16 Eylül 2010 Perşembe

İslamoğlu Tef. Ders. BAKARA SURESİ (47 – 66) (5)



“euzübillahimineşşeytanirracim.”

“Bismillahirrahmanirrahim”



“rabbişrah lı sadrı Ve yessir lı emrı Vahlül ukdetem mil lisanı Yefkahu kavlı” Taha/25-26-27-28)

Göğsüme genişlik ver, kolaylaştır işimi, düğümü çöz dilimden ki anlasınlar beni.

Değerli dostlar. Bu dersimizde Bakara suresinin 47. ayetinden tefsirimize devam edeceğiz. Daha önceki dersimizin konusunu hatırlayacak olursanız İsrail oğullarının Yahudileşme sürecini işliyorduk. Daha önce tefsir ettiğimiz ayetler, bu günde bu sürecin devamı olan yine aynı konunun bir devamı olan İsrail oğullarının Yahudileşme sürecini işleyeceğiz.

“Bismillahirrahmanirrahim”



47 - Ya benı israılezküru nı'metiyelletı en'amtü aleyküm ve ennı faddaltüküm alel alemın.

[Ey İsrailoğulları! Size verdiğim nimeti ve vaktiyle sizi âlemlere üstün kıldığımı hatırlayın.} (elmalı)

Ey İsrailoğulları, size bağışım olan (verdiğim ilim dolayısıyla) nimetimi, sizi çeşitli toplumlara üstün kılışımı hatırlayın. (A.Hulusi)



Ya benı israılezküru nı'metiyelletı en'amtü aleyküm.

Ey İsrail oğulları size verdiğim nimetimi hatırlayın.

ve ennı faddaltüküm alel alemın.

Ve hatırlayın ki bir zamanlar sizi yer yüzünün milletleri arasından seçmiştim.

Bu ayette geçen İsrail oğullarına verilen nimetin ne olduğu üzerinde biraz durmak istiyorum. Bu millet ne idi sorusuna cevap vermezden önce nimetin kelime ve ıstılah anlamını tarif etmeliyim.

Nimet; Özünde güzellik taşıyan meşru her şey. Yani insanın özünün güzel kabul ettiği, kabul edilen şeyin özünde güzellik olan ve insanın kendisine kavuşunca mesrur olduğu şey demektir. Arap dilinde evet kelimesi  Nam..! ile ifade edilir. Nimetle aynı kökten gelir. Niğmet, nâm..! evet. Tabii evet anlamına gelen nâm..! ile nimet kelimesi arasında nasıl bir akrabalık var ki ikisi de aynı kökten geliyor denilecek olursa; insanın evet dediği her şeyde bir güzellik bir yüş olması anlamına geldiği için Arap dilinde evet sözcüğü nâm..! nimet ile aynı kökten gelir. Bir kimse bir şeye evet diyorsa, onda bir güzellik bulmuş olsa gerektir.

İsrail oğullarına verilen nimet peygamberlik ve kitap nimeti idi. Yani bunların da aslına irca edildiği zaman ilahi mesaj nimeti dedi. İlahi mesajı insanlığa taşımak bir nimettir. Bir külfet değildir. Allah dünya milletleri içerisinden bir milleti ilahi mesajı taşımakla görevlendirmişse o millete çok büyük bir nimet vermiştir. Tabiî ki verilen nimet ne kadar büyükse, sorumlulukta o kadar ağır olacaktı.

Yine buradaki alemın, el alemın. İfadesini bendeniz dünya milletleri olarak çevirdim. Aslında Fatihada da geçen “El hamdü lillahi rabbil alemin” Alemlerin Rabbi olan Allah’a sonsuz sınırsız sayıda hamdolsun. Ayetinde ifade edilen alemin ile, burada ifade edilen alemin farklıdır. Oradaki Alemin’in çerçevesi, bakara/47. suredeki Alemin’ çerçevesinden daha geniş. Fatihada ki Alemin tüm varlık. Çünkü Allah tüm varlıkların Rabbidir. Ama İsrail oğullarının içinden seçildiği alemler ise doğaldır ki dünya kavimleri, dünya milletleridir. Onun için böyle çevirdim.

        Cenab-ı hak Yahudileşen İsrail oğullarına verdiği nübüvvet ve kitap nimetini yani ilahi mesajı insanlığa taşıma görevini hatırlattıktan sonra, onların, Allah’ın bu seçimini nasıl suiistimal ettiklerine gönderme yapan şöyle bir hatırlatmada bulunur.


        48 - Vetteku yevmel la teczı nefsün an nefsin şey'ev ve la yukbelü minha şefaatüv ve la yü'hazü minha adlüv ve la hüm yünsarun

[Ve öyle bir günden korunun ki, kimse kimsenin yerine bir şey ödeyemez, kimseden şefaat da kabul edilmez, kimseden fidye de alınmaz ve onlara hiçbir yardım da yapılmaz.] (elmalı)

Kimsenin kimseyi kurtarmak için bir şey ödeyemeyeceği süreçten korunun; (o süreçte) ne (birbirine) şefaat kabul edilir, ne fidye ödenerek biri kurtarılabilir ne de onlara yardım gelir. (A.Hulusi)


Vetteku yevmel la teczı nefsün an nefsin şey'ev

Öyle bir günün bilincinde olun ey İsrail oğulları.Ki o günde hiç kimse, hiç kimseden bir şeyi savamaz. Hiç kimse hiç kimsenin yerine bir şey ödeyemez.

ve la yukbelü minha şefaatüv

Ve yine o gün de hiç kimseden torpil, şefaat, kayırma, iltimas kabul edilmez.

ve la yü'hazü minha adlüv

O gün hiç kimseden kurtarmalık, yani fidye alınmaz.

ve la hüm yünsarun

Ve yine o gün kimseye yardımcı olunmaz. Yani kimse o gün bir diğerine de yardımcı olamaz.

İşte böyle bir günün sürekli bilincinde olun deniliyor ayette.

Ayette dikkatimizi çeken bir kavram var, Şefaat kavramı. Şefeat nedir.

Kur’an da bir çok ayette şefaat kavramı geçer. Ancak şefaat kavramının geçtiği bir çok ayet olumsuz bir formla gelir. Mesela; Allahü la ilahe illa hüvel hayyül kayyum ayetinde geldiği gibi. * men zellezı yeşfeu ındehu illa bi iznih* Onun izni olmadan kimmiş bakalım şu şefaat edecek olan? İşte hep bu formda gelir. Allah izin vermeden kimse şefaat edemez. Yani yapamaz. Allah’ın izni olmadan şefaat edecek olan yoktur. Şefaatçilerin şefaati o günde hiçbir fayda sağlamaz. Hep ayetler bu formla gelir. Yani şefaatin reddi yönünde.

Buradan şunu anlayacağız. Bu Ayetler şefaate inanmayan bir toplumu şefaate inandırmak için mi geliyor, yoksa şefaate inanan bir toplumun bu yanlış inancını tasdik için mi geliyor. Bu soruyu önce soracağız. Bu soruyu sorduğumuzda Kur’an da ki şefaat ayetlerinden çıkardığımız cevap şu oluyor. O toplum şefaate inanmadığı için bu ayetlere muhatap değil, aksine yanlış bir şefaat inancına sahip oldukları için ayetler böyle geliyor.

Onlar taptıkları putları, Allah ile aralarındaki bir şefaatçi olarak kabul ediyorlar. Ve kendilerine bu putlara niçin tapınıyorsunuz diye sorulduğunda verdikleri cevap şu oluyor.

li yükarribuna ilellahi zülfa  (Zümer/3)

Bunlar, bizi Allah’a ulaştıran aracılardır. Diyorlar. Onun için de putları şefaatçi olarak kabul ediyorlar. Bu nedenle Kur’an da ki hemen tüm şefaat ayetleri olumsuz bir dille gelir. Yani siz, sizi Allah’ın elinden kurtaracağını sandığınız, öyle inandığınız bazı şeylere karşı öyle his besliyorsunuz ki onları Allah huzurunda şefaatçi kabul ediyorsunuz. Oysa ki Allah kesinlikle kendi izni olmadan hiç kimsenin şefaat edemeyeceğini buyuruyor.

İşte Kur’an da ki şefaat ayetlerinden yola çıkarak vardığımız sonuç budur. Yani müşriklerin yanlış bir şefaat anlayışı inancı var, onların bu inancını reddediyor Kur’an.

Peki doğru şefaat inancı nedir dersek, şefaati önce iyi kavramamız lazım. Bir benzetme yapalım. Bir ödül veriliyor, veya ödüller veriliyor. Ödülleri veren yüce makam, ödülü hak eden kimseye verme işini birine tevdi ediyor. Onu onurlandırmak için. Diyor ki ben bu ödülü falancaya verdim ama, bunu ona takdim etme işini de sana tevdi ediyorum, sen ona ver. Ve o ödülü alıyor hak eden kimseye veriyor.

Şimdi soralım. Ödülü hak eden kimse, ödülü kendisine tevdi eden, uzatan kimseden mi aldı, yoksa o ödülü kendisine veren asıl daha yüce bir makamdan mı. Eğer ödülü alan kimse dönüp te ödülü kendisine tevdi eden kimseden “bana ödül verdin bir de falancaya ver” derse doğru bir yerden mi istemiş olur. Ödülün sahibini unutmuş olmaz mı? Ödülün hakiki sahibine bu ihanet olmaz mı? Onun için işte şefaat budur.

Ödülü tevdi edenin değildir karar hakkı. Ödülü asıl takdir edenindir. Ödülü takdir eden yüce makam tektir, Allah’tır.

Kur’an da da bu manada şefaat yalnızca Allah’a ait olduğu açık ve sarahatle zikredilir. Ama onun dışında illa istisna edatıyla, “O’nun izniyle” şefaat edilebileceği. Yine O’nun sevdiği kullarına şefaat hakkı tanıyacağı, yine meleklerin şefaat edeceği onun izniyle Kur’an da geçer. İşte Allah dışında Allah’ın şefaat ettiği kimselere, izin verdiği kimselere ödül veren yani şefaat edenler aslında ödülü tevdi edenlerdir. Ödülü takdir edenler değil. Ödülü takdir etme yetkisi sadece ve sadece Allah’a aittir. On un için de şefaat verenden değil, tevdi edenden değil, takdir edenden istenir. Sadece Allah’tan. Ve bu Tevhidin, Tevhidi inancın bir gereğidir, bir parçasıdır.

Yine bu ayette açıklanması gereken bir nokta daha var. Niçin böyle bir ayet gelivermiş buraya. Bu niçin’in cevabını Yahudilerin mantığında buluyoruz. Onlar Allah’ın vahyi yer yüzüne yayma görevi ile kendilerini seçme işini, kutsal kavim ırkçılığına döktüler. Allah dünya milletleri içerisinden onları vahyi insanlığa taşıma sorumluluğunu yapmak üzere seçmişti. Oysa onlar bu seçimi yanlış algıladılar. Allah’ın bu seçimi aynı zamanda büyük bir sorumluluk yüklüyordu onlara. Eğer vahyi hayata uygular, Vahye layık bir ümmet olur ve vahyi bozmadan, değiştirmeden tahrif etmeden insanla taşırlarsa görevlerini yapmış olurlardı. Bunu yapmadılar. Lakin yapmadıkları halde yine de şöyle bir yanlış kanaate vardılar; Biz Allah’ın sevgili ve seçilmiş bir kavmiyiz. İşte Tevrat’taki kutsal kavim anlayışı kendi elleriyle yazdıkları o yanlış anlayış buradan çıktı.

Kur’an bir başka ayetinde onların bu düşüncelerinde ne kadar ileri gittiklerini şöyle vurgular.

Onlar diyorlardı ki; nahnü ebnaüllahi ve ehıbbaüh  Biz Allah’ın oğulları ve sevgilileriyiz.

Kur’an onların böyle bir sapık inanç taşıdıklarını söylüyor. Ve gerçekten de Tevrat’ın tahrif edilmiş bir çok yerinde onların bu sapık inancını görmek mümkün, onlar kendilerini kutsadılar başkalarını yok saydılar. Onun içinde yabancıya verdikleri isim İbranice goim dir. Goim iki manaya gelir, biri yabancı, ikincisi kafir manasına.

Yine Tevrat’ın tahrif edilmiş bölümlerinde şu türden ibarelere rastlıyoruz; Onlar, yer yüzündeki, İsrail oğulları dışındaki herkes, İsrail oğullarına hizmet edecektir. Onlar onlara köle olacak. Onların oğullarını hizmetçi, kızlarını köle edineceksin gibi ibarelere rastlanır. Ama yine Tevrat’ın tahrif edilmemiş bölümlerinde, örneğin yeremya bölümünde, ki yeremya bir İsrail oğulları peygamberidir, Salih bir insandır, Onun bu inanca karşı savaş verdiğini görüyoruz. Ey İsrail oğulları siz kendinizi üstün zannediyorsunuz. Siz ki Allah’a isyan ettiniz, siz Allah’ın emanetine ihanet ettiniz hala diyorsunuz ki ben sarsılmam, ben bükülmem. Böyle ibarelere de rastlıyoruz Tevrat’ta.

Onun için İsrail oğulları işte böyle bir kutsal ırkçılığa saptılar. Bu kutsal ırkçılık onlarda bununla da kalmadı, milli din haline getirdiler Allah’ın dinini.

Yine Tanrı inancını milli, ilah haline dönüştürdüler ve yahuva, ya da yahve ismini verdikleri İsrail oğlunun özel tanrısı ilan ettiler.

Dahası Tüm Müslümanların da peygamberi olan Hz. Musa’yı ve diğer peygamberleri İsrail oğullarının milli lideri ilan ettiler. Milli din, milli kitap, Milli Tanrı ve milli önder. İşte İsrail oğullarının sapıklığı bu sonucu getirdi.

İşte bu ayet- i kerime de reddedilen de bu idi. Onlar diyorlardı ki Bize ahirette sayılı günler dışında ateş dokunmayacak , Kur’an bize bunu haber veriyor.( illa eyyamem ma'dudeh Bakara/80). Yalnızca sayılı günlerde bize ateş dokunacak birkaç gün, onun dışında bizi ateş yakmayacak diye bir inanca sapıyorlardı. Niçin diye sorulduğunda, Çünkü biz Allah’ın dostlarıyız, oğullarıyız diyorlardı (haşa). İşte buna bir cevap olarak;

- Ey İsrail oğulları siz eğer ahirette özel bir torpil bekliyorsanız, kesinlikle böyle bir şey olmayacak. Çünkü siz vahye ihanet ettiniz.

Yukarıda ki ayetle hemen bu ayetin arsındaki bağlantıyı kuracak olursak;

- Sizi ben yeryüzünde vahyi insanlığa sunmak için seçtim, ama siz bu seçimi bir ırkçılığa dönüştürdünüz. Kötü bir ulusalcılığa dönüştürdünüz. Diyor ayet.

Devam ediyor.


49 - Ve iz necceynaküm min ali fir'avneyesumuneküm suel azabi yüzebbihune ebnaeküm ve yestahyune nisaeküm* ve fı zaliküm belaüm mir rabbiküm azıym

[(Hem hatırlayın ki bir zaman) sizi Firavun ailesinden de kurtardık, (onlar) size azabın en kötüsünü reva görüyor, oğullarınızı boğazlıyor, kadınlarınızı sağ bırakıyorlardı. Ve bunda size Rabbiniz tarafından büyük bir imtihan vardı.] (elmalı)

Sizi Firavun ailesinden de kurtarmıştık, ki size en kötü azabı yaşattırıyorlardı. Erkek çocuklarınızı boğazlayıp, kadınlarınızı hayatta bırakıyorlardı. Rabbinizin azametli bir belâsı içindeydiniz. (A.Hulusi)


Ve iz necceynaküm min ali fir'avneyesumuneküm suel azabi yüzebbihune ebnaeküm ve yestahyune nisaeküm.

Hani hatırlayın bir zamanlar da sizi Firavunun yönetiminden kurtarmıştık. Ne yapıyordu Firavun? yesumuneküm suel azabi size işkencenin en alçağını reva görüyordu. Erkeklerinizi, erkek çocuklarınızı boğazlıyor, kız çocuklarınızı da bırakıyordu.

ve fı zaliküm belaüm mir rabbiküm azıym

İşte bunda sizin için Rabbiniz de dehşet bir sınama vardır. Bir sınav bir imtihan vardır.

Burada Âll..! ali fir'avn’daki âll..! Ehil manasına, ev halkı manasına gelir kelime olarak. Ancak mecazi olarak aynen bugün de kullanıldığı gibi bir şirketin yönetici kadrosuna, biz bir aileyiz derler. Herhangi bir sosyal organizasyonun yönetici kadrosu; “Biz bir aileyiz” der mesela, mecazi olarak. İşte burada da firavunun ailesinden kasıt, firavunun yönetimi, kadrosu idi.

Firavn sözcüğüne gelince; Kelime manası büyük ev, saray anlamına geliyor. Ancak daha sonraları eski mısır da bu kelime hakan, sultan, han, kral, melik gibi cins isim olarak yöneticiye veriliyor. Onun için bu isim cins isimdir. Fir’avn diye belirli bir şahsın ismi yoktur. Burada anılan fir’avn isminin Ramses olduğu söylenir Kitab-ı Mukaddes müfessirlerince. Veya bir başkası olabilir.

Ama neden Kur’an bunun ismini vermemişte cins isim koymuş, yani Kral demiş, sultan demiş, yönetici demiş, başkan demiş diye sorarsanız, Kur’an ın üslubu budur. Bu üslubun hikmeti de şudur: Her çağın kendi firavn’ı olabilir, sizin de fir’avn ınız olabilir. Ben firavn a bir isim, özel bir ismi zikredersem siz olur ki onu tarihin belli bir döneminde yaşayıp geçip gitmiş, eski de kalmış bir hikaye diye bakarsınız. Ama bu eskide kalmış bir hikaye değil. Bu her çağda yaşanabilecek bir hikaye. Her çağın kendi firavunu, kendi Musa’sı olacaktır.

Onun için siz burada ki firavn’ın kimliğine, adına ne olduğuna değil, akıl misyonuna, kimi temsil ettiğine, hangi çizginin, hangi düşüncenin temsilcisi olduğuna bakın. O zaman göreceksiniz ki batılın çağlar boyunca tüm liderleri, küfrün tüm liderleri, firavun çizgisinin adamlarıdır. Tabii ki onun karşısında onlara savaş verenler de Musa çizgisinin insanlarıdır. Bu, bu anlama gelir biraz da.

Yine Ayet-i kerime de dehşet bir sınamadan söz ediliyor.

ve fı zaliküm belaüm mir rabbiküm azıym

Bunda, işte bütün bu zulüm ve işkence de sizin için müthiş bir sınama vardır. İmtihan vardır. Cidden şöyle düşünecek olursak bir soy kırım var ortada. İsrail oğulları firavun tarafından soykırıma uğruyor. Muvahhit ve Müslüman İsrail oğulları. Unutmayın İslam sadece bizim değil, İlk insan dan son insana kadar Tevhid inancına sahip tüm insanların ortak dinin adıdır. Onun için İslam sadece Ümmet-i Muhammed’in dinine verilen özel isim değildir. İslam Tüm peygamberlerin getirdiği ilahi mesaja, bozmadan inanan Muvahhit ve  mümin İnsanların dinidir. Bu manada, işte burada sözü edilen zulm ve işkenceye uğrayan İsrail oğulları, Müslüman İsrail oğulları. Ve onları küfür önderi firavun ve adamları soy kırıma tabi tutmuştur.

Hatta anlatılır kitaplarda, o dönemin tarihini yazan eserlerde İsrail oğullarından kim hamile kalırsa o kadının önce tespiti yapılıyor, ebeler vasıtasıyla da tüm doğumlar haber alınıyordu. Eğer haber vermemişse, haber vermeyen aileyi tümden cezalandırıyordu firavun, yönetim. İşte böyle korkunç bir zulüm vardı. Korkunç bir işkence var, soy kırım var.

Bu soy kırımda İsrail oğulları kadınları ne yaptılar dersiniz? Örneğin şöyle diyebilirlerdi; Nasıl olsa öldürülecek o halde doğum yapmayalım. Doğurmayalım. Hayır bir tanesi de böyle demedi. Onlar öldürdüler, İsrail oğullarının Müslüman kadınları doğurdu. Bizim vazifemiz doğurmak dediler. Görevimizi yapalım. Herkes görevini yaptı. Küfür de görevini yapacak, iman da. İşte onlar yılmadılar. Pes etmediler, gözlerinin önünde annelerin gözleri önünde daha yeni doğmuş yavruları öldürülüyor, kafaları kesiliyordu. Ama bu onları yıldırmıyordu. Ben vazifemi yapayım diyordu İsrail oğullarının mümin kadınları. Ve habire doğuruyorlardı.

