13 Ocak 2011 Perşembe

İslamoğlu Tef. Ders. Bakara (261-274) (19)


“Euzübillahimineşşeytanirracim.”

“Bismillahirrahmanirrahim”

Sevgili dostlar bugünkü dersimize Bakara suresinin 261. ayetinden devam ediyoruz.

261-) Meselülleziyne yunfikune emvalehüm fiy sebiylillâhi kemeseli habbetin enbetet seb'a senabile fiy külli sünbületin mietü habbetin, vAllahu yudaıfu limen yeşa'* vAllahu Vasi'un 'Aliym;
Mallarını Allah yolunda harcayanların durumu, bir tanenin durumu gibidir ki, yedi başak bitirmiş ve her başakta yüz tane var. Allah, dilediğine daha da katlar. Allah'ın rahmeti geniştir. O, her şeyi bilir.(elmalı)
Mallarını Allâh'a imanları dolayısıyla insanlara karşılıksız bağışlayanların misali, yedi başak oluşturan ve her başağında yüz tane bulunan tek bir buğday tohumu gibidir. Allâh dilediğine daha da katlar. Allâh Vasi'dir, Aliym'dir. (a.Hulusi)

Meselülleziyne yunfikune emvalehüm fiy sebiylillâh Allah yolunda mallarını karşılıksız olarak harcayanların misali, kemeseli habbetin enbetet seb'a senabile fiy külli sünbületin mietü habbe Bir tohum gibidir ki o tohumdan 7 başak çıkar, her başakta 100 dane bulunur.

Kur’an bir üstteki konuyla bu ayetle başlayan konuyu bir bütün olarak zikretti. Bir üstte hatırlayacak olursanız varlığın, tüm yaratıkların kaçınılmaz akıbeti olan ölüm ve tekrar dirilişle ilgili ayetler işlendi ve bize ahiretten bir pencere açtı Kur’an. Bunun arkasından da bizi toplumsal sorumluluğa davet ediyor. Toplumsal sorumluluklarından biri de, kazandığımız servette ihtiyaç sahiplerinin, yoksulların hakkı olduğunu unutmamak.

Kur’an ın özlediği bir toplum bencil bir toplum değil. Kur’an ın özlediği bir toplum fedakar bir toplum. Kur’an ın özlediği bir insan tipi, elde ettiği her bir şeyi emanet bilen bir insan tipidir. Servette, parada, makamda, malda bir emanettir. Ve bu emanete sadakat göstermek, onun üzerindeki Allah’ın ve kulun hakkını vermektir.

İşte bu noktada Kur’an ın İnfak dediği kazandığınız servetlerden ihtiyaç sahiplerine karşılıksız olarak yardım yapmak geliyor. Biz buna kısaca infak diyoruz.

Bu noktada Kur’an karşılıksız yapılan yardımı bir misalle izah ediyor ve bir tohuma benzetiyor. Öyle bir tohum ki; 7 başak veren ve her başağında 100 dane bulunan, yani bire yedi yüz veren bir tohum. Bir tarla düşünün, bu noktada siz işlediğiniz hayırla karşılıksız yaptığınız yardımla 1 e 700 veren bir ekim yapmış oluyorsunuz. Aslında buradaki rakamlar kinayedir. Mecazdır. 7 ve 100 rakamları çokluğa delalet ederler. Yani Allah, yaptığınız, özellikle kendi yolunda yaptığınız her bir hayrı sonsuzca arttırır, ödüllendirir, sonsuzca size karşılığını verir demektir.

Bu noktada Habbe kelimesi üzerinde bir miktar durmak isterim. Habbe tohum demektir. Daha doğrusu ürünü tohum olarak ekilen her türlü bitkiye denir. Yani hem tohumu, hem meyvesi olacak. Meyvesi aynı zamanda tohumu olmaya aday her meyve hububat tır. Çoğulu habbenin, hububattır. Bunun içine nohut girer, mercimek girer, buğday tabii ki, arpa, çavdar ve buna benzer tüm hububat girer. İşte bunlar birer habbedir.

Muhabbette aynı kökten gelir. Habbenin tarlası toprak, muhabbetin tarlası yürektir. Muhabbette eğer tarlasını bulur ve Allah için olursa ayette belirtildiği gibi; yunfikune emvalehüm fiy sebiylillâh Allah yolunda muhabbet beslenir. Allah yolunda bir kimse sevilirse o zaman bu yürek 1 e 700 değil, 1 e 700.000 veren bir yürek olacaktır.

Aslında her hayrın karşılığında metafizik bir simetriği vardır. Yani siz maddi olarak bir dane bağışlamışsanız, o danenin karşılığında size hem yüreğinizde, hem de Ahirette bir dane verilir. Allah’ın yüreğinize verdiği o dane sizi yürek olarak zenginleştirir. Bu iç zenginliğidir. Verdiğiniz her hayırla, yaptığınız her iyilikle aslında karşınızdakini zenginleştirmiş olmazsınız. Veren kendisini zenginleştirmiş olur. Gerçek zenginlikte budur. Akıllı insan malından hayır yaparak gönül dünyasını zenginleştirendir. Onun içinde Kur’an böyle gerçekten de insanı etkileyen bir misal veriyor. Her başakta 100 dane olan 7 başak veren bir tohum gibidir diyor. Allah yolunda yapılan iyilik.

Buradaki fiy sebiylillâh aslında Kur’ani bir kavram olarak ta kullanılır. Gündelik dilde de kullanılır. fiy sebiylillâh yardım etmek, fiy sebiylillâh yaşamak, fiy sebiylillâh ölmek, fiy sebiylillâh gitmek. Yani neden ve niçin sorularına Allah için cevabının verildiği her şeydir fiy sebiylillâh.

Neden buradasınız? fiy sebiylillâh Allah için buradayım. Neden bunu yapıyorsunuz fiy sebiylillâh Allah için yapıyorum. İşte bu soruya verilmiş bu cevap eyleminizin verimliliğinizi belirliyor. Bire kaç vereceğini belirliyor. Çünkü eylemi bereketlendiren Allah’tır. Siz sadece verensiniz. Ancak, bereket veren değilsiniz. Siz eğer doğru bir biçimde, doğru bir yöntemle verirseniz, bereketini de Allah verecektir ve kat kat arttıracaktır ki işte bu noktada onu söylüyor ayet.

vAllahu yudaıfu limen yeşa' Allah dilediği kimseye kat kat verir. Kat kat arttırır.

Aslında burada ahlaki bir probleme dikkat çekiliyor. Bu ahlaki problem öncelikle imanın insanda iktidar olup olmadığı ile ilgili bir problemdir. İnsanda iman iktidara geçmişse yürek başkentinde, beden ülkesinin yürek başkentinde iman iktidar olursa bu iktidarın Kur’an a gör 2 büyük tezahürü var.

1 – Kuldan Allah’a doğru,

2 – Kuldan topluma doğru.

Kuldan Allah’a doğru uzanan imanın tezahürü nedir, namazdır.

Kuldan topluma doğru uzanan imanın tezahürü nedir? İnfaktır.

Kur’an imandan sonra en çok iki şey üzerinde durur, namaz ve infak. Yani servetten karşılıksız yardımda bulunmak, iyilik yapmak.

Niçin bu ikisi? Maun suresi size niçin sorusunun cevabını verir. Bakınız maun suresi bir bütündür. Topyekun surenin ayetleri aynı anda inmiştir. Ve bir örgü gibi birbirine geçmiştir, bölünemez sure.

Maun suresi 2 bölümde ele alınabilir topyekun indiği halde. İlk ayetleri yoksulu doyurmak, yetimi gözetmek, teşvik etmek doyurmaya. Son ayetini de buna katarsak, yardımı engellememek, yardım etmekten söz ederken ikinci bölümü namaz kılmak, kıldığı namazın farkına varmamak, namazı gösteriş olsun diye kılmak ve namazın ne müthiş bir sosyal boyutu olduğunu bilmemekten söz eder. Çok ilginçtir.

Bu kısacık sure içerisinde bu iki farklı gibi duran konu neden aynı ele alınmıştır diye soracak olursanız ki ilk ayetlerin işlediği konu ile biter son ayet; Ve yemneunel maun;(Maun/7) diye biter ve yardımı engelliyorlar. Yardıma mani oluyorlar. Diye biter. Oysa ki namazdan bahsediyordu.

Bakınız namazla yardım, namazla iyilik, namazla infak iç içe, yan yana, adeta bu sure kadar parçalanamaz. İşte bize Kur’an bu duyguyu veriyor. Ve diyor ki:

Allah’a karşı sorumluluğunuzdan bağımsız değildir topluma karşı sorumluluğunuz. Eğer namazınızın namaz olmasını istiyorsanız, namazdan elde etmek istediğiniz getiriyi getirmesini istiyorsanız mutlaka namazın simetrik boyutu olan insandan Allah’a, insandan topluma doğru ulaşan boyutlarını da göreceksiniz. Onları göz ardı ederek namazdan istenileni alamazsınız. Namaz size tam olarak istediğinizi vermez. Miraca dönüşmez. Namaz sizin için bir içsel tecrübe olmaz. Namaz sizin için Allah’la bir diyaloga dönüşmez. Niçin? Çünkü siz topluma karşı olan sorumluluğunuzu yerine getirmiyorsunuz.
İşte burada işlenen konu aslında namaz kadar önemli bir konu. Ahlaki olarak namazla birlikte İslam’ın ve onun Kitabi olan Kur’an ın bize en çok sözünü ettiği konu. Devam ediyor.

vAllahu Vasi'un 'Aliym; Ey insan sen verirsem tükenir diye mi korkuyorsun. O zaman sen Allah’ı tanımıyorsun. O halde senin problemin veremiyorsan eğer, iyilik yapamıyorsan, servetinden hayır yapamıyorsan, senin problemin inançla ilgili bir problem. Yani Allah’ı tanımakla ilgili bir problemin var senin. O halde gel sana Allah’ı tanıtayım. Allah kimdir ey insan biliyor musun, ey sen vermekten korkan, verince tükenir zanneden insan Allah kimdir sen biliyor musun? Bu sorunuza cevap ayetin sonunda geldi.

vAllahu Vasi'un 'Aliym; Allah sınırsızdır. Vasi' sınırsız demektir. Tabii bunun tahtında müstefir olarak rahmetiyle sınırsızdır, mağfireti ile sınırsızdır, servetiyle sınırsızdır. Vermesiyle ödüllendirmesiyle sınırsızdır. Onun için adeta Vasi' kelimesi üstteki 1 e 700 verme kinayesini de tefsir ediyor. Oraya kinaye demiştim kesretten kinaye, yani çokluğa delalet eder. Adeta 1 e 700 dedim, sen bunu daha da arttırabilirsin demektir ki bu aslında manevi bir karşılık değil, maddi olarak ta tarımda buna ulaşılmış.

Tarım işiyle meşgul olan Ziraat mühendisleri bir dane çimlendiğinde her çimi, çimler çatallandığında ayırıyorlar birbirinden, ayrı ayrı ekiyorlar. Bu yöntemle bir daneden 2.000 i aşkın dane elde edilebilmiş. Bu denenmiş ve 2.000 i aşkın dane alınmış. Bir daneden. Bir dane buğdaydan. Tane demiyorum, dane deyince tek başına mücerret olarak buğday danesi akla geldiği için dene, d ile kullanıyorum kasıtlı olarak.

İşte bunun gibi, yani Allah yolunda yaptığınız her iyilik, bire sonsuz veren bir tohuma dönüşür. Bu sizin veriş niyetinize, iş usulünüze, veriş edebinize,veriş ahlakınıza bağlıdır bire ne kadar fazla alacağınız, işte o usul, edep ve ahlakın da ne olması gerektiği daha sonraki ayetler size söyleyecek.

Ve ikinci bir sıfatı daha hatırlatılıyor. Allah vasi’dir. Sınırsızdır, bir de nedir? Aliym dir. El vermekten korkan, ey servetinden karşılıksız yardımdan korkan insan, sen Allah’ın seni ve verdiğini gördüğünü sanırım bilmiyorsun, ya da doğru inanamıyorsun. İçin yata yata buna inanamadın ki elin tutuk davranıyor. Eğer Allah’ın seni her an gördüğüne inansaydın, bunu içine sindirseydin, vermekten korkar mıydın.

Tabii Allah’ın gördüğüne inansaydın, verdiğini başkalarına ilan etmek gibi bir ahlaki zaafa da düşmezdin. Onun için problemin senin Allah’ı tanımak konusundadır. Allah’ı iyi tanı. Ve devam ediyoruz.

262-) Elleziyne yunfikune emvalehum fiy sebiylillâhi sümme la yutbi'une ma enfeku mennen ve la ezen lehüm ecruhüm ınde Rabbihim* ve la havfün aleyhim ve la hüm yahzenun;
Allah yolunda mallarını infak eden, sonra verdiklerinin arkasından başa kakmayı, gönül incitmeyi uygun görmeyen kimselerin Rableri yanında mükafatları vardır. Onlara hiçbir korku yoktur ve onlar, üzülmeyeceklerdir.(elmalı)
Mallarını Allâh'a imanları dolayısıyla insanlara karşılıksız bağışlayan, sonrasında da bu yaptıklarına başa kakma ya da eziyet gibi davranışlar eklemeyenlerin, Rableri indînde (nefslerinin hakikatini meydana getiren Esmâ bileşimlerinden kaynaklanan) özel ecirleri vardır. Onlara korkacakları bir şey yoktur, hüzün duyacakları bir şey de! (A.Hulusi)

Elleziyne yunfikune emvalehum fiy sebiylillâh Allah yolunda servetlerini karşılıksız olarak harcayanlar, sümme la yutbi'une ma enfeku mennen ve la ezen ve bunun ardından da başa kakıp gönül incitmeyen kimseler, lehüm ecruhüm ınde Rabbihim Onların ödülleri Rablerinin katındadır. Yani onlara ne vereceğini sadece Allah bilir.

Burada bir miktar durmalı. Başa kakıp gönül incitmeyenler mennen ve la ezen, la mennen ve la ezen demektir. Aslında ikinci la ya dil olarak ihtiyaç yok gramatik olarak. Mennen’in la sı, Ezen’e de yeter. Peki dilde iki kere tekrarlanırsa olumsuzluk edatı bu ne anlamı verir, tefsirimize de yarıyor bu, birinden birini yapsanız dahi aynı suçu işlemiş olursunuz. İkisini birlikte yapmanız şart değil, la mennen ve la ezen biçiminde. İster başa kakın, ister gönül incitin. Hayrı yapıyor, bir insan düşünün karşısındakine iyilik yapıyor ama arkasından başa kakıyor. Yaptığı iyiliği ona fatura biçiminde çıkarıyor ve gönül incitiyor. İyilik yaptığı insanın gönlünü incitiyor.

Bunun ne anlama geldiğini derin düşündüğümüzde hemen fark ederiz. Bu ne anlama geliyor, aslında Allah’a fatura çıkarmak anlamına geliyor. Çünkü Allah için yaptığınızı söylüyorsunuz, Allah için yaptığınızı söylediğiniz halde fatura çıkarıyorsunuz. Başa kakıyorsunuz, gönül incitiyorsunuz. Allah için yaptınızsa bırakın onu Allah biliyor, karşınızdakinin başına kakmanıza gerek yok. Gönül incitmenize hiç gerek yok. Ve devam ediyor;

ve la havfün aleyhim ve la hüm yahzenun; İşte bunu yapmayanlar, başa kakmayanlar, servetinden karşılıksız iyilikte bulunup ta başa kakmayıp gönül incitmeyenler, işte onların ecirleri Allah katındadır. Yani sadece Allah bilir. Sınırsızca karşılığı vardır ve yine devam ediyor ayet; ve la havfün aleyhim ve la hüm yahzenun; onlar geçmişten dolayı kaygı duymayacaklar, üzüntü duymayacaklar, gelecek için de endişe duymayacaklar. Evet onlar; ve la havfün aleyhim ve la hüm yahzenun; havf sadece geçmişe hüzün de geleceğe ilişkindir. Onlar ne gelecek için ne de geçmiş için kaygı ve endişe duymayacaklar. Korku ve hüzün duymayacaklar.

Niçin geçmiş için? Geçmişte şunu şunu yapmıştım diye pişman olmayacaklar. Aksine sevinecekler. 1 e 700, 1 e 7000 i görünce sevinecekler, iyi ki yapmışım diyecekler. Ve gelecek için kaygı duymayacaklar, kaygı duymadıkları içinde verecekler. Çünkü bilecekler ki karşılığını fazlasıyla alırlar. Onun için havf burada çok önemli bir kavram, yine hüzün çok önemli bir kavramdır. Pişman olmayacaklar verdikleri için.

İşte iman eden bir kimsenin hayır yaparken nasıl bir psikoloji ile yapması gerektiğini bu ayet tanımlıyor bize.

Bu ayetin Hz. Osman hakkında indiğini söyler bazı kaynaklar. Ki Hz. Osman bir savaş sırasında büyük ihtimalle bu ya Bedir ya Uhut’tur, servetinden büyük bir miktarı Allah Resulünün İslam ordusu için infak toplaması sırasında bağışlıyor. Ki bunun 1000 altın olduğunu söylerler, Resulallah ne kadar memnun olmuşsa bu davranış karşısında;

- Allah’ım ben Osman’dan razıyım, sen de Osman’dan razı ol..!

Ne kadar memnun olmuşlarsa. Yine başka bir varyantında bu rivayetin,

- Allah’ım, ben Osman’ı unutmayacağım, kesinlikle sen de Osman’ı unutma..! Buyuruyorlar.

Devam ediyoruz yine aynı konuya;

263-) Kavlün ma'rufun ve mağfiratün hayrun min sadekatin yetbeuha ezâ* vAllahu Ğaniyy'un Hâliym;
Bir tatlı dil ve kusurları bağışlamak, arkasından eza ve gönül bulantısı gelecek bir sadakadan daha hayırlıdır. Allah, hiçbir şeye muhtaç değildir, halimdir, yumuşak davranır.(Elmalı)
Bir güzel söz ve bir kusuru örtmek, ardından eziyet gelen bağıştan daha hayırlıdır. Allâh Ganî'dir, Haliym'dir. (A.Hulusi)
Kavlün ma'rufun ve mağfiratün hayrun min sadekatin yetbeuha ezân Gönül alan hoş bir söz ve rahmet dilemek, dilenen bir rahmet diyelim, hayrun min sadekatin yetbeuha ezân arkasından incitmenin geldiği bir yardımdan daha çok hayırlıdır. Öyle değil mi..! Gönül alan bir söz söyleyin, eğer arkasından başa kakacaksanız, gönül incitecekseniz, orada kalsın yaptığınız. Gönül alıcı bir söz söyleyin bu daha karlıdır sizin için diyor Kur’an adeta.

Yani ayetin söylediği gerçek, tefsir ettiği hakikat şudur; İnsanı önceleyin insanı. Yüreği önceleyin. Siz karşınızdakine yardım edipte onun kalbini kırdıktan sonra, aslında siz karşınızdakine en büyük kötülüğü yapmış oluyorsunuz. O yardımın hiçbir değeri kalmıyor ki..!

Yardım alan açısından düşünelim bunu; Onurunu zedeledikten sonra siz ne verseniz onu ikna eder ki..! Ne verseniz zedelenmiş onuru tamir olur ki..! İnsan onurunun fiyatı olur mu..! Bedeli olur mu..! Onun içinde eğer verdikten sonra onurunu zedeleyecekseniz, bırakın vermeyin. Çünkü zedelenmemiş bir onur daima kazanır servet getirir de, dünyanın serveti bir onur satın alamaz. Onun için burada insan önceleniyor. Devam ediyor ayet;

vAllahu Ğaniyy'un Hâliym; ve böyle yapan, başa kakan, iyilik yaptıktan sonra karşısındakini inciten insanlara Allah kendisini şu sıfatlarıyla hatırlatıyor. Allah Ğaniyy’dir, yani sınırsız biçimde zenginlik sahibidir.

Bunu, bu bir tek sözcüğü tefsir için aslında birçok sözcüğü yan yana dizmek lazım. Yeryüzündeki tüm zenginliklerin mutlak biçimde kaynağı olandır Allah. Allah, zenginliği kendinden olan ve her zenginin zenginliği kendisine bağlı olandır manasına gelir. Yeryüzünde ne kadar zengin varsa, zenginliğini Allah’tan almıştır.

Ğaniyy demek, servetin mutlak sahibi demektir. İnsan hiçbir zaman bu manada Ğaniyy değildir. Niçin Ğaniyy değildir? Çünkü servetin mutlak sahibi değildir. Emanetçisidir. Onun içinde aslında insanın karşısındakine kendi kazandıklarından yardım etmesi, emanetten yardım etmesidir.

Bu bilinç, bu duygu, bu şuur insanı sürekli diri tutar. Sürekli insanı Allah karşısındaki şuurunu uyanık kılar. Allah’a karşı sorumluluğunun şuurunda kılar insanı bu bilinç.

Servet emanettir, sıhhat emanettir, makam emanettir, mevkii emanettir, beden emanettir, çocuk emanettir. Bütün bunları emanet olarak bildiğinizde sizde çok farklı bir duygu oluşuyor. O duygu emaneti gözünüz gibi koruma duygusu. Emanete ihanet etmeme duygusu. Çünkü Emanetin sahibi kim? Size emanet veren Allah. O halde emanete ihanet edersem benden hesap sorulur duygusu, sizde sürekli Allah’a karşı sorumluluk bilinci uyandırıyor. İşte bu İhsan’dır. Görüyormuş gibi yaşamak, Allah’ı görüyormuş gibi yaşamak.

Hâliym; Hâliym de Allah’ın bir sıfatı. Ve bu ayet bu sıfatla son buluyor. Allah bu konuda kendisini tanıtırken Hâliym ismini öne çıkarıyor. Ne demek? Ceza vermekte aceleci davranmayan. Hiliym sahibi. Ceza vermekte, cezalandırmakta acele etmeyen. Gayet hoş görülü davranan. Neden? Çünkü insanda ki zaaf, hırs, mal tutkusu, bencillik daima böyle yanlışlar yaptırır. Yarattığı insanı iyi bilen Rabbimiz, insanın bu tutkulardan dolayı böyle davranışını anında cezalandırmıyor ve ona öğüt veriyor. “Dönebilirsin.” Diyor. Onun içinde Hâliym sıfatı burada hatırlatılıyor.

Hâliym sıfatının hatırlatılması aslında Rabbimizin insana olan merhametinin sonsuzluğunun bir ifadesidir. Ve bu noktada insanın temel problemlerinden birinin yardım konusundaki bu zaaf olduğunu da Hâliym sıfatı gösteriyor. Eğer Allah Hâliym davranmasa da anında ihanetle cezalandırsaydı, sanırım hiç birimiz bu ihanetten kurtulmazdık. Çünkü her insan ne kadar bilinçli olursa olsun, az ya da çok; ya yardım yapmakta pinti davranıyor. Pinti davranmayanlar bu sefer yardım yaptıktan sonra bu yardımı ahlaki olarak sonuna kadar sürdüremiyorlar. Ya ahlaki olarak sürdürseler dahi edepte hata ediyorlar ki o ayetler de daha sonra gelecek, devam ediyoruz.

264-) Ya eyyühelleziyne amenû la tubtılû sadekatiküm Bil menni vel ezâ, kelleziy yunfiku malehu riâenNasi ve la yu'minu Billahi vel yevmil ahır* femeselühu kemeseli safvanin aleyhi türabün fe esabehu vabilün feterakehu salda* la yakdirune alâ şey'in mimma kesebu* vAllahu la yehdil kavmel kâfiriyn;
Ey iman edenler! Sadakalarınızı, başa kakmak, gönül kırmakla boşa gidermeyin. O adam gibi ki, insanlara gösteriş için malını dağıtır da ne Allah'a inanır, ne ahiret gününe. Artık onun hâli, bir kayanın hâline benzer ki, üzerinde biraz toprak varmış, derken şiddetli bir sağnak inmiş de onu yalçın bir kaya halinde bırakıvermiş. Öyle kimseler, kazandıklarından hiçbir şey elde edemezler. Allah, kâfirler topluluğunu doğru yola iletmez. (elmalı)
Ey iman edenler, malını insanlara riya (kendine isim yapmak) için harcayan ve "B" işaret anlamıyla Allâh'a ve gelecekte yaşanacak sürece iman etmeyen bir kimse gibi, sadakalarınızı başa kakma veya eziyet etme gibi davranışlarla iptal etmeyin. Bunun misali, üzerinde bir miktar toprak bulunan kaya gibidir. Şiddetli yağmur ona isâbet edince üzerindeki toprağı götürdü ve geride çıplak kaya kaldı. Onlar kazandıklarından hiçbir şey elde edemezler. Allâh inkârcılar topluluğuna hidâyet etmez. (A.Hulusi)

Ya eyyühelleziyne amenû la tubtılû sadekatiküm Bil menni vel ezâ Ey iman ettiğini iddia edenler, iddianızı ispat etmek istiyorsanız, yaptığınız iyilikleri, hayırları, sadakaları başa kakarak ve gönül inciterek iptal etmeyin. Geçersiz kılmayın.

kelleziy yunfiku malehu riâenNas Kim gibi, insanlara gösteriş için malını harcayan kimse gibi iptal etmeyin. Yaptığınız hayırları, sadakaları, insanlara gösteriş için malını harcayan kimse gibi iptal etmeyin, geçersiz kılmayın. Görüyor musunuz..!

Ahlaki bir probleme dikkat çekti burada. Yukarıda başa kakmak ve gönül incitmeyi tekrarladı yine ayet, ama bir üçüncü ahlaki unsuru da daha soktu devreye. Başkaları görsün diye yapmak. Başa kakmak ve gönül incitmek, hayır yapılan kimse açısından ahlaki bir zaaftı. Bu ayetin getirdiği 3. unsursa hayır yapan kimse açısından ahlaki zaaf. Hem hayır yaptığınız muhatabınız konusunda ahlaki davranacaksınız, hem de hayır yapan kimse ahlaki davranacak. Yüreğinde ta..! özünde ahlaki davranacak. Yani niyeti bozuk olmayacak.

Niyeti bozuk olmanın en spesifik, en belirgin tezahürü nedir? Başkası için görsün diye yapmak. Yani yukarıdakini yapmasa dahi insan, bu konuda bakıyorsunuz sınıfta kalıyor. İncitmiyor belki, başa da kakmıyor, ama gelip bu 3. nokta da takılıyor bu sefer. Başkaları görsün gibi bir duygu taşımak.

Peki bu duyguyu taşımak neden kötü olsun ki diye soracak olursanız, aslında bu duygu yaptığınız hayrın yüreğinize bir tohum gibi ekilmesini engelleyen bir kezzaptır. Onun için kötü. Çünkü böyle bir çıkış noktası nihayetinde saf ve sağlıklı ahlaki bir çıkış noktası değil. Neden değil? Çünkü Allah için değil de insanlar için, başkaları için, görsün için yaparsa bir insan, başkalarının görmediği yerde o iyiliği terk eder. Bu da erdem olmaz. Görüyor musunuz problemi..! Oysa ki gerçek erdem hiç kimse görmese de sorumluluğunuzu yerine getirmektir. İsterse hiç kimse görmesin. İşte gerçek erdem budur ve İslam insanları gerçek erdeme çağırıyor. Burada hatırlattığı da bu. Ve hemen arkasından ne diyor bakınız olayı neyle irtibatlandırıyor.

ve la yu'minu Billahi vel yevmil ahır İnsanlara gösteriş için malını harcayan, Allah’a ve ahiret gününe iman etmeyen kimsenin yaptığı gibi, başa kakarak ve gönül inciterek yaptığınız iyilikleri iptal etmeyiniz.

Niçin Allah’a ve ahiret gününe iman etmemeyi getirdi burada? İşte değerli dostlar, olayın püf noktası burası. İnsanlar görsün diye bir fazileti, bir erdemi, bir görevi yerine getiren, aslında daha derinlerde bir problem yaşıyor. Zaten insanlar görsün diye yapmanın en büyük kötülüğü de burada. Yoksa kendi başına çok kötü, çok zararlı bir şey olarak nitelendiremeyiz bunu. Ama ta derinde bir hastalığa işaret. Ne o hastalık; İmanda yara. İmanda problem. Nasıl problem diyeceksiniz, hemen açıklayayım.

Allah’a gereği gibi inansaydı eğer, insanların görmesini niçin isteyecekti ki. Çünkü Allah görüyor bu yeter derdi. Allah’ın kendisini gördüğüne, yaptığı iyiliği gördüğüne gerçekten, ta..! yürekten inansaydı insanlarda görüyor mu diye düşünür müydü hiç. Buna gerek duyar mıydı. İster görsün ister görmesin hiçbir şey fark etmeyeceğini bilirdi. Allah görüyor ya bu yeter derdi. O halde insanların illa görmesini isteyen bir kimse, Allah’ın gördüğünden çok emin olamıyor demektir. Çok emin olsaydı, ta..! yürekten inansaydı böyle bir şeye gerek duymazdı. Bu bir.

Peki Ahiretle ne alakası var? Ahirette yaptığı iyiliğin karşılığını fazla fazla alacağına tam inansaydı yine böyle yapmazdı. Başkaları görsün istemezdi. Niçin? Başkalarının görmesini istemesi aslında yaptığı iyiliğin karşılığını dünyada istemesidir. Aferin biçiminde, alkış biçiminde, bravo biçiminde, bak bak falanca ne yardım etmiş biliyor musun biçiminde, insanların kendisini sevmesi, kendisine ilgi göstermesi, kendisine gıpta etmesi, dillerde anılmasını isteme biçiminde aslında yaptığı iyiliğin karşılığını o peşin istiyor. Ama menfaatini bilmiyor. O bu konuda negatif kutbu ile düşünüyor, pozitif kutbu ile değil. O bu konuda şeytanın kılavuzluğunda düşünüyor. Ruhunun ve imanın kılavuzluğunda değil. İmanın kılavuzluğunda düşünseydi, büyük menfaati olan cenneti, küçük menfaati olan insanlar desinlere feda etmezdi. İşte ahiretle ilgili bir problem olup çıkıyor riya.

Riya; gösteriş. Ahirete imanla ilgili bir probleme dönüşüyor burada.Çünkü karşılığının verileceğine tam inanan bir insan, bir başkasının görmesine hiç önem vermez. Nasıl olsa alacaktır.

Femeselühu işte o kişinin hali kemeseli safvanin aleyhi türabün fe esabehu vabilün şu kayanın haline benzer.

Bir temsil yapıyor, bir alegori çiziyor Kur’an burada. Zihninizi açarak dinlemenizi rica ediyorum;

Şu kayanın haline benzer diyor. Üzerinde bir toprak var, ince bir toprak tabakası. Böyle bir kaya düşünün üzerinde incecik bir toprak tabakası var, fe esabehu vabilün o kayaya bir sağanak vuruverdi feterakehu salda cascavlak bıraktı. Üzerindeki ince toprak parçasını sıyırdı, adeta peçesini sıyırdı ve arkasından gerçek yüzü gözüktü. Meğerse kaya imiş..! Oysa ki dışarıdan görenler onu; Bire bilmem kaç veren bir arazi zannediyorlardı. Tarla zannediyorlardı. Çünkü incecik toprak parçasının altında ki kayayı görmemişlerdi. Kabuğuna bakmışlardı. Maskesine bakmışlardı.

İşte yukarıda ki gibi gösteri için yardım edip karşısındakini inciten ve başa kakan insanı, üzerinde ince bir toprak parçası bulunan kayaya benzetiyor Kur’an. Ki bir yağmur, bir kasırga onun üzerinde ki ince toprak tabakasını sıyırır ve çıplak kaya katılığıyla, olanca katılığıyla ortaya çıkıverir.

la yakdirune alâ şey'in mimma kesebu Bu tipler var ya, bunların yaptıklarından hiçbir kazançları olmaz. İlginç, hem yapacaksınız hem de hiçbir kazancınız olmayacak. Elinizle iflas demektir. Yani yaptığınız halde yapmamış gibi olmak.

Peki diyeceksiniz ki bu adaletsizliktir veya diyecek misiniz. Bunu demeye hakkımız var mı? Bu adaletsizliktir o zaman biz Allah karşısında dürüst davranıyoruz demektir. Allah karşısında dürüst davranmayan hiç kimse, kendisine karşıda dürüst davranamaz. Kendisine karşı yalan söyleyenin, herkesi aldatabileceğine peşinen inanabilirsiniz.

İşte problem burada kişilik problemi olup çıkıyor ve Allah’ın bu emir ve nehiyleri, bu emir ve yasakları aslında bize kişiliğinizi sağlam bir temel üzerine oturtun emridir ve insanlığımızı kapasitemizin sınırlarına taşımaktır bu. Onun için aslında Allah’ın emir ve yasaklarını tutmakla biz öncelikle kendi kendimizi zenginleştirmiş oluyoruz. Öncelikle kendi benliğimizi gerçekleştirmiş oluyoruz. Kendimizi gerçekleştirmiş oluyoruz. % 100 insan oluyoruz yani. Ve Allah’ın tüm emir ve yasaklarındaki nihai maksatta insanı kapasitesinin sınırlarına taşımak, yani insanı tekamül ettirmektir. Kemale doğru yürütmektir.

Problem de budur. Yoksa bunlarla Allah’ın kazanacağı hiçbir şey yoktur. Biz kaybediyoruz. İnsanlığımızdan veriyoruz. Onun için problemi, insanın kemali noktasında ele alıyor Kur’an.

vAllahu la yehdil kavmel kâfiriyn; Allah inkarında direnen bir topluluğa doğru yolu göstermez. Yani yukarıdaki problemi, gösteriş problemini, inkarda direnmek olarak ele aldı Kur’an. Çok ilginç bir netice çıkardı. Sonuç çıkardı. Bu çıkan sonuç; Eğer insan riyakarlıkta direniyorsa, eğer insan Allah’ın görmesini bir tarafa bırakıp ille de insanların görmesi gibi temel bir zaafta direniyorsa bu noktada direnmek, inkarda direnmek biçiminde adlandırılıyor kuran tarafından

265-) Ve meselülleziyne yunfikune emvalehümüb tiğâe merdatillahi ve tesbiyten min enfüsihim kemeseli cennetin Birabvetin esabeha vabilün fe atet üküleha dı'feyn* fe in lem yusıbha vabilün fe tall* vAllahu Bi ma ta'melune Basıyr;
Allah'ın rızasını aramak, kendilerini veya kendilerinden bir kısmını Allah yolunda sabit kılmak için mallarını Allah yolunda harcayanların hâli ise, bir tepedeki güzel bir bahçenin hâline benzer ki, ona kuvvetli bir sağnak düşmüş de yemişlerini iki kat vermiştir. Böyle bir bahçeye yağmur düşmese bile mutlaka bir çisenti vardır. Allah, yaptıklarınızı görür.(elmalı)
Allâh rızasını isteyerek veya enfüslerindeki bir tespitten dolayı (Esmâ bileşimlerinin kendilerinde oluşturduğu anlayış ile) mallarını infak edenlerin misaline gelince... Kendisine şiddetli bir yağmur isâbet edip, yemişlerini iki kat vermiş tepedeki bir bahçeye benzer. Ona böyle bol yağmur yerine çiseleyen bir yağmur dahi yeterlidir. Allâh yaptıklarınıza Basıyr'dir. (A.Hulusi)

Ve meselülleziyne yunfikune emvalehümüb tiğâe merdatillah Mallarını kazancını, servetini, Allah’ın rızasını kazanmak için infak edenlerin durumu, ve tesbiyten min enfüsihim daha önemli bir nokta var burada, sadece Allah’ın rızasını kazanmak için değil, bir şey için daha infak edenler, harcayanlar. Nedir o? Kendilerini gerçekleştirmek için. Ben bu cümleyi böyle çeviriyorum ve en doğru çevirisi de budur diyorum. Yani benliklerini oturtmak için, bir ben idraki kazanmak ve kendi kendilerini gerçekleştirmek için, bütün insan olmak için servetlerini Allah yolunda, Allah’ın rızasını kazanmak için harcayanların misali;

Kemeseli cennetin Birabvetin esabeha vabilün tıpkı verimli bir bahçe gibidir. Verimli bir bahçe gibidir. esabeha vabilün ona bir sağanak yağdı fe atet üküleha ürünü dı'feyn İki kat bitmeye, iki kat ürün vermeye başladı. Bir sağanak vurunca ürünü iki kat veren bir tarla gibidir o insan. Devam ediyoruz;

fe in lem yusıbha vabilün fe talin Bir sağanak, güçlü bir yağmur vurmasa, yağmasa dahi fe talin çiselese dahi yeter diyor. Tut ki büyük bir yağmur yağmadı, çiselese dahi kafidir. Niçin? Çünkü gücünü dışından değil, gücünü kendisinden alıyor. Özünden alıyor.

İşte bununla, ve tesbiyten min enfüsihim ibaresini örtüştürmemiz gerekiyor. Kendi kendilerini gerçekleştirmek için Allah yolunda yardım yapanlar, başkalarına karşılıksız servetlerinden iyilik yapanlar, böyle bir bahçeye, daha doğrusu ayette geçtiği biçimiyle cennete benzetiliyor. Cennet gibi bir insan diyor ayet buna. Bu duygularla kendi kendini gerçekleştirecek yardımda bulunanlar cennete dönüşürler, iki ayaklı cennete.

Nereye varsalar yanında durduğu insanı cennet huzuru yaşatırlar.

İçinde bulundukları eve cennet kokusu verirler.

Biriyle arkadaş olduklarında ona cennet hazzı yaşatırlar.

Yüreğine konuk olduğunuz zaman cennete girmiş gibi olursunuz.

Onunla arkadaşlık yaptığınız zaman kendinize cennetten bir esinti bulursunuz.

Onunla beraberliğiniz adeta cennetten bir anı yaşamak gibidir.

Onun sizi sevmesi adeta cennetin sizi kuşatması gibidir. İşte böyle iki ayaklı bir cennete dönüşür böyle bir insan diyor.

Değen ona değdiği yerden istifade eder.

Güzelliklerinden sadece aynen güneş gibidir, sadece kuzuların üzerine değil, çakalların üzerine de doğar.

Sadece meyvelerin, elmaların, armutların değil, ısırganların, yaban dikenlerinin dahi istifade ettiği bir ışık kaynağına dönüşür. Cennet gibidir o. İşte böyle diyor.

Yağmur yağmasa, sağanak yağmasa çiselese dahi yeter. Niçin? Çünkü özünden alıyor. Özünde var güç. Çünkü kendisinde bizatihi özünde taşıyor gücünü. Dışardan yağmur sadece ek bir güç oluyor o kadar. Özü 0 olana dışardan verilen hiçbir şey uzun süreli yarar yapmıyor. Onun için de bunu ifade eden en güzel atasözü; “Dökme su ile değirmen dönmez.” Yani daldan eğme değil kökten sürme. Gücünü kökünden alan ağaçlar kurumazlar. Ama gücünü dalından alan ağaçlar yaşamazlar. Onun için burada özünü güçlendirmesi ve gürleştirmesi lazım geldiği ifade ediliyor.

vAllahu Bi ma ta'melune Basıyr; Ve hemen ayet sonunda Allah’ın Basıyr ismini hatırlatıyor ve Allah’ın bildiğini hatırlatıyor. Allah yaptığınız her bir şeyi görür. Evet, görür..!

Niçin bu hatırlatıldı bu isim, bu sıfat hatırlatıldı? Çünkü insanın özünü gürleştirmesi için Allah’ı görür gibi yaşaması gerekiyor. Neden derseniz Çünkü özünüz herkesin görebileceği kadar ortada değil. Özleri Allah gördüğü için Basıyr ismi hatırlatılıyor. Çünkü Allah kalplerin özünü görür diyor ya Kur’an, Kalplerin özünde olanı bilir ya bir başka ayette. İşte onun için Allah’ın; Özünüzde eğer cevher varsa, bunu bir başkası görmese de olur. Kabuğa bakanlar bunu fark edemezler ama, hiç kuşkunuz olmasın Allah cevherinizi görüyor.

266-) Eyeveddü ehadüküm en tekûne lehu cennetün min nehıylin ve a'nabin tecriy min tahtihel enhar* lehu fiyha min küllis semerat* ve esabehül kiberu ve lehu zürriyyetün duafa'*, feesabeha ı'sarun fiyhi narun fahterakat* kezâlike yübeyyinullahu lekümül ayati lealleküm tetefekkerun;
Hiç biriniz ister mi ki, kendisinin hurmalık ve üzümlüklerden bir bahçesi olsun, altında ırmaklar aksın, içinde her türlü ürünü bulunsun da, kendi üzerine de ihtiyarlık çökmüş ve elleri ermez, güçleri yetmez küçük, zayıf çocukları olsun. Derken ona ateşli bir bora isabet ediversin de o bahçe yanıversin. İşte Allah, âyetlerini size böylece açıklıyor. Umulur ki, düşünürsünüz. (elmalı)
Sizden biriniz ister mi hiç, içinde nehirler akan ve çeşitli meyveler bulunan, hurmalık ve asmalarla dolu bahçesi olsun da, kendisine ihtiyarlık gelsin ve zayıf bir zürriyeti olsun? Derken içinde ateş olan bir fırtına bütün bahçeyi helâk etsin... İşte üzerinde tefekkür etmeniz için Allâh bu işaretleri veriyor. (A.Hulusi)

Eyeveddü ehadüküm en tekûne lehu cennetün min nehıylin ve a'nabin Sizden biri asma ve hurma bahçesine sahip olsun. tecriy min tahtihel enhar içerisinden ırmaklar akan bir asma ve hurma bahçesine sahip olsun.

Şimdi bir misal daha veriyor. Bu da bir alegori.

lehu fiyha min küllis semerat İçerisinde de her tür meyve yetişsin bu bahçenin.

ve esabehül kiberu ve lehu zürriyyetün duafa' ve o adamın da bakıma muhtaç çocuklarıyla birlikte ömrünün sonuna yaklaşsın. Yani yaşlılık yakasına yapışsın.

feesabeha ı'sarun fiyhi narun fahterakat ve bu halde iken o cennet gibi içinden ırmaklar akan,-sanki cennet tanımı yapılıyor- bir sam yeli vursun ve yakıp kavursun. Evet..!

Böyle ister misiniz diyor. Böyle olasınız bu adamın durumuna düşmek ister misiniz..!

Şimdi burada söylenen nedir? Burada ı'sarun fiyhi nar Bizdeki tam sam yelinin karşılığıdır. Burada yakıcı bir kasırga, içinde ateş olan bir rüzgardan bahsediliyor, kasırgadan. Sam yeli denir bizde. Güneyden esen, yazın güneyden esen ve özellikle üzüm gibi bir takım meyvelerin içini boşaltıp kavuran, ateşsiz olduğu halde ateşe tutmuş gibi yakıp, boşaltıp kavuran zehirli bir rüzgardır sam yeli. Aynen böyle bir ameli sam yeli vurmuş bir bahçeye benzetiyor Kur’an.

Gösteriş ve başa kakmak sam yeline benzetiliyor. Kötü niyet ameli mahveder diyor sam yeli gibi. Bir insan gösteriş için yola çıkmışsa, gösteriş için iyilik yapacaksa bu işte cennet gibi ameline sam yeli vurmasıdır. O niyet, o cennet getirecek amelini boşaltacak ve yanmış kavrulmuş bir bahçeye çevirecek diyor Kur’an.

Kezâlike yübeyyinullahu lekümül ayati lealleküm tetefekkerun; İşte Allah mesajları size üzerinde düşünesiniz diye böyle açıklıyor. Ki bu mesaj gerçekten önemli bir mesaj. Önemli bir uyarı.

Kişinin eylemlerini yapmamış gibi olmaması için, yarın “ben yapmıştım ya rabbi, ama burada yazılı değil” Dememesi için. Onun için lazım bu. Çünkü eylemlerinizin ne olduğunu, ne olacağını, neticesini, ürününü, verimini, niçin sorusu veriliyor. Niçin yaptınız. Kim için yaptınız…!

267-) Ya eyyühelleziyne amenû enfiku min tayyibati ma kesebtüm ve mimma ahrecna leküm minel Ard* ve la teyemmemül habiyse minhu tunfikune ve lestüm Bi ahıziyhi illâ en tüğmidu fiyh* va'lemu ennAllahe Ğaniyy'ün Hamiyd;
Ey iman edenler! İnfakı gerek kazandıklarınızın, gerek sizin için yerden çıkardıklarımızın temizlerinden yapın. Kendinizin göz yummadan alıcısı olamayacağınız fenasını vermeye yeltenmeyin. Biliniz ki, Allah sadakalarınıza muhtaç değildir ve hamd’e layık olandır. (elmalı)
Ey iman edenler, kazandıklarınızın ve arzdan sizin için çıkardıklarımızın temiz olanlarından infak edin. Göre göre, alıcısı olmayacağınız habis şeyleri başkalarına infak etmeye kalkışmayın. İyi bilin ki Allâh Ganî'dir, Hamiyd'dir. (A.Hulusi)

Ya eyyühelleziyne amenû enfiku min tayyibati ma kesebtüm ve mimma ahrecna leküm minel Ard Ey iman iddiasında bulunanlar, iddianızı ispat etmek istiyorsanız enfiku min tayyibati ma kesebtüm kazandığınız şeylerin temiz ve helal olanlarından yardım edin, infak edin, karşılıksız olarak iyilikte bulunun. ve mimma ahrecna leküm minel Ard ve yine sizin için topraktan bitirdiğimiz ürünlerden de yardımda bulunun.

Burada söylenen bir gerçek var. O da özellikle temiz ve helal olanlarından vermeniz. Yine Ahlaki bir kuralı getirdi burada ayet. Kazandığınız her türlü şeyden yardım edemezsiniz. Çünkü Öncelikle farz olan zekatı veremezsiniz. Zekat arınma demektir. Malı arıtma değil, zaten arınmış maldan zekat verilir. Yanlış anlaşılmasın. Mal vererek yüreğinizi arıtma.

Evet..! Siz Allah için kazancınızdan başkalarına vereceksiniz, Allah’ta sizin yüreğinize verecek. İç zenginlik verecek. Yani siz maddenizden vereceksiniz, Allah sizin içinize mana serveti yükleyecek. İşte bu tip bir arınma.

Ancak haramdan zekat verilir mi sorusu sorulabilir. Hayır. Çünkü zekat temiz olandan verilir. Haramdan verilmez. Haramdan zekat vermeye kalkmak çok affedersiniz, pisliği dezenfekte etmeye benzer. Dezenfekte olmaz, mümkün değil. Onu kaldırıp atacaksınız. Mümkün olan en kısa yoldan çıkaracaksınız bir şekilde. O odur.

Peki bu ayetin delalet ettiği, çağrışım yaptığı bir anlam daha var. Malımızın hangi kısmından verelim yardımları. Bazıları vardır ki sahip olduklarının en değersiz olanını verirler. En değersiz olanını.

İşte bu noktada hemen ayetin devamı gündeme geliyor,

Ve la teyemmemül habiyse minhu tunfikune ve lestüm Bi ahıziyhi illâ en tüğmidu fiyh Siz gözü kapalı olarak kesinlikle almayacağınız şeyleri bir başkasına vermeye niyetlenmeyin, kalkmayın diyor. Yani size bir başkası vermeye kalksa gözü kapalı olmadan almayacaksınız, ancak onu almanız için gözünüzün görmemesi gerekiyor. Böyle bir şeyi siz nasıl başkasına verirsiniz..!

İşte bu noktada demek ki verilen, hayır için verilen şey, Nasrettin Hocanın hayrına benzemeyecek. Yani Hoca Merhum pazara yoğurt satmaya götürür, giderken elindeki yoğurt düşer ve bakraç devrilir, yoğurt dökülür. Bakar ki toplanacak gibi değil, satılacak gibi değil; “Babamın hayrına olsun” Der.

Tabii demiş mi bilmiyoruz ama işte böyle bir hayır ne babanızın, ne atanızın, ne dedenizin hayrına olmaz. Yola dökülmüş yoğurt gibi hayır olmaz. Hayır yapacaksanız size yapılmasını istemediğinizi bir başkasına da yapmama ilkesini mutlaka burada da korumanız gerekiyor. Aslında bu cümle, ayetteki bu cümleyi bire bir hatırlatıyor.

O halde eğer farz olan zekat veriliyorsa malın kendisinden verilir. Mal nasılsa öyle verilir. Yani iyisini verme zorunluluğunuz da yok. Ama özellikle kötüsünü ayırıp vermek yasak. Mal ortaysa orta, iyi ise iyi, kötüyse kötü. Nasıl bitmişse, nasıl yetişmişse öyle verilir üründen zekat. Ama onun dışında en kötüsünü seçmek, en adisini seçmek ne kompleksidir? Kabil kompleksi. İnsanı Habil karşısındaki Kabil’e döndürür.

Biliyorsunuz Habil yetiştirdiği ürünlerin en iyisinden seçmişti Allah için. Ve sadakayı öyle vermişti. Ama Kabil en kötüsünü seçmişti. Allah için veriyorsunuz dikkat ediniz. Kime verdiğiniz değil, kim için verdiğiniz önemli. Kim için verdiğiniz sorusu, Allah için cevabı ile cevaplanırsa eğer, Allah’a bunu mu layık görüyorsunuz denilecektir. Onun için siz aslında malınızın en değersizini vermekle, Allah’la olan ilişkinize dikkat çekmiş oluyorsunuz. İlişkinizin bozukluğuna dikkat çekmiş oluyorsunuz. Bu noktada Allah’tan utanacağı bir işi insanın yapmaması gerekiyor.

İşte onun için Özellikle zekat seçiminizde tapan malları, kalmış şeyleri, satılmayan şeyleri zekat niyetine veren esnafın bu noktada kulakları çınlamalı. En azından ortalama yapmalı. Ortalamasını mutlaka bulmalı. Çünkü siz kendinize iyisini ayırıp ta, Allah için kötüsünü ayırıyorsanız bu Allah’la olan diyalogunuzda bir problem yaşandığı anlamına gelir. Bu Allah’a hakaret anlamını taşır.

Sadakaya gelince, Tasadduk yapılabilir mi? Kötü olan, ya da haramdan kazanılan bir mal. Bu konuda Ulema ihtilaf etmiş. Yapılabilir diyenler olduğu gibi, yapılamaz diyenlerde olmuş. Bana göre gayri meşru yoldan, İslam’ın hoş görmediği yoldan en azından kazanılmış karışık servetlerden yapılacak bir yardım, Tasadduk, bu servetin elde edildiği gayri meşru yolun tahrip ettiği şeyi tamir etmek için kullanılır. Örneğin faiz yoluyla gayri meşru bir biçimde kazanılmış bir servetin çıkışı, bu servetten yapılacak bir Tasadduk, hayır; Faiz ile mağdur olmuş insanların mağduriyetini gidermek için harcanmalı.

Yine bir başka açıdan kumar yoluyla elde edilmiş gayri meşru bir servet ya da bir kısmı karışmış bir servetten eğer bir çıkış yapılacaksa, kumar sonucunda, kumardan dolayı mağdur olmuş, kumardan dolayı, kumar sebebiyle mağduriyete uğramış insanların bu mağduriyetinin giderilmesine verilmeli ve bundan da ahirette bir karşılık umulmamalı.

Bu nedir? Tıpkı telafi gibidir. Telafi ediyor. Yıktığını tamirdir. Aslında insan yıktığını tamir ettiğinin karşılığında bir şey alır mı, ona hayır beklenmez ki, ona ödül beklenmez ki. Yıkmışsın, tamir edeceksin. Onun için gayri meşru bir biçimde kazanılan her şey, çünkü her gayri meşruluk bir ahlaki ilkeyi tahrip eder. Tahrip ettiği o ilkeyi tamirde kullanılır ve onun karşılığında da bir şey beklenmemelidir.

Va'lemu ennAllahe Ğaniyy'ün Hamiyd; İyi bilin ki, aklınızdan çıkarmayın ki Allah Ğaniyydir.

Yukarda gelmişti bu isim yine hatırlatıldı. Sınırsız zenginlik sahibidir ve kendisini zengin sayan herkes zenginliğini O’na borçludur. Yani siz karşınızdakine şunu diyemezsiniz. “Ya hiç vermesem ne olacak, veriyorum ya..” mantığa bak..! Kimin malından veriyorsunuz..! Ya bir de Allah size öyle deseydi? Onu düşünsenize bir..! Hiç vermesem ne olacak dediğini Allah’ın size de. Aldığınız nefesi bile ona borçlusunuz, o halde Allah’tan utanın. Hiç vermesem ne olacak, sen buna razı ol demeyin. Çünkü siz çıplak doğdunuz. Çünkü siz elde ettiğiniz her şeyi Allah’a borçlusunuz. O size mecbur değildi. Unutmayın ki elinizden geri almasını da bilir. Onun için Allah’ın mutlak biçimde Ğaniyy olan tek varlığın Allah olduğunu unutmayın. Ve sizin zenginliğinizin görece olduğunu, geçici olduğunu aklınızdan çıkarmayın.

Ve yine son isim Hamiyd, teşekküre övgüye, şükre, hamde layık olan tek varlık Yine O’dur. Siz Allah için vermekle aslında teşekkür etmiş olacaksınız. Size verilenin şükrünü eda etmiş olacaksınız. Siz bununla fazla bir şey yapmıyorsunuz ki. Siz size verilene şükrediyorsunuz, teşekkür ediyorsunuz.

Bir şeyin şükrü kendi sınıfından dır. Varlığın şükrü; “Şükür yarabbi" değildir. Şükür ya rabbi, dilin şükrüdür. Varlığın servetin şükrü sadakadır, zekattır. Servetin şükrü iyiliktir, ikramdır, karşıdakine yoksullara, muhtaçlara, ihtiyaç sahiplerine vermektir. Sıhhatin şükrü,verilen sıhhatten bir parçasını Allah yolunda harcamaktır. Ömrün şükrü, ömrü Allah yolunda geçirmektir. Makamın şükrü, elde ettiğiniz makamı, Allah’ın rızası istikametinde kullanmaktır. Her şeyin şükrü kendi cinsindendir. Onun içinde burada Hamd’lerin övgülerin, şükrün tek kaynağı olan Allah’tır.

268-) Eşşeytanü ye'ıdükümül fakre ve ye'muruküm Bil fahşa'* vAllahu yeıduküm mağfiraten minhu ve fadlen, vAllahu Vasi'un 'Aliym;
Şeytan sizi fakirlikle korkutup çirkin çirkin şeylere teşvik eder. Allah da lütfundan ve bağışlamasından birtakım vaatlerde bulunuyor. Allah'ın lütfu geniştir. O her şeyi bilendir.(elmalı)
Şeytan (vehminiz - kaybetme fikri) sizi fakirleşeceğiniz yolunda korkutur (bağış yapmaktan uzaklaştırır), çirkin şeyleri, cimriliği emreder!.. Allâh ise kendinden bir mağfiret ve fazlından vermeyi vadeder. Allâh Vasi'dir, Aliym'dir. (A.Hulusi)

Eşşeytanü ye'ıdükümül fakre ve ye'muruküm Bil fahşa' Şeytan sizi fakirlikle korkutur ve size cimriliği telkin eder.

fahşa' yı cimrilik olarak çevirdim, çünkü Arap dilinde öteden beri ahfaşul fahşa diye isimlendiriliyor cimrilik. Yani fuhşiyyatın en ağırı cimriliktir diyorlar. Eski Arap şiirinde de aynen böyle yer aldığı için ben bu anlamı meal olarak kabul ettim, o sebeple de size meali böyle verdim.

Şeytan neyi vaad edermiş, şeytanın bir vaadi var, şeytan insanı açlıkla korkutur. Bakınız modern uygarlığın temel parametrelerinden bir tanesi, açlık evrenseldir. Slogandır. Unicef bile kendi programını “açlık evrenseldir” sloganı üzerine bina etmiştir. Oysa ki bir Müslüman zihin böyle düşünemez. Çünkü Allah’ın rezzak’ı alem olduğuna iman etmek imanın bir parçasıdır. Onun için de açlık evrenseldir diyemez. Hele bire yedi yüz verdiğine iman edince Allah’ın nasıl açlık evrenseldir diyebilirsiniz.

Aslında açlık evrenseldir sloganını ileri sürenler, Afrika’yı açlığa mahkum edenlerin ta kendileri değil midir. Kendi silolarında stok olarak koca bir Afrika gibi 3 nüfusu besleyecek gıdayı stoklarlar. Sırf muhtemel bir harp ihtimaline karşı. Ama öbür taraftan insanlar açlıktan ölür.

Batılı ülkelerin sırf köpek mamasına verdiği bir yıllık gider, dünya nüfusunun 1/5 ini bir yıl besleyebiliyor. Peki, açlığın sebebi kim? Yer yüzünün tüm gelirlerinin %80 ini, %20 ye yediren değil mi..! %80 nüfusa da geri kalan %20 sini verip, sende bununla idare et diyen değil mi?

Onun için açlık değildir evrensel olan. Evrensel olan rızıktır. Allah’ın herkese rızkını vereceğini, ancak yer yüzüne statik olarak ölçü ile inen rızık adil paylaştırılmadığında bir kısmının ki bir başkalarına gittiğinde, bir kısmı yiyeceğinden fazlasını alıyor ve israf ederken bir başka kısmı da açlıktan ölmektedir.

O halde haşa bu açlığın suçlusu Allah olarak gösterilemez. Açlığın suçlusu, Allah’ın yeryüzüne yetecek miktarda indirdiği rızkı tekellerine alıp bir kısmının hakkını gasp edenlerdir.

Şeytan fakirlikle korkutur. Bu açlık korkusudur. Unutmayın dostlar, aç olanı doyurmak mümkündür, açlık korkusu duyanı doyurmak mümkün değildir. Çünkü aç karın bir ekmekle doyar. Ama aç göz bir fırın değil, bin fırınla doymaz. Onun için açlık korkusu, şeytanın insana pompaladığı bir korkudur ve cimriliği telkin eder. Çünkü açlık korkusu zaten cimriliği getirir. Onun için de yedi sülalesine yetecek serveti olsa dahi yine de aç kalacağım diye korkar.

Ve bunun karşısında Allah’ın da bir telkini var. Şeytan böyle telkin ediyor, bu vaadi yapıyor. İnsanı çektiği cazibe merkezi, şeytanın cazibe merkezi bu. Bir de Allah’ın bunun karşısında insana telkini var, nedir o?

vAllahu yeıduküm mağfiraten minhu ve fadlen, Allah’ta katından bir bağış ve daha fazlasını, yani fazla fazla arttırmak vaad eder. Şeytana bak, Allah’ın vaadine bak. Birbirine zıt vaadler. vAllahu Vasi'un 'Aliym; Niçin böyledir diye sorarsanız çünkü şeytan vasi değildir. Allah sınırsızdır. Sınırsızlık Allah’ın sıfatıdır da ondan. Onun için de açlığın evrenselliği büyük bir yalandır. Onun içinde nüfus planlamasının dayandığı mantık büyük bir yalandır. Ve Aliym dir Allah.

Neyi bilir? İnsanların neden pintilik yaptığının temel sebebini bilir. Aslında vermeyenler, niçin vermediklerini itiraftan korkarlar, kaçarlar. Ama temelde yedi sülalesine yetecek servet olduğu halde aç kalacağı korkusu duyduğu için veremezler. Vermezler. Allah bunun temel duygusunu da bilir.

Bu noktada bir tarafta negatif cazibe, öbür tarafta pozitif cazibe. Allah’ın telkini, şeytanın telkini. İnsan bunlardan doğruyu seçmesi gerekiyor insanın değil mi? Yani, kimin telkinine uyacak insan. Bu iki telkinden hangisinin kendisi için doğru olduğunu bilecek. Bunu nasıl ayıracak, bunu nasıl yapacak diye soracak olursanız cevabı bir sonraki ayet veriyor. Bir sonraki ayette; Bir insan bu iki telkinden hangisinin kendi lehine olduğunu neyle tespit edecek sorunuzun cevabı İşte geldi. Hikmetle. Kimin telkininin insanın lehine olduğunu insan yalnızca hikmetle bilebilir.

269-) Yü'til Hıkmete men yeşâu, ve men yü'tel Hıkmete fekad utiye hayren kesiyra* ve ma yezzekkeru illâ ülül elbab;
Dilediğine hikmet verir, hikmet verilene ise pek çok hayır verilmiş demektir. Ve bunu ancak üstün akıllılar anlar.(elmalı)
Hikmeti dilediğine verir. Kime Hikmet verilmişse ona çok hayır verilmiştir. Bunu, derin düşünebilen akıl sahiplerinden gayrısı anlamaz. (A.Hulusi)
Yü'til Hıkmete men yeşâu Allah dilediğine hikmeti bahşeder.

ve men yü'tel Hıkmete fekad utiye hayren kesiyran Kime de hikmet verilmişse ona büyük bir hayır verilmiştir. Diyor Kur’an.

Hikmet nedir; Hikmete 30 a yakın ihtimal ile mana vermişler müfessirler.

İlimdir demişler bir çoğu. Ki büyük çoğunluğun görüşü, hikmetin ilim oluğu yönünde.

Yine büyük bir çoğunluk Hikmete Akıldır demişler.

Büyük bir çoğunluk İradedir demişler.

Yine bazıları Hikmete, Kur’an dır demişler.

Bazıları peygamberdir demişler, ki Kur’an da peygamber olarak geçer hikmet. Dört anlamda geçer Kur’an da, biri de peygamber anlamına gelir.

Kitaptır demişler,

Verilen mesajlardır demişler hikmet.

Yine, hatta namazdır diyenler olmuş.

Yine temyiz kabiliyetidir diyenler olmuş.

Yani çoğaltmak mümkün hikmetin tanımını. Ancak ben burada Hikmeti; İnsan iradesini muhkem tutan salim bir bilgi, salim bir akıl. Sahih bilgi ve salim bir akılla vardığı muhakeme yeteneğidir diyorum Hikmete. Muhakeme yeteneğinin iki ayağı var. Bir ayağı sahih bilgi, öbür ayağı salim akıl. Bu iki ayak üzerine yükselen muhakeme yeteneğidir hikmet.

İşte bu muhakeme yeteneği kendisine verilen Hikmet verilmiş olur. Akılsın insanda hikmet olmaz. Ama akıl verilen herkese de hikmet verilmiş olmaz. Öyle olsaydı her akıllı Hakiym olur, her akıl sahibi doğruyu bulurdu. O halde bundan da öte bir şey lazım. İlim hikmet için yeterli olsaydı, her alim aynı zamanda Hakiym olurdu. Hikmetli davranırdı. Ama başta şeytan olmak üzere ilim herkes için hikmet anlamına gelmiyor. O halde bu ikisinden daha farklı bir şey ama bağımsız değil.

İşte ben bu tarifi bunun için çıkarıyorum. İnsanda sahih bilgi ve salim akla dayalı muhakeme yeteneği. Bu yetenekle insan iyiyi kötüden, güzeli çirkinden, doğruyu yanlıştan, hakkı batıldan, imanı küfürden, ebediyi geçiciden, yüceyi alçaktan, değerliyi değersizden ayırır. Bu kabiliyete hikmet diyoruz. Bu melekeye, bu yeteneğe hikmet diyoruz. Hikmetin insanda geliştiği ve geliştirdiği şey basirettir, ferasettir. İnsan basiret ve ferasetle baktığı zaman, hikmetli olarak görür ve düşünür.

Aynı zamanda Hikmetin şöyle bir tanımı da yapılmış; Allah için kullanıldığında bir şeyi yerli yerince yaratmak, kul için kullanıldığında, Allah’ın yarattığı yerde tutmaktır bir şeyi diyenlerde olmuştur ki, bu hikmetin güzel bir tanımıdır. Buna göre, bu tanıma göre Hikmetin zıttı zulümdür.

Zulüm bir şeyi yerinden etmektir. Onun için hikmetli davranmayanlar zulmetmiş olurlar. Ve ayet;

ve ma yezzekkeru illâ ülül elbab; İşte bu, bu söylenen şeyi öz akıl sahipleri dışında hiç kimse düşünemez, akıl edemez, hatırlayamaz. Yani yalnızca öz akıl sahipleri bunu düşünür. Bunun üzerinde tefekkür eder diyor Kur’an ki, biz de biraz önce söyledik, akıl ve bilgi hikmetin iki baş aletidir dedik.

270-) Ve ma enfaktüm min nefekatin ev nezertüm min nezrin fe innAllahe ya'lemuh* ve ma lizzalimiyne min ensar;
Her ne çeşit nafaka verdinizse veya ne türlü bir adak adadınızsa, Allah onu kesinlikle bilir. Ve zalimlere hiçbir şekilde yardım olunmayacaktır.(elmalı)
Her ne nafaka verdiyseniz veya ne vermeyi adadıysanız, muhakkak Allâh onu bilir (sonucunu yaşatır). Ama zâlimlere bir yardımcı yoktur. (A.Hulusi)

Ve ma enfaktüm min nefekatin yine aynı konuyu bir başka açıdan yaklaşarak devam ediyor Kur’an.

Ve ma enfaktüm min nefekatin ev nezertüm min nezrin Her ne harcama yaparsanız ev nezertüm min nezrin her ne adarsanız adayın, her ne harcama yaparsanız yapın, fe innAllahe ya'lemuh hiç aklınızdan çıkarmayın ki Allah onu bilir.

ve ma lizzalimiyne min ensar; Yukarıda hikmetin zıttı zulümdür demiştik.İşte burada geldi. Eğer tersini davranırsanız zalimlerden olursunuz. Zalimlerden olursanız zalimlerin yardımcısı yoktur.

İnsan hikmete sahip olması için Allah insan ilişkisi sağlıklı olacak. Yakıyn bir Allah’a Yakıyn bir iman diyorum ben buna. Yakın bir Allah’a Yakiyn bir iman. Bu şart. İşte bu ayette vurgulanan hakikatte budur. ya'lemuhu, fe innAllahe ya'lemuhu cümlesi bunu veriyor. İyi bilin ki, unutmayın ki Allah onu bilir. Yakın bir Allah’a Yakiyn bir imanı olanlar, Allah’ın bilgisinin sınırsızlığını ve her an zihninden ve yüreğinden geçirdiği duygu ve düşünceler başta olmak üzere her anını bildiğini bilir. İşte bu yakın bir Allah’a Yakiyn bir iman ile gerçekleşir.

271-) İn tübdüs sadekati feniımma hiye, ve in tuhfuha ve tü'tuhel fukarâe fe huve hayrun leküm* ve yükeffiru anküm min seyyiatiküm* vAllahu Bi ma ta'melune Habiyr;
Sadakaları açıkça verirseniz o, ne iyi olur; yok eğer onları gizler de fakirlere öyle verirseniz bu sizin için daha hayırlıdır ve günahlarınızın birçoğunun bağışlanmasına sebep olur. Bilin ki, Allah, her ne yaparsanız hepsinden haberdardır.(elmalı)
Sadakalarınızı açıktan verirseniz ne güzeldir. Ama sadakalarınızı kimse bilmeden gizlice verirseniz sizin için daha hayırlıdır. Ve bu davranış sizin yanlış davranışlarınızın kefareti olur. Allâh yaptıklarınızdan (hakikatiniz olması nedeniyle) Habiyr'dir. (A.Hulusi)

İn tübdüs sadekati feniımma hiye Şimdi bir edebe dikkat çekiyor. Yukarıda ahlaki ilkeleri verdi. Yani başkasına karşılıksız yardım etmenin, harcama yapmanın ahlaki ilkelerini, şimdi de edebini veriyor. İn tübdüs sadekati feniımma hiye eğer sadakaları, karşılıksız yardımınızı, harcamanızı, iyiliğinizi açıktan yaparsanız feniımma hiye o da hoş. ve in tuhfuha Yok eğer gizlice verirseniz ve tü'tuhel fukarâe fakirlere, onu ihtiyaç sahiplerine gizlice verirseniz fe huve hayrun leküm sizin için bu daha hayırlıdır. Niçin?

Biliyorsunuz. Aslında farzda gizlilik esas değildir. Onun için de zekat bunun dışındadır demiş müfessirler. Ki doğru bir yaklaşımdır. Çünkü farzı açıktan yapmak ayrıca teşviktir, tebliğdir. Çünkü farzda riya olmaz. Riya nafilede olur. O sebeple peygamberimiz sünnet olarak bildiğimiz nafile namazları dahi üç gün dışında mescitte kılmamış, kendi hanesinde kendi hücresinde kılmışlardı. Sadece farz namazları mescitte kılmışlardı. Bu inceliğe riayet olsa gerek.

Yine insan tasadduk edeceği zaman, infak edeceği zaman, nafile infaklarda gizlice verir. Niçin gizlice verir? Bir riyadan korunmak, ama ondan da ötesi Allah’ın gördüğüne imanını ispat etmek için. Bu çok önemli bir şey.

ve yükeffiru anküm min seyyiatiküm Günahlarınızdan bir kısmına işte bu kefaret olur. Bakınız, aslında olay burada tamamlanıyor. Eğer siz karşınızdakinin onurunu korursanız, onun ihtiyaç sahibi olduğunu ilan edercesine başkalarına, onu ezmezseniz, Allah’ta sizin günahınızı örterek onurunuzu korur. Kefaret olur.

Burada problemin ele alınışı insan onuru açısından. fe huve hayrun leküm diye bitirmesi de bu yüzden. Bu sizin için daha hayırlıdır. Niye? İnsan onuruna yaklaşan ve yakışan da budur. Çünkü insan onurunu zedeleyecek bir hayır, hayır olmaktan çıkıyor. Karşınızdakinin onurunu zedelemeyin, şahsiyetini yaralamayın, kişiliğine halel getirmeyin. Kişiliği yok olduktan sonra siz aslında karşınızdakine iyilik değil kötülük yapmış oluyorsunuz. Siz yaptığınız yardımla bir şahsiyeti, bir kişiliği öldürmüş oluyorsunuz. Bu çok önemli bir şey. Ve Kur’an ın burada dikkat çektiği şey, insan onuruna hürmettir. İnsan onuruna saygıdır. Ve siz karşınızdakinin onuruna saygı duyarsanız, Allah’ta sizin onurunuza saygı duyar demektir şu cümle.

ve yükeffiru anküm min seyyiatiküm Bu cümlenin almamı budur aslında. Allah’ta sizin onurunuza saygı duyar ve mahşerde herkesin gözü önünde sizin ayıplarınızı ortaya dökmez, üstünü örter.

vAllahu Bi ma ta'melune Habiyr; Allah yaptığınız her bir şeyi en ince ayrıntılarına kadar haberdardır.

272-) Leyse aleyke hüdahüm ve lakinnAllahe yehdiy men yeşa'* ve ma tünfiku min hayrin felienfüsiküm* ve ma tünfikune illebtiğae vechillah* ve ma tünfiku min hayrin yuveffe ileyküm ve entüm la tuzlemun;
Onları yola getirmek senin boynuna borç değildir, ancak Allah dilediğini yola getirir. Yaptığınız her iyilik sırf kendiniz içindir. Siz yalnızca Allah rızasını gözetmenin dışında infak etmezsiniz. İyilik cinsinden ne infak ederseniz o size aynen ödenir. Size hiçbir şekilde haksızlık yapılmaz.(elmalı)
Onların hidâyet bulması senin işlevin değildir! Ne var ki Allâh dilediğine hidâyet eder (hidâyet kişinin varlığını meydana getiren Esmâ terkibindeki Hadiy isminin mânâsının açığa çıkmasının dilenmesiyle oluşur; dışarıdan verilmez)! Hayır olarak ne bağışlarsanız bu kendi yararınız içindir. Zaten siz vechullah için (vechullahı bildiğiniz veya gördüğünüz için) bağışlarsınız. Hayır olarak ne bağışlarsanız tamı tamına size geri ödenir ve asla hakkınız yenmez. (A.Hulusi)

Leyse aleyke hüdahüm Evet, senin elinde değildir insanların hidayeti ve lakinnAllahe yehdiy men yeşa .
Burada çok ilginç bir nokta var dostlar. İnsanların hidayeti senin elinde değildir diyor. ve lakinnAllahe yehdiy men yeşa Lakin Allah dilediğini doğru yola iletir.

ve ma tünfiku min hayrin felienfüsiküm dolayısıyla ne hayır yaparsanız yapın, kendiniz için yapmış olursunuz.

Dostlar, düşündünüz mü hiç birinci cümle ile ayetin bu cümle arasındaki ilişki nedir? Niçin böyle bir şeyi getirdi ayet. Açıkça, açıkça hiç tereddüde mahal yok diyor ki, İyilik yapacağınız zaman karşınızda ki insanın inancına, ihtiyacına bakın. Bu böyle diyor. Hidayet vermek sizin elinizde değil.

Gerçekten layık mı, ihtiyacı var mı ona bakın. Muhtaç ise, tefsirlerde zaten şu bilgiye rastlıyoruz başta Taberi olmak üzere, İbn Kesir’de almış, Halisi de almış, Şevkani de almış hatırladığım kadarıyla ve diğerlerinde de gördüm şu bilgiye rastlıyoruz. Resulallah bu ayet inmeden evvel Müslümanlara yardım edilmesini emrediyordu, bu ayet indikten sonra ihtiyaç sahibi olan herkese yardım emrini verdi ve serbest bıraktı diyor. Çok ilginç.

ve ma tünfikune illebtiğae Ve biliyorsunuz bu ayetler hicretin 2., 3. yıllarında indi ve daha sonra Resulallah hicretin 7. yılında can düşmanı olan Mekke’li müşriklere açlık ve kıtlık yılında gümüş para gönderecektir. Fakirlere dağıtılmak üzere. Çok anlamlı bir davranış biçimi, çok anlamlı.

ve ma tünfiku min hayrin felienfüsiküm hayırda ne yaparsanız yapın kendiniz için yapmış olursunuz.

ve ma tünfikune illebtiğae vechillah Evet, sadece Allah’ın rızasını kazanmak için yapın. Başka bir şey için değil. Yani verdiğiniz insandan almayacaksınız ki onun ne olduğunu sorasınız..! Siz karşılığınızı Allah’tan alacaksınız, onun içinde Allah rızası için layık olana, yani ihtiyaç sahibine yapın.

Zaten infak kelimesinin etimolojisinde ihtiyaç sahibinin anlamı zaten vardır dostlar. Onun için infak kelimesi eğer kullanılıyorsa, bu kökten kelime geliyorsa ihtiyaç sahibi olması esastır. Esas olan odur.

ve ma tünfiku min hayrin yuveffe ileyküm ve entüm la tuzlemun; Ne hayır yaparsanız yapın size tastamam geri ödenecektir ve zulme uğramayacaksınız.

273-) Lil fukarailleziyne uhsıru fiy sebiylillâhi la yestetıy'une darben fiyl Ardı, yahsebühümül cahilü ağniyâe minet teaffüf* ta'rifühüm Bi siymahüm* la yes'elunen Nase ilhafa* ve ma tünfiku min hayrin fe innAllahe Bihi 'Aliym;
Sadakalarınızı, kendilerini Allah yoluna adamış olan fakirlere veriniz. Onlar yeryüzünde gezip dolaşmaya güç yetiremezler. Utangaç olduklarından dolayı, bilmeyenler, onları zengin sanırlar. Oysa sen onları yüzlerinden tanırsın. Yüzsüzlük yapıp kimseden birşey de isteyemezler. Ne türden bir iyilik yaparsanız, şüphe yok ki, Allah onu bilir.(elmalı)
(İnfaklarınız) şu fakirler içindir ki, kendilerini hepten Allâh yoluna vermişler, dünyalık yaşam gıdası için çalışmaya vakit ayırmamışlardır. İstemekten çekindikleri için de, iç yüzlerine vâkıf olmayanlar onları zengin sanır. Ancak sen onları yüzlerinden tanırsın. Yüzsüzlük edip kimseden bir şey talep etmezler. (Artık) hayırdan ne bağışlarsanız muhakkak Allâh onu Aliym'dir. (A.Hulusi)

Lil fukarailleziyne uhsıru fiy sebiylillâh Allah yolunda kendilerini vakfeden kimseler için la yestetıy'une darben fiyl Ard Yeryüzünde ticarete çıkamayan kimseler, yani ticaret için, para kazanmak için yeryüzünde dolaşamayıp kendilerini Allah yoluna vakfeden kimseler içindir infak. Bakınız;

yahsebühümül cahilü ağniyâe minet teaffüf Bilmeyenler, onların gerçek durumunu bilmeyenler, onları zengin zannederler. Neden dolayı? İstemekten çekindikleri için iffetlerinden, utançlarından dolayı, İstemekten çekindikleri için onların gerçek durumunu bilmeyenler onları zengin zanneder.

Getirdi, en layık olan kimdir sorusuna cevap veriyor şu anda. Sadakayı, yardımı, iyiliği en çok hak eden kimse kimdir? İsteyenler değil, istemeyenler ve herkesin durumunu iyi zannettiği, ama gerçekte yardıma ihtiyacı olan, ama bu da yetmez, Allah yoluna hayatını vakfetmiş olanlar. Allah’ın yiğitleri, Allah’ın erleri. Yani o, ben varlığımı Allah’a adadım cismimin bakımı da Allah’a aittir diyenler, Allah tarafından birileri görevlendirilerek geçinirler. İşte bu. Allah onların rızkını böyle kefalet altına alır. Böyle kefil olur onların rızkına. Çünkü onlar varlıklarını Allah’a adamışlardır. Onlar dünyaya bir şey biriktirmek için değil, varlıklarını Allah’ın dinine hizmet için adarlar, onların geçimleri de müminlerin üzerine bir vecibe olarak düşer o zaman.

İşte humus, bu noktada kullanılırdı. Peygamberimiz humus alırdı. Kesinlikle sadaka yedirmemiştir ve yememiştir. Torunlarına dahi, en yakınlarından en uzağına da. Peygamberler ve onların varisleri olanlar. Risalet vazifesini kuşaktan kuşağa taşıyanlar, dinin davetçileri sadaka almazlar. Ya? Humus alırlar. Humus nedir? Adeta Allah’a varlıklarını vermelerinin karşılığında geçimlerini temin için dinin kendilerine ayırdığı paydır 1/5. Onun için de bazı fıkıh ekollerinde Humus halen geçerlidir cari bir ibadet olarak devam eder.

ta'rifühüm Bi siymahüm Onları kimi özelliklerinden tanırsın. Kimi özelliklerinden tanınır zaten, yani nasıl bileyim halini, gerçek durumunu diye bakacak olursan kimi özelliklerden, hissettirmezler ama şöyle dikkatle baktığında bazı özelliklerinden anlayı verirsin, gerçekten belli olur.

Hiç belli etmez yokluğunu ama, evet dikkat edersen anlarsın. Anladığında öyle bir insana yardım etmek kadar büyük bir şans yoktur. Aslında öyle insanları anlamak ve öyle insanlara rast gelmek, Allah’ın sana bir yardımıdır. Bu bir şanstır. Onun için bu şansı doya doya kullanmak akıllı insanların işidir.

la yes'elunen Nase ilhafen İnsanlardan arsızca istemezler. Yüzsüzce istemezler.

İşte peygamber, bu ayetler geldikten sonra, bir keresinde diyor sahabe; “Bizi topladı, biz den biat aldı, Bey’at aldı.” Ne üzerine;

“Hiç kimseden bir şey istememek üzere bana bey’at etmenizi istiyorum. Hatta kamçınız siz devede iken yere düşse, yanınızda, yerdeki olan birine şu kamçımı bana verir misin dememek üzere.” Bu aslında bir terbiyedir.

ve ma tünfiku min hayrin fe innAllahe Bihi 'Aliym; Ne hayır yaparsanız yapın Allah onu mutlaka en ince ayrıntılarına kadar bilir.

274-) Elleziyne yünfikune emvalehüm Bil leyli vennehari sirran ve alaniyeten felehüm ecruhüm ınde Rabbihim* ve la havfün aleyhim ve la hüm yahzenun;
Mallarını gece ve gündüz, gizlice ve açıkça infak edenler yok mu, işte onların Rableri katında ecir ve mükafatları vardır. Ve onlara herhangi bir korku yoktur, onlar hiçbir zaman mahzun da olmazlar. (elmalı)
Mallarını gece ve gündüz, gizli veya açık infak edenler var ya, işte onların ecirleri Rableri indîndedir (hakikatlerinden gelip şuurlarında açığa çıkacak şekildedir). Onların ne korkacağı bir şey olur ne de hüzünleneceği. (A.Hulusi)

Elleziyne yünfikune emvalehüm Bil leyli vennehari sirran ve alaniyeten o kimseler ki mallarını gece ve gündüz, gizli ve açık Allah yolunda sarf ederler.

felehüm ecruhüm ınde Rabbihim işte onların karşılığı Rablerinin katındadır. Yani bu ibare bu kalıp geldiği zaman onların karşılığını hiçbir şeyle tespit edemezsiniz. Sadece Allah tespit eder.

ve la havfün aleyhim ve la hüm yahzenun; Onlar yaptıklarından dolayı mahzun olmayacaklar üzüntü duymayacaklar, onlar gelecekten dolayı da kaygı duymayacaklar. İşte onlar emniyet ve özgürlük sahibi insanlardır. Özgürdürler, sahip olduklarını verebildikleri için. Çünkü malını veremeyen malının kölesidir. İnsan sahip olduğunu verir. Size sahip oluyorsa eğer nasıl vereceksiniz..! Kişi efendisini veremez ki..! Mal insanın efendisi ise vazgeçemezsiniz. Malın efendisi sizseniz verebilirsiniz. Özgürdürler bunun için. Güvenliktedirler, Allah’a Allah yolunda harcayarak Allah’tan emniyetlerini satın almışlardır.

Böyle özgürlüğümüzü ve güvenliğimizi sonuna kadar elde etmiş birer şahsiyet olmamızı Rabbimden niyazlı yorum.

“Ve ahiru davana velil hamdülillahi rabbil alemiyn”

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder