31 Temmuz 2013 Çarşamba

İslamoğlu Tef. Ders. AHKAF (30 - 35) (159-1) C



        B sayfasından devam

        30-) Kalu ya kavmena inna semi'na Kitaben ünzile min ba'di Musa musaddıkan lima beyne yedeyhi yehdiy ilel Hakkı ve ila tariykın müstekıym;

Dediler ki: "Ey halkımız... Biz, Musa'dan sonra inzâl edilmiş, öncekileri tasdikleyen, Hakk'a ve sırat-ı müstakime yönlendiren bir Bilgi işitip dinledik." (A.Hulusi)

30 - Ey kavmimiz! dediler: haberiniz olsun: bizler bir kitab dinledik, Musâ’dan sonra indirilmiş önündekini tasdik ediyor, hakka ve bir doğru yola hidâyet eyliyor. (Elmalı)


Kalu ya kavmena Onlar, ey kavmimiz dediler inna semi'na Kitaben ünzile min ba'di Musa musaddıkan lima beyne yedeyh biz Musa’dan sonra indirilen ve kendisinden önceki bütün vahiyleri tasdik eden bir ilahi mesaj dinledik. Rivayetlerde bu cinlerin, ya da uzak varlıkların Yahudi, yani Musevi olmasının gerekçesi bu ayet, buna dayanıyor. Yani biz Musa’dan sonra ona gelen kitabı, vahyi de inkar etmeyen bir mesaj dinledik diyorlar. yehdiy ilel Hakkı ve ila tariykın müstekıym o kendisine uyanı hakikate ve dosdoğru bir yola yöneltiyor.


31-) Ya kavmena eciybu da'ıyAllâhi ve aminu Bihi yağfir leküm min zünubiküm ve yücirküm min azâbin eliym;

"Ey kavmimiz... DAÎALLÂH (Allâh davetçisine) (DAÎALLÂH; cinler O'nu DAÎALLÂH olarak görüp değerlendirmiştir, Rasûlullâh olarak değil. Postacı - elçi türü yaklaşımların temeli de bu kelimenin anlamına dayanır) icabet edin ve O'na iman edin ki, bazı günahlarınızı bağışlasın; sizi feci bir azaptan korusun." (A.Hulusi)

31 - Ey kavmimiz! Allahın davetçisine icâbet edin ve ona iman getirin ki bazı günahlarınıza mağfiret buyursun ve sizi elîm bir azaptan korusun. (Elmalı)


Ya kavmena ey kavmimiz, eciybu da'ıyAllâhi ve aminu Bihi yağfir leküm min zünubiküm ve yücirküm min azâbin eliym Allah’ın davetine icabet edin, Allah’ın davetine karşılık verin ve O’na iman edin ki günahlarınızın üzerini çizip sizi bağışlasın ve sizi acıklı bir azaptan kurtarsın.


32-) Ve men lâ yücib da'ıyAllâhi feleyse Bi mu'cizin fiyl Ardı ve leyse lehu min dûniHİ evliyâ'* ülaike fiy dalâlin mubiyn;

Kim Allâh davetçisine (DAÎALLÂH) icabet etmezse, (Allâh'ı) arzda âciz bırakamaz! O'nun dûnunda onun dostları da olmaz... İşte onlar apaçık bir sapma içindedirler. (A.Hulusi)

32 - Ve her kim Allahın davetçisine icâbet eylemezse Arzda âciz bırakacak değildir ve ona onun berisinden sahip olacak veliler de yoktur, öyleler açık bir dalâl içindedirler. (Elmalı)


Ve men lâ yücib da'ıyAllâhi feleyse Bi mu'cizin fiyl Ard ama kim de Allah’ın davetine karşılık vermez, Allah’ın davetine sırt çevirirse, icabet etmezse o da iyi bilsin ki asla O’nu yer yüzünde atlatmış olmaz. Yani O’nu atlatamaz. Allah’ı asla atlatamaz. ve leyse lehu min dûniHİ evliyâ' ve O’na, O’ndan başka hiç kimse, hiçbir dost yarar sağlamaz. Hiçbir dostun faydası olmaz. ülaike fiy dalâlin mubiyn böyleleri belirgin, açık bir sapıklığa gömülüp gitmişlerdir.


33-) Evelem yerav ennAllâhelleziy halekas Semavati vel Arda ve lem ya'ye Bi halkıhinne Bi Kadirin alâ en yuhyiyel mevta* bela inneHU alâ külli şey'in Kadiyr;

Görmediler mi ki, semâları ve arzı yaratmış ve onların yaratılışında zaafa düşmemiş olan Allâh, ölüleri diriltmeye de Kaadir'dir. Evet! Muhakkak ki O, her şeye Kaadir'dir. (A.Hulusi)

33 - Ya görmediler de mi ki o Gökleri ve Yeri yaratmış ve onları yaratmakla yorulmamış olan Allah ölüleri diriltmeğe muhakkak kâdirdir, evet, hiç şüphe yok ki o her şey'e kadirdir. (Elmalı)


Evelem yerav ennAllâhelleziy halekas Semavati vel Ard Onlar, şimdi geri başa döndü sure. Yani 17. ayette bıraktığı yere. Yeniden dirilişe inanmayan akla döndü. Konu asıl mecrasına kavuştu yani. Misalleri verdikten sonra ana konuya dönerek ilk muhataplar ve tüm çağlarda ki muhataplara der. Evelem yerav ennAllâhelleziy halekas Semavati vel Ard onlar Allah’ın gökleri ve yeri yarattığını görmezler mi.

ve lem ya'ye Bi halkıhinne Bi Kadirin alâ en yuhyiyel mevta bütün bunları yaratanın ölüye hayat vermeye muktedir olduğunu anlamazlar mı? Yani gökleri ve yeri yarattığına inanacaksınız, ama gökleri, yeri ve bu ikisi arasında kileri yaratanın onları tekrar katına alacağına, onlar için ölümü takdir edeceğine ve ölümü takdir ettiği için yeniden yaratacağına inanmayacaksınız. Yoktan yarattığına inanacaksınız da, var dan var ettiğine inanmayacaksınız, bu ne çelişki.

Bela yoo..! hayır, asla. Böyle yapmayın inneHU alâ külli şey'in Kadiyr elbet O her şeye güç yetirendir. Her şeye kadirdir. Yarattığına inanıp ta, yarattığı üzerinde tasarruf yaptığını inkar eden akıl, nasıl bir akıl. Akidesiyle çelişkiye düşmüş bir akıldır bu.


34-) Ve yevme yu'radulleziyne keferu alen nar* eleyse hazâ Bil Hakk* kalu bela ve Rabbina*kale fezûkul azâbe Bi ma küntüm tekfürun;

Hakikat bilgisini inkâr edenlerin Nâr'a arz olunacakları süreçte: "Bu Hak değil miymiş?" denir. Dediler ki: "Rabbimize yemin olsun ki evet!"... "O hâlde hakikat bilgisini inkâr etmeniz yüzünden (hadi) tadın azabı!" dedi. (A.Hulusi)

34 - Ve o küfredenler ateşe arz olunacağı gün: nasıl bu hak değil mi imiş! diye, evet, rabbimiz hakkı için diyecekler, buyuracak: «öyle ise haydin tadın azâbı, küfrede geldiğiniz için. (Elmalı)


Ve yevme yu'radulleziyne keferu alen nar* eleyse hazâ Bil Hakk* kalu bela ve Rabbina ve hakikati inkar eden kimselere ateşe takdim olunurken; Ne yani bu da mı gerçek değil denileceği gün onlara şöyle cevap verilecek. Yani kendilerine bu da mı gerçek değil denilenler, inkarcılar, yeniden dirilişi inkar edenler şöyle cevap verecekler. Rabbimize and olsun ki gerçekten de öyle imiş. Bu gerçekmiş. O hakikatmiş. Yeniden dirileceğimiz bir gerçekmiş de biz inkar edermişiz diyecekler.

kale fezûkul azâbe Bi ma küntüm tekfürun Allah buyuracak; Haydi, hakikati inkarınıza karşılık tadın malum azabı diyecek.

20. ayeti hatırlayalım, çok önemli, çok vurgu yapılması gereken bir ayet bu surenin 20. ayeti. ezhebtüm tayyibatiküm fiy hayatikümüd dünya vestemta'tüm Biha siz bu dünyanın güzelliklerini baştan sona tükettiniz. Vestemta’tüm Biha ve onları kısa vadeli tüketime elverişli bir hazza dönüştürdünüz. Oysa bu dünyanın güzelliklerini Allah size tohumluk diye vermişti. Ekesiniz, dikesiniz, sulayasınız, bakasınız ve ahirette ürününü alasınız diye. Fakat siz tohumu yediniz. Tohumu tükettiniz. Tohumu tüketime elverişli kıldınız, tek dünyalı davrandınız. Çift dünyalı davranmadınız. Tek dünyaya yatırım yaptınız. Her şey burada olsun bitsin dediniz. Tüm kâmı buradan alalım, tüm rahatı burada görelim, burayı cennet yapalım ve ahirete bir şey kalmasın dediniz. Sorumluluklarınızı inkar ettiniz. Bir gün yargılanacağınızı unuttunuz. Dolayısıyla madem tüketilecek kısa vadeli bir hazza dönüştürdünüz, en büyük ilahi kredi olan hayatı tükettiniz, şimdi tadacağınız tek lezzet kaldı geriye, azab. İşte bu. Onu tadın diyor.


35-) Fasbir kema sabere Ulül 'Azmi miner Rusuli ve lâ testa'cil lehüm* keennehüm yevme yeravne ma yu'adune lem yelbesû illâ sa'aten min nehar* belâğ* fehel yühlekü illel kavmül fasikun;

Rasûllerden Ulül Azm'ın sabrettiği gibi (sen de) sabret; onlar için acele etme! Tehdit edildikleri şeyi gördükleri (ölümü tattıkları) süreçte, sanki gündüzden bir saatten fazla (Dünya'da) kalmamış gibi olurlar! Belağ (bu yeterli bir tebliğdir)! İnancı bozuklar toplumundan başkası mı helâk edilecek!(A.Hulusi)

35 - Binâenaleyh ûlül'azim Peygamberlerin sabrettiği gibi sabret ve onlar hakkında ivedi etme, sanki onlar o vaad olundukları acıyı görecekleri gün gündüzün bir saatinden başka durmamışa döneceklerdir; kâfî bir tebliğ, demek ki ihlâk edilecek başka değil, ancak taatten çıkmış fasıklar güruhudur. (Elmalı)


Fasbir kema sabere Ulül 'Azmi miner Rusul bundan böyle ey muhatap sen, ilk muhataptan en son muhataba kadar herkes. Herkes üstüne alınsın bunu. Bundan böyle sen peygamberlerden kararlılık ve direnç sahibi olanların yaptığı gibi dirençle göğüs ger, sabret, diren, dik dur, esas duruşunu bozma, klas duruşunu bozma Allah’a karşı.

ve lâ testa'cil lehüm acele ile onların işinin bitirilmesini isteme. Hakkı tavsiye edenler önce kendilerine sonra başkalarına sabrı da tavsiye etmeliler. ve tevâsav Bil Hakkı ve tevâsav Bis Sabr; (‘Asr/3) dolayısıyla sabır hakkı tavsiyenin ayrılmaz bir parçası.

{Atlanan cümle; keennehüm yevme yeravne ma yu'adune lem yelbesû illâ sa'aten min Nehar.

Tehdit edildikleri şeyi gördükleri (ölümü tattıkları) süreçte, sanki gündüzden bir saatten fazla (Dünya'da) kalmamış gibi olurlar! (A. Hulusi-Meal)

Kuşkusuz dünyada kalış kısa bir süredir. Günün bir anı kadar. O çabuk geçecek bir hayattır, şu ahiretten önce yaşayacakları. Değersizdir de. Arkasında, nefislerde gündüzün bir saatinin bıraktığı izlenimden daha çok bir şey bırakmaz. Sonra kaçınılmaz sonuçla karşılaşacaklar ve orada sürekli kalacaklardır. Onlara verilen bu süre, helak ve acı azabın gerçekleşmesinden önce duyurunun sağlanması içindir. (Seyyid Kutub – Fızılal-ıl Kur’an)}

belâğ duyurumuz işte budur, tebligatımız işte budur, bildirimiz işte budur, manşetimiz işte budur. fehel yühlekü illel kavmül fasikun şu halde hiç sorumsuz davranan bir toplum dışında kalanlar helak edilir mi? Yani fasıkun’u sorumsuz davrananlar, takvanın zıddı olarak çeviriyorum, öyle görüyorum. Muttakinin zıddı, fasıkıyn. Allah’ı görür gibi yaşayanlar, Allah’a karşı sorumluluğunun bilincinde olanlar muttakiler, Allah’a karşı sorumluluğunun bilincinde olmayanlar ise fasıklar.

Rabbim bizi Muttakilerden kılsın.

Sadakallahul aziym.


        159-1. Ahkaf suresi son bölüm. 

        159-1 videoyu BURADA bulabilirsiniz   

30 Temmuz 2013 Salı

İslamoğlu Tef. Ders. AHKAF (25 - 29) (159-1) B



A sayfasından devam


25-) Tüdemmiru külle şey'in Bi emri Rabbiha feasbehu lâ yura illâ mesakinühüm* kezâlike neczil kavmel mücrimiyn;

(O rüzgâr) Rabbinin emriyle her şeyi helâk edip dumura uğratır! Nitekim öyle oldular ki, geride onların meskenlerinden başka bir şey kalmamıştı! Suçlular toplumuna yaptıklarının sonucunu böyle yaşatırız! (A.Hulusi)

25 - Rabbinin emriyle her şey'i tedmir eder, derken öyle oluverdiler ki meskenlerinden başka bir şey görünmez oldu, işte öyle mücrim bir kavme biz böyle ceza veririz. (Elmalı)


Tüdemmiru külle şey'in Bi emri Rabbiha rabbinin emri ile o felaket, o bulutun getirdiği korkunç kasırga her şeyi yerle bir etti, mahvetti, kökünü göğe getirdi. feasbehu lâ yura illâ mesakinühüm sonunda harap olmuş haneler dışında onlardan geriye hiçbir şey kalmadı. kezâlike neczil kavmel mücrimiyn işte biz günaha gömülüp giden bir toplumu böyle cezalandırırız, böyle helak ederiz.

Bu felaket kaynaklarımızda yer aldığı kadarıyla dehşet bir felaket olmuştu. İnsanları kumlar gibi göğe savurmuştu bu kasırga. Kumlar, kurşunlar gibi insanları vurmuştu. 8 gece 7 gün sürdüğünü söylüyor Kur’an. İnsanlar kütükler gibi sürüklenmiş, devrilmiş ve kaybolmuştu, ufalanmıştı, talaşa dönmüştü. Koca bir uygarlık kimi yerlerde 12. metreyi bulan bir kum denizinin altına gömülüp gitmişti. Bunu, bu y.y. da yapılan bölgede ki kazılardan anlıyoruz. O uygarlığa ait olduğu sanılan görkemli sütunlar 12 m ile 7 metrelik kum dağlarının, tepelerinin altında bulunmuştu. Hakka suresinin 6 ve 8. ayetleri arasında bu felaketin boyutları aktarılır.


26-) Ve lekad mekkennahüm fiyma in mekkennaküm fiyhi ve ce'alna lehüm sem'an ve ebsaren ve ef'ideten, fema ağnâ 'anhüm sem'uhüm ve lâ ebsaruhüm ve lâ ef'idetühüm min şey'in iz kânu yechadune Bi âyâtillâhi ve haka Bihim ma kânu Bihi yestehziun;

Andolsun ki, size vermediğimiz imkânları onlara verdik... Onlara kulaklar, gözler ve hakikati kavrayacak kalpler oluşturduk... Bile bile Allâh'ın işaretlerini inkâr etmeleri yüzünden; onların ne kulakları, ne gözleri ve ne de FUADLARı (Esmâ mânâ özelliklerini şuura yansıtıcılar - beyne kopyalanmış kalp nöronları) onlardan bir şey savmadı! Alay etmekte oldukları şey onları ihâta etti! (A.Hulusi)

26 - Yemîn ile söylerim: doğrusu biz onlara öyle şeyler vermiş idik ki size o kuvvet ve mükneti vermemişizdir, hem kendileri için kulak ve gözler, gönüller yapmış idik ki ne kulakları, ne gözleri, ne gönülleri kendilerine bir fayda vermedi, zira Allahın âyetlerini inkâr ediyorlardı, o istihza ettikleri şey de kendilerini kuşatıverdi. (Elmalı)


Ve lekad mekkennahüm fiyma in mekkennaküm fiyh doğrusu onlara orada; Ey muhataplar, ey şımarık Mekke’liler, ey son muhataplar arasında ki inkarcılar size bugün burada vermediğimiz kadar güç ve iktidar vermiştik. Yani onların iktidarı, onların refahı, onların gücü sizin gücünüzden çok daha fazla idi.

ve ce'alna lehüm sem'an ve ebsaren ve ef'ideten onların da işitme, görme ve akletme yeteneğiyle donatmıştık. Yani onlarında gözü vardı, kulağı vardı, kalbi vardı. fema ağnâ 'anhüm sem'uhüm ve lâ ebsaruhüm ve lâ ef'idetühüm min şey'i ne var ki ne işitme, ne görme, ne de akletme yetileri başlarından belayı savmaya yetmedi, başlarından belayı def etmedi. iz kânu yechadune Bi âyâtillâh çünkü onlar Allah’ın ayetlerini bile bile inkar etmişlerdi.

Bir sonraki surenin 2. ayetinde gelecek. Bir bilinci, bir aklı, bir tasavvuru vahiy inşa etmemişse o bilinç, o akıl, o tasavvur işitmez, görmez, duymaz, hissetmez. Çünkü insan gözü ile değil, bilinciyle görür. Gören göz değil, göz görmenin sadece aracıdır. Eğer akletmezse bu gözün 3 misli büyüklükte göz taşıyan mahlukat var. Onların 3 kat görmesi gerekirdi. Onun için akletmezse görmez, işitmez. Hakikati, işitmezse eğer görmez. Tıpkı ışık gibi. Işık yoksa göz işe yaramaz. Vahiy yoksa akıl işe yaramaz. Vahiy aklın ışığı, ışık gözün vahyi. Ses kulağın ışığıdır. Sesin kulağa nispeti neyse vahyin de akla nispeti odur. Kulak işitse bile ses yoksa, neyi işitecektir. Göz görüyor olsa bile ışık yıksa, o gözün kör olmasıyla görüyor olması arasında ki fark nedir.

Akıl da öyledir. Eğer yolunu bulamamışsa, eğer doğru bir kılavuz bulamamışsa, eğer doğru koordinatlara yerleşmemişse, doğru bir tasavvur onu yönlendirmemişse o zaman ışıksız göz gibi, aklı çalışsa dahi akıl doğru çalışmaz, iş yapmaz. İşte onun gibi. Tıpkı onun gibi, ki devamı zaten geliyor;

ve haka Bihim ma kânu Bihi yestehziun nihayet alay ettikleri şey onları çepeçevre kuşatıp mahvetti.


27-) Ve lekad ehlekna ma havleküm minel kura ve sarrefnel âyâti leallehüm yerci'un;

Andolsun ki şehirlerden etrafınızda olanları helâk ettik... Belki rücu ederler diye işaretleri çeşitli anlatım yolları ile tekrar tekrar açıkladık! (A.Hulusi)

27 - Celâlim hakkı için hakikaten etrafınızdaki memleketleri helâk etmişizdir, âyetleri tasrif de etmiştik, gerekti ki rücu' edeler. (Elmalı)


Ve lekad ehlekna ma havleküm minel kura doğrusu çevrenizdeki ülkelerden bir çoğunu da işte böyle yok etmiştik. Çevrenizdeki dediği vahyin ilk muhataplarının çevresinde ki ülkeler. Ki hemen kuzeyde Medain’i Salih gözlerinin önünde idi. Semud kavminin helak olduğu mekandan gelip giderlerdi. Akdeniz’le bölge arasındaki seyahat sırasında. Yine aynı seyahat sırasında yakınından geçtikleri bir başka helak bölgesi Lût kavminin helak olduğu bölge idi. Yani onlar, oralardaki helakin kokusunu hala alıyorlardı, biliyorlardı. Aralarında konuşuluyordu.

Fakat bilmek yetmiyor demek ki, görmek yetmiyor. İşte göremediler, bilemediler. Yani bilmeleri ve görmeleri ibret almaları için yetmedi. Bir üstte ki ayet belki bunu söylüyordu.

ve sarrefnel âyâti leallehüm yerci'un ama ondan önce belki vazgeçerler diye mesajlarımızı çok boyutlu olarak açıklamıştık. Yani helak etmeden. Ondan önce dediği bu. Helak etmeden onlara mesajlarımızı bütün boyutlarıyla açıkladık ki helak olmasınlar, mahvolmasınlar, biz helak etmek istemedik onları, kendi kendilerini helak ettiler. Helak olmasınlar diye verdiğimiz akılla yetinmedik. İrade verdik, onunla yetinmedik, peygamber gönderdik. Bir tane göndermedik çok gönderdik. Kitap gönderdik, bir tane göndermedik vahyi, çok gönderdik. Daha ne yapsaydık. Zımnen bu soru.

ve ma künna muazzibiyne hatta neb'ase Rasûla. (İsra/15) biz bir elçi göndermediğimiz sürece hiçbir topluma azab etmeyiz. Yani bu hem dünyevi felaketi, hem de uhrevi azabı kapsasa gerektir. Tabiat ayetleri ile uyardık onları, enfüs ayetleri ile uyardık, afak ayetleriyle uyardık. İnsan ayetiyle, olay ayetiyle ve olmadı vahiyle uyardık, yine uyanmadılar.


28-) Felevla nasarehümülleziynettehazû min dûnillâhi kurbanen aliheten, bel dallu anhüm* ve zâlike ifkühüm ve ma kânu yefterun;

Allâh dûnunda yaklaştırıcı olarak edindikleri tanrılar onlara yardım ettiler mi? Bilakis (edindikleri tanrılar) onlardan kaybolup gittiler! İşte bu (tanrı kabulleri) onların yalanı ve uydurageldikleri şeydir! (A.Hulusi)

28 - O vakit Allahın mâsivâsından yakınlık için ilâh ittihaz eyledikleri kimseler onları kurtarsalardı ya! Bilâkis onlardan savuşup yittiler gittiler, ki işte onların sapıtmalarının ve uydurup durdukları iftirâlarının hasılı budur. (Elmalı)


Felevla nasarehümülleziynettehazû min dûnillâhi kurbanen aliheten bari Allah dışında ilahlık yakıştırdıkları, kendilerini ona yakınlaştırsınlar, yardım etseler diye bel dallu anhüm ne gezer, onları tanımadılar bile. Yani kendilerine ilahlık yakıştırdıkları o varlıklar, kendisine ilahlık yakıştıran bu adamları tanımadılar bile. ve zâlike ifkühüm ve ma kânu yefterun bu onların kendi uydurdukları şeylerle kendilerini kandırmalarından başka bir şey değil. Sadece bunun bir sonucuydu.

Bir önceki surenin, casiye/7 ayetini tekrar hatırlatırım. Orada; effak vardı mübalağa vezni. Yalanda abartı. Yani yalanı hayat tarzı haline getirmek diye de çevirmiştim. İşte Effak; öyle bir yalan ki, kendi kendini dahi aldatıyor. Başkalarını aldatmak için söylediğiniz yalan, yalandır. Fakat o yalan döner sizi de aldatırsa effak olursunuz. İşte yalanın son sınırı budur. Yalanın en berbatı da budur. Kişinin kendisini aldattığı yalan. Şirk ve küfür, kişinin kendisini aldattığı korkunç bir yalan.


29-) Ve iz sarafnâ ileyke neferen minel cinni yestemi'unel Kur'ân* felemma hadaruhu kalu ensıtu* felemma kudıye vellev ila kavmihim münziriyn;

Hani cinden (insan gözünün görme alanı dışında kalan bir türden) bir grubu, Kurân'ı işitip dinlesinler diye sana yöneltmiştik... Ona hazır olduklarında dediler ki: "Susun!"... Hüküm yerine gelince de uyarıcılar olarak toplumlarına döndüler! (A.Hulusi)

29 - Bir de şu vaktı anlat ki: Cinlerden bir takımını Kur'an dinlemek üzere sana sevk etmiştik, bu suretle vaktâ ki ona hâzır oldular, susun dinleyin dediler, sonra bitirildiği vakit da döndüler, inzar etmek üzere kavimlerine gittiler. (Elmalı)


Ve iz sarafnâ ileyke neferen minel cinni yestemi'unel Kur'ân tabii bu pasajda efendimize teselli babından, ilk muhatapların inkarı, ısrarla geri durmaları, vahye sırt dönmeleri ve hatta işte Ad kavminin yaptığı gibi yapmaya kalkmaları ima edilmişti. Şimdi ise efendimize muhteşem bir teselli armağanı sunuluyor ve deniliyor ki; Bir zamanlar cinlerden bir grubu, Kur’an dinlemeleri için sana yönlendirmiştik, sana yöneltmiştik.

18. ayete atıf olduğunu hemen belirteyim bu surenin. Orada ins ve cinden bahsediliyordu. Cin; zıddı olan ins ile birlikte gelirse görünen, görünmeyen karşıtlığı oluşturur, bu manaya gelir genellikle. Burada tek gelmiş. İns karşıtıyla birlikte kullanılmamış. Tek geldiği zaman uzak varlıklar anlamını da taşır. Uzak varlıklar. Bu ayetler nüzul ortamının cin tasavvurunu ele alan Sebe’/12 ayetiyle birlikte anlaşılmalı. Onun ışığında anlaşılmalı. Burada Resulallah’a cinlerin, uzak varlıkların yönlendirilerek onun Kur’an ını, onun okuduğu vahyi dinledikleri ifade ediliyor.

felemma hadaruhu kalu ensıtun nihayet o ilahi kelama kavuşur kavuşmaz sükunetle dinleyin demişlerdi birbirlerine. felemma kudıye vellev ila kavmihim münziriyn okuma biter bitmez de kendi kavimlerini yanına uyarıcılar olarak dönmüşlerdi.

Olay ayrıntılarıyla hadis kaynaklarında yer alır. Fakat ayrıntılarına inildikçe farklı, hatta bazen birbiriyle çelişen rivayetlere rastlanır. Ama esasta özü itibarıyla olayın özeti şu:

Efendimiz son bir sığınak olsun için ölümüne sıkıştırıldığı ve artık suikast hazırlıkları yapılan Mekke’den Taif’e hareket etmişti. Taif’te malumunuz olduğu üzre, surenin girişinde de bahsettiğimiz gibi taşlandı, aradığını bulamadı. Kendinse iltifat edilmedi. Orada Mekke gibi ihanet etti. O insanlık ufkunun eli yüzü kan revan içinde şehrin delileri, serserileri tarafından taşlanarak, horlanarak, hakaret edilerek şehirden çıkarıldı, kovuldu.

İşte me’yus bir halde, derin üzüntüler içerisinde Mekke’ye bin bir türlü duygularla dönerken yolda Nahle vadisi denilen yerde, ki bugünkü cin mescidinin olduğu yer. Hemen Mekke-i Mükerremede zaten Gazze çarşısı boyunca uzanan ve ucu mualla mezarlığına kadar uzanan o büyük caddenin üzerinde yer alan cin mescidinin olduğu yerde bu olay gerçekleşti.

Olay sırasında Resulallah’ın cinleri görmediğini beyan eden rivayetler var. Özellikle Buhari ve Tirmizi’nin naklettiği rivayetler bu cümleden olarak sayılabilir ki bunların başında Abdullah İbn. Abbas’a atfedilen rivayetler gelir.

Yine aynı kaynaklar bu cinlerin, ya da uzak varlıkların Yahudi olduğunu, ki ayetlerin gelişinden de anlaşılacağı gibi Yahudi olduğunu, Nasibeyn cinleri olduğunu, yani bizim bugün Nusaybin olarak bildiğimiz, o günkü anılışıyla Nasibeyn, çift nasip, çift imtiyaz, çift güzellik sahibi anlamına gelen Nusaybin cinleri olduğu kaynaklarda kayıtlı.

Bu ayetler aslında ne veriyor, nedir bize söylemek istedikleri, yani tüm muhataplarına bir şey söylüyorlar, o ne? O şu; Ey Muhammed seni kendi şehrin dinlemezse, yakınların reddederse sana Allah ta uzaklardan dinleyici bulur, gönderir. Seni en yakınların kovar, söver, döver ve horlarsa; seni en uzaklardan birileri gelir, kucaklar, destekler, hiç görmediğin, hiç tanımadığın, hiç bilmediğin, varlığından dahi haberdar olmadığın bir takım uzak varlıklar gelir, sana yardım eder, seni dinler, seni yalnız bırakmaz mesajıydı. Bu mesaj bir armağandı, bir teselli armağanı.

Aslında bu ayetler insan ve cinlere kendi türlerinden elçiler gönderildiğini ifade eden Enam/130. ayeti ışığında anlaşılmalıdır. Bunu da ifade ettikten sonra devam edelim.


Müslim ve Ebû  Dâvud, Alkame’den rivayet ediyorlar: «İbn-i Mes’ûd’a sordum:
Cin gecesi hiç biriniz Hz. Peygamberle beraber bulundu mu?
Hiç birimiz bulunmadık, lâkin bir gece Hz. Peygamberle beraber bulunuyorduk. Bir ara o bizden kayboldu. Vadilerde ve kuytu yerlerde onu aramaya başladık. Bir suikast’a uğradığını sandık; gayet korkulu bir gece geçirdik. Sabah olunca Hira yönünden çıkageldi. Dedik ki:
Ey Allah’ın Resûlü! Seni kaybettik; aradık, lâkin bulamadık. Sorma, çok korkulu bir gece geçirdik.
Bana cinlerin Tebliğcisi geldi. Onunla beraber gidip kendilerine Kur’ân okudum, diye izahat verdiler.
Bunun üzerine bizi götürüp onların yerlerini ve ocaklarını gösterdi. Sonra ondan azık istediler; onlara şöyle buyurdu:
Elinize geçen ve üzerine Allah’ın ismi anılan her kemik sizin içindir. Hayvanlarınız için de alâf artıklan azık olarak tahsis edilmiştir.
Resulallah sonra bize karşı şöyle buyurdu: Şu ikisi ile taharetlenmeyin! Çünkü onlar kardeşlerinizin yiyeceğidir.»
İmâm Ahmed, bu hadîsi şu ilâve ile rivayet etti: «Mekke’de ondan azık istediler. Onlar Cezîre cinleri idi.»
Hadîste anlatılan gece diğer hadîste anlatılan gece değildir. Çünkü o gece Peygamberimiz bizzat cinlere gideceğini bildirmiş ve İbn-i Mes’ûd ile birlikte gitmiştir. Sonra gözünden kaybolmuş bilâhare İbn-i Mes’ûd’un yanına dönmüştür…. (Cinlerin Esrârı - İmâm ı Şiblî)]

        [Ek bilgi-2; CİNLER HAKKINDA.

        Cinler iki unsurdan oluşur, hava ve ateş. İçerdikleri hava nedeniyle cinler diledikleri her surete girebilirken kendilerinde ki ateş unsuru sayesinde de incelmiş ve latiflikleri artmıştır.
        Cinlerde ezme, büyüklenme ve üstün olma duygusu vardır. Çünkü kendisinden meydana geldikleri ateş unsuru, konumu itibarıyla unsurların en üstünüdür. Ateş, doğanın gerektirdiği tarzda eşyayı dönüştürmede büyük bir etkiliğe sahiptir. Allah kendilerine emrettiğinde Cinlerin Adem’e secde etmek hususunda büyüklük taslamalarının nedeni budur.
        Cinler Adem’in kendisinden yaratılmış olduğu suyun otoritesinin ateşten daha üstün olduğunu anlamadı. Çünkü su ateşi yok eder. Toprak ise (Basit unsurları olan) soğukluk ve kuruluk nedeniyle ateşten daha sabittir. Binaenaleyh Adem, Allah’ın onu var ettiği iki unsurun baskın gelmesi nedeniyle güç ve direnç sahibi olmuştur.
        Cinler incelik ve latiflik aleminden olduğu için istedikleri duyusal suretlerin şeklini alma özelliğine sahiptir.
        Cinlerde üreme havanın dişinin rahmine üflenmesi ile gerçekleşir.
        Cinlere hava ve ateş unsuru baskın geldiği için onların gıdaları havanın taşıdığı şeyler, yani koklamadadır.
        Cinlerin Cinsel ilişkilerinde bir araya gelmelerine gelince, bu bir kıvrılmadır. Bu durum körükten ya da tandırdan birbirine karışmış halde çıkan dumana benzer.
        Cinler aralarında büyük savaşlar meydana gelir. Bazı fırtınalar onların savaşları olabilir.
(İbn. Arabi/ Fütuhât-ı Mekkiyye Cilt1/386)]


        159-1 videoyu BURADA bulabilirsiniz

29 Temmuz 2013 Pazartesi

İslamoğlu Tef. Ders. AHKAF (21 - 24) (159-1) A





        BismillahirRahmanirRahıym


Sevgili Kur’an dostları bu günkü dersimize Ahkaf suresinin 21. ayetiyle devam ediyoruz.


21-) Vezkür eha 'Ad* iz enzere kavmehu Bil ahkafi ve kad haletin nüzüru min beyni yedeyhi ve min halfihi ella ta'budu illAllâh* inniy ehafü aleyküm azâbe yevmin 'azıym;

Ad'ın kardeşini de (Hud'u) an... Hani (Hud) -ki, Onun önünden ve arkasından nice uyarıcılar gelip geçti- toplumunu: "Allâh'tan başkasına ibadet etmeyin... Size gelecek aziym bir sürecin azabından korkarım" diyerek kum tepeleri arasında yaşayanları uyardı. (A.Hulusi)

21 - Bir de Âdın kardeşini an, Ahkaf ta kavmini inzar ettiği vaktı: ki önünden ve ardından nice nezîrler de geçmiştir, Allah dan başka mabut tanımayın diye, çünkü ben size büyük bir günün azâbından korkuyorum. (Elmalı)


Vezkür eha 'Adin ve Ad kavminin soydaşını hatırla, yani LÛT’u. Daha önceki ayetlerde inkarcı muhatapların inkar etmekle ne büyük bir kayıp içinde oldukları dile getiriliyor ve eğer inkarda ısrar ederlerse kendilerini bekleyen feci akıbete dikkat çekiliyordu.

Peki bu feci akıbet nasıl bir şeydi? İşte bu sorunun cevabı olarak geçmiş kavimlerden, uygarlıklardan, belki de kendisine benzer uygarlıklar içerisinde çok önde gelen, zamanının süper gücü olan Ad kavminin helâk kıssası ele alınıyor.

Ad kavmi daha önce de gerek ‘Araf suresinde, gerek müteakip surelerde yeri geldikçe açıkladığımız gibi Arabistan yarım adasının güney sahiline yakın Rub’ul Hali diye bilinen çeyrek boşluk. Belki dünyanın 3 büyük çölünden biri sayılan o büyük Arabistan çölünün güney bitiminde ki sıra kum tepeleri. Ahkaf onlar. O kum tepelerine Ahkaf deniliyor. Hıkf tekili, çoğulu Ahkaf. O kum tepelerinin hemen yanında ki orası adeta yarım adanın platosu, hayli yüksek. Dolayısıyla yağış alan bir yer.

Kum tepelerinin denize bakan yamacında bir vadi. Vadinin ismi Hadramevd. Hadramut diye de daha sonra telaffuz edilmiş. Yeşil ölü, veya ölü yeşil. Anlamı da bu. Bir dönem cennet gibi bir vadi olan Hadramevd vadisi, Ad kavmini helâk eden bu beladan sonra bir ölüm vadisi haline geliyor.

M.Ö. 3.000 yıllarına dayanıyor Ad uygarlığının tarihi. İşte bu vadide muhteşem bir uygarlık kuruyorlar. Bu uygarlık o kadar güçlü, o kadar büyük, o kadar gelişmiş ki, Fecr suresinde de ifade edildiği gibi;

İreme zâtil 'ımâd. (Fecr/7)sütunlar, görkemli sütunlar sahibi İrem şehri. Meşhur efsanevi İrem bağlarının olduğu mahal.

Elletiy lem yuhlak mislüha fiylbilad. (Fecr/8) devam ediyor Fecr suresi. Bu öyle görkemli bir uygarlıktı ki lem yuhlak mislüha fiylbilad, daha önce yer yüzünde böylesi yoktu, kurulmamıştı. Asla yaratılmamış, yapılmamış, meydana getirilmemişti. Böylesine benzersiz bir uygarlıktı.

İşte bu uygarlığın başına gelen feci akıbeti anlatıyor bu kıssa. Bu uygarlık güce tapmaya başladı. Serveti tanrılaştırdı, Allah’ı unuttu, kendine yabancılaştı. Zulmetmeye başladı. Allah’tan bağımsız bir dünya ve saadet tasavvuru kurdu. Bu tasavvur sonucunda gücü putlaştırdı, güce taptı. En sonunda Allah onlara Lût peygamberi gönderdi ve Lût peygamber onları Allah ile bağlarını tazelemeye, güce tapmamaya, dünyanın gelip geçici olduğuna, tek dünyalı değil çift dünyalı yaşamaları gerektiğine, hesabını verebilecekleri bir hayat yaşamaya davet etti.

Fakat bu davet reddedildi. Davete icabet etmediler. Servetlerine güvendiler, uygarlıklarını savundular, insanı savunmadılar, hakikati ve değeri savunmadılar. Gücün değerini, değerin gücüne üstün tuttular ve sonuçta helâk oldular. Bugün hala ziyaret edilen Hadramevd yakınlarında Hz. Lût’un kabri olarak bilinen bir ziyaretgah mevcut. Hatta her şaban ayının 15. inde bölge insanı orada toplanıp yemek yer, şölen yapar ve Hz. Lût’un ruhunu dualarla şad eder. Böyle bir gelenekte kalmış.

iz enzere kavmehu Bil ahkafi ve kad haletin nüzüru min beyni yedeyhi ve min halfihi ella ta'budu illAllâh hani şu kum tepeleri, kum sıra dağları arasında yaşamış olan kavmi, ki ondan önce de sonra da nice uyarıcılar gelip geçmişti. Şöyle uyarmıştı (Lût peygamber) Allah’tan başkasına asla kulluk etmeyin. Bu zımnen kula kul olmayın, eşyaya kul olmayın, güce kul olmayın, iktidara kul olmayın, haşmete kul olmayın, nefse kul olmayın, refaha kul olmayın. Eğer olacaksanız Allah’a kul olun. Güce kul olursanız eğer, yani Allah’a kul olmazsanız eğer, Allah dışında her varlığı tanrılaştırmaya açık olursunuz. Eğer bir Allah’a kulluk etmekten kaçınırsanız, binlerce tanrı edinirsiniz. Sizi herkes kul olarak kullanır. Onun için onurunuzu koruyun, beş paralık etmeyin. Dedi.

inniy ehafü aleyküm azâbe yevmin 'azıym aksi halde ben korkunç bir günün azabından korkuyorum. Korkunç bir günün sizin üzerinize gelecek olan dehşetinden korkuyorum dedi.

Peygamberlerin ümmeti için korkusu, bir annenin evladı için titremesine benzer. Çünkü onlar ümmetlerini kendilerine verilmiş birer emanet olarak görürler. Ümmeti daveti, ümmeti icabete dönüştürmenin çabasını verirler. Nihayetinde her peygamberin gönderildiği toplum inkar da etse o peygamberin ümmetidir. Ümmeti davettir. Davet edilen ümmettir. Ama davete icabet ederse ümmeti icabet olur. Yani davete karşılık vermiş ümmet grubuna girer. Dolayısıyla her peygamber ümmeti üzerinde titrer.

Peygamberler peygamberi efendimiz A.S. daha bir titremişti. Onun için ümmetine olan şefkat ve sevgisi Tevbe suresinin son ayetlerinde rabbimiz tarafından tescillenmiş, belgelenmişti.


22-) Kalu eci'tena li te'fikena 'an alihetina* fe'tina Bima te'ıdüna in künte mines sadikıyn;

Dediler ki: "Tanrılarımızdan döndürmek için mi bize geldin? Eğer sadıklardansan, kendisiyle tehdit ettiğini bize getir!" (A.Hulusi)

22 - Sen, dediler: bizi mabutlarımızdan çevirmek için mi geldin bize? Haydi getir! O bize vaad edip durduğun azâbı sadıklardan isen. (Elmalı)


Kalu eci'tena li te'fikena 'an alihetina onlar da; sen bizi tanrılarımızdan soğutmak için mi geldin ey Lût dediler. fe'tina Bima te'ıdüna in künte mines sadikıyn eğer sözüne sadıksan haydi tehdit ettiğin azabı, belayı getir de bir görelim diye de meydan okudular.

Batıl inancında delile ihtiyaç duymayıp, iş hakka inanmaya gelince delil istemek polemiğin en kötüsüdür. Kendilerinin taptıkları batıl inançlar, batıl tanrılar konusunda delil aramazken, bir peygamberin daveti konusunda delil aramaya kalkmak akılsızlıktan başka ne olabilir ki. Demek ki insan ters döndü mü, bilinç amuda kalktı mı, bilinç ters döndü mü, delil istemesi gereken şeyde delil aramaz, ama delilsiz koşması gereken hakikatte delil istemeye, delil gelince de reddetmeye kalkar.

Zaten ters dönmüş bir akıl batıla delil aramaz, hakka delil arar, delili gösterince de reddeder. Çünkü gönlü inanmak istememektedir. Yani inanmaya gönüllü değildir, mutlaka bir bahane bulacaktır. Onun derdi delil değildir, onun derdi batılına mazeret üretmektir.


23-) Kale innemel 'ılmu 'indAllâh* ve übelliğuküm ma ursiltü Bihi ve lakinniy eraküm kavmen techelun;

(Hud) dedi ki: "İlmi Allâh indîndedir! Kendisiyle irsâl olunduğumu size tebliğ ediyorum (ben sadece)... Ne var ki sizi cahil bir topluluk olarak görüyorum!" (A.Hulusi)

23 - Dedi: o ilim ancak Allah yanında, ben size gönderildiğim şeyi tebliğ ediyorum ve lâkin sizi öyle bir kavım görüyorum ki cahillik ediyorsunuz. (Elmalı)


Kale innemel 'ılmu 'indAllâh O da dedi ki, yani Lût peygamber; Bu konuda ki bilgi Allah’a aittir. Yani kesin bilgiyi sadece Allah bilir, O’nun katındadır. ve übelliğuküm ma ursiltü Bih ve ben sadece bana verilen mesajı size iletmeye geldim. Yani ben size belanın hangi cinsten, hangi türden, ne zaman geleceğini ne bileyim. Ben elimde olsa söylerdim. Yapacak ben değilim Allah’tır. Ben sadece tebliğ ediyorum, uyarıyorum. ve lakinniy eraküm kavmen techelun Fakat şu da var ki ben sizi, cahil diye çevirmeyeceğim, Tam Kur’an da ki geçtiği mana ile çevirmek istiyorum; kendini bilmez bir topluluk olarak görüyorum.

Cahil; epistemik değil burada ki kullanıldığı anlam, ontolojik. Yani bilgi ile ilgili bir olay değil bu cehalet, ki bilgi ile giderilsin. Bu cehalet kendi kendini kaybetmekle, kendine yabancılaşmakla, kendine sırt dönmekle, kendini yitirmekle ilgili bir cehalet. Tıpkı Ebu Cehil’in cehaleti gibi. Cehaletin babası ismi konulan Amr bin Hakem; uluslar arası bir ticaret adamıydı. İhracat ve ithalat yapardı. Birkaç dili anlardı. Fakat cehaletin babası olarak tanımlandı. Neden? Hiçbir şey bilmediği için değil, okuma yazması olmadığı için değil. Kendini unuttuğu için, kendini kaybettiği için. Kendini unutan Allah’ı da unutur.


24-) Felemma raevhü 'âridan müstakbile evdiyetihim kalu hazâ 'âridun mümtıruna* bel huve mesta'celtüm Bih* riyhun fiyha azâbün eliym;

Ne vakit onu (tehdit olundukları azabı) vadilerine yönelmiş geniş bir bulut olarak gördüler, dediler ki: "Bu bize yağmur indirecek bir buluttur." Hayır, o kendisini acele istediğinizdir! (O) içinde feci bir azap olan rüzgârdır. (A.Hulusi)

24 - Derken vaktâ ki onu vadîlerine karşı gelen bir bulut halinde gördüler, bu, dediler: bir ârız (ufukta beliren bir bulut) bize yağmur yağdıracak, hayır, o sizinacele istediğiniz şey: bir rüzgâr ki onda çok acıklı bir azâb var. (Elmalı)


Felemma raevhü 'âridan müstakbile evdiyetihim kalu hazâ 'âridun mümtıruna derken yüklü bir bulutun kendilerine doğru geldiğini gördüler ve dediler ki; Hah..! işte bize yağmur getiren bir bulut. Dediler.

İlginç, Aslında biraz önceki yanılma, hakka delil arayıp ta batıla delil istemeyen birinin bakış açısı nasıl belayı saadet olarak görüyor buna bir örnek aslında. Ölçü Allah’ın kaderidir. Kader Allah’ın ölçüsüdür. Allah bir şeyin ölçüsünü aldığı zaman, o şey en büyük nimetse bile en büyük belaya dönüşür. Yağmur Allah’ın nimetidir, rahmettir onun için. Fakat ölçüsünü birazcık oynatıverirse yağmur Allah’ın belası olabilir. İşte burada ki olduğu gibi. Yani adeta siz ölçüyü kaçırdınız, siz, Allah’ın size koyduğu teraziyi bozdunuz. Ben de ölçümü şöyle biraz oynatayım, bakın bakalım, ölçüyü oynatınca ne oluyormuş. Allah’ın size verdiği ölçüleri oynatınca siz kendi kendinizi manen öldürüyorsunuz. Siz oynatınca Allah’ta tabiata koyduğu ölçüleri oynatır. Oynatınca rahmet, zahmet olur. Rahmet felaket olur. Su cellat olur. Sizi besleyen ve hayat veren su, yani adeta Cebrail’in getirdiği şey, Azrail’in getirdiği şeye dönüşür, ölüme dönüşür. İşte tabii felaketler de olduğu gibi. İşte bu günlerde yaşadığımız büyük Asya felaketinde 100.000. i aşkın insanın kurban gittiği büyük Asya felaketinde olduğu gibi.


bel huve mesta'celtüm Bih* riyhun fiyha azâbün eliym aksine o gelmesini acele istedikleri şeyin ta kendisi idi. Yani onlar; Hadi bize tehdit ettiğin belayı getir diyorlardı, sevinerek bayram yaparak bize su getiriyor, bize rahmet, yağmur getiriyor diye karşıladıkları bulut bela getiriyordu. Acele istedikleri şeyi getiriyordu. Evet, içinde acıklı bir azab barındıran bir bela rüzgarı. riyhun fiyha azâbün eliym içinde elim bir azabı barındıran bela rüzgarı taşıyordu.

Tıpkı Zakkum gibi, tıpkı günah gibi. Çok yakın geçmişte bunu işlemiştik Zakkum münasebetiyle hatırlayın. Günahta öyle değil mi. Zakkum gibi. Dışarıdan güzel kokar, güzel gözükür. Fakat yerseniz öldürür, zehirlidir. Günahın da cazibesi vardır. İşlerken haz verir. Fakat işledikten sonra manen öldürür. Yani zehirler. Sonucu çok kötüdür, etkisi ahirette hissedilir, görülür. Onun gibi uzaktan gördüğünüz her bulut size rahmet taşımayabilir.

Aslında kendi halinize bakıp uzaktan gelen bulutun ne getirdiğini çözebilirsiniz. Yani size bulut getirmez, size sizi getirir. Halinizden bağımsız değildir. Yerdekilerin halinden bağımsız değildir göğün nasıl davranacağı. O nedenle halinize bakın akıbetinizi çözün. Mesaj bu.


159-1 Ahkaf suresi son bölümünü BURADA bulabilirsiniz.