Aslında sonuç ne oldu? Öldürenler değil ölenler kazandı. Ölenler değil öldürenler kaybetti. Suda boğulan firavun ve yönetimi döktükleri o bebelerin, İsrail oğullarına mensup o masum bebelerin kanında boğuldu.

Bu güne taşırsak eğer, Allah bu ayetin modern muhataplarına ne demek istiyor diye sorarsak, mesaj açık:

“Ey Müminler, firavunlar sizin de üzerinize gelebilirler. Öyle acı, öyle işkence çektirebilirler ki, belki soy kırıma maruz kalırsınız. Ama İsrail oğullarının kadınları kadar yok musunuz. Göreviniz neyse onu yapın. Devam edin.”

İşte bu ayet hemen 45. ayetle yan yana getiriyor.

Vesteıynu bis sabri ves salah salah ve sabırla Allah’tan yardım isteyin.

Sabrı direniş olarak tefsir etmiştim geçen dersimde. Salat’ı da hem namaz, hem dua olarak tefsir ettik. İşte niçin sabır, niçin direniş, niçin dua derseniz, bu ayete bakmanız lazım. BU ayetle 45. ayeti yan yana koyduğunuz da birbirini açıklıyor. Başınıza öyle bir şey gelmesi lazım ki sabretmek söz konusu olsun. Dua ile direnmek söz konusu olsun. Sabretmek içinde insanı zorlayan bir bela bir musibet, bir imtihan olması lazım. İşte böyle bir bela, böyle bir musibete karşı sabır nedir?

Sabrı bu ayet tefsir ediyor. Sabır; İsrail oğulları kadınlarının yaptıklarıdır, doğurmaya devam etmek. Onlar öldürüyor madem, biz de vazgeçelim dememektir sabır. Ve arkasından da Allah’a yalvarmaktır. İşte o yalvarışlar, o yakarışlar makamını bulacak ve İsrail oğulları Musa’larına kavuşacaklar. Onlar doğurmaya devam ettikçe Musa’yı bekleme umutları da devam edecek ve Musa İsrail oğullarının masum çocuklarını katleden firavunun kucağında büyüyecek. İşte sabır ve dua, sabır ve namazın sonucunda elde edilen ödül de Musa biçiminde dökülecek avuçlara.


50 - Ve iz ferakna bikümül bahra fe enceynaküm ve ağrakna ale fir'avne ve entüm tenzurun

[Hani bir zamanlar sizin için denizi yarıp, sizi kurtardık da Firavun'un adamlarını suda boğduk, siz de bakıp duruyordunuz.] (elmalı)

Varlığınızdaki Allâh Esmâ'sı kuvvesinin açığa çıkartılmasıyla denizi yarıp sizi kurtarmış; Firavun ailesini ise size bakıp dururken boğmuştuk! (A.Hulusi)


Hani hatırlayın bir zamanda biz denizi ayırmış ve sizi kurtarmıştık. Kral kadrosunu da siz bakarken gözlerinizin önünde boğmuştuk.

Burada bahr kelimesi geçiyor. Aslında Kur’an da Firavunun boğulduğu yerden söz eden ayetlerde iki sözcük kullanılır hep. Bahr ve yevm. Bahr Arapça bir kelime. Büyük su birikintisi demek. Mecazen deniz için kullanılır bugün. Yevm ise Arapça değil İbranice bir kelimedir. Tevrat’ta yevm kelimesi kullanılır. Yevm suuh biçiminde kullanılır. Ve manası da saz denizi demektir. Ya da papirüs bataklığı manasına gelir. Taha suresi 78. ayetinde firavunun boğulması anlatılırken;

Fe etbeahüm fir'avnü bi cünudihı fe ğaşiyehüm minel yemmi ma ğaşiyehüm. (Taha/78)

[Firavun ordularıyla hemen onları takip etti, denizden kendilerini sarıveren (korkunç boğulma) sarıverdi] (elmalı)

Firavun, ordusu ile onları izledi de kendilerini deniz kaplayıp içine aldı, boğdu.(A.Hulusi)

fe ğaşiyehüm minel yemmi ma ğaşiyehüm.  İfade edilir, buyrulur. Yani Onları kaplayıp sarıveren şey, kaplayıvermişti.

Bunu da yan yana getirdiğimizde Tevrat müfessirlerinin firavunun boğuluşunu şöyle açıkladıklarını görüyoruz. Bugün olmayan ama o dönemde Kızıl denize bitişik olan arazi içerisinde büyük bir bataklık yer alıyordu. Göllerin bulunduğu bir bataklık. Ve bu bataklık bildiğiniz gibi kamış bataklığıdır. Bataklıkta kamışlar yetişir. Ki yevm ifadesinin İbranice anlamı da bu. Kamış, papirüs, saz anlamına gelir. Saz denizi yevm suu hunun anlamı da bu.

İşte Tevrat’ta da bunu açıklayan kimi ayetler gelir. Denilir ki tevratta firavunun boğulma olayı anlatılırken; Rab bir rüzgar gönderdi bu şiddetli rüzgar hiç kesilmeden sabaha kadar esti, ve bu şiddetli rüzgarın kuruttuğu bataklığın ortasındaki bir koridordan İsrail oğulları geçtiler. Bu rüzgar kesiliverince Cenab-ı Hak’kın takdiri ile arkadan onları takip eden firavun ve ordusu bu bataklığın ortasında çamurlara ve sulara gömüldüler.

Taha suresi 78. ayetindeki fe ğaşiyehüm minel yemmi ma ğaşiyehüm ifadesi de böyle bir sonu ima ediyor adeta. Tabii ki doğrusunu Allah bilir. Ancak bunun Nil nehri olmadığı kuvvetle muhtemel, Kızıl deniz olmadığı yine kuvvetle muhtemel tarihi hakikatlere göre.


51 - Veiz vaadna musa erbeıyne leyleten sümmettehaztümül ıcle mim ba'dihı ve entüm zalimun.

[Hani bir zamanlar Musa'ya kırk gecelik vaad verdik de sonra siz onun arkasından buzağıyı put edindiniz ve o halinizle zalimler idiniz.] (elmalı)

Musa'ya kırk gece vadetmiştik de, siz de o süreçte buzağıyı (tanrı) edinmiştiniz, zâlimler olarak (nefsinize zulmetmiştiniz). (a.Hulusi)


Veiz vaadna musa erbeıyne leyleten

Musa’ya 40 gece süren bir randevu vermiştik.

sümmettehaztümül ıcle mim ba'dihı

Bunun ardından hemen siz bir buzağı, bir inek yavrusu ediniverdiniz.

ve entüm zalimun.

Ve siz kendi kendinize kötülük yapanlardan oldunuz.

Burada ifade edilen hakikatleri birbiri ardınca izlersek, Kur’an ın bize ne demek istediğiniz daha iyi anlarız. Düşünün Öyle bir noktadan geliyorlar ki İsrail oğulları daha çok geçmeyen bir zaman önce, dün denilecek kadar yakın bir zamanda firavun tarafından soykırıma uğratılıyorlar. Ve Allah onları kurtarıyor firavunun elinden. Denizi aşıyorlar, mucizeleri görüyorlar, Allah’ın bizatihi yardımına mazhar oluyorlar, müthiş zulümlerden geçiyorlar, ve öyle bir noktaya geliyorlar ki gerçekten Allah’a tam sonsuz şükretmeleri gereken bir nokta, O da ne, O noktada Peygamberleri Hz. Musa Allah’tan vahiy almak için Tur dağına gittiğinde geride bıraktığı İsrail oğulları Allah’a şükredecekleri yerde küfrediyorlar. Bir buzağı peydahlıyorlar. İnek yavrusu.

Bunun üzerinde biraz durmak istiyorum. Neden inek yavrusu. Neden bir başka hayvan değil de inek yavrusu. Çünkü kendilerini soy kırıma uğratan ve köle eden Mısırlılar, mısır yerlileri ve mısır firavunun tanrıları arasında Kotor tanrısı diye bir tanrı var sahte tanrı, Totem inek. Bugün tahrir meydanına bakan eski mısır meclis binası vardır. Kahire de. O eski mısır meclis binası şu anda eski mısır medeniyetleri müzesidir. Oranın ikinci katına çıkan biri hemen şöyle kısa bir göz atışta orada altından inek heykelleri görecektir firavun dönemine ait. Hem de çok büyük heykeller. Bu heykellerden bazılarının önünde firavun oturmuş bir haldedir.

Bendeniz o heykellerin bazılarının resimlerini de çekmiştim, bende halen belge olarak mahfus.

Yani düşmanlarının putuna tapacak kadar ihanet içine giriyor İsrail oğulları. Düşmanlarını taklit etme bataklığına saplanıyorlardı. İşte ayet bunu haber veriyor.

Yine yolda karşılaştıkları eski mısırlılar la aynı putlara tapan bir kavim var, o kavmin de putunu görüyorlar, o putu görünce kendileri hoşlarına gidiyor. Elçilerinden bir sanatkar, samiri isimli bir sanatkar ki başka surelerde bu olayın ayrıntıları zikrediliyor, biz oradan öğreniyoruz, Firavundan kaçırdıkları topluyor. Altın gümüş takıları. Ve bu altınları eritiyor, işte onlarla o firavun ve hanedanının taptığı Kotor putunu yapıyor. İnek yavrusu şeklinde bir heykel dikiyor. Buna saygı duruşunda bulunuyorlar, tazim ediyorlar bu heykele.

İşte İsrail oğullarının bu ihanetini dile getiriyor. Aslında bu aynı zamanda Kur’an ın ilk ve modern muhataplarına bir şeyi ima ediyor. O ima da şu;

Onlar Altına gümüşe taptılar. Dünyaya taptılar. Dünyevileştiler. Bu aslında bir semboldü. İnek yavrusu putu bir semboldü. Onlar bu sembolün şahsında dünyaya taptılar. Altına taptılar, paraya taptılar, mala taptılar. Ey Ümmeti Muhammed, sizde ümmeti Musa gibi Rabbinizin bu büyük nimeti olan Kur’an mesajını bir kenara bırakır, peygamberinizden yüz çevirirseniz, Dünyevileşirseniz, işte geleceğiniz nokta, onların varacağı noktadır. Vardığı noktadır. Akıbet bu kadar kötü olacaktır. Burada verilmesi istenen mesajda budur.


52 -  Sümme afevna anküm mim ba'di zalike lealleküm teşkürun

[Sonra yine de sizi affettik, artık şükretmeniz gerekiyordu.](elmalı)

Bu olaydan sonra sizi affetmiştik belki şükredersiniz
(değerlendirirsiniz) diye. (A.Hulusi)



Allah onlara karşı ne büyük bir, ne engin bir rahmet ve mağfiretle muamele ettiğini bu ayetle ifade buyuruyor.

Bunun ardından sizi yine affettik. lealleküm teşkürun . Bunun için belki pişman olurda Allah’ın size verdiği nimetlere şükredersiniz diye.


 53 - Ve iz ateyna musel kitabe vel fürkane lealleküm teehtedun

[Ve hani bir zamanlar Musa'ya o kitabı ve Furkan’ı verdik, gerekirdi ki, doğru yolda gidesiniz.](elmalı)

Hani Musa'ya Kitabı (varlığın hakikati bilgisini) ve Furkan'ı (doğrularla yanlışları ayırt etme yetisini - bilgisini) vermiştik; gerçeğe yönelesiniz diye. (A.Hulusi)


Hani yine Musa’ya hakkı batıldan ayıran kitabı vermiştik. Ki onu kılavuz edinesiniz diye. Yani ilahi vahyi kılavuz edinmeniz için Musa’ya hakkı batıldan ayıran bir kitap vermiştik.

Burada fürkan sözcüğü geçiyor. Fürkan, Kur’an da üç kitap içinde kullanılır. Hem Kur’an, hem Tevrat, hem İncil için. Fürkan hakkı batıldan manasına gelir. Ayırmak manasına gelir aynı zamanda. Fulan hazirelerinden mastardır, ama ismi fail yerine de kullanılır. Onun için hakkı batıldan ayıran kimseye veya ayırma işine Furkan denilir. Bu Furkan vasfı kitabın özelinin değildir. Yani Kur’an ın lafsının özelliği değildir. Furkan vasfı vahyin özelliğidir. Vahyin manasının özelliğidir lafzının değil. Onun için Vahye ait bütün kitaplar Furkan dır. Sadece Kur’an değil. Bildiğiniz ve bilmediğiniz. Onun için Furkan, Kur’an ın lafzının sıfatı değildir. Furkan, Kur’an ın manasının sıfatıdır. Onun için Kur’an ın manası Furkan özelliğini taşır. Lafsı ise Kur’an özelliğini taşır. O sebeple tefsirimizin adını Tefsir el Kur’an Te’vil el Furkan Koyduk.Niçin çünkü Furkan manaya ait bir özelliktir, mana te’vil edilir. Mana Te’vil demek, bir şeyi aslına döndürmek demektir. Taa..! hakikatine yani maksuduna döndürmek demektir. İşte onun için Kur’an ın tefsiridir, Furkan’ın Te’vili dir  yaptığımız.

Yine burada lealleküm teehtedun buyrulur. Bununla ne ifade edilmektedir. Yani kılavuz edinmekle. Vahiy elbette insanlara rehber olsun diye gönderilmiştir. Onun için bu ayette geçen kitap, Bendenize göre Tevrat’ta yer alan ilk beş kitaptır. Pentatok dedikleri ilk beş kitap. Bu kitap Kur’an ın hiçbir tarafında Tevrat ismi Musa ismine izafe edilmez. Tevrat ismi ile Musa ismi tamlama olarak gelmez. Musa ismine izafe edilen şey üç kelime ile gelir. Bir kitap kelimesi ile iki suhuf kelimesi ile, üç levha. Veya eh çoğulu kelimesi ile gelir.

Ama Tevrat ismi hiçbir zaman Musa ismine izafe edilmez. Niçin derseniz, çünkü o günün Arapları Miladi 7. y.y. Medine deki Arapları Tevrat diye Musa AS. a gelen kitaba değil Tüm İsrail oğlu peygamberlerine indirilen 39 kitabın toplandığı mecmuaya diyorlardı. Onun için bu hakikati gözeterek Kur’an da Tevrat ismi Musa AS. izafeten gelmez. Ama aynı zamanda yani hem Medine Yahudilerinin itirazına mahal olmasın diye Kur’an bunu gözetir, hem de işin doğrusunu gözeterek Musa AS. gelen kitabın müstakil olarak bir kitap olduğundan bahseder ki o da TORA ismi verilen aslında hakiki Tevrat’ın o olduğu ilk beş kitaptır. Bu çok ilginçtir Kur’an ın bu ayırımı yapması gerçekten hayli manidardır.


54 - Ve iz kale musa li kavmihı ya kavmi inneküm zalemtüm enfüseküm bittihazikümül ıcle fe tubu ila bariiküm faktülu enfüseküm* zaliküm hayrul leküm ınde bariiküm* fe tabe aleyküm* innehu hüvet tevvabür rahıym

[Hani bir zamanlar Musa kavmine dedi ki; Ey kavmim cidden siz o buzağıyı put edinmekle kendi kendinize zulmettiniz, bari gelin Rabbinize tevbe ile dönün de nefislerinizi öldürün. Böyle yapmanız Bârî Tâlânız katında sizin için hayırlıdır, böylece tevbenizi kabul buyurdu. Gerçekten de o Tevvab ve Rahîm'dir.] (elmalı)

Musa kavmine şöyle demişti: "Ey kavmim, buzağıyı kendinize (tanrı) edinerek nefslerinizdekine (hakikatinize) zulmettiniz! Bu yüzdendir ki Bâri'ye (varlığı kendi Esmâ'sından olarak özel bir yapıda yaratana) tövbe edin (varlığınızdaki kendisini inkâr edip, dışınızda tanrı edindiğiniz için) ve benliklerinizi öldürün! Bunu yapmanız Bâri indînde hayırlıdır, tövbenizi kabul eder. Muhakkak ki O, tövbe edeni bağışlayan ve sonucunda rahmetini bağışlayandır." (A.Hulusi)




Ve iz kale musa li kavmihı ya kavmi inneküm zalemtüm enfüseküm bittihazikümül ıcle

Hani Musa toplumuna demişti ki; Ey toplumum, ey kavmim siz kendi kendinize kötülük ettiniz bu buzağıyı edinmekle, peydahlamakla

Ben burada bittihaz Kelimesini peydahlamak diye çevirdim. Ama buradaki bittihazikümül ıcle ibaresine bir ikinci mef’ul, bir ikinci tümleç ekleyerek, onu ilah edindiniz. Onu tanrı edindiniz manası verebilirdim. Diğerleri gibi. Ancak ben olduğu gibi çevirmeyi daha doğru buldum. Buzağıyı peydahladınız. Bir şeyi peydahlamak ayrı bir şeydir diye düşünüyorum. Allah’ın burada bize ifade ettiği şey de budur diye düşünüyorum.

Peydahlamak, yani orta da böyle bir şey yokken zorla kendinize bir put peydahladınız. Belki onlar bizatihi buzağıya, bizatihi secde edip tapmıyorlardı. Ama onlar buzağıya saygı gösteriyorlardı. Gönüllerinde taht kurmuştu. Biz bunu Kur’an dan öğreniyoruz.

ve üşribu fı kulubihimül ıcle o danayı yüreklerinde besleyip büyüttüler.(e.M.) Bak/93

Buzağı sevgisi gönüllerine içirildi manasına gelir tam harfiyen anlamı budur. Ama gönüllerinde taht kurmuştu diye çevirebiliriz Türkçeye. Gönüllerinde taht kurmuştu. Hadise buydu. Yoksa bel ki de önünde yere kapanmıyorlardı. Belki kendilerine vahyi gönderen, kendilerini firavunun zulmünden kurtaran ve Musa AS. ın kendisinden haber getirdiği Allah’a inanır gibi o buzağıya inanmıyorlardı. Gözleri,nin önünde cereyan ediyor her şey. Ama ne yapıyorlardı, saygı duruşunda bulunuyorlardı. Gönüllerine Dünyayı koymuşlardı, Altın ve gümüşü taparcasına seviyorlardı, bağlıydılar. Ve düşmanlarını taklit ediyorlardı. İşte bu buzağı aslında hepini sembolize ediyor. Onun için de ben harfiyen tercümeyi tercih ettim.

fe tubu ila bariiküm  yaratıcınıza tevbe edin af dileyin.

faktülu enfüseküm* Nefislerinizi öldürün.

zaliküm hayrul leküm ınde bariiküm bu yaratıcınız karşısında sizin için daha hayırlıdır.

fe tabe aleyküm Böylece sizi affeder.

innehu hüvet tevvabür rahıym. O tevbeleri çokça kabul eden ve kullarına çokça merhamet edendir.

Burada dikkatinizi çekmişse faktülu enfüseküm nefislerinizi öldürün diye çevirdiğim bir bölüm var. Bu bölüm tefsirlerde kendinizi öldürün biçiminde anlaşılır ve öyle tefsir edilir. Bu bölümü tefsir eden müfessirler bu tefsir sadedinde bir çok rivayet aktarırlar. Derler ki; Yahudilerden gelen bu rivayetlere göre o gün bir çok insan birbirini öldürmüştü ve 70.000 kişi orada ölmüştü. Bu emir üzerine derler. Onlar birbirlerini öldürmüştü derler. Yani bu emri birbirinizi katledin anlamına anlarlar ve İsrail oğullarından gelen rivayetleri de yine destek olarak zikrederler.

Acizane bendeniz nefislerinizi öldürün anlamı olduğuna inanıyorum. Yani buradaki emrin tamamen insanın nefsini terbiye etmesi, ıslah etmesi emri olduğuna inanıyorum. Bu inancım da şu iki sebep yüzünden.

1 – hemen üzerinde fe tubu ila bariiküm  yaratıcınıza tevbe edin emri var. Tevbe eden o günahı işlememiş gibidir. Tevbe eden affedilir, eğer tevbesin de samimi ise. Cenab-ı hak tevbe edin buyurmuşsa elbetteki tevbeleri kabul edecek olan da kendisidir, kabul edilmeyecek bir tevbeyi emretmez.

2 – Burada eğer bu ibareye birbirinizi, kendinizi öldürün manası verirsek onlar kendilerini öldürmüyorlar. Bu intihar olurdu. Birbirlerini öldürüyorlar. Oysa ki ayette birbirinizi öldürün denmiyor. Kendinizi öldürün diye çevrilmesi lazım eğer öyle anlarsak. Onun için nefislerinizi terbiye edin. Nefislerinizi öldürün anlamına geldiği yönünde tercihimi kullanıyorum. Tabii en doğrusunu Allah bilir.

(Bu tema Hak dini Kur’an dili tefsirinde; “Üçüncüsü sırf mecazi olmasıdır ki, nefsinizi öldürünüz, yani günahınıza nedametle gam-u kederden canınızı çıkarın, yahut şehevattan men – i nefs ile riyazet ediniz. Bu fesatları yaptıran, şirke saptıran hep şehevattır. Tevbe de bunların kırılması ile müfit olur ve o zaman kabul edilir. Demektir. Bu te’vil de gösterilmiştir. Bu da güzeldir. Fakat bir manayı işaridir.” Şeklinde ifade edilir.)

zaliküm hayrul leküm ınde bariiküm  Bu yaratıcının katında sizin için çok daha hayırlıdır.

fe tubu ila bariiküm  böylece sizi affeder.

innehu hüvet tevvabür rahıym. O tevbeleri çokça kabul eden ve insana acıyandır.

55 - Ve iz kultüm ya musa len nü'mine leke hatta nerallahe cehraten fe ehazetkümüs saıkatü ve entüm tenzurun

Hani bir zamanlar "Ey Musa biz Allah'ı açıkça görmedikçe senin sözünle asla inanmayacağız." demiştiniz de bunun üzerine sizi yıldırım çarpmıştı ve siz de bakakalmıştınız. (elmalı)

"Yâ Musa, biz Allâh'ı dışarıda, açıkta görmedikçe iman etmeyiz" demiştiniz de; bunun üzerine yıldırım (varlığınızı yok eden hakikat bilgisi) çarpmıştı sizi, siz bakıp dururken! (A.Hulusi)


Hani bir zaman da demiştiniz ki ey Musa, biz Allah’ı açıkça görmedikçe sana inanmayacağız.

Niçin açıkça ibaresi var burada? Çünkü Allah’ı onlar rahmeti ile merhameti ile yardımıyla kaç kez gördüler. Önlerinde sular yarıldı, firavundan kurtardı Allah onları, onlara çölde nimetler verdi. Hiç zahmetsiz elde edecekleri menne ves selva üzerlerine bulutu gerdi. Onları öyle belalardan kurtardı ki Allah’ı onlar eserleri ile gördüler. Rahmet ve mağfiretiyle gördüler, yardımıyla gördüler. Ama buna rağmen Yahudileştikleri için açıkça görmek istediler. Ve böyle bir bahane ile Musa AS. ın karşısına çıktılar; açıkça görünceye kadar sana inanmayacağız dediler.

Aslında burada ifade edilen şey Allah’a inanmayacağız değil, senin Allah’tan getiriyorum diye getirdiklerine inanmayacağız. Senin Allah ile buluşmana, senin Allah’ın peygamberi olduğuna inanmayacağız manasının daha güçlü olduğunu zannediyorum.

fe ehazetkümüs saıkatü ve entüm tenzurun

Siz bön bön bakıp dururken bir saika, bir yıldırıp çarpıverdi ve belanızı buldunuz. Tabii buradaki yıldırım hakiki manada olacağı gibi, mecazi manada da olabilir. Yani yüreklerinde çakan bir şimşek, çakan bir yıldırım sebebiyle tamamen yaptıklarının çok büyük bir hata, büyük bir ihanet olduklarını anlayıp geri dönmek anlamına da alınabilirse de, Ben hakiki manasının daha güçlü oluğunu sanıyorum.


56 - Sümme beasnaküm mim ba'di mevtiküm lealleküm teşkürun

Sonra şükredesiniz diye sizi ölümünüzün ardından yeniden diriltmiştik. (elmalı)

Sonra, ölümü (yokluğunuzu-gerçekte yegâne var olanın Vahid-ül Kahhar olduğu gerçeğini) tatmanızın akabinde, yeni bir anlayışla hayata başlatmıştık sizi, belki bunu değerlendirirsiniz diye. (A.Hulusi)


Bunun ardından sizi yine, yeniden dirilttim. Bu diriltme Allah’u alem, manevi ölümün ardından, manevi bir diriliş, yani bu insanlar bu ihanetleri bu küfürleri yapıp ondan sonra Allah’a tevbe ettikten sonra Allah ölen Kalplerine, ölmüş gönüllerine yeniden bir iman diriliği lütfetti, bahşetti.

mim ba'di mevtiküm lealleküm teşkürun
Umulur ki şükredersiniz diye.

Tabiî ki buradaki ölümü sosyal ölüm olarak almakta mümkün. Gerçekten de bir toplum ki umutsuzlukla dolup taşıyorsa o topluma ölüler demek mümkün. Bunu söylemekte bir sakınca yok. Onun için böyle bir toplumun dirilişi de iman ile olacaktır. Mümin bir toplum diri bir toplumdur ve Kur’an ın çağrısı da diriliş çağrısıdır. Kur’an ın kendisinin buyurduğu gibi.


57 - Ve zallelna aleykümül ğamame ve enzelna aleykümül menne ves selva* külu min tayyibati ma razaknaküm* ve ma zalemuna ve lakin kanu enfüsehüm yazlimun

Ve üstünüze o bulutu gölge yaptık, ve size ihsan ettiğimiz hoş rızıklardan yiyin, diye üzerinize kudret helvası ve bıldırcın indirdik. Onlar, bize zulmetmediler, lakin kendi nefislerine zulmediyorlardı.(elmalı)

Ve sizi (yakıcı Hakikatten perdeleyen ve beşeriyetinizin idâmesini sağlayan) bulutla gölgeledik; üzerinize menn (varlığınızı oluşturan Allâh Esmâ'sındaki kudret kuvvesi) ve selva (manevî âleminizi hissetme duygusu) inzâl ettik (hakikatinizden şuurunuza)... "Rızık olarak verdiğimiz temiz şeyleri yeyin", dedik. Onlar (hakikat bilgisini değerlendirmeyerek) bize zulmetmediler, kendi nefslerine zulmettiler! (Burada âyetin bir bâtın yorumuna yer verilmiştir zâhir anlamı yanı sıra. A.H.)(A.Hulusi)


Ve zallelna aleykümül ğamame ve enzelna aleykümül menne ves selva

Üzerinizdeki bulutla sizi gölgeledik. Ve size; menne ves selva ile ikram ettik. Burada ikram ettiği anlamı nerede diye sorulursa eğer; enzelna ifadesi ikram etmek manasına gelir Arap dilinde. Enzele kelimesinin Arap dilinde ki kök anlamı ikramdır. Onun için de Araplar kendilerine misafir gelen birinin önüne çıkardıkları sofraya nüzul derler. İkram edilen yemeğe nüzul adını verirler

Burada zaten mene; yerde biten veya yerde yetişen bir şey olduğunu biliyoruz. Gökten inen değil. O halde biz gökten inmiş manası verirsek dahi vakaya zıt düşer. Onun için kelimenin ta..! kök manasını verip burada men ve selvanın Allah tarafından ikram edildiğini söylememiz gerekiyor.

Nedir “men”, Man diye geçer Tevrat’ta. Denilir ki İsrail oğulları sabah kalktıklarında çöldeki kumun üzerinde kişniş tohumu gibi, beyaz kırağı gibi çölün kumunun yüzeyine sere serpe yayılmış bir şey bulurlardı. Bunu toplarlar, öğütürler, harika bir ekmeği olurdu bunun. Hem de yağı kendinden çok lezzetli bir ekmeği olurdu, İsrail oğulları onunla beslenirlerdi denilir Tevrat’ta. Lakin Peygamberimizin bir hadisinden yola çıkarak o buyuruyor ki; Mantar, “Men” dendir. Kem eh, Yani mantar, men dendir. Buyuruyor Resulallah,

Demek ki zahmetsizce kendi kendine yetişen her şeyi men olarak isimlendirilebilir. Yani İsrail oğulları Allahın kendilerine ekmeden biçmeden zahmet etmeden verdiği nimetlerle rızıklanıyorlardı. Onun için işte mantar da öyledir. Tohumunu atarsınız toprağa kendi kendisine yetişiverir. Zahmeti yoktur. İşte bunun gibi yine bir çöl kaktüsü olan ve sıcak iklimlerde yetişen füv, çöl inciri ki o da kendi kendine yetişen Kaktüs meyvesidir ve harika serinletici bir özelliğe sahiptir.

İşte onun gibi. Selva’yı bıldırcın kuşunun eti olarak nitelendirirler müfessirler. Kelime anlamı olarak selva, insanı teselli eden her şey.

külu min tayyibati ma razaknaküm

Size verdiğimiz rızkların güzellerinden yiyin, iyilerini seçip, hoş taraflarını seçip yiyiniz.

ve ma zalemuna ve lakin kanu enfüsehüm yazlimun

Onlar bu rızklara, bütün bu Allah’ın nimetlerine ihanet etmekle, Allah’a yani bize kötülük yapmadılar. Ne yaptılar;

ve lakin kanu enfüsehüm yazlimun

Kendi kendilerine kötülük yaptılar.


58 - Ve iz kulnedhulu hazihil karyete fe külu minha haysü şi'tüm rağadev vedhulül babe süccedev ve kulu hıttatün nağfirleküm hatayaküm* ve senezıdül muhsinın

Hani bir zamanlar "Şu şehre girin de onun nimetlerinden dilediğiniz şekilde bol bol yiyin ve kapıdan secde ederek girin ve "hıtta" (bizi bağışla!) deyin ki, size, hatalarınızı mağfiret ediverelim, iyilik yapanlara nimetlerimizi daha da arttıracağız" dedik. (elmalı)

Hani şunu demiştik onlara: "Şu karyeye (boyuta) girin ve orada dilediğiniz şekilde (o boyutun nimetlerini) yeyin... Kapısından da secde ederek (varlığınızın yokluğunu, yalnızca Allâh Esmâ'sının var olduğunu itiraf ederek) girin ve (benlik hissinizden dolayı) mağfiret dileyin... Ki (benliğinizin oluşturduğu) hatalarınızı mağfiret edelim. Kendisine bağışlananları başkalarıyla karşılıksız paylaşanlara (muhsinlere) daha da arttıracağız." (A.Hulusi)


Ve iz kulnedhulu hazihil karyete fe külu minha haysü şi'tüm rağadev vedhulül babe süccedev

Hani bir zaman da demiştik ki şu kente kapıdan; Yarabbi bizi affet diye iki büklüm, boynunuzu bükerek bir mahviyet içerisinde girin ve kulu hıttatün  Estağfirullah deyin, affet bizi ya rabbi, deyin, nağfirleküm hatayaküm Biz de ne yapalım? Sizin hatalarınızı affedelim. ve senezıdül muhsinın Allah’ı görür gibi yaşayanlara biz nimetlerimizi arttıracağız.

Burada üzerinde durulması gereken bir kelime var hıtta

Hıtta; İbranice; Yukarıdan bir şeyin indirilmesi manasına gelir ki bize af indir, bize mağfiret indir, bizi bu yaptığımız tüm kötülüklerden dolayı affet manasına bir istiğfar kelimesidir. Belki İslam terminolojisinde ki esteğfirullah ifadesi ile aynı anlam ifade eder.

Yine bu kelimedeki muhsinın i; Allah’ı görür gibi davrananlara, biz nimetimizi arttıracağız diye çevirdim, Çünkü ihsanı peygamberimiz böyle tarif etmiştir. En tağbüdallahı ke enneke terahu Allah’ı sanki görür gibi kulluk etmendir. Fe inne lem terahu her ne kadar sen onu görmüyorsan da fe inne hu yerake o seni görüyor buyurmuştur. Onun için ben peygamberin ifade ettiği gibi tanımlayarak ihsanı aynen öyle çevirdim.


59 - Fe beddellezıne zalemu kavlen ğayrallezı kıyle lehüm fe enzelna alellezıne zalemu riczem mines semai bi ma kanu yefsükun

Bunun üzerine o zulme devam edenler sözü değiştirdiler, onu kendilerine söylenildiğinden başka bir şekle soktular. Biz de kötülük yaptıkları için o zalimlere murdar bir azap indirdik. (elmalı)

Ne var ki, onların arasındaki nefsine zulmedenler, kendilerine söylenen sözü başka bir sözle değiştirdiler. Bunun sonucu olarak biz de semâdan (beyindeki amigdala özelliklerinden) ricz (vehim, azaba sebep olacak fikirler) inzâl ettik. (A.Hulusi)


Fe beddellezıne zalemu kavlen ğayrallezı kıyle lehüm O kendi kendisine kötülük eden kimseler, kendilerine söylenen sözü, bir başkası ile değiştirdiler. fe enzelna alellezıne zalemu riczem mines semai bi ma kanu yefsükun Biz de bunun üzerine ne yaptık? Onların üzerine o kendi kendilerine kötülük edenlerin üzerine yukarıdan büyük bir bela indirdik. Yoldan saptıkları için bi ma kanu yefsükun Yoldan saptıkları için üzerlerine yukarıdan büyük bir bela indirdik.


60 - Ve izisteska musa li kavmihı fe kulnadrib bi asakel hacer* fenfecerat minhüsneta aşrate ayna* kad alime küllü ünasim meşrabehüm* külu veşrabu mir rizkıllahi ve la ta'sev fil erdı müfsidın

Hani bir zamanlar Musa, kavmi için su istemişti, biz de "asanla taşa vur!" demiştik, bunun üzerine o taştan on iki pınar fışkırmıştı. Her kısım insan kendi su alacağı yeri bildi. Allah'ın rızkından yiyin ve için de bozgunculuk ve saldırganlık yaparak yeryüzünü fesada vermeyin.(elmalı)

Hani Musa kavmi için su istemişti de: "(Varlığındaki Esmâ kuvvesiyle) asanı taşa vur" demiştik. (Vurunca) taştan on iki gözeden su fışkırmıştı. Her grup insan kendi meşrebini (su içeceği yeri) bildi. "Allâh rızkından yeyin için, arzda fesat çıkarıcılar olarak aşırı gitmeyin" dedik. (A.Hulusi)


Ve izisteska musa li kavmihı fe kulnadrib bi asakel hacer Hani bir zamanda Musa toplumunu suvarmak istediği zaman fe kulnadrib bi asakel hacer demiştik ki Musa’ya; Değneğini taşa vur. fenfecerat minhüsneta aşrate ayna tam on iki pınar fışkırdı. O değneğini taşa vurur vurmaz on iki pınar fışkırıverdi. kad alime küllü ünasim meşrabehüm ki herkes içeceği yeri bilsin diye böyle emrettik. külu veşrabu o halde yiyiniz içiniz, mir rizkıllahi Allahın size verdiği rızıktan, ve la ta'sev fil erdı müfsidın Yeryüzünün fesadı ile sonuçlanacak düzenbazlıklar yapmayın. İsrail oğullarına işte böyle buyruluyor. Yer yüzünü fesada verecek, yer yüzünün fesadı ile sonuçlanacak düzenler kurmayın, düzenbazlık yapmayın.

Yukarıdaki bir ibare üzerinde durmak gerekiyor ki, bu ayetin ifade ettiği İsrail oğullarının çölde susuz, günlerce kalmaları sonucunda Allah’ın onlara bir nimeti var. Hatta ben gitmedim ama gidenler bu kayanın, su çıkan kayanın 12 deliği ile halen bugün de orada durduğunu, bulunduğunu, ziyarete açık olduğunu söylüyorlar Sina çölünde. Ama ben deniz gitmedim. Burada ifade edilen bu nimet İsrail oğullarına, bunca isyanlarından sonra Allah’ın verdiği yeni bir nimetti. Ancak tabii onlara şu uyarı ile birlikte verilmişti. Yeryüzünün fesadı ile sonuçlanacak düzenbazlıklar yapmayın.

 Ben buradaki ve la ta'sev ifadesini düzenbazlık biçiminde çevirdim, çünkü a seye, fark edilmeyen bozgunculuk a yete ise fark edilen bozgunculuk manasına gelir. Bu a’se, a s y kökünden gelmedir. Aslında bu gibi kelimeler Arap dilinde bizdeki çömlek, çölmek mesela bu kullanıma benzer. Bazı yerlerde Çömleğe, çölmek derler. Yani l ile m yer değiştirir. İşte Arap dilinde de böyle harflerin yer değiştirişi var, ancak bu yer değiştirme sonucunda manada da küçük farklılıklar ve nüanslar meydana geliyor.


61 - Ve iz kultüm ya musa len nasbira ala taamiv vahıdin fed'u lena rabbeke yuhric lena mimma tümbitül erdu mim bakliha ve kıssaiha ve fumiha ve adesiha ve besaliha* ihbitu mısran fe inne leküm ma seeltüm* ve duribet aleyhimüz zilletü vel meskenetü ve bau bi ğadabim minellah* zalike bi ennehüm kanu yekfürune bi ayatillahi ve yaktülunen nebiyyıne bi ğayril hakk* zalike bi ma asav ve kanu ya'tedun

Hani bir zamanlar, "Ey Musa, biz tek çeşit yemeğe asla katlanamayacağız, yeter artık bizim için Rabbine dua et de bize yerin yetiştirdiği şeylerden; sebzesinden, kabağından, sarımsağından, mercimeğinden ve soğanından çıkarsın." dediniz. O da size "O üstün olanı daha aşağı olanla değiştirmek mi istiyorsunuz? Bir kasabaya konaklayın o vakit istediğiniz elbette olacaktır." dedi. Üzerlerine zillet ve meskenet damgası vuruldu ve nihayet Allah’tan bir gazaba uğradılar. Evet öyle oldu, çünkü Allah'ın âyetlerini inkâr ediyorlar ve haksız yere peygamberleri öldürüyorlardı. Evet öyle oldu, çünkü isyana dalıyorlar ve aşırı gidiyorlardı. (elmalı)

Ne demiştiniz Musa'ya... "Biz tek gıda ile yetinmeyiz; bizim için Rabbine dua et de bize arzda yetişenlerden; baklasından, hıyarından, sarımsağından, mercimeğinden ve soğanından versin!" Musa sordu: "Size verilmiş hayırlı ve üstün olanı, âdi değersiz şeylerle mi değiştirmek istiyorsunuz? Şehre inin o zaman, istediğinize kavuşursunuz." Bundan sonra üzerlerine zillet ve meskenet vuruldu. Allâh'tan (hakikatlerindekini yaşamaktan) gadaba uğradılar (dışa dönük bir yaşama geçtiler). Çünkü Allâh'ın nefslerindeki işaretlerini (Esmâ kuvvelerini) örtüp, inkâr edip; Hakk'ın muradına karşı (nefsaniyetlerine uyarak) Nebileri öldürüyorlardı. Kendilerinden açığa çıkan isyan sonucu, sınır tanımadan, çok ileri gittiler. (A.Hulusi)



Ve iz kultüm ya musa len nasbira ala taamiv vahıdin Hani bir zaman da demiştiniz ki; Ey Musa, biz bir tek yemeğe dayanamıyoruz. Artık bir tek yemekten bıktık, yemekten dolayı bıktık. fed'u lena rabbeke Rabbine yalvar da bizim için yuhric lena mimma tümbitül erdu mim bakliha bize yeryüzünün bitirdiği şeylerden çıkarsın. Ne gibi? mim bakliha baklagillerden çıkarsın. ve kıssaiha ve kabakgillerden acur manasına gelir ki bazı mealler salatalık, bazı mealler buna kabak demişler, aslında kıssa acurdur.

Salatalık Arap dilinde şu anda Hıyar ismi ile anılır. Ki Türkçeye de öyle geçmiş, ama bu ismi geçmiş eserlerde bulamıyoruz. Hele hadis kitaplarında hiç bulamıyoruz. Hıyar. Hıssa ve kıssa yı buluyoruz, Kıssa dan da şöyle söz ediliyor hadis külliyatında; Resul Allah bir evde olgun hurma, bir evde salatalık olduğu halde ikisini bir yermiş. Demek ki kıssa olduğu halde buna kabak demek o zaman yanlış olur çünkü kabak çiğ olarak yenmez. O hal de hıyar da bir kültür bitkisi olarak acurdan türetilmiş yeni bir bitki olduğuna göre bunun acur olduğu sonucuna varabiliriz.

ve fumiha sarımsak versin bize, ve adesiha yine yerin mercimeğinden versin ve besaliha ve soğanından versin. Musa dedi ki;

kale e testebdilunellezı hüv edna billezı hüve hayr siz aşağı ve alçak olanı yüksek olanla takas etmek mi istiyorsunuz. Yani siz aşağılık olanı alıp yüce olanı vermek mi istiyorsunuz.

Neydi burada Hz. Musa’nın yüce olandan kastı? O tabii ki menne ves selva ile mercimek, soğan, sarımsak değil, Kat i yen bitkiler arasında bir sınıflama yapılmıyor burada. Yüce olan hürriyettir. Siz şimdi Hürriyetinizi aldınız soğan sarımsaktan vazgeçmekle. Şimdi, hürriyetinizi verip soğan sarımsağı geri mi elde etmek istiyorsunuz. ihbitu mırsan o halde haydi gelin Mısır’a, Mısır’a dönün, fe inne leküm ma seeltüm istediğiniz orada zaten, buyurun. Eğer siz soğan sarımsağı hürriyete değişecekseniz, köleliğe razı olup yeter ki soğan sarımsaklı olsun diyecekseniz haydi dönün Mısır’a, istedikleriniz zaten orada var. Verin hürriyetinizi, alın köleliğinizi ve soğan sarımsağınızı diyordu.

ve duribet aleyhimüz zilletü vel meskenetü ve işte bunun üzerine onların üzerine zillet, aşağılanma mührü vuruldu. vel meskenetü ve hezimet, yenilgi ve aşağılık olma mührü vuruldu.

ve bau bi ğadabim minellah Allah’ın da gazabına uğradılar.

Allah’ın gazabına uğramak ne demek? Bunun üzerinde durmak lazım. Özellikle bu gibi ibarelerin Kur’an da yanlış anlaşılıp lanetli kavim mantığına dönüştüğünü görüyoruz. İsrail oğulları lanetli kavimdir mantığı. Ki bu yanlış bir mantık, lanetli bir mantıktır bu. Lanetli kavim yoktur, lanetli mantık vardır demiştim. Onların yaptığı lanetleniyor kavim değil. Yoksa o kavme mensup olup ta herhangi bir çağda yaşamış olanın ne suçu var. Burada lanetlenen bu tavırdır. Bu tavrı yapan herkes lanetlenir. Kaldı ki Kur’an da münafıklar da Allah’ın gazabına uğramıştır ifadesi kullanılır münafıklar için.

Yine bir mümini kasten öldüren kimse için; Allah ona lanet etmiştir buyrulur Kur’an da. Demek ki lanetli olmak sadece İsrail oğullarına has bir şey değildir. Lanet edilecek işi yapan lanetlenir. Onun için Lanetli kavim yoktur, lanetli mantık vardır. Ümmeti Musa bunları yaptı lanetlendi, Ümmet-i Muhammed’in içinden de bunları yapan olursa, yani hürriyetini soğan sarımsağa değişen, değişecek olan, yüce olanı satıp ta aşağılıkla alçak olanı alan, dünyalık karşısında imanını ve dinini, değerlerini satan olursa işte o da böyle lanetlenir diye anlamak lazım.

zalike bi ennehüm kanu yekfürune bi ayatillahi ve yaktülunen nebiyyıne bi ğayril hakk İşte bütün bunlar onların, Allah’ın ayetlerini inkar etmelerinden dolayıdır. Ve peygamberlerini katletmelerinden öldürmelerinden dolayıdır, haksız yere öldürmelerinden,

 zalike bi ma asav ve kanu ya'tedun Yine bu nedir? Onların taşkınlık yapmaları ve isyankarlıkları yüzündendir. Bütün bunların temel sebebi. Onların isyankarlıkları ve taşkınlıkları.

Burada hemen ifade edip geçmeliyim, peygamber katili olmalarından kasıt; Yahudilerin bir çok peygamberini öldürmüş olmaları idi. Yine onların, örneğin öldürdükleri peygamberlerden bazıları; İlyas, İşaya, Mikaya, Zekeriya, Yahya A.S. ecmain hazeratını öldürmüşlerdi. Onlar için matta incilinde İsa AS. şöyle seslenir Yahudilere. Kudüs, Ey peygamberlerini taşlayan, öldüren Kudüs denmektedir. Onun için Yahudilerin peygamberlerini ve nasıl zulmü reva gördüklerini, nasıl taşladıklarını; Tevrat’ın bazı bölümlerinde de yer alır.


62 - İnnellezıne amenu vellezıne hadu ven nesara ves sabiıne min amene billahi vel yevmil ahıri ve amile salihan fe lehüm ecruhüm ınde rabbihim *ve la havfün aleyhim ve la hüm yahzenun

Şüphe yok ki, iman edenler, Yahudiler, Hıristiyanlar ve sabililer, bunlardan her kim Allah'a ve ahiret gününe gerçekten iman eder ve Salih amel işlerse elbette Rabb leri katında bunların ecirleri vardır, bunlara bir korku yoktur, bunlar mahzun da olacak değillerdir.(elmalı)

(Gizli şirk içinde olsalar bile {Yusuf: 106}) iman edenler, Yahudiler, Hristiyanlar ve Sabiiler (yıldızların tanrı olduğuna inanıp onlara tapanlar) arasından; nefslerinin Allâh Esmâ'sından meydana geldiğine ve gelecekte yaşanacak sürece iman edenler ve bunun gereği kendilerini selâmete çıkaran çalışmalara devam edenler, Rablerinin (Esmâ bileşimlerinin) indînde ecre (bunun getirisi olan kuvvelere) kavuşurlar. Onlar için ne korkulacak bir şey kalır ne de onları üzecek bir olay! (A.Hulusi)


İnnellezıne amenu vellezıne hadu ven nesara ves sabiıne min amene billahi vel yevmil ahıri ve amile salihan fe lehüm ecruhüm ınde rabbihim iman eden kimseler, Yahudileşen kimseler, vellezıne hadu, yi, Yahudileşenler diye çeviriyorum, çünkü Kur’an da Yahudileri ifade eden üç tip ibare gelir. 1 – yahud biçiminde gelir, 2 – el yahud biçiminde gelir 3 - vellezıne hadu biçiminde gelir. İşte vellezıne hadu farklı bir mana taşır bendenize göre Yahudiler değil, Yahudileşen kimseler anlamı veriyorum onun için. ven nesara Hıristiyanlar, ves sabiıne sabiler,

Sabiler Kur’an da üç yerde anılırlar sebee, döndü manasına gelir. Aram canın bir diyalekti olan mandence de, suya dalmak boy abdesti almak manasına gelen sa ba a kökünden türetilmiştir. Bunlar Yahudilikten ayrılan bir mezhebin mensuplarıdır ve muvahhittirler, bunların kutsal metinleri son yıllarda ortaya çıkartıldı ve tercüme edildi. Ki Marib ve iki ova bunların iki kutsal metinleri orada da geçtiği gibi sabiler özellikle bu gün dünya üzerinde 20.000 kişiye  yaklaşık sabi var. Bunlar Irak’ta, bir kısmı İran’da yaşayan müstakil bir din sahibi insanlardır. Kur’an bunların dinlerini o dönemde tanıyor ve bunları da diğerleri ile birlikte sayıyor. Bu kadar malumatı yeterli buluyorum, bunlar peygamber olarak Hz. Yahya’yı kendi peygamberleri olarak söylerler ve inanırlar.

min amene billahi bütün bu sayılan sınıflar, iman eden Müslümanlar yani. Yahudileşenler, Hıristiyanlar, sabilerden bütün bunlardan kim Allah’a iman ederse, vel yevmil ahıri ahirete iman ederse, ve amile salihan ve salih olma özelliği taşıyan amel işlerlerse, fe lehüm ecruhüm ınde rabbihim rableri katında ecir ücret onlarındır. Yani onların ücretleri, ecirleri Allah katında bakidir. Kesinlikle karşılıklarını alacaklardır. ve la havfün aleyhim onlar gelecekten endişe etmeyecekler, ve la hüm yahzenun geçmişte yaptıklarından da üzüntü duymayacaklar.

Tabii burada, bu ayetin manası üzerinde bir miktar durmam gerekiyor.

Bakara/62 ile Maide/69,

[Şüphe yok ki, iman edenler, Yahudiler, Hıristiyanlar ve sabililer, bunlardan her kim Allah'a ve ahiret gününe gerçekten iman eder ve Salih amel işlerse elbette Rabb leri katında bunların ecirleri vardır, bunlara bir korku yoktur, bunlar mahzun da olacak değillerdir.(e.m.)

Muhakkak ki inananlar, yahudiler, sabiiler ve hıristiyanlardan kim Allah'a ve ahiret gününe iman eder ve güzel amel işlerse, onlar için bir korku yoktur, onlar mahzun da olmayacaklardır.(e.m.)] aynıdır. Bir kelimenin takdim tehiri dışında aynı formla gelir bu iki ayet.

Bu ayette söylenmek istenen şey açık. Bu ayete Müslümanlar da dahil. Kendisini Müslüman diye nitelendiren, kendisine Yahudi diyen, kendisine Hıristiyan diyen, kendisine sabi, kendisine bir başka şey diyen tüm insanlara yöneliktir bu ayet. Ve insanları karşısına alan Kur’an burada üç şart koşuyor.

Diyor ki; Kendinizi ne olarak isimlendirdiğiniz önemli değil, kendinize ne dediğiniz önemli değil. Allah’ın size ne dediği önemli. Allah’ın koyduğu ölçüye göre siz nesiniz, odur önemli olan. Yani kendinize Müslüman ismini vermekle Müslüman olamazsınız. Allah’ın tarif ettiği Müslüman gibi Müslüman’san, Müslümansın. İşte Allah’ta şimdi onu tarif ediyor. Burada üç şart sayılıyor. Bunların içinden kim Allah’a iman ederse, Allah’a iman bir pakettir tabir caiz ise.

Bu paketin içinde ne yer alır. Peygamberlerin tümüne iman yer alır. Çünkü Kur’an da biz bunu öğreniyoruz. Ve Kur’an peygamberlerin bir kısmına inanır bir kısmını inkar ederim. Bazısına inanır bazısını inkar ederiz diyenleri; Gerçek kafirler onlardır diyor onlar için. Demek ki Kur’an, bir kısmına inanıp bir kısmına inanmamayı peygamberlerin, gerçek kafirlik olarak isimlendiriyor,

Onlar, Allah'ı ve peygamberlerini inkâr ederler, Allah ile peygamberlerinin arasını ayırmak isterler. "Kimine inanırız, kimini inkâr ederiz" derler. Bu ikisinin (imanla küfrün) arasında bir yol tutmak isterler. (E.M. Nisa/150.)

O zaman Allah’a imanın alt başlığı altında, Allah’ın gönderdiği tüm peygamberlere iman, Allah’ın gönderdiği tüm kitaplara iman da yer alıyor.

Ayrıca Kur’an da ehli kitabın hiçbir dinine mensup olanı süpürülmez. Toptan ibare etmez Kur’an hep ayrılır. Leysu sevaa* min ehlil kitabi (Ali İmran/113) ayetinde olduğu gibi. Ehli kitabın hepsi bir değildir. Yine Kur’an ın bir çok ayetinde onların içinden bazıları vardır ki gece vakti Allah’ın huzurunda havf ve haşyetle secdeye kapanırlar (Ali İmran/113) İşte bu gibi birçok ayette ehli kitap iyileri ve kötüleri ikiye ayırır. Yine kötüleri için örneğin Allah üçün üçüncüsüdür diyenler kafir oldu denilir mesela. Hıristiyanların içinden Hz. İsa’ya teslis inancı ile inananlar ve O’nun tanrının bir parçası olduğunu söyleyenler için, onlar kafir oldu denilir. Onun için Kur’an ın ehli kitaba yaklaşımı farklıdır.

Kur’an bizim heves ve arzularımız istikametinde bakmaz dinlere. Allah’ın koyduğu ölçüler vardır. O ölçüye göre tüm insanları tasnif eder. İşte bu ölçüye göre;

1 Allah’a iman eden. Bu paketin içinde Allah’ın gönderdiği tüm peygamberlere ve tüm kitaplara iman vardır.

2. si Ahirete iman eden. Yani aşkın hakikatlere.

3. sü de Salih olma özelliği taşıyan eylem yapan herkes ebedi mutluluğun kaynağından içecektir.

İşte Allah’ın bize verdiği cevap budur bu nokta da.


63 - Ve iz ehazna mısakaküm ve rafa'na fevkakümüt tur * huzu ma ateynaküm bi kuvvetiv vezküru ma fıhi lealleküm tettekun

Hani bir zamanlar sizden mîsak (sağlam bir söz) almıştık, Tur'u üstünüze kaldırıp demiştik ki; size verdiğimiz kitaba kuvvetle tutunun ve içindekilerden gafil olmayın, gerek ki, korunursunuz.(elmalı)

Hani sizden söz almıştık ve Tur'u da üstünüze kaldırmıştık (Musa'nın bir mucizesi). Size verdiğimizi (hakikat bilgisini) bir kuvve olarak tutun ve onun içinde olanı zikredip hatırlayın ki korunabilesiniz. (A.Hulusi)


Ve iz ehazna mısakaküm Hani bir zaman da sizden söz almıştık. ve rafa'na fevkakümüt tur sizin üzerinize Tur’u kaldırıp sizden söz almıştık. Oradaki vav’a, vav ı haliye diye öyle mana veriyorum. Tur’u üzerinize kaldırmış olduğumuz halde sizden söz almıştık. huzu ma ateynaküm bi kuvvetiv Bu söz ne sözüymüş, size verdiğimiz şeye sımsıkı sarılın, yapışın. vezküru ma fıhi lealleküm tettekun ve onun içinde olanı sürekli bir bilinç haline dönüştürün. Onun içinde olanı hatırdan çıkarmayın. Bilincinizi onun içinde olanla yenileyin, lealleküm tettekun ki sorumluluğunuzun bilincine varasınız. Diye söz almıştık.

Bu nokta da bu ayette ifade edilen gerçek şu olsa gerek. Allah İsrail oğullarından artık vahyine uyacağına dair bir ahit alıyor. Bu ahit bilmem kaçıncı ahit. Daha önce de ahitler almıştı ama ahdini yeniliyor. Lakin burada ki bu ümmete söylenen bir gerçekte var. Bu ayetin ilk Müslüman muhataplarına ve modern muhataplarına söylediği gerçekte şu;

“Ey Ümmet i Muhammed, İsrail oğullarından bu ahdi aldık Tevratta, Kur’an da da sizden aldık. Sizden de Allah’ın gönderdiği vahye uyacağınıza dair ahit aldık. Bakın Ahdine uymayanların akıbeti ne olmuşsa, sizin de akıbetiniz o olacaktır.”

Tabii aynı zamanda buradaki sımsıkı yapışın emri, Kitabı elinize alında göğsünüze bastırın, dudaklarınıza götürün, sımsıkı yapışın değil elbette. Bunu aklı selim olan herkes bilir. Burada yapışmamız istenilen şey, kitabın, Mushaf’ın sayfaları değil, hükümleridir. Onun içinde yer alan hayattır. O hayatı hayatımıza dönüştürebilirsek toplumda yaşanan bir hayat kılarsak vahyi, işte o zaman sımsıkı yapışmış oluruz.


64 - Sümme tevelleytüm mim ba'di zalik *fe lev la fadlüllahi aleyküm ve rahmetühu leküntüm minel hasirın

Sonra verdiğiniz sözün arkasından yüz çevirdiniz, eğer üzerinizde Allah'ın lütfü ve rahmeti olmasa idi herhalde zarara uğrayanlardan olurdunuz. (elmalı)

Oysa bunun ardından yine yüz çevirip eski hâlinize döndünüz! Allâh'ın fazlı ve rahmeti olmasa kesin hüsrana uğrayanlardan olurdunuz. (A.Hulusi)

Bunun ardından yine siz döndünüz. Yüz çevirdiniz. Eğer Allah’ın sizin üzerinize acıması ve lütfü olmasaydı, acımasaydı ve size lütfetmeseydi Allah, kesinlikle mahvolmuştunuz.


65 - Ve le kad alimtümüllezına'tedev minküm fis sebti fe kulna lehüm kunu kıradeten hasiın

İçinizden cumartesi günü yasağını çiğneyenleri elbette bilirsiniz. İşte bundan dolayı onlara "sefil maymunlar olun!" dedik.(elmalı)

Yemin olsun ki sizden Sebt'te (Cumartesi'ye hürmet etmeyip) haddini aşanları siz bilirsiniz. Onlara şöyle dedik: "Aşağılık maymunlar (hakikatinin getirisini yaşamayı terk edip taklitle yaşayanlar) olun!" (A.Hulusi)


Ve le kad alimtümüllezına'tedev minküm fis sebti Cumartesi yasağına karşı aşırı gidenleri haddi aşanları siz de biliyorsunuz içinizden. fe kulna lehüm kunu kıradeten hasiın Biz onlara demiştik ki bu taşkınlığı yapınca maymundan beter olun.

Tabii maymundan beter olun manasını belki diğer mealler gibi bulamayabilirsiniz. Aşağılık maymunlar olun tam literal manası harfiyen böyle. Ancak maymunlar hayvanlar kendi içlerinde yüksek ve aşağılık, yüksek ve alçak diye tasnife tabi tutulamazlar. Onun için burada ki ibareyi bendeniz maymunlardan beter olun şeklinde çevrilmesinin daha doğru olduğuna inanıyorum ki Müfessir Alisi de bu ibareyi tefsir ederken, bu ibare bir emir değildir. Der. Bir terktir, tahliyedir ve hızlandır, yani Allah’ın artık yardımını kesmesi, yüz çevirmesidir. Ne haliniz varsa görün der.

Peki niçin onlara böyle buyrulmuştur? Çünkü onlar maymunlaşmışlardır. Onların maymunlaşmaları fiziki idi diyenler, İsrail oğlu kaynaklarından da delil getirirler. Ancak Resul Allah’tan bu konuda herhangi bir delil gelmemiştir. Aksi gelmiştir. Çünkü Resul Allah’ın Ahmed bin Hambel’in naklettiği bir hadisinde;

“Allah hiçbir kavme lanet etmedi, domuzlar ve maymunlar daha önceden de vardı.” Bu hadisi Müslim de nakleder. Onun için bu hadise göre biz Mücahit’in tefsirini doğru kabul edeceğiz, Mücahit; “Onların ahlakı maymunlaşmıştı” Der.

Nasıl maymunlaşmıştı?

Düşmanlarını taklit eder hale gelmiştiler. Kendilerine kasteden düşmanlarını taklit eder hale gelmişlerdi. Çünkü Düşmanları olan Firavunun tanrısı olan ineği yaptılar, ve ona saygı duruşunda bulundular. İşte onların maymunlaşmaları buydu.


66 - Fe cealnaha nekalel li ma beyne yedeyha ve ma halfeha ve mev'ızatel lil müttekıyn

 Bu ibret dolu cezayı öncekilere ve sonrakilere bir ders, korunacaklara da bir nasihat, bir öğüt yaptık.(elmalı)

Bu; olayı yaşayanlara ve onlardan sonra gelenlere ibret bir ceza olsun; korunmak isteyenler de bundan öğüt alsınlar diyedir. (A.Hulusi)


Biz onların önlerinden gelen kavimler ve daha sonra gelen milletler için işte bunu ibret vesikası kıldık. ve mev'ızatel lil müttekıyn  Allah’a karşı kulluk sorumluluğunun bilincinde olanlar içinde bu hadiseyi bir vaaz, bir nasihat, bir öğüt kıldık.

Bununla Allah bize öğüt vermekte ve;

“Ey Ümmet i Muhammed, siz de düşmanlarınızı taklit ederseniz, siz de tahkik ehli olmayıp, taklit ehli olursanız, ki peygamber bile taklit ile emr olunmadı.” Gazalinin dediği gibi. İmirna bitte etni la bitteşebbü Biz diyor Gazali; Sünnet ile emr olunduk, taklit etmekle benzemekle değil. Onun için peygamberi bile taklit etmekle emr olunmadığımıza göre nasıl düşmanlarımızı taklit ederiz ve taklitçi oluruz. Taklidin iyisi kötüsü olmaz. Tahkik ehli olmak ve iyiyi tespit etmek lazım Ama kötüyü taklit etmek en kötü olandır. İşte onlar için ahlakı maymunlaşanlar diyor Kur’an.

“Ve ahiru davana velil hamdülillahi rabbil alemiyn”

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder