31 Mart 2011 Perşembe

İslamoğlu Tefsir Dersleri (Nisa/ 55-79 )(32)





Sevgili Kur’an dostları dersimize Nisa suresinin 55. ayeti ile devam ediyoruz. Geçen dersimizde hatırlayacağımız gibi Yahudileşen İsrail oğullarının Allah’ı ve resulünü, elçisini bırakıp Tağut’a ve Cipt’e, yani şeytani güçlere ve bir takım evhamii vehmi güçlere boyun eğdiklerini, onların hukukuna teslim olduklarını. Yüreklerinde bir başka güce inanırken hayatlarındaki problemleri şeytani güçlere çözdürmeye kalktıklarını ifade etmiş ve bundan dolayı da Allah’ın lanetini, yani rahmetinden dışlanmayı hak ettiklerini ayette işlemiştik. Şimdi kaldığımız yerden bu konunun devamı olan ayetle devam ediyoruz.

55-) Feminhüm men amene Bihî ve minhüm men sadde anhu ve kefa Bi cehenneme se'ıyra;

Onun için onlardan kimi ona iman etmekte, kimi de ondan meneyletmekte, ona da Cehennem alevi elvermektedir. (Elmalı)

Onlardan bazısı Onda olana iman etti ve onlardan bir kısmı da Ondan yüz çevirdi. Onlara cehennemdeki sair (kendilerini içten ve dıştan yakacak ateş) yeterlidir. (A.Hulusi)

Feminhüm men amene Bihî aralarında, yani Yahudileşen İsrail oğullarının arasında ona inananlarda vardı.

O hemen bir üstteki ayeti kerimede imanın atası olarak, Resulallah’ı kabul etmemekte direnen Yahudilere örnek olarak gösterilen İbrahim Peygamber. Yani şu denmekte. Ey Yahudileşen İsrail oğulları, siz İbrahim peygamberin peygamberliğini ve mesajını kabulleniyorsunuz. Ki burada o ifade ediliyor. Feminhüm men amene Bihî aralarında İbrahim’e inananlar vardı. En azından Yahudiler içerisinde bir kısmı Hz. İbrahim’in hem peygamberliğine, hem de mesajına iman ediyorlar imiş.

İşte bu inançtan yola çıkarak Kur’an, onları çelişkiye düşmemeye çağırıyor. “Atasının getirdiği, babası İbrahim’in getirdiği mesaja inanıyorsunuz da, onu kendisine çıkış noktası olarak alan ve “Ben İbrahim’in bir devamıyım.” Diyen Muhammed A.S. ın mesajını neden inkar ediyorsunuz.” Diyor Kur’an.

ve minhüm men sadde anhu Ondan yüz çevirenler de vardı Yahudileşen İsrail oğulları arasında. ve kefa Bi cehenneme se'ıyra; Onlara kavurucu bir ateş olarak cehennem yeter.

Demek ki İbrahim peygamberden gelen iki kol, iki nübüvvet kolu. Birinci kol; Musa peygamber. Ve ondan öte İsa peygambere dayanan İshak kolu, Yakup kolu, Öbürü ise İsmail peygamberden Resulallah’a dayanan ikinci kol.

Bu iki kolun kendisinde birleştiği şahıs İbrahim peygamber. Dolayısıyla mesajınızın kökeni aynı, mesajınızın kaynağı aynı, Aynı kaynaktan gelen mesajı nasıl inkar ediyorsunuz dediği gibi, aynı zamanda bir iç çelişkiye de dikkat çekiyor Kur’an. Siz daha İbrahim’e olan tavrınızı netleştirmemişsiniz. Bir kısmınız ona iman ederken, hala bir kısmınız onu inkar ediyorsunuz. Kaldı ki Muhammed’e olan tavrınızı netleştiresiniz, der gibidir adeta.

56-) İnnelleziyne keferu Bi ayatina sevfe nusliyhim nara* küllema nedıcet cüludühüm beddelnahüm cüluden ğayreha liyezûkul azâb* innAllahe kâne Aziyzen Hakiyma;

Şüphesiz âyetlerimizi tanımayan kâfirler, muhakkak ki biz onları yarın bir ateşe yaslayacağız, derileri piştikçe azabı duysunlar diye kendilerine tebdilen başka deriler vereceğiz; çünkü Allah izzetine nihayet olmayan bir hakîm bulunuyor. (Elmalı)

Muhakkak ki (Esmâ'nın açığa çıkışı olan hakikatlerindeki) işaretlerimizi inkâr edenleri, ateşte yakacağız. Azabı daha fazla hissetmeleri için derileri (dışsal bağlılıkları dolayısıyla) yandıkça yerine yeni deriler (dışsallıklar) oluşturacağız. Muhakkak ki Allâh Aziyz'dir, Hakiym'dir. (A.Hulusi)

İnnelleziyne keferu Bi ayatina sevfe nusliyhim nara ayetlerimizi inkarda direnenleri zamanı gelince ateşe mahkum edeceğiz. Zamanı gelince..!

Ayeti inkar sadece ilahi kelamı inkar anlamını taşımaz. Aynı zamanda ilahi kelamın farklı versiyonları olan kainat ayetinin ifade ettiği hakikatleri, Ayat-ı insanın ifade ettiği hakikatleri ve ayat-ı hadisatın, yani olayların ifade ettiği hakikatleri inkar da dolaylı yoldan bu alana girer.

küllema nedıcet cüludühüm ve derilerinin her yanıp soyulmasında, beddelnahüm cüluden ğayreha liyezûkul azâb derilerini değiştireceğiz ki Allah’ın azabını tüm şiddeti ile tatsınlar.

Bu çok şiddetli ifadeler. Bu insanın tüylerini diken diken eden ifadeler, aynı zamanda cehennem azabının, Allah’ın insana olan muhabbetine ihanet etmenin karşılığı olan cehennem azabının sürekliliğine delalet eder. Yani şöyle diyemez kimse mantık yürüterek; Bu dünyada ki fiziki kuralları esas alarak insan bir kez yanar canım diyemez. Onun için oradaki yanışın bu ayetten yola çıkarak ısrarla söyleye biliriz ki oradaki yanışın dünyada ki yanma ve yakma ile herhangi bir ilintisi, ilişkisi, benzerliği yok. Çok farklı bir yanma. Çok farklı bir azap, çok farklı bir cezalandırma yöntemi oldıuğu bu ayetten ortaya çıkıyor.

[Ek bilgi; «RUH», yani halogramik mikrodalga beden, Güneşin içine gittiği zaman, oradaki yüksek radyasyonun etkisiyle deforme olur, eğrilir, büzülür, yanar(!), fakat yok olmaz!.. Bunun misâli, rüyada, bedeninin ezilip-büzülmesi, kırılması, yaralanması, parçalanması ertesinde yeniden yaşamına aynen devam etmesidir...
İşte «cehennem» denen Güneşin (1) içindeki yaşantıda da, dalga beden tahrip olur, ezilir, uzar, genişler, yassılaşır, yıpranır, yanar ve akabinde eski hâline döner... ve bu durum tekrar tekrar sürer gider...
**(1) Bu konudaki hadisler ve bilgiler "İNSAN ve SIRLARI" isimli kitabımızda tetkik edilebilir. A. Hulûsi) ]

innAllahe kâne Aziyzen Hakiyma; Şüphesiz Allah kudret ve hikmet sahibidir. Yücelik ve hikmet sahibidir.

57-) Velleziyne amenû ve amilus salihati senüdhılühüm cennatin tecriy min tahtihel enharu halidiyne fiyha ebeda* lehüm fiyha ezvacün mütahheretün, ve nüdhılühüm zıllen zaliyla;

İman edip Salih işler yapan müminlere gelince bunları altından ırmaklar akar Cennetlere koyacağız: içlerinde ebedî kalmak üzere onlar, kendilerine orada temiz, gayet temiz zevceler var, hem onları sayeban edecek bir sayeye koyacağız. (Elmalı)

İman edip, bu imanın gereği davranışlar ortaya koyanlara gelince; onları altlarından ırmaklar akan cennetlere dâhil edeceğiz. Onlarda sonsuza dek yaşarlar. Orada onlara (şeytaniyetten) arınmış eşler vardır. Onları gölgenin gölgesine (her türlü yakıcı - rahatsız edici şartlardan uzak ortama) sokacağız. (A.Hulusi)

Velleziyne amenû ve amilus salihat Şimdi projektörlerini müspet tarafa döndürdü Kur’an menfi olandan. Yani Muhammed AS. ümmetine; “Ey ümmeti Muhammed, siz de Ümmeti Musa gibi Yahudileşmeyin.” Dedikten sonra doğrudan müminlere döndürdü ve onlara hitap ederek; Velleziyne amenû ve amilus salihati Fakat iman edip Salih amel işleyenler, senüdhılühüm cennatin tecriy min tahtihel enhar içlerinden ırmaklar akan cennetlere koyacağız onları.

Aslında bu ayet doğrudan İsrail oğulları içerisinde bu vasfı taşıyanlara da hitap ediyor. Onları da kapsıyor. Yani Kur’an ın sistematiğinde süpürücülük yoktur. Hiçbir inancı kökten süpürüp atmaz, kökten süpürüp almaz, ayıplar. Hakkı batıldan, aynı pirinci taştan ayıklar gibi ayıklar.

halidiyne fiyha ebeda Orada, yani cennette ebediyen kalacaklar. lehüm fiyha ezvacün mütahheretün orada onlar tertemiz eşlere sahip olacaklar. Eşlere, sadece erkekler hanımlara değil. Eşlere. Eş karşılıklıdır. Tek taraflı değildir. Onun için ezvac ne müennestir, ne müzekker. İkisi birden girer. Ezvac denilince hem kadına göre erkek, erkeğe göre kadın anlaşılır Arap dilinde.

ve nüdhılühüm zıllen zaliyla; Ve yine onları muhteşem bire gölgede, gölgelendireceğiz.

zıllen zaliyla aslında literal manası gölge demektir. Müthiş bir, muhteşem bir gölge demektir. Ama Ragıp el Isfahani’nin bu kelimenin mecazına getirdiği anlam çok daha güzel ve farklı. O da muhteşem bir mutluluk, sonsuzca bir saadet vereceğiz onlara. Çünkü Arap muhayyilesinde, yaz sıcaklarının 50 – 55 derece olduğu bir iklimde, o sıcakta bir insana sunulacak en ideal ikram, harika bir gölge idi. Onun için o insanlara olan bu kelamı ilahi de o kültürün anlayabileceği bir örnekten yola çıkıyor ve mutluluğu bu kelimelerle ifade ediyor. Sanırım kuzey kutbundaki insanlar da yaşasaydı birinci muhatapları onlar olsaydı o zaman da bu cümle onlara ideal bir güneş vereceğiz,
muhteşem bir günlük güneşlik hava vereceğiz  derdi. Onun için biz bunu anlarken, algılarken mutluluk biçiminde algılamakla Ragıb’ın da yardımıyla doğru algılıyoruz.

58-) İnnAllahe ye'muruküm en tüeddül emanati ila ehliha ve izâ hakemtüm beynenNasi en tahkümü Bil'adl* innAllahe ni'ımma ye'ızuküm Bihi, innAllahe kâne Semiy'an Basiyra;

Haberiniz olsun ki Allah size şunları emrediyor: Emanetleri ehline veresiniz ve insanlar arasında hükmettiğiniz vakit adaletle hükmedesiniz, hakikat Allah size ne güzel vaaz veriyor, şüphesiz ki Allah semi', basır bulunuyor. (Elmalı)

Muhakkak ki Allâh emanetleri ehillerine vermenizi ve insanlar arasında âdil olarak (herkesin hakkını vererek) hükmetmenizi emreder. Muhakkak Allâh bununla size ne güzel öğüt veriyor. Kesinlikle Allâh Semi'dir, Basıyr'dir. (A.Hulusi)

İnnAllahe ye'muruküm en tüeddül emanati ila ehliha Kur’an yukarıda Yahudileşen İsrail oğullarından söz etti. Hemen sonra müminlere hitap etti ve bir probleme, sosyal, toplumsal bir probleme parmak basıyor şu ayette. Yani bir toplumsal çözülmenin sebebi nedir. İşte onun cevabı bu ayet. İnnAllahe ye'muruküm en tüeddül emanati ila ehliha Allah size emanet edilen şeyleri mutlaka ehline vermenizi emreder.

Bu ayetin iniş nedeni olarak gösterilen olay şöyle;

Osman bin Talha cahiliye döneminden beri Kâbe’nin anahtarını taşımakla görevli olan ailenin son üyesi. Bu aynı zamanda bir şeref. Bölge Arapları içerisinde bir izzet.

Mekke’nin fethi günü Kâbe’de namaz kılmak istediğinde Hz. Osman bin Talha dan anahtarı ister. Osman Bin Talha eğer Resulallah olduğuna inansaydım, bilseydim verirdim der. Ama Hz. Ali kolunu kıvırır ve anahtarı alır. Resulallah Kâbe’de namaz kılarlar, namazdan sonra Resulallah’ın amcası Abbas, sikaye şerefi kendisinde bulunan, yani hacıları sulamak şerefi kendisinde bulunan bu zat, aynı zamanda Kâbe anahtarının da taşıma şerefinin de kendisinde bulunmasını arzu eder, anahtarın kendisine verilmesini ister. Ama Resulallah anahtarı yine eski sahibine Osman bin Talha’ya iadesini ister ve bu durum üzerine Osman bin Talha İman eder. Allah’a teslim olur.

Böyle bir olay anlatılır. Tabii ki bu olayla sınırlandırılamaz bu ayetin umumi ve evrensel mesajı. Hele bu ayetin mesajı. Öyle müthiş, öyle evrensel mesajı var ki hayatımızın her alanına hitap eden bir ayet.

Emanet, nedir emanet? Her şey. Kelimenin tüm çağrışımıyla sorumluluğun her türü emanettir. Babalık bir emanettir, annelik bir emanettir, yöneticilik bir emanettir, dahası, insan olmak bir emanettir. Ki hatırlayın ayeti kerimeyi,

İnna aradnel emanete ales Semavati vel 'Ard Ahzap/72

Biz emaneti yerlere göklere dağlara sunduk, takdim ettik. İşte o zaman;

vel cibali feebeyne en yahmilneha ve eşfakne minha ve hamelehel İnsan.

Bunlar emaneti üstlenmekten kaçındılar. Bu emanetin ne olduğu konusunda çok yorumlar yapılmış olmakla birlikte, bendeniz bu emanetin insanlık olduğunu yani irade olduğunu düşünüyorum. İradeyi dağlar ve yerler ve gökler kabullenmezken insan kabullenmiyor. İşte emanet bu. İnsanlık bir emanettir. Ve tabii onun olgunlaşması için yapılabilecek her şey bir emanet. Tüm sorumluluklar bir emanettir. Tabii buradaki emanetin daha özel manada kullanıldığını hemen sonraki cümleden anlıyoruz. Nedir o da;

ve izâ hakemtüm beynenNasi en tahkümü Bil'adl Ve insanlar arasında hüküm verecek olursanız, adaletle hüküm vermenizi emreder Allah. Demek ki emanetin burada ki özellikle birincil anlamı yönetimle ilgili olanı, Hükümle ilgili olanı. Toplum içerisinde yönetim sorumluluğu üstlendiğiniz her makam sizin için mahza bir emanettir. Yani emaneti makam ve mevki de diyebilirsiniz.

Patronsanız, işçiniz size emanettir. Baba iseniz, evladınız, anaysanız evladınız size emanettir. Yöneticiyseniz halkınız size emanettir. Eğer servet sahibiyseniz, servet size emanettir. Can taşıyorsanız canınız, mal taşıyorsanız malınız, şöhret taşıyorsanız şöhretiniz, ilim sahibiyseniz ilminiz emanettir. Ama buradaki, kullanım öncelikle ve özellikle yönetimle ilgili bir emanete dikkat çekiliyor.

Yine Ayeti kerimede neden Yahudileşen İsrail oğullarından söz eden bir ayetin, bir pasajın ardından emanetle ilgili böyle bir pasaj gelmiş derseniz, benim buna vereceğim cevap; Demek ki Müslüman İsrail oğullarının Yahudileşmesinde ki büyük paylardan biri emanete ihanet etmeleri, yönetime layık olmayan insanları getirmeleri ve layık olmayan insanları seçip onların eline yönetimlerini emanet etmeleri idi.

İşte onların, İsrail oğullarının Yahudileşmesini hızlandıran faktörlerin belki sosyal ve çevresel faktörlerin en büyüklerinden biri bu idi ve bunu bu ümmete rabbimiz hatırlatıyor ve siz yönetim emanetine ihanet etmeyin. Çünkü yönetim ilmi, yani siyaset aslında. Siyaset yönetme sanatıdır. Yönetme sanatını layık olmayana, emanete ihanet edecek olan ellere teslim etmeyin gibi bir anlam da çıkarılabilir tabii ki. Devam ediyoruz;

innAllahe ni'ımma ye'ızuküm Bih Allah size ne de güzel öğüt veriyor. innAllahe kâne Semiy'an Basiyra; zira Allah her şeyi iştendir, her bir şeyi görendir.


59-) Ya eyyühelleziyne amenû etıy'ullahe ve etıy'urRasule ve ülil emri minküm* fein tenaza'tüm fiy şey'in ferudduhu ilAllahi verRasuli in küntüm tu'minune Billahi vel yevmil ahır* zâlike hayrun ve ahsenü te'viyla;

Ey o bütün iman edenler! Allaha itaat edin, Peygambere de itaat edin sizden olan ulülemre de, sonra bir şeyde nizaa düştünüz mü hemen onu Allaha ve Resulüne arz ediniz: Allaha ve Âhiret gününe gerçekten inanır müminlerseniz.. O hem hayırlı hem de netice itibarıyla daha güzeldir. (Elmalı)

Ey iman edenler! Allâh'a itaat edin, Rasûle itaat edin ve sizden Ulül Emr'e de (Hakikat ve Sünnetullah bilgisine sahip olarak hüküm verme yetisine sahip olana)... Bir şey hakkında anlaşmazlığa düştüğünüz takdirde -şayet Allâh'a ve gelecekte yaşanacak sonsuz sürece iman ediyorsanız- onu Allâh'a ve Rasûlüne döndürün... Bu hem daha hayırlı ve hem de tevil olarak (işin aslına, uygunluğuna ulaşma bakımından) daha güzeldir. A.Hulusi)


Ya eyyühelleziyne amenû siz ey iman edenler, etıy'ullahe ve etıy'urRasule ve ülil emri minküm Allah’a, peygamberine, peygambere daha doğrusu. Ve aranızdan kendilerine otorite emanet edilmiş olanlara itaat edin.

Emanet ayetinin hemen ardından böyle bir ayet gelmesi de biraz önceki yorumumu destekliyor. Allah’a, peygambere ve aranızdan kendilerine otorite emanet edilmiş olanlara itaat edin.

Aslında; Ve ulil emr-i minküm ibaresinin farklı biçimlerde anlaşıldığı tefsirlerden görülüyor. Ki İbn. Abbas’a dayanan bir rivayette; sizden olan emir sahipleri, aranızda kendilerine otorite tevdi edilenlerden maksadın alimler olduğu söylenir. Lakin ayetin siyak ve sibakı, iç ve dış bağlamı göz önüne alındığında bu mana uzak gözüküyor bana.

Otoriteyi birine emanet etmek, bu ayet neden söz ediyor derseniz, açık. Hak ve sorumluluklardan söz ediyor. Hak ve sorumluluklardan. Allah’a itaat mutlak itaattir. Bunda kimsenin tereddüdü yok. Resule itaat mukayyet itaattir. Allah’tan dolayı Resule itaat edilir. Çünkü;

Men yutı'ırRasule fekad etaAllah Nisa/80

Resulüne itaat eden Allah’a itaat etmiş olur da onun için. Niçin? Çünkü Resulü seçen Allah’tır. Seçilene itaatsizlik seçene itaatsizlik anlamını taşır da onun için. Mustafa dır peygamberler. Yani, seçilmiştir. Allah’ın seçimine isyan Allah’a isyandır. Onun için dolaylıdır peygambere itaat. Doğrudan değildir. Doğrudan, dolaysız ve mutlak itaat Allah’a dır.

Üçüncü itaat edilmesi gereken mercii ise burada; ve ülil emri minküm aranızda kendilerine otorite emanet edilenler diyor. İşte burada problem var. Kim bunlar ve bu itaatin derecesi nedir. O halde eğer resule bile itaat mutlak değil mukayyetse, aranızda kendilerine yönetim emanet edilenlere itaat, haydi haydi mukayyettir. Ne ile kayıtlıdır, neyle sınırlıdır? Eğer Allah a ve Resulüne itaat ediyorlarsa onunla sınırlıdır.

Bu önemli bir ilke. Bu işte çerçeveyi belirliyor. Kaldı ki Resulallah’ın bu konuda söylediği söz gerçekten tüm tartışmayı kesecek mahiyette. Nedir o? Allah’a isyan hususunda kula itaat yoktur. La ta ate fil masiyye Allah'a isyanda kula itaat olmaz. Kim olursa olsun. Onun için meşhur ve sahih bir haberde Resulallah bir müfrezeyi bir komutanla birlikte yolluyor. O komutan bir ateş yakıyor, askerlerin kendisine olan bağlılığını denemek için askerlerine ateşe girmelerini emrediyor. Tabii tutmuyorlar. Resulallah onu komutan atadığı halde.

Dönüp geldiklerinde olay Resulallah’a anlatılıyor. Resulallah’ın tepkisi aynen şu;

- Girselerdi ebediyen çıkamazlardı.

Ateşten ebediyen çıkamazlardı. Yani cehenneme girmiş olurlardı. Böyle bir itaat olmaz ki. Bu itaat itaat değil. Yani Resulallah atamış olsa da o komutanı. Onun için itaatlerin ne ile sınırlılığı da burada gözüküyor. Salim akılla ve selim doğru nakille. Mütevatir nakille. Onun için buradaki itaatin sınırı elbette ki açık.

Burada otoriteyi birine emanet etmek, seçmek bir haktır. Ancak itaat ise seçenin sorumluluğudur. Her hak sorumluluk ile beraber olur. Onun için otoriteyi seçmek, yönetimi ona emanet etmek, Halkın hakkıdır. Ama bir de sorumluluğu var, seçtiği otoriteye meşru işlerde tabi olmak.

Tabii ki seçilenin de hakkı ve sorumluluğu var. Nedir bunlar? Yöneticinin sorumluluğu, adaletle hükmetmektir. Eğer adaletle hükmetmezse ihanet etmiş olur. Kendisini seçene. Peki sorumluluğu budur. Ya hakkı nedir? Hakkı ise kendisini seçenlerden meşru zeminde itaat istemektir. Onun için haklar ve sorumluluklar karşılıklıdır.

Bunu sadece ülke yönetimlerinde değil, en aşağı birim olan aileye adar indirebilirsiniz. İndirgeyebilirsiniz. Ailede eşler arası ilişkide de dahi geçerlidir hak ve sorumluluklar. Çünkü o da bir emanettir ve ailede emr sahibi, ulül emr olan ailenin ulül emri de aynen bunun gibi hem hakka, hem de sorumluluğa sahiptir. Sorumluluğunu yerine getirmeden hakkını kullanamaz. Bu surenin başında;  ErRicalu kavvamune alen nisai erkekler kadınlar üzerinde koruyup kollayıcı gözetleyicidir ibaresi hem hakka, hem sorumluluğa delalet eder ve ayetin devamında her iki cinsinde karşılıklı birbirlerine hak ve sorumlulukları zaten ifade edilmiş ki, daha önce biz tefsir ettiğimiz için girmiyoruz.

Hanımları eşlerinin üzerinde gözetleyici olarak seçilen beyler, eğer evin geçimini, kendilerine sorumluluk olarak verilen evin geçimini temin etmekte acze düşüyorlarsa, buna rağmen gözetmenlikte ısrar ediyorlarsa bu sorumluluklarını yerine getirmeden haklarını kullanmaya kalmaları anlamına gelir ki zulüm olur. Onun için hak ve sorumluluk birlikte düşünülür.

fein tenaza'tüm fiy şey'in ferudduhu ilAllahi verRasuli in küntüm tu'minune Billahi vel yevmil ahır Bir hususta anlaşmazlığa düşerseniz eğer, onu Allah’a ve peygambere götürün. Tabii Allah’a ve ahiret gününe inanıyorsanız. Allah’a ve resulüne götürürsünüz..! İnanmıyorsanız problem yok sizin için diyor. Temelde daha büyük bir probleminiz olduğu için böyle tali bir konuda siz muhatap değilsiniz. Ama eğer Allah’a ve Resulüne inanıyorsanız bu kez böyle bir mecburiyetiniz var.

Niçin böyle bir form ile gelmiş bu ayet? Çünkü hüküm konusundaki problem, ayette ifade edilen ve bundan sonra da ifade edilmeye devam edilecek olan problemlerin muhatapları Allah’a ve Resulüne iman ettiğini söyleyen insanlar. Yüreklerinde bir otoriteye teslim olmuşlar, ama hayatlarında, kalplerinde teslim oldukları otoritenin tam zıddına gidiyorlar. Hayatlarında ki düğümleri Allah’ın dışındaki otoritelere çözdürmeye kalkıyorlar. Şeytani güçlere çözdürmeye kalkıyorlar.

Peki neden böyle olur diye bir soru sormak lazım ama burada öncelikle şu ibareye dikkatinizi çekmek isterim;

ferudduhu ilAllahi verRasul Allah’a ve Resulüne götür onu. Kur’an a ve sünnete demiyor, çok ilginç. Kitaba demiyor. Allah’a diyor. Şimdi buradan Kur’an ve sünnet anlaşılmaz mı? Ondan daha öte bir şey anlaşılır. Kitap diyebileceği halde doğrudan Allah’a işaret eden bu ayetin mesajının daha derin olduğunu düşünüyorum ben Allah’a ve Resulüne götürün demekle,

Kur’an a ve sünnete götürün demek arasında hem derin hem de kapsamlı bir fark var. O da vahyin sadece lafsına değil, lafzın arkasında yatan Allah’ın muradına götürün. Yani sadece ilahi kelamın kelimelerine değil, o kelimelerin arkasında ki büyük maksada, kitabın ruhuna götürün. Resulallah’ın davranışlarının sadece şekline değil, o şeklin arkasında yatan amaca götürün. Yani Allah’ın muradı, sünnetin ruhu. Adeta bendeniz öyle değil de bu formla gelmesinden bunu anlıyorum. Böyle söylenmek isteniyor gibidir ki, Gazzali’nin şu harika tespiti bu yorumu doğruluyor. Diyor ki Gazali;

- Umirna bitteeshi, la bitteşebbu.

Biz Resulallah’ın yaptığını, niçin yaptığına bakıp o nedene dayanarak yapmakla emrolunduk. Ona benzemekle değil. Bu çok önemli bir ilke. Umirna bitteeshi, la bitteşebbu.

Teeshi, usve’den gelir. Kur’an da Usvetün hasenetün diyordu zaten peygamberi tanıtırken insanlığa ve ümmete. Onun için teeshi ile emrolunduk, teşebbüh ile değil.

zâlike hayrun ve ahsenü te'viyla; Bu, Yani Allah’a ve Resulüne götürmek, Kuran’ın maksadına ve sünnetin ruhuna götürmek, işte bu hayrun ve ahsenü te'viyla en iyi seçimdir ve sonuç olarak ta en verimli olandır. Amenna ve saddakna diyoruz. Elbette ki bu en iyi seçimdir, sonuç olarak ta en verimli olandır. Çünkü İnsanlığın değişmez değerleridir İslam’ın değerleri. Dolayısıyla o değerlere yapışan kurtulur. Onun içindir ki öncekiler ne ile felaha ermişse, sonrakiler de aynı şeyle felaha erecekler diyen doğru söylemiştir.

İşte bu nedenle Allah vahyinin arkasında yatan o maksat ve büyük sebepleri, hiçbir zaman ve zemin ile kayıtlandırmamıştır. Sınırlı değildir. O maksadı iyi kavradığınızda üzerinden kaç yüz yıl geçmiş olursa olsun her çağın derdine derman olacak merhem üretirsiniz. Tabii ki sadece ne dediğinde takılıp kalmaz ne demek istedi diye de sorarsanız.


60-) Elem tera ilelleziyne yez'umune ennehüm amenû Bi ma ünzile ileyke ve ma ünzile min kablike yüriydune en yetehakemu ilettağuti ve kad ümiru en yekfüru Bihi, ve yüriydüşşeytanü en yudıllehüm dalalen be'ıyda;

Bakmaz mısın şunlara: o hem sana indirilene' hem senden evvel indirilene iman ettiklerini söyler gezer kimselere? Ki o tağuta (o azgın şeytana) muhakeme olmak istiyorlar Halbuki onu tanımamakla emr olunmuşlardı, O Şeytan da onları bir daha dönemeyecekleri kadar uzak bir dalâle düşürmek istiyor. (Elmalı)

Sana inzâl olunana ve senden önce inzâl olunana iman ettiklerini sananları görmüyor musun; inkâr etmeleri emredildiği hâlde Tağut'u aralarına hakem yapmak isterler... Şeytan da onları geri dönemeyecekleri kadar uzak bir sapıklığa (şirke) düşürmeyi diler. (A.Hulusi)


Elem tera ilelleziyne yez'umune ennehüm amenû Bi ma ünzile ileyke ve ma ünzile min kablik Sana ve senden önce indirilenlere iman ettiğini zannedenlere bir baksana, yüriydune en yetehakemu ilettağut birbirlerini tağut’un, yani şeytani, güçlerin hakimiyetine çağırmakta bir sakınca görmüyorlar. kad ümiru en yekfüru Bih oysa ki onu inkar etmekle emr olunmuşlardı. Buna rağmen Allah’ın inkar etmekle emrettiği Tağut’a, şeytani güçlere, onun hakimiyetine baş eğmeye çağırıyorlar insanları.

Burada Allah’ın otoritesine alternatif diye çıkartılan tüm otoritelerin Tağut anlamına geldiğini sanırım Kur’an a aşina olan herkes biliyor. Allah’ı bırakıp ta onu otorite edinmek, yani Allah’a alternatif olarak çıkarılan bir takım şeytani güçleri, otoriteleri otorite edinmek, vahyin insanda uyandırdığı tüm iyi duyguları ortadan kaldırır.

Problem de budur. Allah bir şeyi yasaklıyorsa, ondan çıkarı yoktur Allah’ın. O halde şu soru sorulur. Bundan insanın çıkarı nedir, ya da kaybı nedir. Bu yasağı işlerse insan ne kaybeder. Bu soruyu sormamız lazım ilkesel olarak. Çünkü Allah’ın hiçbir yasaktan kazancı yoktur. Hiçbir günahtan da kaybı yoktur. O halde kimin kazancı ve kaybı vardır diye sormak lazım. Ve sonuçta insanın kazancı ve kaybı vardır, cevap budur.

O halde Tağut’a Allah’ın hükmünü bırakıp ta şeytani güçlerin egemenliğine teslim olan bir insan ne kaybeder. Diye soracak olursanız, vahyin insanda uyandırdığı tüm iyi duyguları geçersiz kılmış olur o insan. Kendisi ile olan ilişkisini zedeler. Çünkü yüreğinde Allah’a iman ediyor. Buradaki, tip o tip. Burada bir tip çiziliyor. Kime inanıyorsun deyince bu tipe, diyor ki ben Allah’a iman ediyorum. Yani sen Allah’a inanır mısın dediğinizde, bu tip şu ayetlerde işlenen tip, ben Allah’a inanıyorum diyen bir tip.

Ancak, Peki gündelik sorunlarını, hayatında bir düğüm, bir problem çıktığında kime götürürsün dediğinizde, hayır, bu küçük işleri ben Allah’a götürmem, başkalarına götürürüm diyen tip buradaki. Niçin onu yapıyor? Niçin i belli, çünkü oportünist davranıyor.Çıkarcı davranıyor. Geçici çıkarları için kalıcı saadetini feda ediyor.

Burada Allah’ı aldatamayacağı için, Allah’ın karşısında duran şeytani güçlere başvuruyor hayatındaki problemlerin çözümünde. Niçin onlara baş vuruyor? Çünkü inancıyla, yüreğinde olanla hayatında olan arasında bir mutabakat yok. Parçalanmış bir kimlikle karşı karşıyayız bu ayette. Parçalanmış bir kişilik, yırtık bir kişilik. İşte insan davranışlarının ahlaki zeminini yok eden bir durum bu.

Bunun adına Kur’an ne diyor? Nifak. Bu kimseye de münafık diyor Kur’an. İşte bu nifak’ın ta kendisi. Parçalanma, kişilik yırtılması.Kimlik parçalanması. İki ayrı kutup aynı anda hareket halinde. İnanıyor mu, inanmıyor mu. Yüreği bir başka güce inandığını söylerken, hayatında bir başka güce boyun eğiyor.

Bu bir tür trajedidir işte. Yine bu ruhsal bölünmedir. Ruhsal yırtılmadır. Ki bunun temelinde de iman ettiğine güvenmemek yatar. Güvenmediğinize zaten iman etmişte sayılmıyorsunuz. Allah’a iman ettiğini zannediyor ama, O’na güvenmediği için problemlerinin çözümünü ona götürmüyor. Başkasına götürüyor. Çünkü çıkarı ile çalışıyor o zaman.

İşte burada yırtık bir kişilik var. Parçalanmış bir kişilik. Bu ayet ona işaret ediyor. Devam ediyoruz.

ve yüriydüşşeytanü en yudıllehüm dalalen be'ıyda; Nitekim şeytanın tek arzusu, onları derin bir sapıklığa itmektir. Tabii ki şeytan da bunu istiyor. Şeytanın arzusu da bu.

Hatırlayın şeytan hiç Allah’ı inkar etmedi ki. Unutmayın, Kur’an la sabit Allah’a imanı. Şeytan hiç Allah’ı inkar etmedi ki. Şeytanın inkar problemi yok. Onun için fe bi izzetike diyor.

- Senin İzzetine şerefine yemin olsun ya rabbi. Diyor Kur’an da.

Allah’a yemin ediyor. Onun için şeytanın inkar problemi yok. Şeytanı şeytan eden inkarı değil. Ya nesi? Aynı bu problem işte. Allah’a iman ettiği halde onun çözümüne razı olmuyor. Onun çözümüne karşı duruyor. Çünkü pratik çıkarlarına aykırı görüyor onu. Onun için şeytanı şeytan eden inkarı değildir budur. Allah’ın hükmüne razı olamamasıdır. Allah’ın kendisi için en iyiyi düşündüğünü kabul edememesidir.


61-) Ve izâ kıyle lehüm te'alev ila ma enzelAllahu ve ilerRasuli raeytel münafikıyne yesuddune anke sududa;

Allahın indirdiği hükme gelin, Peygambere gelin denildiği vakit da onlara görüyorsun o münafıkları ki senden çekiniyorlar da çekiniyorlar. (Elmalı)

Onlara: "Allâh'ın inzâl ettiğine ve Rasûlüne gelin" denildiğinde, münafıkların senden iyice yüz çevirip uzaklaştıklarını görürsün. (A.Hulusi)

Ve izâ kıyle lehüm te'alev ila ma enzelAllahu ve ilerRasul Allah’ın indirdiğine ve peygambere gelin denildiğinde, raeytel münafikıyne yesuddune anke sududa; Bu münafıkların nefretle senden yüz çevirdiklerini görürsün..

Allah’a ve Resulüne gelin denildiğinde, işte bu münafıkların, Kur’an bu tipin münafık bir tip olduğunu söylüyor açıkça. İşte bu münafıkların senden yüz çevirdiklerini görürsün diyor. Bir adı da nifak olan kişilik kırılması hali, işte inancın psikolojik cephesinde açılan yaraları böyle ifade ediyor ayet.

Bunlar onulmaz yaralar. Nifak, insanın iman duvarında onulmaz yaralar açıyor. Gedikler açıyor. Yürek bir şey söylüyor, akıl bir başka şey. Kalbiyle bir şeye inanıyor, hayatı ile bam başka şey yapıyor. Vicdan, inançtan yana durur gibi oluyor, fakat iç güdüler bakıyorsunuz, pratik çıkarları gerekçe göstererek “ama”lı cümleler kuruyor. 

“Öyle de..!”, “doğrusun da”, “ama”, diyor. Yani haklı söylüyorsun, veya Allah’ haklı da, ama ne yapayım mecbur kaldım. İşte şu gerekçem vardı. Mazeret ileri sürüyor. Tam da şeytan gibi. Onun da mazeretleri vardı biliyorsunuz. Onun için yer yüzünde şeytanlaşmış hiçbir kimse mazeretsiz değildir. Şeytan olmanın bile bir mazereti varsa, her günahın, her isyanın da bir mazereti vardır. Ama bu mazeretlerin tümü meşru mazeret değildir. Allah’ın kabul etmeyeceği mazerettir. Ve la maazira, mazeret yok der onun için cenab-ı hak Kur’an da. Evet, devam ediyoruz. Bu amalı cümleler nasıl kuruluyor.


62-) Fekeyfe izâ esabethüm musıybetün Bi ma kaddemet eydiyhim sümme cauke yahlifune Billahi in eredna illâ ıhsanen ve tevfiyka;

Ya ellerinin yaptığı yüzünden başlarına bir musıbet geldiği zaman nasıl? sonra gelmişler de sana «billâhi muradımız sırf bir iyilik yapmak ve ara bulmaktan ibaret idi» diye yemin ediyorlar. (Elmalı)

Nasıl da, elleriyle yaptıkları yüzünden kendilerine musîbet geldiğinde, hemen "Billahi bizim iyilikten ve tevfikten başka amacımız yoktu" derler. (A.Hulusi)

Fekeyfe izâ esabethüm musıybetün Bi ma kaddemet eydiyhim fakat önceden ortaya koydukları eylemler sonucunda başlarına kötü bir netice gelince, ne olacak onların hali. Rabbimiz bu soruyu soruyor. Bu eylemleri dolayısıyla başlarına kötü bir sonuç gelince halleri ne olacak. Yani burada, Kur’an ın her tarafında sık sık tekrarlanan şu ima yine tekrarlanıyor.

“Başınıza gelecek sonuçlar, sizin kazandıklarınızdır.”

Onun için kötü sonuçların tamamında sizin eyleminizin izi vardır. Bu söylenmek isteniyor. Tercih size aittir deniliyor yani. Eğer kötü bir akıbeti kabulleniyorsanız, o akıbeti celbedecek kötü eylemlere devam edin. Yok eğer gelmesin istiyorsanız şimdiden tedbirinizi alın ve vazgeçin deniliyor.

İnsan eylemi ile Allah’ın bu eylemleri sonucunda ki takdiri arasında doğrudan bağ olduğu vurgulanıyor. Bu çok önemli. Yeryüzündeki hiçbir belanın, toplumsal hiçbir çözülmenin, hiçbir sosyal yaranın, hastalığın, aslında insanların eylemlerinden bağımsız oluşmayacağı vurgulanıyor burada.

sümme cauke yahlifune Billahi in eredna illâ ıhsanen ve tevfiyka; Sonra sana gelecekler, Allah adına yemin edecekler, ama, diyecekler. Ama..! Bizim amacımız sadece iyilik yapmak ve uyum sağlamaktı. Amalı cümleler kurarlar dedim ya. Münafıkların bile kendilerince münafıklıklarına bir gerekçesi var.

- İyi ama içimizdekini söyleseydik de toplumda sivrilik mi yapsaydık. Uyum gösterdik, kötümü ettik..!

Münafıklığın gerekçesini görüyor musunuz ne kadar tumturaklı, kötümü ettik canım..! Uyum sağladık. Uyumu bozmadık genel renge aykırı davranmadık. Her ne kadar içimizin rengi o değilse de dışımıza sentetik bir renk sürdük sizin renginizden.

Topluma uyum gerekçesi ile iki yüzlü davranmayı reddediyor Kur’an. Böyle bir gerekçeyi kabul etmiyor.

63-) Ülaikelleziyne ya'lemullahu ma fiy kulubihim fe a'rıd anhüm ve ızhüm ve kul lehüm fiy enfüsihim kavlen beliyğa;

Onlar öyle kimseler ki kalpleriniz de olanı Allah bilir, onun için sen onlara aldırma da kendilerine vazet ve nefisleri hakkında kendilerine beliğ müessir söz söyle. (Elmalı)

İşte onlar, Allâh'ın kalplerindekini bildiği kişilerdir. Onun için sen söylediklerine aldırma ve onlara öğüt ver ve nefsleri hakkında içlerine işleyecek açıklıkta söz söyle. (A.Hulusi)


Ülaikelleziyne ya'lemullahu ma fiy kulubihim Ama Allah onların kalplerinde ki her şeyi bilir.

Burada tüm münafıklara, vicdanlarının ta derinliklerinde yatan o asli sesi dinlemeleri çağrısı yapılıyor.

fe a'rıd anhüm ve ızhüm ve kul lehüm fiy enfüsihim kavlen beliyğa; Şu halde onları kendi hallerine bırak. Onlara öğüt ver. Onlara içine düştükleri durumu net bir biçimde açıkla. Hangi durum o, nifakın, psikolojik ve sosyal anatomisini çiz onlara. Münafıklığın ne korkunç bir yürek hastalığı olduğunu söyle onlara. İçine düştükleri bu çelişkili durumu iyice açıkla. Güvensizlik ve tutarsızlığın kendilerini ne hallere düşürdüğünü açıkla onlara. Kendilerini Allah’a olan güvensizliklerinin kimliksiz ve kişiliksiz, daha doğrusu çift kişilikli, iki yüzlü ya da daha beteri, 2yüz yüzlü ettiğini söyle onlara.


64-) Ve ma erselna min Rasulin illâ li yüta'a Bi iznillah* ve lev ennehüm iz zalemu enfüsehüm cauke festağferullahe vestağfere lehümür Rasulü levecedullahe Tevvaben Rahıyma;

Biz her hangi bir Peygamberi gönderdikse mahzâ Allahın izni ile itaat edilmek için gönderdik, eğer onlar nefislerine zulmettikleri zaman sana gelseler de günahlarına mağfiret dileseler, Peygamber de kendileri için istiğfar ediverse idi elbette Allah’ı tevvab, rahîm bulacaklardı. (Elmalı)

Biz her Rasûlü, kendilerine Allâh'ın izniyle itaat edilmeleri için irsâl ettik. Eğer onlar nefslerine zulmettiklerinde sana gelselerdi de Allâh'tan bağışlanma niyaz etselerdi, Rasûl de onlar için istiğfar dileseydi, elbette Allâh'ı Tevvab ve Rahıym bulacaklardı. (A.Hulusi)


Ve ma erselna min Rasulin illâ li yüta'a Bi iznillah zira biz her peygamberi, yalnızca Allah’ın izni ile kendilerine itaat olunsunlar diye gönderdik.

ve lev ennehüm iz zalemu enfüsehüm cauke festağferullah eğer onlar kendilerine kötülük ettikten sonra sana gelip de Allah dan af dileselerdi, vestağfere lehümür Rasul ve peygamberde onların affı için Allah’a yalvarsaydı, dua etseydi, levecedullahe Tevvaben Rahıyma; Kesinlikle Allah’ı, tevbeleri kabul etmeye hazır ve rahmeti bol olarak bulacaklardı. Ama bunu yapmadılar. Allah’ın kapısına gelip de; Biz suçluyuz diye itirafta bulunmadılar.

Şeytanla Adem’in rollerini hatırlayın. Problem hata etmeleri değildi. İnsan hata eder, El insan yu’rafu bi’n-nisyan.”, insan unutur, İnsan kimliğini unutabilir. İnsan özünü unutabilir. Mümkündür. Ama, Adem de hata etti. Şeytan da. Fakat şeytanı şeytan eden hata etmesi değildi, hatasını savunmasıydı. Adem adam edende hatasını itiraf etmesiydi.

Onun için gelselerdi, Allah’ın kapısına boyun bükselerdi ve deselerdi ki; “Biz ettik ya rabbi, sen etme..! Biz zayıfız, sen güçlüsün. Biz yenildik iç güdülerimize, sen güçlendir bizi ya rabbi.” Deselerdi..! Allah’ı çok şefkatli çok merhametli ve tevbeleri kabul edici bulacaklardı ama yapmadılar diyor Kur’an. Bunu yapmadılar.

Yine ayetteki dikkatinizi çekeceğim bir nokta, zamir metaforu. Bakınız biz diyor ayette, Allah diyor, O diyor. Üçü de Allah’a giden üç ayrı ibare. Üç ayrı lafız. Allah’ın bir şahıs olmadığını göstermek içindir bu işte. Allah bir şahıs değildir. Onun için insanoğlunun diline indirgenemez. Dil aciz kalıyor Allah’ı ifade de o sebeple aynı ayet içerisinde farklı zamirlerle farklı lafızlarla Allah’a işaret ediliyor. Çünkü O bir şahıs değildir ki, O’nun bir şahıs zamiri, standart bir şahıs zamiri olsun.


65-) Fela ve Rabbike la yu'minune hatta yühakkimuke fiyma şecera beynehüm sümme la yecidu fiy enfüsihim haracen mimma kadayte ve yüsellimu tesliyma;

Yok, yok rabbine kasem ederim ki onlar aralarında çıkan çapraşık işlerde seni hakem yapıp sonra da verdiğin hükümden nefislerinden hiç bir darlık duymaksızın tam bir teslimiyetle teslim olmadıkça iman etmiş olmazlar. (Elmalı)

Öyle değil! Rabbine yemin olsun ki, onlar aralarında çıkan anlaşmazlıklarda seni hakem kabul edip, sonra da verdiğin hükme, içlerinde hiçbir sıkıntı (itiraz) duymadan tam bir teslimiyetle teslim olmadıkça, iman etmiş olmazlar. (A.Hulusi)


Fela ve Rabbike la yu'minune hatta yühakkimuke fiyma şecera beynehüm Rabbine and olsun ki aralarında tartıştıkları her konuda seni hakem yapmadıkça, ayet devam ediyor;

sümme la yecidu fiy enfüsihim haracen mimma kadayte ve yüsellimu tesliyma; sonra da senin hükmüme, içlerinde hiçbir tereddüt, hiçbir kuşku duymadan, taşımadan tam bir teslimiyetle uymadıkça, gerçekte iman etmiş olamazlar. Yani iman etmiş sayılmazlar. Kendilerini mümin olarak niteleyebilirler, bunun çok fazla önemi yok. Sizin ne olduğunuzu ifade etmeniz değil, Allah’ın sizin ne olduğunuzu belirlemesi önemli. Sizin kendiniz hakkında ne dediğiniz değil, Allah’ın sizin hakkınızda ne dediği önemli. Siz Allah’a göre de müminler sınıfına giriyor musunuz. Çünkü müminliğin ölçüsünü siz belirlemiyorsunuz. Siz belirleseydiniz yeryüzünde insan sayısınca müminlik ölçüsü çıkardı ortaya, Allah belirliyor. Onun için Allah’a göre siz nesiniz bu çok önemli. Allah işte burada da o sınırı çiziyor.

Bu ayetin modern muhataplarına mesajı şu; Her türlü şüphe ihtimalinden uzak bir kesinlik taşıdıkları takdirde, peygamberin uygulamalarına uymanın da hukuki zorunluluk ifade ettiği bu ayet bunu açık bir biçimde bize veriyor. Yani her türlü şüphe ihtimalinden uzak bir kesinlik ifade ediyorsa peygamberin uygulamaları, o bir mümin için hukuki, kendisine itaat edilmesi gereken hukuki bir normdur, ölçüdür. Bu ayet buja da işaret etmektedir.

66-) Ve lev enna ketebna aleyhim enıktülu enfüseküm evıhrucu min diyariküm ma fealuhü illâ kaliylün minhüm* ve lev ennehüm fealu ma yuazune Bihi lekâne hayren lehüm ve eşedde tesbiyta;

Eğer onlara nefislerinizi öldürün veya «diyarınızdan çıkın» diye yazsa idik pek azından maadası onu yapmazlardı, fakat kendilerine vaaz olunanı yapsalardı elbette haklarında çok hayırlı ve payidar kılmak itibariyle de en sağlam bir hareket olurdu. (Elmalı)

Eğer onların üzerine "nefslerinizi öldürün" (Allâh uğruna ölümü göze alıp ölün) veya "yurtlarınızdan çıkın" diye yazsaydık, pek azı dışında, bunu yapamazlardı. Eğer onlar kendilerine yapılan bu nasihati uygulasalardı, elbette haklarında hayırlı ve en sağlıklı karar olurdu. (A.Hulusi)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder