26 Şubat 2014 Çarşamba

İslamoğlu Tef. Ders. KALEM SURESİ (48-52)(180-A)c



b sayfasından devam

48-) Fasbir lihükmi Rabbike ve lâ tekûn kesahıbilHut* iz nâdâ ve huve mekzum;

Rabbinin hükmüne sabret ve balık sahibi (Yunus Nebi) gibi olma! Hani O, gamla dolu hâlde yönelmişti. (A.Hulusi)

48 - O halde sabret rabbinin hükmüne de sahibi Hut (Yunus) gibi olma, hani öfkeye boğulmuş da nida etmişti. (Elmalı)


Fasbir lihükmi Rabbike ve lâ tekûn kesahıbilHut rabbinin hükmüne sabret. Artık. Bütün bunların arkasından sözün özü şu ey peygamber. Ey muhatap, ey tüm zamanlarda ki vahyin muhatapları rabbinin hükmüne sabret. ve lâ tekûn kesahıbilHut büyük balık sahibi gibi olma. Kim o büyük balık sahibi? Hz. Yunus. Bir balığın karnına girerek cezalandırıldığı için, veya mükafatlandırıldığı için öyle denilmiş.

iz nâdâ ve huve mekzum şimdi onun kıssasından bir ayrıntıya girdi ayet. Hani o kendi kendine kahrederek yalvarıyordu. Mekzum; şöyle de anlaşılabilir; Mahkum bir halde veya kendi kendini levm eder bir halde. Veya öfkeli bir halde. Ama burada öfke çok iyi gitmiyor. Kur’an da başka yerlerde kullanılır orada genellikle öfkeye delalet eder. Kâzıym; kişinin kendi yanlışına duyduğu öfkeden dolayı içinin içini yemesi, içinin dolup taşması anlamına gelir. Aslında burada Hz. Peygamber inşa ediliyor. Allah resulü inşa ediliyor. Yani başın sıkışınca görevi terk etme deniliyor.

[Ek bilgi;KUR’AN A GÖRE YUNUS KISSASI.
1) Fakat o vakit iman edip de imanları kendilerine fayda vermiş bir kasaba olsaydı? Ancak Yunus'un kavmi iman ettikleri vakit, dünya hayatında o rezillik azabını üzerlerinden kaldırmış ve bir süre onları rahata kavuşturmuştuk. (Yûnus/98)
2) Zünnun'u (balık sahibi Yunus'u) da hatırla. Hani o, öfkelenerek gitmişti de, bizim kendisini hiçbir zaman sıkıştırmayacağımızı sanmıştı. Fakat sonunda karanlıklar içinde: "Senden başka ilâh yoktur, sen münezzehsin, Şüphesiz ben haksızlık edenlerden oldum" diye seslenmişti. (Enbiyâ/87)
3) Biz de duasını kabul ile icabet ettik, kendisini üzüntüden kurtardık. İşte biz iman edenleri böyle kurtarırız. (Enbiyâ/88)
4) “Şüphesiz Yunus da gönderilen peygamberlerdendir.
(Sâffât/139)
5) “Hani o dolu gemiye kaçmıştı. (Sâffât/140)
6) “(Gemidekilerle) kura çekmişti de kaybedenlerden olmuştu.”(Sâffât/141)
7) “Bunun üzerine kınanmış halde (denize atıldı ve) balık onu yuttu.”(Sâffât/142)
8) “Eğer tesbih edenlerden olmasaydı.” (Sâffât/143)
9) “(İnsanların) diriltilecekleri güne kadar onun karnında kalırdı.”(Sâffât/144)
10) “Biz de onu, hasta bir halde çıplak boş bir alana attık.”
(Sâffât/145)
11) “Üzerine kabak türünden bir ağaç bitirdik.” (Sâffât/146)
12) “Ve onu yüz bin (kişiy)e hatta daha fazlasına Nebi olarak gönderdik.” (Sâffât/147)
13) “Sonunda iman ettiler. Biz de onları belli bir süreye kadar (dünya nimetlerinden) yararlandırdık.” (Sâffât/148)]

11 – 2 RAB bir gün Amittay oğlu Yunus’a, “Kalk, Ninova’ya, o büyük kente git ve halkı uyar” diye seslendi, “Çünkü kötülükleri önüme kadar yükseldi.”
3 - Ne var ki, Yunus RAB’bin huzurundan Tarşiş’e kaçmaya kalkıştı. Yafa’ya inip Tarşiş’e giden bir gemi buldu. Ücretini ödeyip gemiye bindi, RAB’den uzaklaşmak için Tarşiş’e doğru yola çıktı.
5 - Gemiciler korkuya kapıldı, her biri kendi ilahına yalvarmaya başladı. Gemiyi hafifletmek için yükleri denize attılar. Yunus ise teknenin ambarına inmiş, yatıp derin bir uykuya dalmıştı.
6 - Gemi kaptanı Yunus’un yanına gidip, “Hey! Nasıl uyursun sen?” dedi, “Kalk, tanrına yalvar, belki halimizi görür de yok olmayız.”
7 - Sonra denizciler birbirlerine, “Gelin, kura çekelim” dediler, “Bakalım, bu bela kimin yüzünden başımıza geldi.” Kura çektiler, kura Yunus’a düştü.
8 - Bunun üzerine Yunus’a, “Söyle bize!” dediler, “Bu bela kimin yüzünden başımıza geldi? Ne iş yapıyorsun sen, nereden geliyorsun, nerelisin, hangi halka mensupsun?”
9 - Yunus, “İbrani’yim” diye karşılık verdi, “Denizi ve karayı yaratan Göklerin Tanrısı RAB’be taparım.”
10 - Denizciler bu yanıt karşısında dehşete düştüler. “Neden yaptın bunu?” diye sordular. Yunus’un RAB’den uzaklaşmak için kaçtığını biliyorlardı. Daha önce onlara anlatmıştı.
11 - Deniz gittikçe kuduruyordu. Yunus’a, “Denizin dinmesi için sana ne yapalım?” diye sordular.
12 - Yunus, “Beni kaldırıp denize atın” diye yanıtladı, “O zaman sular durulur. Çünkü biliyorum, bu şiddetli fırtınaya benim yüzümden yakalandınız.”
15 - Sonra Yunus’u kaldırıp denize attılar, kuduran deniz sakinleşti.
17 - Bu arada RAB Yunus’u yutacak büyük bir balık sağladı. Yunus üç gün üç gece bu balığın karnında kaldı.
Yunus 2
10 - RAB balığa buyruk verdi ve balık Yunus’u karaya kustu.]



49-) Levlâ en tedarekehu nı'metun min Rabbihi lenübize Bil 'arai ve hüve mezmum;

Eğer Ona Rabbinden bir nimet erişmemiş olsaydı, aşağılanmış hâlde çıplak araziye atılırdı! (A.Hulusi)

49 - Rabbinden bir nimet yetişmiş olmasa idi ona, elbette o fazaya fena bir halde atılacaktı. (Elmalı)


Levlâ en tedarekehu nı'metun min Rabbihi lenübize Bil 'arai ve hüve mezmum eğer rabbinin nimeti onun imdadına yetişmemiş olsaydı, Yunusun imdadına yetişmemiş olsaydı and olsun ki aşağılanmış bir halde ıssız bir sahile atılıp gitmiş olurdu. Eğer rabbinin imdadı, rabbinin yardımı onun imdadına yetişmemiş olsaydı.


50-) Fectebahu Rabbuhu fece'alehu minessalihıyn;

Rabbi Onu seçti de Onu sâlihlerden (hakikati yaşayanlardan) kıldı. (A.Hulusi)

50 - Fakat rabbi onu ıstıfa buyurdu da salihînden kıldı. (Elmalı)


Fectebahu Rabbuhu fece'alehu minessalihıyn fakat mutlu sonla bitti hadise. Ne oldu? Hz. Yunus uzun bir davet sürecinin altından Ninova’lıları ikna edemedi, veya Ninova’lılar inkarda ısrar ettiler. Ha. Yunus’ta Ninova’yı terk etti ve kaçtı. İz ebeka ilel fülkil meşhun. (Saffat/140) diyor Kur’an. Kaçak bir köle gibi dolu bir gemiye kaçtı. Kur’an ın ifadesi. Ama rabbimiz tabii ki bundan hoşnut olmadı ve Allah’ın resulü olmasına rağmen ona ders verdi. İşte bu dersin ardından rabbi onu seçti diyor ve iyiler arasına kattı. Demek ki ikinci bir seçim var ve rabbimizin affı var.


51-) Ve in yekâdülleziyne keferû leyuzlikuneke Biebsârihim lemmâ semi'uzZikre ve yekulûne innehû lemecnûn;

Muhakkak ki o hakikat bilgisini inkâr edenler, Zikri (hakikatlerini hatırlatıcıyı) işittiklerinde az kalsın bakışlarıyla seni devireceklerdi! "Muhakkak ki O, bir cin etkisi altındadır" diyorlardı. (A.Hulusi)

51 - Ve gerçek o küfür edenler o zikri işittikleri vakıt az daha seni gözleriyle kaydıracaklardı, bir de durmuşlar o her halde bir mecnun diyorlar.


Ve in yekâdülleziyne keferû leyuzlikuneke Biebsârihim lemmâ semi'uzZikre ve yekulûne innehû lemecnûn imdi surenin sonuna geldik ama berceste ayette burada geldi. Bu kafirler bu ilahi öğüdü, yani bu vahyi Kur’an ı duydukları zaman sanki seni gözleriyle devireceklermiş gibi baksalar ve kesinlikle ve yekulûne innehû lemecnûn kesinlikle o cinlenmiştir, ona cinler musallat olmuş deseler de, (sen fahvel hitab, sözün geliminden bunu anlıyoruz) sen yine de sabret. O yukarıda ki Fasbir lihükmi Rabbik (48) yani deseler de sen sabret. Ama ayeti kerime içinde ki leyuzlikuneke Biebsârihim sanki seni gözleriyle devirivereceklermiş gibi. Bakışlarıyla öldüreceklermiş gibi. Demek ki böyle bakıyorlardı. Eğer bakışlarında öldürücü bir etki olsaydı Allah resulünü bakışlarıyla öldürmek isteyeceklerdi. Küfrün her çağda ki imana bakışı demek ki böyle.

Aslında bu sadece zaman içerisinde bir şeyi vermiyor, tüm çağlarda ki iman – küfür mücadelesini veriyor başka bir şey değil. Ve sure şu ayetle bitiyor;


52-) Ve mâ huve illâ zikrun lil'âlemiyn;

Oysa O, insanlar için sadece bir Zikir'dir (hakikatlerini hatırlatıcıdır)! (A.Hulusi)

52 - Halbuki o halis bir zikirdir bütün ukalâ âlemleri için. (Elmalı)


Ve mâ huve illâ zikrun lil'âlemiyn iyi de seni bakışlarıyla öldürmeye kalktıkları bu Kur’an, yani sen Kur’an okuyorsun diye, sen elçi oldun diye elçiye zeval etmeye çalışıyorlar. Elçiyi öldürmeye çalışıyorlar. Oysa ki elçinin getirdiği bu Kur’an başka değil, sadece ve sadece tüm insanlığa; zikrun lil'âlemiyn tüm insanlığa Allah’ın bir öğüdüdür.

Aslında elçiye hakaret eden, elçiyi gönderen kapıya hakaret ediyor. Bütün insanlığa yönelik ilahi bir öğütten başka şey olmayan bu Kur’an a karşı çıkmakla Allah’a karşı çıkmış oluyorlar.

Evet dostlar çölün kıyısında 10.000 nüfuslu bir kasaba ve bir yetim. Bu kasabanın ortasında bir tek yetim. Bir avuç mü’min onun etrafında ve insanlığın şahit olduğu en büyük iman hamlesi başlıyor. Bir insandan ne çıkar? İsterseniz sorun. 1.400 yıl süren gönül imparatorluğunun şahidi bizleriz. 1.400 yıl sonranın şahitleriyiz. 1.5 milyarlık, her ne kadar öksüz, her ne kadar yetim, her ne kadar mazlum ve mağdur da olsa bir iman imparatorluğunun müntesipleriyiz. Ve İnşaAllah daha ne 1.500, 1.400 yılar bu iman imparatorluğu yer yüzü durdukça duracaktır.

Aslında bu ayetlerin indiği zaman gidip o zamanla bu zaman arasında şöyle bir kıyas yaptığınızda bu ayetlerin içinden konuşanın Allah olduğuna tüm hücreleriniz şahitlik yapmıyor mu? Vallahi yapması gerek. Bunlar Allah’ın sözünden başkası olamaz. Çünkü biz bu ayetlerin indirildiği zamandan tam 1.400 küsur yıl sonra bu ayetlerin nasıl gerçekleştiğinin canlı şahitleriyiz. Rabbim bizi de şahitler arasına yazsın.

“Ve ahiru davahüm enil hamdülillahi rabbil alemiyn”

Çağrımız ve davamız Âlemlerin Rabbi olan Allah’a hamd’adır.

Kalem suresi (34-52) bölümünün sonu.
Kalem suresi (34-52) bölümünü toplu olarak BURADA bulabilirsiniz.

25 Şubat 2014 Salı

İslamoğlu Tef. Ders. KALEM SURESİ (40-47)(180-A)b



a sayfasından devam.

40-) Selhüm eyyuhüm Bizâlike za'ıym;

Sor onlara: Onların hangisi böyle bir şeye kefildir? (A.Hulusi)

40 - Sor bakalım onlara içlerinde ona kefîl hangisi? (Elmalı)



Selhüm eyyuhüm Bizâlike za'ıym sor onlara, sor bakalım buna hangisi kefil olacak. Za’ıym aslında lider manasına, önder manasına, komutan manasına gelir. Ama burada bu bağlamda kefil manasına almamız doğru. Sor bakalım buna hangisi kefil olacak.


41-) Em lehüm şurekâ'u, felye'tu Bişürekâihim in kânu sadikıyn;

Yoksa onların bize eş koştukları ortakları mı var? Eğer sözlerine sadıklarsa getirsinler ortaklarını! (A.Hulusi)

41 - Yoksa onların şerikleri mi var? O halde şeriklerini getirsinler, sadık iseler, (Elmalı)

Em lehüm şurekâ' yoksa Allah katında onları destekleyen ortaklar mı var. Bu ortaklar öyle bir yerde gelmiş ki hem kafirlerin ortakları, hem de Allah’ın ortakları (Haşa) Yani Allah’ın ortakları var da onlar onunla iş mi tuttu, işbirliğine mi girişti. Veya onlarla ortaklık yapan birileri var da Allah üzerinde söz sahibi mi (haşa). Ama 1. mana daha önemli, çünkü vakıaya daha uygun. İlk muhatap olan inkarcı kafirler, müşrikler, melekleri Allah’ın haremi olarak niteliyorlardı. Allah’ın haremi olarak niteleyince Allah üzerinde söz sahibi olduklarını düşünüyorlar. Hatta yazı biriyle, kışı biriyle geçirdiğini söylüyorlardı. Onun için Lât, Uzza, Menat onlar için Allah’ın haremi anlamına geldiğini Kitab-ül Esnam’dan öğreniyoruz.

felye'tu Bişürekâihim in kânu sadikıyn O zaman haydi ortaklarını getirsinler bakalım eğer doğru söylüyorlarsa. O iddia ettikleri ortaklar gelsin de onları Allah’ın elinden kurtarsın. Zımnen bu manaya geliyor. Yani Allah’tan rol çalmaya kalkan herkes. Sadece bu ayetin ilk muhatabı olan müşrikler değil, Allah’a ait bir mükemmelliği başkasına yakıştıran herkes, bugün veya dün, veya yarın, nerede yaşıyor, ne zaman yaşıyor olursa olsun. Hatta kendine hangi ismi veriyor olursa olsun bu fark etmez. Allah’tan rol çalmaya kalkıyor. Herhangi bir mükemmelliği Allah’tan başkasına yakıştırıyorsa o bu kapsama girer.


42-) Yevme yükşefü 'an sakın ve yud'avne iles sucûdi fela yestetıy'un;

Hakikatin açığa çıkıp, Allâh'tan ayrı vücud verdikleri benliklerinin yokluğunu itirafa (secdeye) davet edildikleri süreçte, bunun gereğini yerine getiremeyeceklerdir! (A.Hulusi)

42 - O gün ki saktan bir keşif olunur ve secdeye davet edilirler o vakit güçleri yetmez. (Elmalı)


Yevme yükşefü 'an sakın ve yud'avne iles sucûdi fela yestetıy'un bacaktan açıldığı o gün ve secdeye davet edildikleri o gün fela yestetıy'un asla secde etmeye güçleri yetmez. Yani belleri eğilmez, secde edemezler.

Dikkat buyurursanız yükşefü 'an sakın ı aynen çevirdim. Bacaktan açıldığı. Oysa bu Arap dilinde mecazi bir ifade. Yani deyimsel bir ifade. İbadetsiz geçen bir ömre atıf aslında. Dizde derman kalmadığı gün şeklinde anlayabiliriz bunu. Çünkü bacaktan açılması, dizde derman kalmadığı manasına gelebilir.

Yine bunu mecazen güç ve kuvvetin tükendiği gün. Artık derman kalmamış. Yine ahirete atıfla paçaların tutuştuğu gün de diyebiliriz. yükşefü 'an sak, bacaktan açıldığı. Ne demek bu? Aslında o bacağın sahibi telaş içinde. Öyle bir telaş içinde ki dizinde derman kalmayacak kadar telaşlı.

Bu neyin ifadesi? Ahirette işte bu durumda olan, yani Allah’tan başkasına ilahlık yakıştıran birinin zor durumunu gösteren deyimsel bir ifade. Ve diyor ki secdeye davet olunacaklar, fakat secde etmeye güçleri yetmeyecek fela yestetıy'un bunu beceremeyecekler. Neden? Çünkü dünya da secde etmediler. Dünya da secde etmeyince ahirette beceremeyecekler, zaten bir sonraki ayet bunu ima ediyor.


43-) Haşi'aten ebsaruhüm terhekuhüm zilletun, ve kad kânu yud'avne ilessucûdi ve hüm salimun;

Gözleri dehşetten önlerine eğik, zillet hâlinde! Oysa onlar akılları başlarında dünyada iken secdeye davet olunuyorlardı. (A.Hulusi)

43 - Gözleri düşmüş, kendilerini bir zillet sarmış bulunur, halbuki o secdeye onlar sağ sâlim iken davet olunuyorlardı. (Elmalı)


Haşi'aten ebsaruhüm bakışları gerçeğin dehşetinden yere düşmüştür, bakışları baygındır, bitmiş bir bakış. Haşi'aten ebsaruhüm bakışları bitmiştir artık. Yani öyle yılgın, öyle bezgindirler ki terhekuhüm zille kendilerini bir zillet kuşatmıştır. Tam bir bitmişlik görüntüsü. Ahirette artık dönüş yok. Kime gitse yüzüne kapılar kapanıyor. Annesinden, babasından, eşinden, oğlundan, kızından, kardeşinden, akrabasından, hempalarından, taraftarlarından, kabilesinden, kavminden hiç kimseden hiç kimseye fayda yok. Kur’an ın dediği gibi; Yevme yefirrulmer'u min ahıyh , Ve ümmihi ve ebiyh , Ve sahıbetihi ve beniyh (‘Abese/34-35-36) ilâ ahir..! o gün herkes birbirinden kaçacak, en yakınlar bile. İşte öyle bir günü tasvir ediyor bu ayetler.

ve kad kânu yud'avne ilessucûdi ve hüm salimun işte o cümle geldi; Zira onlar becerebilecekleri bir haldeyken secde etmeye çağrılmışlardı da reddetmişlerdi. Yani dünyada Allah’a boyun eğmediler, ahirette boyunları eğilmeyecek, adeta oklava yutmuş gibi. Dünyada Allah’ın huzurunda secdeye kapananlar, ahirette belli olacak. Yani bir tür antrenmanlı olacaklar. Kabaca böyle anlayabiliriz.


44-) Fezerniy ve men yükezzibu Bi hazelhadiys* senestedricuhüm min haysü lâ ya'lemun;

(Rasûlüm) artık beni ve bu olayı yalanlayanı (başbaşa) bırak! Onları hiç bilmedikleri yönden aşama aşama helâka götüreceğiz! (A.Hulusi)

44 - Gözleri düşmüş, kendilerini bir zillet sarmış bulunur, halbuki o secdeye onlar sağ sâlim iken davet olunuyorlardı. (Elmalı)


Fezerniy ve men yükezzibu Bi hazelhadiys benimle bu sözü, bu kelamı, yani bu Kur’an ı yalanlayan kimseyi baş başa bırak. Veya hadiseyi yalanlayan kimseyi de diyebiliriz, öyle çevirebiliriz. Çünkü Hadiys mecazen hadiseyi haber veren söz, ama hakikaten sözün haber verdiği olay demektir, hadise demektir. Onun için hadise denilmiştir zaten. Olaydan yola çıkarak, olayı aktaran söz.

senestedricuhüm min haysü lâ ya'lemun onları biz hiç bilmedikleri, hiç tahmin etmedikleri, hiç düşünmedikleri yerden azar azar eksilteceğiz, bitireceğiz. Böyle anlamak sanırım daha doğru. Rabbimiz ağır tehditte bulunuyor. Onları hiç hesap etmedikleri, hiç bilmedikleri bir noktadan bitireceğiz diyor azar azar.

45-) Ve ümliy lehüm* inne keydiy metiyn;

Mühlet veririm onlara... Muhakkak ki benim tuzağım çok sağlamdır! (A.Hulusi)

45 - O halde bana bırak bu sözü tekzip edenleri, biz onları istidrac ile çıkarır, bilemeyecekleri cihetten yuvarlarız. (Elmalı)


Ve ümliy lehüm onlara imkan ve zaman tanırım. Önce bunu yaparım. Yani onlara mühlet veririm, imkan veririm. .. emhilhüm ruveyda (Târık/17) diyordu ya, bir parça daha mühlet ver. Onlara zaman tanırım, imkan tanırım. Ama sonsuzca değil, ama sınırsızca değil. Aslında Allah’ın günahkâra ve kâfire zaman tanımasının anlamı nedir? Günahının daha da artması ve artık dışına çıkamaz bir biçimde çamura gömülmesidir başka bir şey değil.

Ve ümliy lehüm* inne keydiy metiyn fakat şüphe yok ki benim düzenim pek şiddetlidir. Keydiy; ince ve hassas tasarlanmış cezam manasına gelir. Pek şiddetlidir. O zaman nasıl anlayacağız değerli Kur’an dostları. Allah bir insanın, bir kâfirin, bir müşrikin, yoldan sapmış ve azmış birinin ömrüne ömür katıyor, servetine servet katıyor, her elini attığı eline geliyor ve dünyada dişi dahi ağrımıyor. Elini sıcak sudan soğuk suya vurmuyorsa bu onun lehine değil aleyhinedir. Allah onun azgınlığını artırıyor demektir. Tabii ki azgınlığını artıran Allah değil, fakat o nimeti önünde gördükçe azıyor. Onun için bu bir keyd oluyor. Allah’ın ince ve hassas planı.

O halde değerli dostlar; Ya rabbi hayırlısını ver demek mü’minin şiarı olmalı. Yani ille de şunu ver değil, ama hayırlısını ver. Bizim parçada güzel gördüğümüz bazen bütünde çirkin görünebilir. Onun için parçayı görüyoruz biz bütünü değil. Bütünü gören Allah’tır. Parçayı görene düşen bütünü gören Allah’a teslim olmaktır. Teslim olan kurtulur.


46-) Em tes'eluhüm ecren fehüm min mağremin müskalun;

Yoksa onlardan bir karşılık istiyorsun da, onlar borçtan ağır bir yük altına mı girmişler? (A.Hulusi)

46 - Yoksa sen onlardan bir ücret istiyorsun damı cereme vermekten ezilmişler? (Elmalı)


Em tes'eluhüm ecren fehüm min mağremin müskalun yoksa sen onlardan bir ücret istedin de, onlar altında ezilecekleri bir borçtan mı kaçınıyorlar. Yani sen onlardan bir ücret istedin yaptıklarına karşılık,, peygamberliğine karşılık şunu verin dedin, onlar da altında ezilecekleri bir borçtan mı kaçınıyorlar. Sen onları minnet altına almıyorsun ki. Senin söylediğin şu; ..lâ es'elüküm aleyhi ecren.. (Şurâ/23) ben sizden herhangi bir ücret istemiyorum. Zaten Allah öğretti bunu tüm peygamberlere. Bunu diyerek geliyorlar. in ecriye illâ alAllâh. (Sebe’/47) benim ücretim, benim yaptığımın karşılığı Allah’a aittir diyorlar. Dolayısıyla bu da yok.


47-) Em 'ındehümülğaybu fehüm yektubûn;

Yoksa gayb (algılanmayanlar) onların indînde de, onlar mı yazıyorlar? (A.Hulusi)

47 - Yoksa gayb yanlarında da onlar mı yazıyorlar? (Elmalı)


Em 'ındehümülğaybu fehüm yektubûn yoksa gayb onların katında da onlar mı yazıyorlar, yani gaybı onlar mı yazıyorlar Allah değil de. Bu da değil. O halde ne? Buraya kadar inkarcı bir aklın içine düştüğü tuzakları bir bir haber verdi, şimdi sure son pasaja girdi.

Devam ediyor c sayfasına geçiniz.
Kalem suresi (34-52) bölümünü toplu olarak BURADA bulabilirsiniz.

24 Şubat 2014 Pazartesi

İslamoğlu Tef. Ders. KALEM SURESİ (34-39)(180-A)a






El Hamdu Lillahi Rabbil'Alemiyn Vesselatü Vesselâmü alâ Resulüna Muhammedin ve alâ alihi ve ashabihi ve etba’ıhi ecmaiyn. Rabbeneftah bil hayr, vahtim bil hayr, Rabbi yessir ve lâ tüassir, Rabbi temmim bil hayr. Allahümme amin..!

Değerli Kur’an dostları bugün 180. dersimize başlayacağız inşaAllah. Dile kolay, 10. yıla girmişiz, bu dersleri başından beri bu güne kadar rabbim şükürler olsun ki sürdürmeye izin verdi. Geldiğimiz noktaya getirtti. İnşaAllah bundan böyle de Hitamuhu misk olur, sonu misk gibi olur ve tamamlamayı nasip eder. Onun için rabbimden hayırlısıyla başlattığı gibi hayırlısıyla da tamamlatmasını niyaz ederek söze girdim.

Geçen dersimizde hatırlayacaksınız Kalem suresinin 33. ayeti de dahil tefsir etmeye çalışmıştık. Geçen dersimizde tefsirini işlediğimiz ayeti kerimeler hassaten Yemen kökenli bir kıssa, bir bahçe kıssasıyla, daha doğrusu bahçe sahiplerinin, ürün sahiplerinin Allah yokmuş gibi konuşmaları üzerine neyle karşılaştıklarını ve sonunda hatalarını anlayıp Allah’a yönelip cenneti buldukları kıssasını nakletmişti bize sure. Bizde o kıssayı tefsir etmiştik. Aslında bu meselimsi kıssa, Kur’an ın anlattığı ilk kıssalardan belki de ilk tam kıssa diyebiliriz, biri.

Şimdi o pasajın ardından 34. ayetle kalem suresinin tefsirine devam ediyoruz.


34-) İnne lilmüttekıyne 'ınde Rabbihim cennatin na'ıym;

Muhakkak ki korunmuş olanlar için, Rableri indînde Naîm cennetleri vardır. (A.Hulusi)

34 - Şüphesiz ki korunan muttakîler içindir rablerinin indinde Naîm Cennetleri. (Elmalı)


İnne lilmüttekıyne 'ınde Rabbihim cennatin na'ıym hiç kuşkunuz olmasın ki muttakiler için, yani Allah’a karşı sorumluluğunun şuuruna varanlar için. Allah’a saygıda kusur etmeyen kimseler için rableri katında sonsuz nimet cennetleri vardır. Takva bu bağlamda paylaşma ahlakı manasına geliyor. Yani takvanın çok geniş bir kapsama alanı olduğunu biliyoruz. Takva aslında insanın Allah’ı gözeterek, daha doğrusu Allah kaygısıyla yaptığı her iş; Allah ne der, Allah razı olsun, Allah güzel görsün rabbim razı olsun diye insanın yaptığı her şey takvanın kapsamına girer.

Geçen ders işlediğimiz surenin bahçe sahibi kıssasını dikkate alacak olursak burada ki takva müşahhas olarak paylaşma ahlakı. Paylaşma ahlakı vahyin inşa ettiği ahlakın temel unsurlarından biri. Paylaşma ahlakına sahip olmak için servetin emanet olduğuna inanmak lazım. Servetin emanet olduğuna inanmayıp da servetin maliki olduğunu düşünen paylaşamaz. Paylaşamaz çünkü Allah’a güvenemez.

Paylaşmak için Allah’a güvenmek şart. Güven imanın ahlaki boyutu, yani imanın akidevi tarifi inanmak. Ahlaki tarifi güvenmek. Allah’a güvenmeden inanmak yarım iman olur. Güvenmiyorsak O’nun güvenini hak etmiyoruz demektir. Oysa ki O bize güvenmiş. O bize sonsuzca kredi açmış. O bize hiçbir şey ödemeden karşılıksız lûtfetmiş. Su sahip olduğum dediğimiz, sahibi olduğunu düşündüğümüz neyin bedelini ödedik. Biz O’na borçluyuz, hem de sonsuzca borçluyuz. Eğer bir anımızın borcunu ödemeye kalksak bir ömür yetmezdi. Bir ömrün borcunu ödemeye kalksak ne yetmezdi varın siz düşünün. Onun için din deyn kökünden gelir. Borç demektir. Dindarlık özü itibarıyla Allah’a kulun borçluluk bilincidir.

Peki borcumuzu ödeyebilir miyiz? Nerde..! borç borçla ödenir mi? Borcumuzu ödemek için alacağımız her ilave nefeste borç olmayacak mı. Her ilave hayat, her ilave vakit borç olmayacak mı o zaman rabbimizin bizden istediği şey şu; borçluluğunuzun bilincinde olun, inkar etmeyin yeter. Hatta bunu yaparsanız bırakın sizden borcunuzu ödemenizi istemesini, size ebedi saadeti verir. Biz bu müjdeleri alıyoruz buradan.


35-) Efenec'alülmüslimiyne kelmücrimiyn;

Teslim olmuşları, inkârcı suçlular gibi kılar mıyız hiç? (A.Hulusi)

35 - Ya artık, Müslimleri mücrimler gibi kılar mıyız? (Elmalı)


Efenec'alülmüslimiyne kelmücrimiyn ne yani şimdi biz kayıtsız şartsız teslim olan kimseyle, günahı ahlak haline getiren, yani mücrimleri bir tutar mıyız. Bir mi tutalım. Müslim-mücrim karşıtlığına dikkat. Demek ki kayıtsız şartsız teslim olan manasına gelen müslim’in bu bağlamda karşıtı, zıddı mücrim. O da kim? Kayıtsız şartsız teslim olmayan, ya Allah’a kayıtlı şartlı teslim olmaya kalkan, yani pazarlık yapan Allah ile, ya da hiç teslim olmayan. Aslında buradan yola çıkarak şöyle bir açılım yapabilir miyiz Günahtan kaçarak teslim olan Müslim, günah işlemek için teslim olmaktan kaçan mücrim. Demek ki değerli dostlar şunu anlıyoruz her günah Allah’tan kaçıştır. Yani Allah’tan uzaklaşmak. Her sevap Allah’a kaçıştır yani Allah’a yaklaşmak. Kurban da bu değil midir. Gurban, kurbiyyet, Allah’a yakın olmak onun için bu karşıtlık gerçekten Müslim – mücrim karşıtlığı ayette çok dikkat çekici.


36-) Ma leküm keyfe tahkümun;

Ne oluyor size! Nasıl hüküm veriyorsunuz? (A.Hulusi)

36 - Neniz var? Nasıl hüküm ediyorsunuz? (Elmalı)


Ma leküm sizin neyiniz var, ne oluyor size? Böyle bir insanı titreten bir soru önce. arkasından keyfe tahkümun nasıl hükmediyorsunuz. Nasıl bu sonuca varıyorsunuz. Yani nasıl mücrimle müslim’i. Allah’a teslim olanla, Allah’tan kaçanı. Veya günah işlemek için Allah’tan kaçanla, Allah’a teslim olduğu için günahtan kaçanı bir tutmamızı, aynı tutmamızı nasıl isteyebilirsiniz. Nasıl böyle hükmedebilirsiniz. Zımnen Ahireti olmayan bir hayatla ahireti olan bir hayat. Ahirete inanmayan birinin hayatı ile, ahirete inanan birinin hayatını bir tutmamızı nasıl istersiniz.

Aslında ben bu ayetten şunu da anladım. Nasıl kendinize amip muamelesi yaparsınız. Nasıl kendinize solucan muamelesi yaparsınız. keyfe tahkümun nasıl böyle hükmediyorsunuz derken, aslında ahirete inanmayan birinin, ki yukarıda -ki kıssayı dikkate alalım- Allah’a kaçmayıp Allah’tan kaçan biri olduğunu anlıyoruz. Niye çünkü öldükten sonra hesap vereceğine inanmıyor. İkinci bir dünya olduğuna inanmıyor. Tek dünyalı bir hayat yaşıyor. Çift dünyalı değil. Tek dünyalı olduğu içinde ne yapıyorsam burada yapıyor ediyorum diyor. O nedenle tek dünyalı bir zihin öyle çalışıyor. Paylaşmıyor tek dünyalı zihin niye paylaşsın? Paylaşınca eksileceğini düşünüyor. Çift dünyalı bir zihin paylaşır. Paylaşınca artacağını düşünür.

Hatta öyle ki rasyonel matematikle düşünmez, iman matematiğiyle düşünür. Rasyonel matematikte 40 tan bir çıkınca 39 kalır. İman matematiğinde 40 tan bir çıkınca 400 kalır. O böyle düşünür. Niye? Çünkü Allah bire on verir en az. ..aşru emsaliha. (En’am/60) Kur’an da ifade edildiği gibi. Bazen bire 70, bazen 1 e 700, yani bire sonsuz.  seb'a senabile fiy külli sünbületin mietü habbe (Bakara/261) her başağında 100 dane olan 7 başak gibi diyor Kur’an. Yani bir dane ekiyorsunuz, her başağında 100 dane olan 7 başak, 1 e 700. Bu 1 e sonsuz vereceğini gösteriyor. Aslında ahiretin Allah’ın cömertliğini gösterdiği açık.


37-) Em leküm Kitabun fiyhi tedrusun;

Yoksa sizin bir kitabınız var da ondan mı ders alıyorsunuz? (A.Hulusi)

37 - Yoksa size mahsus bir kitab var da onda şu dersi mi okuyorsunuz. (Elmalı)


Em leküm Kitabun fiyhi tedrusun yoksa bu konuda ders aldığınız size ait, size özel bir kitap mı var. Kitap Kur’an da, Kur’an ın nüzul sürecinde ilk geçtiği yer burası. 5 manada kullanılmış Kur’an ın genelinde. Kur’an manasında kullanılmış, Tevrat manasında kullanılmış, lev-hi mahfuz, hem vahiylerin kaynağı, hem de şu kainatın kanunlarının kaynağı anlamında, mahfuz levha. Bir bakıma ana bellek, santral memory diyebiliriz, o manada kullanılmış. Yine bir başka kullanım alanı ilahi yasa manasında kullanılmış ve 5. olarak ta ahiret sicili, yani karne anlamında kullanılmış. Kur’an da bu manalarda kullanılır kitap.

Bir şeyin yazılı tabiatı demektir aslında. Bir den fazla şeyi yan yana getirerek anlamlı bir bütün oluşturmaya kitap denir. Ketebe aslında yan yana getirmek, birleştirmek, parçaları bütün haline getirmek kökeninden türetilir. Onun için tersi de be te ke dir koparmak, ayırmak manasına gelir. Bu fiil Arap dilinde şeklinin tersi, mananın tersini veren fiillerdendir. Tıpkı se ba ha- ha be se gibi. Ke te be – be te ke. Şeklini ters çevireceksin fiilin, manasını da ters çevireceksin. Koparmak ayırmak onun için Anadolu da muskaya betik derler. Bütün bir kağıttan bir parça koparılarak yazıldığı için.


38-) İnne lekum fiyhi lema tehayyerun;

Ki ondaki keyfinize göre hükümler sizindir (zannınızca Sünnetullâh'a da tâbi değilsiniz)! (A.Hulusi)

38 - Siz âlemde her neyi ihtiyar ederseniz o her halde sizin olacak diye? (Elmalı)


İnne lekum fiyhi lema tehayyerun yani içeriği, muhtevası sizin verdiğiniz sipariş üzre hazırlanmış size özel bir kitap öyle mi? Yani istediğinizi seçeceksiniz, o manayı da verebiliriz lema tehayyerun. Yani sizin ihtiyarınıza kalmış. İçeriğinden istediğinizi alıp, istediğinizi bırakacağınız. Hoşunuza gideni alıp gitmeyeni bırakacağınız bir kitap. Bunları ondan mı öğreniyorsunuz. Yine devam ediyor;


39-) Em leküm eymanun 'aleyna baliğetun ila yevmilkıyameti inne leküm lema tahkümun;

Yoksa dilediğinizi yapabilirsiniz diye kıyamete kadar geçerli, bizden alınmış bir sözünüz mü var? (A.Hulusi)

39 - Yoksa size karşı üzerimizde Kıyamet gününe kadar sürecek yemînler, taahhütler mi var. (Elmalı)


Em leküm eymanun 'aleyna baliğetun ila yevmilkıyameti inne leküm lema tahkümun yoksa elinizde kıyamete kadar geçerli olup bizi bağlayan, yani Allah’ı bağlayan bir yemin var da onun için mi böyle bir hükme varıyorsunuz. Onun için mi bu sonuca varıyorsunuz. Daha doğrusu böyle düşünüyorsunuz. Yani elinizde Allah’ı bağlayan bir şey mi var. Allah’tan bir söz mü aldınız veya Allah üzerinde gücünüz, yaptırımınız mı var.(Haşa)

Aslında böyle düşünmek bu sonuca varıyormuş. Bu ayet bize bunu söylüyor. Bu ayet bize; siz Allah’a din mi dikte ediyorsunuz, siz Allah’a görüş mü dayatıyorsunuz. Yani Allah sizi inşa etmeyecek te haşa siz Allah’ı mı inşa etmeye kalkıyorsunuz. Allah’tan rol çalmaya kalkmaların tamamı bu manaya geliyor. Rabbimiz tarafından amellerimizin nasıl algılandığı çok önemli. Bunu da bize Kur’an öğretir.

Devam ediyor b sayfasına geçiniz.
Kalem suresi (34-52) bölümünü toplu olarak BURADA bulabilirsiniz.