12 Eylül 2014 Cuma

İslamoğlu Tef. Ders. TÎN SURESİ (05-8) (193-C)b



a sayfasından devam

 5-) Sümme radednahu esfele safiliyn;

Sonra da onu esfeli sâfîliyn'e (dünyaya/dünyasına) reddettik! (A.Hulusi)

5 - Sonra da çevirdik esfeli sâfilîne kaktık. (Elmalı)


Sümme radednahu esfele safiliyn sonra onu başlangıç noktasının en dibine döndürmüşüzdür. Biz insanı en güzel surette yaratmışızdır, daha sonra da onu başlangıç noktasının en dibine döndürmüşüzdür. Evet, bu meallendirme ve anlama fakire ait bir anlamadır. Allah en doğrusunu bilir. Neden böyle bir anlamlandırma yaptığımı izah edeceğim tabii ki. Bu insan en iyi idi manasına geliyor tabii ki insan en iyiydi. En iyi bozulunca en kötü olur. Dolayısıyla en iyi bozulmamalı.

Esfele safiliyn klasik tefsirde aşağıların aşağısına attı şeklinde anlaşılmış. Yani insanı en güzel surette yarattı rabbimiz ondan sonra da tuttu onu aşağıların aşağısına, yerin dibine soktu.

Bu anlama önceki ayetle çelişiyor kaldı ki rabbimiz niye aşağıların aşağısına atsın insanı. En güzel surette yarattığı bir varlığı niye tutsun da daha sonra tam tersine aşağıların aşağısına atsın. Burada aslında insanı en güzel kıvamında yarattı ve insana dedi ki; Bu kıvamı pişirmen için, ulaşman için senin gayretin gerekiyor. Sana akıl verdim, irade verdim, izan verdim, fikir verdim, donanımların tamamını sana verdim. Gel start noktasına seni koyuyorum, artık buradan sonrasını sen yol alacaksın. Yani kıvamda yarattım ben seni, kıvamını bulmak için aklını iradeni kullan dedi. Al bir de vahiy gönderiyorum yol haritası olarak dedi şeklinde anlamak en doğrusudur.

Delillerim var tabii ki.

1 - Bir kere riddet başlama noktası ifade eder. Burada irtededna değil radedna gelmiş sümme radednahu.  Sümme irtedednahu değil. Riddet başlama noktası, irtidad ise başlangıcın daha gerisini ifade eder. Başlangıcın gerisi değil burada, start, başlama noktası.

2 – Takviym kelimesi tedric ifade eder kalıbı gereği. Yani ahseni takviym üzre yaratmışsa rabbimiz tedricen, aşama aşama o noktaya ulaşmasını, kıvamını bulmasını istiyor demektir.

3 – Üçüncüsü ve en önemlisi burada riddet in Allah’a isnat edilmesidir. Riddet Allah’a isnat edilmiştir. Oysa günah Allah’a isnat edilmez, Kur’an ın her tarafında suç, hata, günah kula isnat edilir. Riddet Allah2a isnat edilmişse biz onu gerisin geri başlangıç noktasına getirdik denilmişse burada kötü bir şey akla gelemez. İnsanı kötülüğe teşvik etmek veya kötülük noktasına getirmek akla gelmez. Ya ne gelmelidir? Başlama noktası. Yani biz onu en güzel kıvamda yarattık, kıvamını sen aklınla ve iradenle, vahiyle bul diye de yolun başına getirdik koyduk artık yarış başlamıştır. Haydi hanginiz öne geçecek hayırda iyilikte festebikul hayrat (Bakara/148) dedik, hayırlarda yarışınız. İşte bu manaya gelir ve delillerim de bunlardır.

[Ek bilgi; “Sonra onu…indirdik.” zulmet aracılığıyla nurdan perdelendiği, ahlaki rezilliklerin yanında durduğu, faziletlerden yüz çevirdiği için “aşağıların aşağısına” indirdik. Ahlak ve mertebe olarak aşağı olan dereke ehlinden daha aşağı, suret ve terkip olarak çirkin olanlardan daha çirkin, ahlak olarak daha iğrenç ve şekil ve görünüm olarak tiksindirici kıldık. Bunlar, tabiat zindanındaki ateş ehlidirler.(İbn. Arabi-Te’vilât)]

[Ek bilgi-2; Şeriat peygamberlerin sözü, tarikat peygamberlerin yaptıkları, hakikat ise peygamberlerin gördükleridir. Her üçüne sahip olan taife kamil kimseler olup yaratılmışların önderidirler. Bu ölçüye sahip olmayan taife noksanı olan kimselerdir ve dört ayaklı hayvanlardan sayılırlar.
Kesin olarak bil ki insanların çoğunda insanlık sureti olmakla beraber insanlık manası yoktur ve eşek, öküz, kurt, kaplan, yılan ve akreptirler. Bunun böyle olduğunda hiçbir kuşkun olmamalıdır. Her şehirde maddeten ve manen insan olan birkaç kişi vardır. Kalanın tümünde dış görünüş vardır, mana ise yoktur.
Allah Telâ şöyle buyurmuştur; Biz cehennem içinins ve cinden (Öyle kimseler) yarattık ki kalpleri vardır vu kalplerle idrak edemezler. Gözleri vardır onlarla göremezler. Kulakları vardır onlarla duyamazlar. Bunlar dört ayaklı hayvanlar gibidirler belki daha sersemdirler Gafil olanlar bunlardır.(Azizüddin Nesefi-İnsan-ı kamil)]


6-) İllelleziyne amenû ve amilussalihati felehüm ecrün ğayrü memnûn;

Sadece (hakikatine) iman edip imanın gereğini uygulayanlar hariç! İşte onlar için kesilmeyen bir karşılık vardır! (A.Hulusi)

6 - Ancak iman edip yarar ameller yapan kimseler başka, onlar için kesilmez bir ecir vardır. (Elmalı)


İllelleziyne amenû ve amilussalihati felehüm ecrün ğayrü memnûn işi bilenler diyeceklerdir ki çok güzel bir açıklama oldu, buraya kadar her şey güzel. Fakat şu “illa” yı ne yapalım istisna edatını? Yapacak bir şey yok, istisna edatının Arap dilinde, konulduğu dilde anlamlarından biride nihayete delalet eder. Delalet ettiği zaman ve mekanın nihayetine.

Dolayısıyla mana şöyledir nihayet, en sonunda tekamül yolculuğunda imanda sebat eden, salih amel işleyenleri kesinlikle bir ödül beklemektedir. Evet, felehüm ecrün ğayrü memnûn kesintisiz bir ödül beklemektedir onları. Yani hem başa kakılmayan, ğayrü memnun bu manaya gelir. Hem başa kakılmayan bir ödül, hem de kesintisi olmayan bir ödül. Dolayısıyla illa nın manası burada delalet ettiği zaman ve mekanın nihayetine delalet eder. Lokman/22 ayetinde de zaten bu manada kullanılmıştır. Klasik yorumda tabii ki istisna manası verilir.


7-) Femâ yükezzibüke ba'dü Biddiyn;

Bundan sonra dini (hakikat ve Sünnetullâh apaçık ortada iken) sana yalanlattıracak ne olabilir? (A.Hulusi)

7 - O halde sana dîni ne tekzip ettirir? (Elmalı)


Femâ yükezzibüke ba'dü Biddiyn öyleyse ey insan sana bu dini yalanlatan ne, neden bu dini yalanlıyorsun. Burada ki diyn kelimesi anahtar bir kelime. Allah’a borçluluk bilinci diye çeviriyorum ben bunu. Çünkü deyn kelimesinden türetiliyor. İslam İnned Diyne 'indAllâhil İslâm. (A.İmran/19) Allah katında din İslam olduğuna göre İslam’ı nasıl tarif ederiz en doğru? Fakir şöyle tarif eder. Allah’a hakkını teslim etmenin yolunun, Allah’a kayıtsız şartsız teslim olmaktan geçtiğini bilmektir. Müslüman da budur zaten. Allah’a hakkını teslim etmek için, Allah’a kayıtsız şartsız teslim olmak İslam.

Bu durumda şöyle anlamamız gerekmez mi bu ayeti; Femâ yükezzibüke ba'dü Biddiyn ey insan Allah’ın hakkını yalanlamana sebep olan ne. Allah’ın hakkını neden yalanlıyorsun. Evet, Allah’a borçlu olduğun gerçeğini neden yalanlıyorsun şeklinde anlayabiliriz. Allah’a borçluyuz, hiçbir şey bize ait değil. Zaten kredi ile doğduk, iki el, iki ayak, iki göz, iki dudak, iki kol ve akıl, her aldığımız nefes, varlık, hayat her şeyimiz. Kim ödedi ki rabbimize bedelini. O zaman biz borçlu doğduk. Peki Allah borcumuzu ödememizi mi istiyor? Borç borçla ödenmez ki ödeyelim. Allah’a borcunu ödeyebilecek kimdir şu ter yüzünde.

O zaman ne istiyor? Borçlu olduğumuzu itiraf etmemizi istiyor. Borcunu inkar etme ey insanoğlu ödemiş sayayım. İşte bu.


8-) EleysAllâhu Biahkemilhakimiyn;

Allâh hükmedenlerin en mükemmel hükmedeni değil mi? (A.Hulusi)

8 - Allah «Ahkemülhâkimîn» değil mi? (Elmalı)


EleysAllâhu Biahkemilhakimiyn şimdi söyle ey insan Allah hükmedenlerin en iyisi değil midir. Evet, şimdi söyle. Önceki ayetle birlikte okursak ilahi değerler sistemini yalanlamak Allah’ın yargısına karşı gelmek, onu reddetmek manasına gelir. Yani dini yalanlamak, aynı zamanda din gününü yalanlamak. Din gününü yalanlamak ilahi yargıyı yalanlamak, yani ilahi adaleti, adalet kelimesini Allah ile birlikte kullanmayı pek istemiyorum. Çünkü adalet insana nispet edilir Kur’an ın tamamında. Allah’a rahmet nispet edilir. Ama burada anlaşılması için kullandım, ilahi yargının en ideal oluşunu yalanlamak manasına geliyor.

Peygamberimiz bu ayetleri her okuyuşta Kur’an la diyaloga girerdi, sanki Kur’an la konuşur, sanki si fazla Kur’an la konuşurdu ve Kur’an ın sorusuna cevap verirdi, çünkü bu bir soru. Belâ ya rab, ve ene ‘alâ zalike mineşşahidiyn. Elbette ya rabbi, elbette sen hüküm verenlerin en iyisisin ve ben de buna şahidim ya rabbi derdi. Bunu sadece namaz dışında mi yapardı? Hayır namaz içinde de söylerdi. Bunu sadece bu surede mi? Hayır Kur’an da diyalog isteyen tüm yerlerde Allah resulü rabbimizle konuşur gibi cevap verirdi. Demek ki Kur’an ı okumak, yani hakkını vererek okumak, Allah ile diyaloga girmektir. Rabbim Kur’an ı böyle okuyanlardan kılsın.


Ve ahiru davahüm enil hamdülillahi rabbil alemiyn

Çağrımız ve davamız Âlemlerin Rabbi olan Allah’a hamd’adır.

Tîn suresinin sonu.
Tîn suresini tolu olarak BURADA bulabilirsiniz.

İslamoğlu Tef. Ders. TÎN SURESİ (01-4) (193-C)a






Tin suresi 95. sure. Adını ilk ayetinden alıyor. İncir, veya incir ağacı manasına geliyor. Mekki bir sure, Buruç ile Kureyş suresi arasına yerleştirmiş meşhur nüzül tertipleri. Bu da yaklaşık 2. yılın sonu 3. yılın başına denk gelir peygamberliğin. Konusu ilk ayetlerinde; VetTiyni vezZeytûn,(1) Ve Tûri Siyniyne,(2) Ve hâzelBeledil'Emiyn (3)ilk üç ayetinde 4 unsur sayılır. İlk ikisi meyve bitki, ondan sonrakiler mekan. Onun içinde müfessirlerimizin otorite olanları burada aslında meyve olarak, bitki olarak sayılanların da mekana delalet ettiğini, bu dördünün de 4 ayrı mekana delalet ettiğini söylemişler ki bu surenin ilk üç ayetinin en güzel yorumu ve açıklaması da budur.

1. incir, incir ağacı çöl inciri manasına gelir. Tiyn. Hz. İbrahim’in vahiy mahalline delalet eder. Zaten bir Akdeniz bitkisidir incir ve en çok yetiştiği yerde peygamberlerin yoğun olarak geldiği bölgedir. Hz. Nuh ve Hz. Musa da aynı yerde peygamberlik yapmışlardır. Alternatif bir okuma ve yorum da Hamidullah hoca tarafından yapılır. Budanın vahiy aldığı veya ilham gelen ağaç incir ağacıdır. İncir ağacının altında otururken Buda, veya yatarken kendisine ilk vahiy veya ilk ilham gelir. Hatta bu da adını öyle alır. Çünkü budiy ağacı yaban inciri demektir. Dolayısıyla Muhammed Hamidullah üstadımız başka bazı otoritelere de dayanarak böyle bir yorum yapar ki yabana atılacak bir yorum olmasa gerek.

2. Zeytin, vezZeytûn zeytin dağı ki Hz. Süleyman mabedinin inşa edildiği mekanın ismi zeytin dağıdır. Bugün bile öyle anılır. Hz. İsa’ya vahiy inen yerdir, bölgedir aynı zamanda. Mübarek ve mukaddes bölge olarak anılır Kur’an da. Hz. İbrahim de orada vahiy almıştır.

3. Sina dağı, Hz. Musa’nın vahiy aldığı yerdir ki iki kez mübarek kılınmış bölgeyi de kapsar  ..fahla' na'leyk, inneke Bil vadil mukaddesi Tuva. (Tâha/12) ayakkabılarını çıkar, çünkü sen iki kez mukaddes kılınmış, iki kez kutsanmış Tuva, yani tıven, iki kez kutsanmış mukaddes vadidesin.

4. Emin belde, ResulAllah’ın vahiy aldığı bölge ki A. İmran/96. ayetinde oranın mübarek kılındığı ifade buyrulur. Yani bu dört yerde Kur’an da mübarek ve mukaddes kılınan yerler arasında zikredilir. Mübarek ve mukaddes kelimeleri bizzat anılarak zikredilir. Onun için aslında burada bizim şunu anlamamız gerekiyor; Bu 4 mekanı da mübarek ve mukaddes kılan şey kendisinden değildi. Mukaddesliği ve mübarekliği Allah verdi. Bunların bereketi de vahiydendi, buralarda vahiy indi, vahiy indiği toprağı, coğrafyayı, dağı bile mübarek kılarsa ey insan vahiy sana inince seni ne kılmaz manasına gelir. Çünkü şerefü-l mekan bil mekin. Mekanın şerefi orada temekkün eden şeyledir derler Araplar.

Dolayısıyla mekan kendi başına şerefli olmaz. Orada şerefli biri oturmuşsa mekan da şereflenir. Şerefli bir şey inmişse mekan da şereflenir. Ey insan vahiy senin yüreğine inerse sen de mübarek olursun, sen de mukaddes olursun manasına gelir. Şimdi tefsire geçebiliriz.




1-) VetTiyni vezZeytûni;

İncir'e ve Zeytin'e, (A.Hulusi)

1 -  Kasem olsun o Tîne ve o Zeytune, (Elmalı)


VetTiyni vezZeytûn İncir şahit olsun, incir diyarı şahit olsun. İbrahim’e vahyin indiği mekan şahit olsun, Nuh’a vahyin indiği mekan şahit olsun. vezZeytûn ve zeytin şahit olsun. Yani zeytin dağı şahit olsun, İsa’ya vahyin indiği mekan şahit olsun. Yine İbrahim’e vahyin indiği mekan şahit olsun. Veya incir ve zeytin şahit olsun. Eğer 4. ayetle birlikte alırsak insanın yaratılışı ile birlikte, bazıları bunu şöyle de anlamışlar; İncir çok çekirdekli, zeytin tek çekirdekli meyvedir dolayısıyla çok ve tek manasına gelir. Veyahut ta tek olan kadın yumurtası, çok olan erkek öz suyu, sperması, menizi manasına gelir şeklinde bir açıklama olmuşsa da biz bu bağlamda böyle bir açıklamayı tefsir sayamıyoruz maalesef.

[Ek bilgi; İncire, yemin ederim”; kalbin idrak ettiklerinden ibaret olup cüzilerden koparılmış külli anlamlara yemin ederim. Bu külli anlamların incire benzetilmesinin sebebi, maddi olmamaları, sırf manevi olup kendi cüzlerini kuşatmaları, nefsi güçlendirmeleri ve tıpkı çekirdeği olmayan incir gibi lezzetli olmalarıdır. İncirin çekirdeği yoktur; tamamı özdür ve taneleri kapsamaktadır. Tıpkı külliyatların kapsamında yer alan cüziyat gibi. İncir, hem gıda hem de meyve olarak bedeni besleyicidir.
“Zeytine yemin ederim.” Nefsin idrak ettiklerinden ibaret olan cüzi anlamlara yemin ederim. Bu cüzi anlamların zeytine benzetilmesinin nedeni de maddi olmaları, nefsi külli anlamları idrak etmeye hazırlayıcı etki göstermeleridir. Tıpkı çekirdeği bulunan, beslenme organlarını temizleyici olup iştah açıcı özelliğe sahip zeytin gibi.(İbn. Arabi-Te’vilat)]


2-) Ve Tûri Siyniyne;

Sîna Dağı'na; (A.Hulusi)

2 - Ve o Turi sînîne, (Elmalı)


Ve Tûri Siyniyn ulu Sina dağı şahit olsun. Dağ şahit olur mu diyeceksiniz, olur. Allah resulü bir dağa çıktığında iki rekat şahadet namazı kılardı şahit olsun diye ve Allah resulü bir dostu ziyarete gider gibi Uhud’u ziyarete giderdi hemen hemen her hafta. Hatta Sahabe bunu anlamamış ve sormuşlardı sebebini, Allah Resulü de Uhud’ün cebelün yuhibbune ve yuhibbu. Uhud dağdır ama o bizi sever, biz onu severiz demişti. Yani dağa dağ diye bakma ey insan, taşa taş diye bakma, toprağa toprak diye bakma. Şahittir, şahidindir ne yaptığına bak, onu şahit kılmaya bak. Biz, siz, insan bu dünyaya sahip olmaya değil şahit olmaya geldi mesajı var.


3-) Ve hâzelBeledil'Emiyn;

Şu emin beldeye ki, (A.Hulusi)

3 - Ve Bu beledi emîne, (Elmalı)


Ve hâzelBeledil'Emiyn ve bu emin belde şahit olsun hâzelBeledil'Emiyn Kur’an da 2 yerde gelir ve ikisinde de kesinlikle Mekke ve civarına delalet eder. Çünkü Hâze ile geldiğinde el beled mutlaka Mekke’ye delalet eder. Emin belde, neden? Çünkü Hz. İbrahim’in duasına mazhar oldu. Ya rabbi bu beldeyi beldeyi âmine kıl diye dua etti ve duası da kabul edildi. Onun için, emin belde olduğu için Kabe’nin içi putlarla dolu olduğu halde Ebrehe Kâbe’ye saldırdığında; Kâbe’nin rabbi Kâbe’yi korumuştu, emin beldeydi.

Emin belde olmasının ekmeğini en çok bu beldenin akidesine ihanet eden beldenin sakinleri yediler bu ekmeği. Ama ekmek yedikleri sofrayı da kirlettiler maalesef. Onun için onlara bu hatırlatılıyor. Siz bu emin beldenin ekmeğini yediniz, ekmeğini yediğiniz rabbinize ihanet ettiniz manası.


4-) Lekad halaknel'İnsane fiy ahseni takviym;

Gerçekten biz "İnsan"ı en güzel bir sûrette yarattık. (A.Hulusi)

4 - Ki biz insanı en güzel bir biçimde yarattık. (Elmalı)


Lekad halaknel'İnsane fiy ahseni takviym doğrusu biz insanı en güzel surette yarattık. Yani kıvamında yarattık tam olarak çevirmem gerekirse, en güzel kıvamda yarattık fiy ahseni takviym en güzel kıvamda, yani hani hanımlar derler ya kıvamında olmuş, kıvamı gelmiş. Kıvama gelmeden yoğurduğunuz hamuru eğer bir şey yapmaya kalkarsanız yapamazsınız. Kıvamı gelmemiş pastayı yedirmeye kalkarsanız olmaz, tadını alamazsınız, kabarmaz şu olmaz, bu olmaz. Onun için insanı kıvamında, en güzel kıvamda yarattı. Fakat kıvam sadece ve sadece hammaddenin en ideal olma halini temsil eder. Bir de onu son haline getirmek var ki;

[Ek bilgi; Yani, insan, içinde zulmet ve nurun birleştirilmesiyle, zıtların birleştirilip uyuşturulmasıyla dengeli bir şekilde yaratılmıştır. Böylece iki âlem arasında bir vasıta, ikisini kapsayan bir özellikte var edilmiştir. Yaratılışı düzgün, ahlakı ve sureti güzel kılınmıştır. Bunun anlamı, insanın en dengeli mizaca, en kâmil varlık türüne ve en üstün yaratılışa sahip kılındığıdır. (İbn. Arabi- Te’vilat)]

Devam ediyor b sayfasına geçiniz.
Tîn suresini tolu olarak BURADA bulabilirsiniz.

İslamoğlu Tef. Ders. İNŞİRÂH SURESİ (04-8) (193-B)b



a sayfasından devam

4-) Ve refa'nâ leke zikrek;

Senin zikrini (hatırladığın hakikatini yaşatarak) yüceltmedik mi? (A.Hulusi)

4 - Ve yükseltmedik mi senin zikrini. (Elmalı)


Ve refa'nâ leke zikrek ve senin şanını, namını, adını yüceltmedik mi.

Müfessirlerimiz farklı farklı yorumlamışlar. Adını Kur’an da anarak yüceltmedik mi manasına gelir diyenler olmuş. Geleceğini önceki kitaplarda da vahiylerde de müjdeleyerek yüceltmedik mi manasına geldiğini söyleyenler olmuş. Seni alemlere rahmet ederek yüceltmedik mi manasına geldiğini söyleyenler olmuş. Kur’an da Allah ile yan yana anarak, yani  bana itaat edin, Allah resulüne itaat edin, resule itaat edin ..etıy'ullahe ve etıy'urRasûl.. (Nisa/59) gibi. Allah’a itaat edin resule itaat edin gibi. Allah’ın; senin adını kendi adıyla birlikte anması Allah’ın yüceltmesi manasına gelir demişler. Yine burada peygamberlik vererek vahiy indirerek yüceltmedik mi manasına gelir demişler ki en doğrusu bu. Allah resulü Alemlere rahmet kılınmıştı. Alemler içerisinde onun adı göklerin neonlarıyla yazılmıştı. Onun içinde gerçekten de şanı yüceltmişti, yücelmişti. Namı yücelmişti. O dillere destan olmuştu.

Olmuştu değil hala oldu. Milyonlarca kadın ve erkeğin gönlünde uğruna ölünebilecek yer yüzünde kaç kişi var Allah aşkına. Allah birini yüceltirse ne olur. Bir şehri yüceltirse dağında ot bitmese de Mekke olur, insanlar göz yaşları içinde hasretle giderler. Allah bir yapıyı yüceltirse o yapı dünyanın en sıradan, en basit, en sade yapısı da olsa Kâbe gibi o insanların artık göz bebeği olur. Allah bir insanı yüceltirse AbdulMuttalib in yetimi iken bir çöl kasabasında kimsenin kendi halinde yaşayıp gitmesi durumunda kimsenin hatırlayamayacağı bir yetimi alır ve dillere destan eder, alemlere rahmet eder ve 1.400 yıl sonra dahi 100 milyonlarca kadın ve erkeğin gönlünde bir numara olur. İşte bu ayetlerin tezahürünü biz görüyoruz, yaşıyoruz.

[Ek bilgi; BİR ŞİİR
"Berk urdu Cemâlinde o ümmiyyi yetimin"
"En şaşaalı feyz-i hüdavendi hakimin"
"Bir ders-i edeb verdi ki, Ashab-ı zekâye"
"Hayret verir asar-ı fühuli hükemaye"
Muallim Naci]



5-) Feinne me'al 'usri yüsrâ;

Bu yüzdendir ki, kesinlikle zorlukla beraber bir kolaylık vardır. (A.Hulusi)

5 - Demek ki zorlukla beraber bir kolaylık var. (Elmalı)

(Müteakip ayetle birlikte)


6-) İnne me'al 'usri yüsrâ;

Evet, kesinlikle her zorlukla beraber bir kolaylık vardır. (A.Hulusi)

6 - Evet o zorlukla beraber bir kolaylık var. (Elmalı)


Feinne me'al 'usri yüsrâ,(5) İnne me'al 'usri yüsrâ o halde her zorlukla beraber bir kolaylık vardır. Evet evet, her zorlukla beraber bir kolaylık olmaya devam edecektir. Yani hayat sadece iniş değil, sadece düz değil aynı zamanda yokuşta. Hayat sadece sevinçten müteşekkil değil, hüzün de var. Hayat sadece tatlı değil acı da. Onun için zorluğu görüp de kolaylığı görmeyenler Allah’ın nimetine şükredemezler.

Nimetine şükretmesi için, hani bir önceki surede Ve emma Bi nı'meti Rabbike fe hadis (Duha/11) diyordu ya tahdisi nimet, imeti anmak için nimeti görmek lazım. Kaldı ki zorlukla kolaylık yan yana. Bakarsınız zorluğun içinde bir kolaylık var. Rabbimiz imtihanı verir, acıyı verir, ıstırabı verir, derdi verir, o derdin içinde bir de kolaylık paketler gönderir. Zorluk kapıdan içeri girerken kolaylığı kapının önünde bırakır. Eğer siz içeri girene değil de kapının önündekine de bakarsanız o zaman zorluğu görür sabreder, kolaylığı görür hamd edersiniz, şükredersiniz. Dolayısıyla hayat bu ikisinden müteşekkil.

Aslında bu ayetler bize hayatı öğretiyor. Ey Muhammed eğer Mekke de yaşadığın zorluklar olmasaydı Medine de aldıklarını hak etmiş olmazdın. Eğer Kureyş senin başına ödül koymamış olsaydı sen Medine de medeniyeti kurmaya kalkamazdın. Eğer Allah anneni, babanı, yaslandığında dedeni, yaslandığında Hatice’yi, yaslandığında Ebu Talib’i almamış olsaydı seni bizzat Allah terbiye etmezdi. Dolayısıyla her zorlukla beraber bir kolaylık nasıl var bak.

Hepimiz için geçerli değil mi? Aslında biz bütünü görmüyoruz, parçayı görüyoruz. Parçanın içinde kötü duran bütünün içinde çok güzel durabilir. Makro bütün de mükemmel durabilir. Eğer Allah’ın bak dediği yerden görseydik, baksaydık nice kötü gördüğümüz şeyler içindeki güzelliği görecek, nice zorluk saydığımız şeylerin içinde ki kolaylığı görecektik. Aslında Kur’an bir yasayı haber veriyor.

[Ek bilgi; “Elbette zorluğun yanında” halk yüzünden Hak’tan perdelenme şeklindeki ilk zorluğun yanında “bir kolaylık vardır.” Hem de ne kolaylık: Zatın keşfi ve velayet makamı… “Gerçekten zorlukla beraber” Hak aracılığıyla halktan perdelenme şeklindeki zorlukla beraber “bir kolaylık vardır.” hem de ne kolaylık: Göğsün bağışlanmış Hakkani varlıkla açılıp genişlemesi ve Nübüvvet makamı. (M.İbn Arabi-Te’vilât)]

[Ek bilgi-2; İbn Abbas şöyle demektedir: "Cenâb-ı Hak adeta, bu ayette   "iki   kolaylık  arasında  bir  zorluğu  yarattım. Binâenaleyh, bu demektir ki, bir zorluk, kesinlikle iki kolaylığa galib gelemez" demek istemiştir. Mukatil de, Hz. Peygamber (s.a.s)'in,
"Bir zorluk, kesinlikle iki kolaylığı yenemeyecek." dediğini ve bu ayeti okuduğunu rivayet etmiştir.
Ayetteki "iki kolaylık" ile, dünya kolaylığı, yani beldelerin kolayca fethedilişi ile ahiret kolaylığı, yani cennet mükafatının elde edilişi kastedilmiştir. Delili ise, Cenâb-ı Hakk'ın,
"De ki: "Sizler, bizim için en güzel iki şeyden birisini bekleyip duruyorsunuz..." (Tevbe, 9/52) ayetidir ki, bu "en güzel iki şey" de, zaferler kazanmanın güzelliği ile, (ölüm halinde) cennet mükafatının elde edilmesidir.
O halde, Hz. Peygamber (s.a.s)'in, "Bir zorluk, kesinlikle iki kolaylığı yenemeyecek." ifadesinden kastedilen işte budur.
…Soru; Kolaylık zorlukla birlikte olamaz. Çünkü bunlar, iki zıt şeydirler. Binâenaleyh, birarada bulunamazlar!
Cevap: Zorluktan sonra kolaylığın meydana gelişi, kısa bir zaman içinde olacağı için, bu kesin addedilmiş, dolayısıyla da, adeta "kolaylık"la birlikte imişcesine kabul edilmiştir. (F. Razi-Tefsir-i kebir)]


7-) Feizâ ferağte fensab;

(İşlerinden) kurtulunca, (esas işinle) yorul! (A.Hulusi)

7 - O halde boşaldın mı yine kalk yorul. (Elmalı)


Feizâ ferağte fensab şu halde zorluktan kurtulduğunda kolaylıktan nasibini iste, gözet. Fensab ı burada nasib olarak anlayan müfessirlerimize fakir de uydu. Dolayısıyla zorluktan kurtulduğunda kolaylıktan nasibini gözet, iste. Bir önceki ayetle bağlantılı olarak tercüme etmeyi daha uygun buldum, ama bunun en aygın alternatif tercümesi şöyle; O halde bir işle yorulunca başka bir işle dinlen. Bu da güzel bir tercüme, bu da güzel bir anlama. Çünkü İslam’da tatil yok, tebdil var. Atıl kalma yok. İnsan yorulduğunda yatarak değil, insan yorulduğunda iş değiştirerek dinlenmeli. Tabii ki uyku da dinlence, ama asıl onu söylemiyoruz. Uyku tatil değil aslında uyku ihtiyaç. Fakat boş durma zaten ta’dil atıl kalma, Arapça bir kelimedir. Onun için insan atıl kalmaz, cennette bile atalet yoktur kaldı ki dünyada olsun.

İnne ashâbel cennetil yevme fiy şüğulin fâkihun. (Yasin/55) orada insanlar sevdikleri işleri yapacaklar. Neyi seviyorlarsa sevdiğini sevdiği kadar yapacak. Yani orada da sevdiği bir meşguliyet vardır. Cennette bile atıl kalma, atalet, tembellik, boşluk yoksa dünyada nasıl olur. Dolayısıyla burada Feizâ ferağte fensab her iki mananın da bir çok derinliği var. Yani zorluktan kurtulduğunda kolaylıktan nasibini iste.

Ehlibeyt ekolüne müntesib bazı müfessirler fensab ı fensıb şeklinde okumuşlar ve yerine birini nasbet, yani yerine birini ata Halife olarak şeklinde anlamışlar ki bunun mezhebi bir okuma olduğunu söylememe sanırım gerek yok.


8-) Ve ila Rabbike ferğab;

Rabbini değerlendir! (A.Hulusi)

8 - Ve ancak rabbine rağbet et, hep ona doğrul. (Elmalı)


Ve ila Rabbike ferğab ve sadece rabbine rağbet et. yani İyyaKE na'budu VE iyyaKE nesta'iyn. (Fatiha/5) diyorsun ya fatiha da. Madem öyle diyorsun, yalnızca sana ibadet eder, kulluk eder ve yalnızca senden yardım dileriz, o zaman rabbine rağbet et, bu sözün içini doldur. Rabbin sana rağbet etti madem bu ayetlerde,ü işte bu surenin diğer ayetlerinde, yani rabbin seni desteklemekle, duha’yı da katalım buraya; yetim bulup seni gözetmekle, yoksul bulup seni kendi kendine yeter hale, kanaatli hale getirmekle, şaşırmış bulup seni doğru yöne yönlendirmekle rabbin sana rağbet etti. seni peygamber seçmekle rabbin sana rağbet etti. O zaman sen de rabbine rağbet et manasına gelir.

Rabbim rağbetimizi kendisine yöneltsin. Bir sonraki sure tiyn suresi.

İnşirâh suresinin sonu.
      İnşirah suresini toplu olarak BURADA bulabilirsiniz.