29 Haziran 2012 Cuma

İslamoğlu Tef. Ders. ENBİYA (070-077)(102-E)


D sayfasından devam


70-) Ve eradu Bihi keyden fecealnahümül ahseriyn;

Ona bir tuzak kurmak istediler; onların yaptığını geçersiz kıldık! (A.Hulusi)

070 - Ona bir dolap kurmak istediler, biz de daha ziyade kendilerini hüsrâna düşürdük. (Elmalı)


Ve eradu Bihi keyde işte onlar İbrahim’e karşı bir düzen kurmak istediler. fecealnahümül ahseriyn fakat biz onların düzenini boşa çıkardık.


71-) Ve necceynahu ve Lutan ilel Ardılletiy barekna fiyha lil alemiyn;

Biz Onu (İbrahim'i) da Lût'u da, insanlar için bereketlendirdiğimiz o bölgeye eriştirip, kurtardık. (A.Hulusi)

071 - Ve onu Lût ile beraber kurtarıp içinde âlemîne bereketler verdiğimiz Arza çıkardık. (Elmalı)


Ve necceynahu ve Lutan ilel Ardılletiy barekna fiyha lil alemiyn dahası onu ve yeğeni Lut’u oradan kurtararak bütün milletler için mübarek kıldığımız yurda ilettik. Ki bu yurt Hz. İbrahim’in Harran üzerinden gittiği Filistin’di. Burada dile getirilen de Hz. İbrahim’in büyük hicreti Filistin’e olan hicretiydi.

Hz. Lut, kardeşi Hâran’ın oğlu olarak geçmiş tarihi kayıtlara. Ki Hz. İbrahim’in yeğeni olur. Kutsal topraklar insanlığın ortak değerleridir diyor bu ayet görüyorsunuz değil mi. Yani aslında burada lil alemiyn, tüm insanlığı. Buradaki alemiyn’in en doğru karşılığı budur, ortak değerleri. Onun için bu o insanlığın ortak değerlerine herhangi bir kavmin, kavmiyetçilik adına sahip çıkması bu ayetin de medlulüne aykırı olur.


72-) Ve vehebna lehu İshak* ve Ya'kube nafileten, ve küllen ce'alna salihıyn;

Biz Ona İshak'ı bağışladık, fazladan da Yakup'u verdik... Hepsini sâlihler kıldık. (A.Hulusi)

072 - Ve ona İshak’ı ihsan ettik, fazla olarak Yakup’u da ve her birini salihînden kıldık. (Elmalı)


Ve vehebna lehu İshak* ve Ya'kube nafileten

Hemen bu ayete geçmeden bir şey daha ekleyeyim; Yahudilerin Tevrat’ta ki bazı metinleri vaat edilmiş topraklar anlayışını sadece kendilerine vaat edilmiş olarak algılamaları da bu ayetin reddettiği şeylerden biridir. Çünkü kutsala hürmet gösteren tüm insanların ortak mirasıdır o.

Ve vehebna lehu İshak* ve Ya'kube nafileten ve ona bir armağan olarak, Nafile; armağan demek, fazladan yapılan şey demek, hediye demektir. Armağan olarak İshak’ı ve onun oğlu Yakub’u bahşettik. ve küllen ce'alna salihıyn ve onların hepsini kişilik ve erdem sahibi kıldık.


73-) Ve ce'alnahüm eimmeten yehdune Bi emriNA ve evhayna ileyhim fi'lel hayrati ve ikamas Salâti ve iytaez Zekâti, ve kânu lena abidiyn;

Onları hükmümüzce hakikate erdiren önderler kıldık... Onlara hayırlı işler yapmayı, salâtı ikame etmeyi ve zekât vermeyi vahyettik... Kulluklarının farkında lığında idiler. (A.Hulusi)

073 - Ve hepsini emrimizle yol gösteren imamlar ettik ve kendilerine hayırlar işlemeği, namaz kılmayı zekât vermeyi, vahy eyledik ve hep bize âbid idiler. (Elmalı)


Ve ce'alnahüm eimmeten yehdune Bi emriNA ve onları talimatlarımız çerçevesinde herkese doğru yolu gösteren önderler yaptık. ve evhayna ileyhim fi'lel hayrati ve ikamas Salâti ve iytaez Zekât nitekim onlara hayırlı işler yapmalarını, salâtı ikame etmelerini, Allah’a karşı esas duruşlarını korumalarını, arındırmak ve arıtmak için gerekli bedeli ödemelerini ve kânu lena abidiyn ödemelerini vahy ettik. Nihayet onların tümüde bize kulluk eden kimselerdi.


74-) Ve Lutan ateynahu hukmen ve ılmen ve necceynahu minel karyetilletiy kânet ta'melül habais* innehüm kânu kavme sev'in fasikıyn;

Lût'a (gelince), Ona bir hüküm ve bir ilim verdik... Onu çirkin şeyleri işleyen o kentten kurtardık... Muhakkak ki onlar bozuk inançlı, kötü bir kavim idi. (A.Hulusi)

074 - Lût, ona da hüküm, bir ilim verdik ve onu habasetler işleyen o karyeden kurtardık, hakikat onlar kötü, fasık bir kavım idiler. (Elmalı)

Ve Lutan ateynahu hukmen ve ılme Lut’a da sağlam bir muhakeme ve onunla sıradan bilgileri ilme dönüştürecek bir yetenek bahşettik.

Evet, Hükm. Tüm alternatifleri içeren şıkları, tek bir şıkka indirgemek demek. En doğru şıkkı. Hikmet ise bu işlemi mümkün kılan yeteneğin adıdır. İlim; Mekayis sahibi tarafından şöyle tarif edilmiş ; Bir şeyi ona ait olmayandan seçip ayırmaya yarayan bir iz bir alamet, bir eser demiş. Bütün bu tarifleri bir araya getirdiğimizde sıradan bilgilerin ilim olması için çevrim istasyonunun, yani muhakemenin şart olduğunu görüyoruz. Çevrim istasyonundan geçirilmesi lazımdır. İşte buna hikmet adını veriyor vahiy. İlahi inşa projesi olan vahiy; insan zihninde bu çevrim istasyonunu inşa eden bir ilahi projedir. Dolayısıyla biz bu çeviriyi onun için böyle yaptık.

ve necceynahu minel karyetilletiy kânet ta'melül habais ve onu çirkin eylemleriyle tanınan malum kentten kurtardık. innehüm kânu kavme sev'in fasikıyn çünkü onlar yoldan çıkmış yoz bir kavimdi.


75-) Ve edhalnahu fiy rahmetiNA* innehu mines salihıyn;

Onu rahmetimize kattık... Muhakkak ki O sâlihlerden idi. (A.Hulusi)

075 - Onu ise rahmetimize idhal eyledik, çünkü o cidden salihînden idi. (Elmalı)


Ve edhalnahu fiy rahmetiNA ama Nuh’a bir şey olmadı, onu rahmetimizle kuşatmıştık. innehu mines salihıyn zira o erdemli kimselerdendi.


76-) Ve Nuhan iz nada min kablü festecebna lehu fenecceynahu ve ehlehu minel kerbil azıym;

Nuh... Hani daha önce bize yönelmişti de, Ona icabet etmiş; (böylece) Onu ve ehlini o aziym sıkıntıdan kurtarmıştık. (A.Hulusi)

076 - Nuh’u da, zira mukaddemâ nidâ etmişti, biz de duâsını kabul ettik de kendisini ve ehlini büyük bir sıkıntıdan kurtardık. (Elmalı)


Ve Nuhan iz nada min kablü festecebna leh onlardan çok daha önce Nuh’ta bize yalvarmış bunun üzerine bizde onun duasını kabul etmiştik.

Ve kale Nuhun Rabbi lâ tezer 'alel Ardı minelkafiriyne deyyara; (Nuh/26)

İnneKE in tezerhüm yudıllu 'ıbadeKE ve lâ yelidû illâ faciren keffara; (Nuh/27) diyorduya bu ayetlerde. Yani Ya rabbi dedi onlardan yeryüzünden bir tek insan bırakma. Ne kadar canına tak demişse, o bir ömür boyu uğraş ve çaba sonucunda hala küfürde inat etmelerine karşın Hz. Nuh işte bunu söyledi. Eğer onlardan yer yüzünde bir kişi bırakacak olursan onlar insanları yine sapmaya devam ettirecek demişti. O duaya bir atıf yapıyor bu.

 fenecceynahu ve ehlehu minel kerbil azıym en sonunda onu ve onun yakınlarını büyük bir beladan kurtarmıştık.


77-) Ve nesarnahu minel kavmilleziyne kezzebu Bi âyâtiNA* innehüm kânu kavme sev'in fe ağraknahüm ecme'ıyn;

Ona, kendilerindeki işaretlerimizi yalanlayan halka (karşı) yardım etmiştik... Muhakkak ki onlar kötü bir topluluk idi... Biz de onların hepsini birden suda boğduk. (A.Hulusi)

077 - Ve âyetlerimizi tekzip eden kavimden öcünü aldık, hakikat onlar kötü bir kavim idiler, biz de hepsini birden gark ettik. (Elmalı)


Ve nesarnahu minel kavmilleziyne kezzebu Bi âyâtiNA yine ona ayetlerimizi yalanlamakta ısrar eden bir topluma karşıda desteklemiştik. innehüm kânu kavme sev'in zira onlarda ahlaken yozlaşmış bir toplumdu. fe ağraknahüm ecme'ıyn bu yüzden biz de tümünü boğulmaya terk ettik.

Evet, geçmişte yaşanmış olan bu trajedileri Kur’an gelecekte ki insanların ebedi akıbetleri için bir ibret vesikası olarak sunar. Umarım bu vahyin modern muhatabı olan bizler, geçmişte yaşanmış bu ibreti alem olan olaylardan ibret alan ve dolayısıyla rabbine karşı kulluğunu gereği gibi ifa eden insanlardan oluruz. Bu dilek ve temennilerle bu dersime son veriyorum.


“Ve ahiru davana enil hamdülillahi rabbil alemiyn”

Çağrımız ve davamız Âlemlerin Rabbi olan Allah’a hamd’adır.


102. videonun sonu.
102. videoyu toplu olarak http://kurantefsir.wordpress.com/2012/06/22/islamoglu-tef-ders-enbiya-037-077102/ bulabilirsiniz.

28 Haziran 2012 Perşembe

İslamoğlu Tef. Ders. ENBİYA (064-069)(102-D)


C sayfasından devam

64-) Ferace'û ila enfüsihim fekalu inneküm entümüzzâlimun;

Şöyle bir düşündükten sonra: "Muhakkak ki siz, evet siz zâlimlersiniz" dediler (birbirlerine). (A.Hulusi)

064 - Bunun üzerine vicdanlarına müracaat ettiler de dediler: doğrusu siz haksızsınız. (Elmalı)


Ferace'û ila enfüsihim fekalu inneküm entümüzzâlimun bunun üzerine kendi iç dünyalarına döndüler ve kendi kendilerine; Siz var ya siz dediler, içlerinden. İşte haddini bilmesiz ta kendisisiniz. Evet, bunu diyorlar. Ama biraz sonra vazgeçiyorlar. Çünkü iman doğru olanın ne olduğunu bilmek değildir sadece onu ikrar etmektir aynı zamanda. İşte onların beceremediği, yapmadığı, yapamadığı da bu. Onu dile getiremiyorlar.


65-) Sümme nükisu alâ ruusihim* lekad alimte ma haülai yentıkun;

Sonra gene kafaları alt üst olup eski fikirlerinde ısrarla: "Sen gerçekten bilirsin ki, bunlar konuşmazlar!" (dediler). (A.Hulusi)

065 - Sonra yine tepeleri üstü ters döndüler, sen cidden bilirsin ki bunlar söylemez dediler. (Elmalı)


Sümme nükisu alâ ruusihim fakat daha sonra baş aşağı çevrilmiş ters dönmüş bir bilinç haline geri dönerek, bu çok önemli nükisu alâ ruusihim. Bu aslında zulmün Kur’an da ki tariflerinden biridir. Bakın bire önceki 64. ayet zâlimuun biçiminde bitiyordu. Onun tanımıdır bu. nükisu alâ ruusihim baş aşağı dönmüş bire bilinç, amuda kalkmış bir bilinç.

Bu bilinç nasıl algılar? Ters algılar. Yani hakikati ters yüz eder. İşte tüm tefsir derslerinde dile getirdiğim. Geçiciyi kalıcı, kalıcıyı geçici, yüceyi alçak alçağı yüce, değerliyi değersiz, değersizi değerli biçiminde algılayan bilinç, zalim bilinçtir. Zulümde budur aslında

lekad alimte ma haülai yentıkun. Tabii baş aşağı çevrilmiş bilince geri döndüler. Biraz önce anlık bir doğruya  gittiler ve geldiler. Daha doğrusu  vicdanlarının sesi biraz geldi, ama üstünü yine kapatıverdiler. Ve dediler ki;

Doğrusu onların konuşamayacağını kendin de çok iyi biliyorsun.


66-) Kale efeta'budune min dûnillâhi ma lâ yenfeuküm şey'en ve lâ yedurruküm;

(İbrahim) dedi ki: "Allâh dûnunda size hiçbir yarar ya da zarar da veremeyen şeylere mi tapınıyorsunuz?" (A.Hulusi)

066 - O halde dedi: Allah’ı bırakıp da size hiç bir fayda veremeyecek, zarar da edemeyecek nesnelere mi tapıyorsunuz? (Elmalı)


Kale efeta'budune min dûnillâhi ma lâ yenfeuküm şey'en ve lâ yedurruküm İbrahim bu kez onlara döndü ve dedi ki; Şimdi siz Allah’ı bırakıp ta size hiçbir yarar saplamayan, ve başınıza gelecek hiçbir zararı da önleyemeyecek olan şeylere mi tapıyorsunuz, kulluk ediyorsunuz.


67-) Üffin leküm ve lima ta'budune min dunillâh* efela ta'kılun;

"Yazık size! Allâh dûnunda taptıklarınıza! Aklınızı kullanamıyor musunuz?" (A.Hulusi)

067 - Yuf size ve Allah dan başka taptıklarınıza! hâlâ akıllanmayacak mısınız? (Elmalı)


Üffin leküm ve lima ta'budune min dunillâh* efela ta'kılun size de Allah’ı bırakıp taptıklarınıza da yazıklar olsun, daha doğrusu yuh olsun. Uffin leküm. Size de taptığınız bu putlara da yuh olsun. Siz hiç mi akıllanmayacaksınız, efela ta’kılun hiç mi aklınızı başınıza toplamayacaksınız dedi. Vayyin çağrısı, sağduyunun çağrısıdır demiştim ya dostlar. İşte aklın çağrısı, vahyin çağrısı, aklın çağrısıdır. Selim akılla sahih nakil aynı kapıya götürürler insanı. Ayrı ayrı değil. Çünkü aklın sahibi de Allah’tır, vahyin sahibi de. Bozulmamış akıl insana verilmiş bir vahiydir. Bozulmamış nakil ise indirilmiş bir vahiydir. Biri alt yapıdır, diğeri üst yapı. Üst yapı ile alt yapı birbiri ile buluşursa o zaman mutluluk gerçekleşir. İşte o zaman insan kendisine karşı yabancılaşmaz.


68-) Kalu harrikuhu vensuru aliheteküm in küntüm fa'ıliyn;

Dediler ki: "Onu (İbrahim'i) yakarak tanrılarınıza destek verin... Eğer elinizden bir şey gelirse (bunu yapın)." (A.Hulusi)

068 - Siz bunu, dediler: yakın da ilâhlarınızın öcünü alın, bir iş yapacaksınız. (Elmalı)


Kalu harrikuhu ne diyeceklerdi, cevapları mı vardı. Tarih boyunca tüm zalimlerin yaptığını onlar da yaptı ve dediler ki onu yakın diye çağrıştılar. vensuru aliheteküm in küntüm fa'ıliyn ille de bir şey yapacaksanız böyle yapın ki tanrılarınıza destek çıkmış olasınız.

Şunlara bakınız, şu komediye bakınız. Bu nasıl tanrı ki sizin desteğinize ihtiyaç duyar, bu nasıl tanrı ki siz onu koruyorsunuz o sizi koruyacak yerde. Yani kendi açmazlarının aslında kendileri de farkındalar.


69-) Kulna ya naru kûniy berden ve selâmen alâ İbrahiym;

Dedik: "Ey Ateş... İbrahim'e serin ve selâm (selâmet) ol!" (A.Hulusi)

069 - Ey nâr, serin ve selâmet ol İbrahim’e dedik. (Elmalı)


Kulna ya naru kûniy berden ve selâmen alâ İbrahiym tabii ki her zaman olduğu gibi şuurlu müminlerin daha doğrusu şuurlu Müslümanların başı sıkışınca şuursuz kardeşleri olan yerler, gökler, eşya, varlık onların yardımına yetişir. Çünkü aslında varlık Allah’a teslim olmuştur. Burada da şuursuz Müslümanlardan biri olan, bu varlıklardan biri olan ateş, başı sıkışan kardeşleri İbrahim’in yardımına koşar ve Allah’ın emri orada da yetişir. Biz; Ey ateş dedik, sakın İbrahim’e dokunma, ona karşı serin ol.

Bazı modern müfessirler bunu mecaz olarak yorumlarlar. Zulüm ateşi diye te’vil ederler. Fakat ne dil, ne bağlam, ne de maksat bu yorumu desteklemez. Haddi zatında saffat suresinin 97. ayetiyle birlikte düşündüğümüzde bu yorumun kırılganlığı daha bir ortaya çıkar. Mucize aciz bırakan demektir. Mucize insan içindir. Allah için mucize olmaz. Onun için mucizenin sahibi Allah’tır. Mucizenin aciz bıraktığı ise insandır. Allah acz değildir ve Allah yasalarının mahkumu değil, hakimidir. Elbette Allah’ın yasaları vardır eşya için koyduğu, fakat bu yasalar statik değil dinamiktir. Bunlar iç içe geçmiş yasalardır ki, bir üst yasa bir alt yasayı kendisine göre yeniden inşa eder. Onun için eşyanın yasaları tek kat değil, kat kattır. Allah eşyaya her an müdahildir.

külle yevmin HUve fiy şe'n. (Rahman/29) her an iş başında oluşu aslında eşyaya her an müdahil oluşunun da bir göstergesidir. O nedenle bu gibi mucizevi hadiseleri zorlama yorumlarla te’vil etmeye kalkmak pek doğru olmasa gerek.

[Ek bilgi; Hz. İbrahim’in ateşe atılma olayı;

Babil’lilerin bayramı idi. Onların âdetlerine göre; bayram gelir gelmez küçük-büyük kadın-erkek zengin-fakir kim varsa bayram yerine koşarlardı. Şehirde kimse kalmazdı. O gün putlara hizmet edenler de bayram yerine gitmeye hazırlandılar. İbrahim'e:

- Sen de gel birlikte gidelim dediler. İbrahim:

- Bugün ben yıldızlara baktım rahatsızım gelemem dedi.

Nitekim Kur'an şöyle ifade eder:

"(İbrahim) yıldızlara bir bakışla baktı ve dedi ki: 'Ben hastayım.' (Kavminden olanlar) ondan yüz çevirip gittiler." (SAFFAT/88-90)

O zamanın halkı yıldızlara bakarak hareket ederlerdi. İbrahim hasta olmadığı halde onları ikna etmek için onlar gibi hastalığı ile yıldızlar arasında ilişki kurmuştu.

- Sen gitmiyorsan dışarı çık kapıyı sıkıca kapayalım Dediler. İbrahim'de dışarı çıktı. Hizmetçiler de kapıyı sağlamca kapadılar bayram yerine gittiler. İbrahim kavmi gidince dedi ki:

- "Andolsun Allah'a sizler dönüp gittikten sonra putlarınıza tuzak kuracağım." (ENBİYA/57)

Ve kendi kendine şöyle söylendi:

- Siz sağlamca kapasanız da Vallahi ben siz gidince kapıyı açarım. Putlarınızı kırar paramparça ederim.

Puthane hizmetçilerinden birisi İbrahim'den bu sözü işitmişti:

- Bu çocuk delidir! Ne söylediğini bilmiyor..!

Önem vermeden gitti. O da bekçiler gözden kaybolunca put haneye gitti. Kapısını açtı. İçeri girdi. Elinde balta vardı. Putlara baktı önlerine türlü türlü yiyeceklerin konulmuş olduğunu gördü. Kâfirlerin âdeti şu idi ki bayram için ne yiyecek pişirirlerse büyük puta ondan bir pay ayırırlardı. Her putun önüne de o yemeklerden biraz koyarlardı. Sonra o yiyecekleri alarak:

-İlâhlarımızın bakışı ile bereketlenmiştir derlerdi.

Onları saklar kendileri yerlerdi. İbrahim baltası elinde putlara şöyle seslendi:

- Niçin bu yiyecekleri yemiyorsunuz? Niçin cevap vermiyorsunuz? Söylesenize! Ama doğru! Yiyemezsiniz! O halde bu halka nasıl ilâhlık edersiniz? Dedi.

Baltayı sağ eline aldı. Putlara saldırdı. Balta ile kiminin başını kırdı. Kiminin ayağını kesti. Kimini belinden ikiye ayırdı. Kiminin başını ikiye böldü. Kimisini de yüzüstü bıraktı. Büyük puta ise ilişmedi. Onu altın bir tahtın üstüne oturtmuşlardı. Türlü mücevherlerle de o putu süslemişlerdi. Baltayı onun boynuna astı. Sonra dışarı çıktı. Kapıyı bekçilerin kapadığı gibi kapadı. Dışarıda oturdu bekledi.

Put hane hizmetçileri geldiği zaman o hali görünce şaşırıp kaldılar. Feryada başladılar. Hemen o saatte gidip 'Nemrut'a haber verdiler:

- Putlar kırılmış! Dediler.

Nemrut hemen yerinden fırladı. Put haneye geldi. O hali görünce şaşırıp kaldı. Ve:

"Dediler ki: 'Bunu ilahlarımıza kim yaptı? Muhakkak o zalimlerdendir.'" (ENBİYA/59)

Nemrut hizmetçilere kızdı:

- Bunu yapan kim ise onu bulup getirin! Dedi.

İbrahim'in: “Siz gidin. Ben de putlarınızı kırarım!” dediğini işiten bekçi Nemrut'a:

- İbrahim adlı bir gençten putlarınızı ben kıracağım! Diye söylendiğini işittik dedi.

Nemrut:

- İbrahim'i bana getirin! Eğer bu söz doğru ise işitenler tanıklık etsinler! Ben onun cezasını veririm! Dedi. Nitekim Kuran şöyle der:

"Dediler ki: 'Onu insanların gözleri önüne getirin. Umulur ki onlar şahitlik ederler." (ENBİYA/61)

Nemrut ne kadar kâfir ise de iki kişi tanıklık etmeyince hüküm vermezdi. Hem de şöyle düşündü:

- Bu genç Vezir'in oğludur. Suçlu değilse cezalandırmayalım.

İbrahim'i getirdiler.

"Dediler ki: 'Bunu ilahlarımıza sen mi yaptın ey İbrahim?'" (ENBİYA/62)

İbrahim:

"Bilakis onların büyüğü bunu yaptı. Şayet konuşabilirlerse onlara sorun." (ENBİYA/63)

Dedi. Sonra şöyle ilave etti:

- Onlar söyleyemeyecek olursa o büyük puta sorun! Bu işi niçin yaptığını söylesin!

"Sonra başlarını çevirdiler. 'Sen gerçekten bilirsin ki bunlar konuşamazlar!'"  (ENBİYA/65)

Dediler. İbrahim bu sözleri işitince şöyle dedi:

- Bu putlar mademki konuşamaz bunu biliyorsunuz o halde kimseye fayda ve zarar veremeyecek şeyleri niçin İlah ediniyorsunuz?

O zaman putları kıranın İbrahim olduğu anlaşıldı. Nemrut:

- Bunu cezalandırın işkence edin! Dedi.

Bundan sonra da İbrahim peygamberliğini açığa vurdu. Halkı Hakka çağırdı. Babil’liler İbrahim'e:

- Atamızın anamızın dinini bırakmamızı mı istiyorsun? Dediler. O da:

- Ana ve atalarınız da sizin gibi sapkınlık içindedirler. Çünkü öyle bir şeye tapıyorlar ki onlara ne faydası ne de zararı vardır! Nitekim Allah(c.c) şöyle buyurur:

"Biz bu delillerimizi kavmine karşı İbrahim'e verdik. Biz dilediğimiz kimsenin derecelerini yükseltiriz. Muhakkak senin Rabbin Hakim'dir Alim'dir." (ENAM/83)

Ve yine Allah(c.c) şöyle buyurmuştur:

"Onun kavmi onunla mücadele etti. (İbrahim) dedi ki: 'Allah beni doğru yola iletti. Siz O'nun hakkında benimle mücadele mi ediyorsunuz? Ben O'na şirk koştuğunuz şeylerden korkmuyorum ancak Rabbimin dilemesi müstesna. Benim Rabbim ilmiyle her şeyi kuşatmıştır düşünmüyor musunuz?'"  (ENAM/80)

Nemrut İbrahim'e:

- Senin İlahın ne yapıyor ki bende onu yapayım? Dedi. Nitekim Allah(c.c) şöyle buyurur:

"Allah'ın kendisine mülk verdiği o kimseyi görmedin mi? Ki o İbrahim'le Rabbi konusunda mücadele ediyordu. İbrahim dediği zaman benim Rabbim O ki diriltir ve öldürür. (Nemrut) dedi ki: 'Ben de diriltir ve öldürürüm.'" (BAKARA/258)

Nemrut zindandan iki kişi getirtti. Birisini öldürttü:

- İşte dedi. Diriyi öldürdüm!

Sonra ötekisinin ellerini çözdürdü:

- İşte ölüyü de dirilttim! Çünkü elleri bağlı olan öldürülecek kimseydi. Şimdi onu bağışladım salıverdim. Böylece ona hayat verdim! Dedi. Bunun üzerine İbrahim Nemrut'a tekrar şöyle hitap etti:

".İbrahim dedi ki: 'Muhakkak benim Rabbim Güneşi doğudan getiriyor sen de onu batıdan getir.' (Bunun üzerine) o Hakkı örten şaşırdı. Muhakkak Allah zalim kavmi hidayete erdirmez. " (BAKARA/258)

Nemrut buna cevap veremedi sustu. O cebbar Nemrut'un dili sanki tutuldu. İbrahim bundan sonra yine halkı İslam'a çağırdı. Fakat hiç kimse olumlu cevap vermedi. Çünkü Nemrut'tan korkuyorlardı. Nemrut:

- İbrahim'i bir eve kapatınız! Dedi.

Bir kapalı yere İbrahim'i kapattılar bekçiler koydular. Elini ayağını sağlamca bağladılar. Halktan insaflı merhametli kimseler onun yanına görmeye gelirlerdi. O da onları İslam'a davet ederdi.

İbrahim o hapishanede bu şekilde bir süre kaldı. Bir süre sonra babası Azer öldü. Nemrut'ta İbrahim'e işkence etmeye ve öldürmeye niyetlendi. Bu nedenle de ateşe atmaya karar verdiler ve şöyle dediler:

"Şayet yapacaksanız onu(İbrahim'i) yakın! Ve ilahlarınıza yardım edin!"  (ENBİYA/68)

Sonra Nemrut'un emrince yüksek bir yer yapıldı. Ateş yakılacak yeri çevirdiler. Nitekim Allah şöyle buyurur:

"'(İbrahim) için bir bina yapın da onu ateşe atın!' dediler." (SAFFAT/97)

Ateşin çevre duvarı yapılıp- tamamlanınca Nemrut emretti. Ateş için odunlar taşındı. Oraya odun götürmek için odun yüklenen develer odunların İbrahim'i yakmak için taşındığını bildiklerinden sırtlarındaki yükü yere düşürürlerdi götürmek istemezlerdi. Bundan ötürü İbrahim onlara hayır duada bulunurdu. Ancak katır hırsla ve gönülden odun taşımıştı. İbrahim katırlara lanet etti. Bu odunlar bir yıl boyu taşındı. İbrahim'in ateşe atılacağının bütün ülkede bilinmesi ve halkın orada hazır bulunması için iş uzatıldı. Beli bükülmüş ihtiyarlar hastalar sürüne sürüne giderler dağdan sırtlarında birer ikişer odun getirirlerdi.

Bizde bir hayırda bulunalım. İlahlarımıza yardım edelim. Onların düşmanını ateşte yakalım derlerdi. Bu yolda bir yıl tamamlanınca odunlar bir dağ gibi yığıldı. Sonra bu odunlar ateşe verildi. Öyle bir yanış yandı ki alevleri gökyüzünü sardı. Daha sonra İbrahim'i zincirlerle bağlı olduğu halde o ateşe atmaya getirdiler. Nemrut halkı onu görünce sevindiler. İbrahim'i sevenler ise gizli gizli ağlaşır Allah'a yalvarırlardı.

İbrahim'in ateşe atılmasına gelince sıcaklığından ötürü kimse yanaşamadı. Ne kadar çalıştılarsa onu ateşe atamadılar. Aciz kaldılar. Şeytan İbrahim'in ateşe atılamadığını görünce hemen kendisini önemli bir kimse şekline soktu. Önemli bir insan havasında Nemrut'un karşısına geçti.

Nemrut ona:

- Sen kimsin ne kişisin? Diye sordu. Şeytan:

- İşittim ki şu büyücü kimseyi ateşe atmak istemiş atamamışsınız. Sana onu ateşe atmanın yolunu göstermeye geldim dedi. Nemrut:

- Yöntemin nedir söyle bakalım! Dedi. Şeytan:

- O'nu mancınıklarla atın! Diyerek Nemrut'a mancınığın yapılmasını öğretti.

Mancınık yapılınca Nemrut emretti İbrahim'i zincirlerle bağlı olarak getirdiler. Mancınığa koyup atmak istediler. Lâkin mancınıkla da atamadılar.

Tekrar aciz kalınca yine Şeytan işe karıştı ve şöyle dedi:

- Bir erkekle bir kız kardeş burada çiftleşmeli ki bunu ateşe atabilesiniz!

Nemrut onun dediği gibi biri kız biri erkek iki kardeş buldurttu. Açıkta çiftleştirdi. İbrahim sonra mancınığın içine konuldu ve ateşe atıldı. İbrahim mancınıktan fırlatılınca havada ateşe doğru ilerlemeye başladı.

Allah(c.c) Cebrail'e emretti:

- Yetiş! İbrahim havadayken tut! Ona: "Ben Cebrail'im de! Benim yapabileceğim bir dileğin var mı? Diye sor" dedi.

Cebrail hemen o anda İbrahim'e yetişti:

- Ey İbrahim! dedi. Ben Cebrail'im! Allah'nün emriyle sana geldim. Benden ne dilersen dile! Dedi. İbrahim:

- Benim dileğim Allah’a dır sana değildir. Ben O'nun kuluyum! Ateşte O'nundur! Nasıl dilerse öyle yapsın! Dedi.

İbrahim Allah'tan başka kimseden yardım dilemeyerek: “Ben sadece Allah'tan yardım isterim.” dediği için Allah ona "Halilim" (dostum)dedi ve adı "Halilullah"(Allah'ın dostu) oldu.

Allah(c.c.) o zaman ateşe şöyle emretti:

"Biz söyledik: 'Ey ateş İbrahim'in üzerine soğuk ve selâmet ol!'" (ENBİYA/69)

Ve İbrahim ateşin ortasına düşünce ateş dört yana çekildi. Ateşin ortasında bir yer açıldı. Güzel bir pınar çıktı. Çevresi yeşillendi. O da geldi pınarın yanına oturdu. Ayağındaki zincir bağları çözüldü.

Nemrut yüksek bir saray yaptırmıştı. O sarayın üstüne ağaçtan yüksek bir sedir yapılmasını emretti. O yüksek yere çıkarak ateşi görmek istedi. Hem de şöyle dedi:

- İbrahim'in ateş içindeki halini göreyim! Acaba yanıp kavruldu mu?

Nemrut ateşin içine baktı. Ateş ortasında pınarı ve yeşilliği gördü. İbrahim'de sağ olarak pınarın yanında oturuyordu. Nemrut bu hal karşısında şaşırdı kaldı.

- Ey İbrahim! Diye bağırdı. İbrahim'de:

-  Ey Allanın düşmanı! Ne diyorsun? Diye cevap verdi.
Nemrut:

- Bu ateşi senin için kim böyle yaptı? Diye sordu. O da:

- Ateşi Yaratan! Dedi. Nemrut:

- O Yaratanın hakkı için ateşin içinden dışarı çık. Seni göreyim! Dedi.

İbrahim kalktı. Ateşin içinde yürüdü. Nereye
ayakbastıysa o yerdeki ateş sönüyor orası çimenlik oluyordu. Bu suretle İbrahim dışarı çıktı durdu. Nemrut:

- Ey İbrahim! Sana ne söyleyeyim! Senin yüce bir Rabbin varmış. Şimdi dileğim senin Rabbine konukluk etmektir! Dedi. İbrahim:

- Benim Rabbimin konukluğa ihtiyacı yoktur. Dedi.Nemrut:

- Ben onu konuklasam gerek! Dedi. Bin at bin deve koyun sığır ve kuşları; yani sultanları konuklamaya yarar şeyleri getirdiler. Hepsini İbrahim'in Rabbine karşı kurban ettiler. Ancak Allah hiç birisini kabul etmedi.

Nemrut kurbanın kabul edilmediğini anlayınca İbrahim karşısında mahcup oldu. Bu utançla İbrahim'in yüzüne bakamadı. Üç gün sarayına kapandı. Nemrut halkın kendisinden yüz çevirmesinden korktuğu için sabırsızlandı. Saraydan dışarı çıktı hemen adamlarını dört bir yana mektuplar yazarak yolladı:

- Çabucak ordular gönderin! Tamamen silahlansınlar. Gök Tanrısı ile savaş etsem gerek! Dedi.

Yüz bine yakın talimli asker Nemrut'un önünde toplandı. Sonra Melek Nemrut'un yanına varıp:

- Ey zavallı senin gibi bir biçareye asker ne gerek! Yüce Allah yarattığı en küçük bir kuluna emrederse seni de askerini de yok eder!" Dedi. Yüzünü göğe yöneltti:

- Yarabbi Sen bu tağutun neler söylediğini bilirsin. Bunun helakini sana havale ediyorum! Dedi.

Yüce Allah yaratıklarının en zayıfı olan sivrisinek ordusuna emretti. Akın akın geldiler. Nemrut ordusundaki askerin yüzlerine gözlerine üşüştüler. Sivrisineğin çokluğundan askerler birbirlerini görmezlerdi. Her adamı ve atını ısırdığında acısı dayanılmaz olurdu. Bu acıyla hayvanlar şaha kalkar canının acısından askerleri yerlere fırlatırdı. Böylece bu zalim ordu perişan oldu.

Nemrut yapayalnız kaldı. Kaçıp sarayına girdi. Kapıları sağlamca kapattı. O beladan kurtuldum sandı. Fakat Yüce Allah sineklerin en zayıfına emretti. Öyle ki bir gözü kör bir ayağı topaldı. Baca deliğinden içeri girmiş Nemrut'un dizi üstüne konmuştu. O onu tutup öldürmek istedi. Sinek uçtu yüzüne kondu. O da onu yüzünden kovmak istedi. Sinek yine uçtu onun burnunun içine girdi. Oradan beyninin içine kadar yürüdü. Azar azar beynini kemirmeğe başladı.

Nemrut iki eliyle yüzüne gözüne vuruyor acısını bir parça dindirmek istiyordu. Sinek ona o kadar işkence ediyordu ki, ne zaman başını sallasa, sineğin kemirişi diniyordu. O da, o zaman rahat ediyordu. Eğer başına bir şeylerle vurmazlarsa sineğin beynini yemesi yine devam ediyordu. O zaman Nemrut'un feryadı göklere çıkıyordu.

Sonunda başına vuracak bir görevli gerekti. Tokmaklar hazırlandı. Nemrut'un yakınlarından nöbetle onun başına vuracak kişiler görevlendirildi. Nemrut hafif vurandan darılır kuvvetli vurandan memnun olurdu. İşte kendisini "tanrılaştıran" ve kendi çağının en büyük krallığının başındaki zalimin akıbeti!

Kaynak: Tarih-i Taberi Çev. M. Faruk Gürtunca C.1 Sağlam Yy İstanbul
.]


Devam ediyor E sayfasına geçiniz.