyi değil, ona bağrından neler neler vermeyi ifade eder.
ve alel vârisi
mislü zâlik
Tabii ki bu aslında cümle-i mu’terize bir tırnak içi cümlesi. Babanın
varisine de aynı görev düşer. Yani olur ya mümkündür, baba eğer ölmüşse, öyle
bir durum ortaya çıkmışsa, bu durumda babanın varisine bu çocuğa ve annesine
bakmak görevi düşer. Onu da ihmal etmemiş Kur’an. Hayatın o alanını da
dolduruyor.
fein eradâ fisâlen
an terâdın minhümâ ve teşâvürin felâ cünâha aleyhimâ Evet, ebeveyn, istişare sonucu
çocukla annenin ayrılmasına karar verirlerse, ebeveyn istişare ettiler. Ki
tesniye olarak geliyor kelimeler, eğer ebeveyn anne ve baba istişare ederler,
bunun sonucunda da çocuk ve annenin birbirinden ayrılma, ben böyle
manalandırdım.
Bu mana Razi’nin Ebu Müslüm İsfehani’den aktardığı bir
mana. Buradaki fisâl çocuğun anneden ayrılması manasına gelir demiş bir
tek müfessirler içinde Ebu Müslüm İsfehani demiş bunu. Öbür tüm müfessirler
sütten kesme şeklinde anlamışlar. Bendeniz Ebu Müslüm İsfehani’nin bir tek
olmasına rağmen, şahıs kalmasına rağmen yorumunun çok daha uygun ve doğru
olduğuna inanıyorum.
Problem sütten kesme probleminden çok daha derin bir
problem burada. Yani bu problem nasıl derin? İyi de boşanmış bir anneye
ebediyen, müşterek bir meyve olan çocuğu zimmetli yemezsiniz ki. Onunda kendine
göre bir hayatı olacak. Ebediyen zimmetli yemezsiniz ki. Sırtına bir kambur
gibi vuramazsınız ki. O da evlenebilir, evlenmek isteyebilir, hakkıdır.
Boşanmış koca ne kadar evlenmek hakkıysa, boşanmış hanımında evlenmek hakkı.
Peki sırtında müşterek bir meyve olan çocuklar niçin onun sırtına yüklenecek.
Burada ne yaparlar, istişare ederler diyor. Bu çocuğu
ayırmak için. Bu istişare sonucunda eğer karar verirlerse, yani bu karara
uyulur.
ve in eradtüm en
testerdı'û evlâdeküm felâ cünâha aleyküm babalar o çocuğu annesinden
aldıktan sonra bir başka süt anneye götürüp emzirtebilir. Yani ona
baktırtabilir. Bunda da sizin için diyor bir günah yoktur. Sizin için diyor..!
Annesine de bir günah yoktur diyor. Yani annesi de suçlanamaz çocuğunu attı
diye. Ama iki yıl mecbur. İki yıl mutlaka bakacak şefkat verecek, emzirecek.
Lakin ondan sonra ona zorlayamazsınız diyor. Baba bir başka süt anneye eğer
isterse verir ve ikisine de burada bir günah yoktur.
izâ sellemtüm mâ
âteytüm Bil ma'rûf Evet, verilmesi gerekeni yerine meşru bir biçimde
ulaştırdığınız zaman, ulaştırmanız şartıyla diye çevirelim. Yani yerine teslim
etmeniz gereken şeyi güvenlikli bir biçimde yerine ulaştırmak şartıyla.
Burada sellemtüm ifadesi hem yerine teslim
etmek, hem de güvenliğini sağlamak manasına gelir. Ben güvenliğini sağlamayı
daha uygun bir mana olarak tercih ediyorum. Yani bu çocuğu yerine, güvenli bir
yere yerleştirdiği zaman anlamına gelir. Ancak genelde Müfessirler bu ibareyi,
emzirecek süt anneye ücretini güzel bir biçimde ödediğiniz zaman diye
çevirdiklerini de burada ifade edeyim.
vettekullâhe
va'lemû ennAllâhe Bi mâ ta'melûne Basıyr; Allah’a karşı sorumluluğunuzun
bilincinde olun. Ve iyi bilin ki Allah yaptığınız her bir şeyi ayrıntısıyla
görmektedir.
Evet sevgili dostlar, bugün işlediğimiz bu ayetler
hayatın ta göbeğinden ayetler. Ta içinden ayetler. Çocuğu, anneyi, babayı,
aileyi, yani toplumun çekirdeğini, yani bir anlamda toplumun tamamını
ilgilendiren ayetler. Şimdi biri kalkıp ta diyebilir mi ki
- Allah dünyamıza, Allah iç işlerimize, Allah ailemize
neden karışıyor..! Diye. Ve derse bu insanın Allah’la ilişkisi kesilmiş olmaz
mı?
Allah’la ilişkisini sürdürenler arasında kılmasını
niyaz ediyoruz Rabbimizin.
“Ve ahiru davana velil hamdülillahi rabbil
alemiyn”
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder