30 Kasım 2011 Çarşamba

İslamoğlu Tef. Ders. Hud (035-040)(72-C)



B sayfasından devam.


35-) Em yekulunefterah* kul iniftereytühu fe'aleyye icramiy ve ene beriy'ün mimma tücrimun;

Yoksa: "Onu uydurdu" mu diyorlar... De ki: "Eğer onu uydurdum ise, suçumun karşılığı banadır... Ben sizin suçunuzdan berîyim." (A.Hulusi)

35 - Yoksa onu uydurdu mu diyorlar? De ki: eğer uydurdumsa vebali benim boynumadır, halbuki ben sizin yüklendiğiniz vebalden berîyim. (Elmalı)


Em yekulunefterah Yoksa ey Muhammed bu kıssayı o uydurdu mu diyorlar, kul iniftereytühu fe'aleyye icramiy ve ene beriy'ün mimma tücrimun; Cevap ver onlara, eğer onu ben uydurdumsa, bunun sorumluluğu bana aittir. Ama ben sizin suçlarınızın ve ene beriy'ün mimma tücrimun; sizin suçlarınızın, sizin günahlarınızın sorumluluğundan beriyim. Yani ben sizin günahlarınızın sorumluluğunu taşımıyorum ya.

Aslında öyle güzel bir üslup var ki ayetti kerimede, suçlayıcı değil. Muhatapları tahkir etmeden suçlamadan sadece durumlarını izah eden bir üslup ile davet.


36-) Ve uhıye ila Nuhın ennehu len yu'mine min kavmike illâ men kad amene fela tebteis Bima kânu yef'alun;

Nuh'a vahyolundu ki: "Halkından, iman etmiş olanlar dışında kimse iman etmeyecek... (Artık) onların yapmakta olduklarından dolayı üzgün olma!" (A.Hulusi)

36 - Bir de Nuh’a vahyolunmuştu ki haberin olsun kavminden iman etmiş olanlardan maada hiç biri iman etmeyecek, onun için her ne yaparlarsa gam yeme de. (Elmalı)


Ve uhıye ila Nuhın ennehu len yu'mine min kavmike illâ men kad amen yine kıssamıza yani tarihe tekrar dönüyoruz kaldığı yerden. Tabir caizse ilahi kamera izleyici, yani muhataptan hitaba tekrar dönüyor. Tarihin gizli belgelerinde yeniden geçmiş hakikatlerin çekimini yapıyor ve devam ediyor diyor ki; Derken Nuh’a şöyle vahy ettik; Şu kesin ki daha önce inanmış olanlar dışında bundan böyle toplumundan kimse sana inanmayacak.

Bunu ancak Allah söyler. Çünkü ümit kesme insan için mümkün değildir. İnsanın akıbetinin ne olacağını sadece Allah bilir. Onun için ancak bunu Allah söyler ve ancak bir peygambere söyler. Dolayısıyla bir peygamber dışında hiç kimse bir başkaları için onun ebedi olarak mühürlendiğini söyleyemez. Burada da rabbimiz Hz. Nuh’a sadece kendisinin vereceği bir haberi iletiyor ve artık mühürlendiklerini söylüyor. Bunların içinden mümin çıkmayacak diyor.

Sanırım Hz. Nuh’un da görüşü bir başka yerde ifade ediliyordu, isra suresinin son ayetlerinde olsa gerek yanılmıyorsam; (hayır Nuh/27)

İnneKE in tezerhüm yudıllu 'ıbadeKE ve lâ yelidû illâ faciren keffara; (Nuh/27)

Ne diyordu Hz. Nuh’un dilinden; eğer onları yeryüzünde bırakırsan kullarını saptırmaya devam edecekler ve onlardan bundan böyle kafirden başka bir şey doğmayacak ya rabbi diyor. Canından bıktırmışlar tabir caizse. Burada ise bu haberi rabbimiz veriyor ve artık iman eden gelmeyecek diyor.

fela tebteis Bima kânu yef'alun; artık onların yapa geldikleri şeylerden dolayı sakın üzüleyim deme.

Evet, saç ağartan hitaplardan biri daha. Peygamber tabii ki bu sözleri kendi üzerine de alıyordu ve eğer kendi içinde bulunduğu toplumda Nuh toplumunun akıbetine çarptırılacaksa rahmet ve şefkat peygamberi nasıl üzülmez, nasıl saçı ağarmaz.


37-) Vasnaılfülke Bi a'yunina ve vahyina ve lâ tuhatıbniy fiylleziyne zalemu* innehüm muğrekun;

Gözlerimiz olarak (mâiyet sırrına işaret bu ifade), vahyimizce gemiyi yap... Zâlimler hakkında (şefaat için) bana yönelme... Kesinlikle onlar boğulacaklardır! (A.Hulusi)

37 - Bizim nezaretimiz altında ve vahyimiz dâiresinde gemi yap, hem o zulmedenler hakkında bana hitap etme' çünkü onlar gark edilecekler. (Elmalı)


Vasnaılfülke Bi a'yunina ve vahyina ve lâ tuhatıbniy fiylleziyne zalemu bizim gözlemimiz altında ve işaret ettiğimiz üzere vahy ettiğimiz gibi gemiyi inşa et ve bundan böyle sakın zalimler hakkında bana başvurma. Bir daha kapıma bu zalimleri af için geleyim deme diyor adeta ayet. Onların işi bitti, rabbimiz onların artık süresinin dolduğunu işaret ediyordu Hz. Nuh’a ve gemiyi gözetimimiz altında vahyimizle inşa et emrini veriyordu.

Evet, bana başvurma diyor. Resulallah bunu nasıl algılıyor, ya bu toplum içinde böyle bir şey gelirse. Bir daha bunlar için bana başvurma derse;

 Lealleke bahı'un nefseke ella yekûnu mu'miniyn; (Şu’ara/3)

Kur’an ın kendisine mümin olmuyorlar diye neredeyse kendini helak edeceksin dediği bu şefkat ve merhamet peygamberi ne yapar o zaman. Tabii ki onu düşünüyordu.

innehüm muğrekun; şu kesin onlar boğulacaklar. Allah’ın hükmü.

[Ek bilgi; orijinal bir görüş;
http://ekabirweb.blogspot.com/2012/05/hz-nuhun-gemisi-buhar-kazanl-myd.html ]


38-) Ve yasnaul fülke ve küllema merra aleyhi meleün min kavmihi sehıru minh* kale in tesharu minna feinna nesharu minküm kema tesharun;

Gemiyi yapıyor(du)... Halkının ileri gelenleri Ona her uğradıklarında, alay ediyorlardı... (Nuh) dedi ki: "Eğer bizimle alay ederseniz, sizin alay ettiğiniz gibi (gün gelir) biz de sizinle alay ederiz." (A.Hulusi)


38 - Gemiyi yapıyordu, kavminden her hangi bir güruh de yanından geçtikçe onunla eğleniyorlar, dedi: bizimle eğleniyorsanız, biz de sizi sizin eğlendiğiniz gibi eğleneceğiz. (Elmalı)


Ve yasnaul fülke derken o gemiyi inşa etmeye koyuldu. ve küllema merra aleyhi meleün min kavmihi sehıru minh ve toplumunun önde gelenleri ne zaman ona rastlasalar gemi yaparken, onunla alay ederlerdi. Yani Hz. Nuh ile. kale in tesharu minna feinna nesharu minküm kema tesharun; Hz. Nuh’ta onların bu alaylarına şöyle cevap verirdi; Siz bizimle alay ediyorsanız, hiç kuşkunuz olmasın ki gün gelecek biz de tıpkı sizin gibi sizinle alay edeceğiz. Fakat azaptan sonra alaya delalet eden hiçbir şey nakledilmiyor, hiçbir peygamberden. Demek ki bu sadece uyarı yollu bir itiraz muhataplara.

Hüzün ve acıma dışında bela geldikten sonra hiçbir peygamber dönüp de alay etmiyordu. Ama bu onların bu küstahlıklarına verilmiş bir cevap o an için.


39-) Fesevfe ta'lemune men ye'tiyhi azâbün yuhziyhi ve yehıllu aleyhi azâbün mukıym;

"Bugünkü alçaltıcı azabın kime geleceğini; (gelecekteki) kalıcı azabın da kime ineceğini yakında bileceksiniz." (A.Hulusi)

39 - İleride bileceksiniz kime rüsva edecek azâb gelecek ve daimi azâb başına inecek. (Elmalı)


Fesevfe ta'lemune men ye'tiyhi azâbün yuhziyhi ve yehıllu aleyhi azâbün mukıym; Evet, zamanı gelince siz de öğreneceksiniz alçaltıcı bir cezanın kimin başına geleceğini. Dahası, kalıcı bir azaba kimin mahkum edileceğini. azâbün mukıym.


40-) Hatta izâ cae emruna ve farettennuru, kul nahmil fiyha min küllin zevceynisneyni ve ehleke illâ men sebeka aleyhil kavlü ve men amen* ve ma amene meahu illâ kaliyl;

Nihayet hükmümüz geldiğinde ve sular kaynaklardan fışkırıp taştığında dedik ki: "Ona, her cinsten bir çift ile daha önce aleyhlerine hüküm verilmiş olanlar dışında, aileni ve tüm iman etmiş olanları yükle"... Zaten Onunla beraber iman eden çok azdı. (A.Hulusi)

40 - Nihayet emrimiz geldiği ve Tennur feveran ettiği vakit dedik ki: yükle içine her birinden ikişer çift, ve aleyhinde hüküm sebketmiş olandan maada ehlini ve iman edenleri, mamafih pek azından maadası beraberinde iman etmemişti, dedi. (Elmalı)


Hatta izâ cae emruna ve farettennur en nihayet sonunda emrimiz gelince tandır kaynadı. Tam böyle. farettennur, tam karşılığı tandır kaynadı.

Tandır; içinde ateş yakılan yer, ocak, fırın anlamına geliyor. Kaynamak ise su ile ilgili bir şey. Kaynadı, coştu, taştı anlamına Fara, feveran da oradan gelir. Ateşle su yan yana adeta. Nasıl anlamalı; Tabii ki bu iki kelimelik bu ibareyi müfessirler çok farklı yorumlamışlar. Razi; tandır diyor, Tennur, bize de oradan geçmiş olsa gerek tandır; yeryüzüne mecazen ıtlak olunur. Arapça da yer yüzü için mecazi bir kullanımdır diyor.

İlginç olan bir şey söylüyor müfessirimiz elmalı; Burada ateşin içinde yandığı yer olan tandırla fara fiili, yani su için kullanılan kaynadı, coştu, taştı birlikte kullanılıyorsa bu çok daha farklı ve özgün bir anlama gelmesi lazım diyor ve buradan yola çıkarak; sanki Nuh peygambere vahiyle, ilahi gözetim altında yaptırılan geminin buhar kazanına işaret ediyor gibi bir şey söylüyor Elmalı’lı. Adeta kazanı ateşledi dercesine böyle bir imaya delalet ettiği yönünde bir yorumu var müfessirimiz elmalının.

[Ek bilgi; Ebu Hayyan, tefsirinde Hasen'den rivayetle "tennur"un "gemide suyun toplandığı yer" olduğunu nakletmiştir, ki bu ifade hemen hemen geminin kazanını andırıyor.

Görülüyor ki, tefsir âlimlerinin rivayetlerinin bazı noktaları yukarıda arz ettiğimiz mânâya değinir yapıdadır. Yani geminin yelkenli bir gemi değil, kazanla çalışan bir vapur olduğunu hatırlatır niteliktedir. Rivayetlerdeki bu ayrıntılar da görüldükten sonra biz şimdi hakkıyla diyebiliriz ki, tennurun gerçek anlamıyla bir ocak olması, aynı zamanda onun gemide su toplanan bir kazan ile ilişkili olmasına da engel değildir. Cumhurun ocak olduğu hakkındaki rivayetiyle bu rivayet arasında çelişki de yoktur.

Harf-i tarif ile "ettennur" buyurulması, bunun gemiye ait bir tandır, bir ocak olmasını açıkça belli eder. Ayı zamanda Hz. Nuh'a ait bir tennur olması da buna engel değildir. Çünkü bu onun bir mucizesidir. "Keşşaf" sahibinin, sarahatle belirttiği üzere, âyette gayesi yukarıdaki fiiline müteallik olup, mânâ demek olduğundan, tennurun feveranı gemideki yapım işinin sona ermesi, yükleme ve hareket emrinin de başlangıcı ve şartı olarak gösterilmiştir. Bunun böyle olduğu göz önünde bulundurulursa, tennurun feveranı gemiyi harekete geçiren kuvvetin kendisini ifade ettiği anlaşılır.

Bu günkü söylenişi ile "nihayet emrimiz gelip gemi ateşlendiği vakit" demek olur. Ve bunda tennur ve feveran kelimeleri gerçek anlamda kullanıldığı ve âyetin bu mânâda gayet zahir olduğu da şüphesizdir. Şu halde nassta hakikat anlamını ve zahiri bırakıp da te'vil aramaya hiç de sebep yoktur. Geminin yapımı tamam olup "fayrap" haline gelmesi, ilâhî emir olan tufanın başlayacağına bir alâmet olmasına da engel olan bir durum değildir.

Âyetin bu zahirine karşı, "O zaman öyle bir vapur nasıl yapılabilirdi? Yapılmış olsa bu sanat unutulur mu idi?" gibi vehim ifade eden bir iki sual akla gelebilir. Halbuki daha önceki çağlarda bilinip de sonradan kaybolup gitmiş bir takım sanatların olduğu bile tarihi misallerle sabittir. Kaldı ki Nuh, gemisini beşerin bilgi ve tecrübe birikimiyle değil, doğrudan doğruya "Bu gemiyi Bizim gözetimimizde ve vahyimize göre yap!" âyetinde de ifade buyrulduğu gibi, Allah'ın vahyi ile ve yine O'nun gözetiminde yapmıştır.

Her çiftten iki tane, yani erkeği ve dişisi olan her canlıdan ikişer tane ki, bunun miktarını Allah bilir, gemiye alınmıştır. Bu kadar canlıyı alabilen ve bunlarla beraber Hz. Nuh'un bir oğlunun dışında bütün aile fertlerini ve az da kavminden kendisine iman etmiş olanları, gerek insanlar, gerek diğer hayvanlar için gerekli olan yiyecekleri dahi yüklenerek, dağlar gibi dalgalar içinde akıp giden bir geminin harikulade bir gemi olması ve bunun basit bir yelkenli gemi gibi düşünülmemesi gerekiyor. "O devirde böyle bir gemi yapılabilir miydi?" sorusuna karşılık, "Öyle fırtınalı ve dalgalı bir tufanda bu kadar yükü küçük bir yelkenli taşıyabilir mi?" sorusuyla cevap vermek gerekir.

http://ekabirweb.blogspot.com/2012/05/hz-nuhun-gemisi-buhar-kazanl-myd.html ]


[Ek bilgi; {Kur’an; tufanı Allah’ın buyruklarına tam bir şekilde karşı çıkan suçlu toplumlara yöneltilen cezalandırmalardan ibaret olan genel bir muhteva içinde nakleder.

Tevrat top yekün inkârcı insanlığı cezalandıran evrensel bir tufandan bahsederken Kur’an bunun aksine olarak iyice belirlenen müteaddit toplumlara gönderilen çeşitli cezaları zikreder. (ör; Araf/59 -93 ayetleri Nûh, Ad, Semud, Sodom,(Lût) Meyden topluluklarına verilen cezaları ayrı ayrı hatırlatır.) Keza Kur’an Tufanı da özellikle Nuh kavmine mahsus bir felâket olarak bildirir.

Geminin içinde bulunanlar hakkında Kur’an oldukça açık ifade taşır. Allah tarafından Hz. Nuh’a emir verilir ve felaketten masum insanların kalacakların bindirilmesi emri olduğu gibi yerine getirilir.

“(Nihayet emrimiz geldiği ve tennur (tandır veya geminin kazanı) tutuşup parladığı zaman dedik ki; "Erkeği ve dişisi olan her canlıdan ikişer tane, aleyhlerinde hüküm verilmiş olanların dışında, aileni ve iman etmiş olanları geminin içine yükle". Zaten beraberinde iman edenler çok az idi. (Elmalı) (Hud/40)”

Kur’an gemide kovulan nasipsiz oğul dışında Hz. Nuh’un ailesi ile Allah’a iman eden sayıları az olan yolcuların bulunduğunu bildirir.

Tevrat ise gemide “sayıları az olan mü’minlerin bulunduğunu bildirmez, gerçekte Tevrat’ta geminin içindekiler konusunda 3 rivayet mevcuttur.

1 – Din adamları metnine göre Nuh istisnasız olarak kendi ailesi be her türden bir çift.

2 – Yahvis’te metin pâk hayvanlar ve kuşlar ile murdar hayvanlar arasında ayırım yapar. (gemi, pak hayvanlarla kuşlardan erkek ve dişi olarak yedişer çift, murdar hayvanlardan ise birer çift barındırır.)
3 – Değiştirilmiş Yahvis’te bir cümleye (Tekvin/7-8) göre pak olsun murdar olsun her ne4viden birer çift. (Maurıce Bucaılle- Kitab-ı Mukaddes Kuran ve bilim)}]


A’raf suresinin 64. ayetine bir atıf var bu ayette. Yani Hz. Nuh peygamberin mesajına karşı gelen kavminin uğradığı bela, tufan belası. İnsanlığın ortak hafızasına kazınmış bir bela olduğu için Çin ve Hindistan’dan Amerika yerlilerine kadar tüm yeryüzünde ki kültürlerde tufan, efsaneye dönüşmüş ve tüm dünyada bir tufan efsanesi tüm dünya kültürlerinde mevcut. Demek ki insanlığın bir ve beraber olduğu dönemde gerçekleşen, ilk dönemlerinde gerçekleşen bu muhteşem bela, bu büyük, bu korkunç bela, insanlığın dağılmasıyla ortak hafızasında yer aldığı için dağılmış ve toplumların kültürlerinde bir efsaneye, mitolojiye dönüşerek anlatıla gelmiş kuşaktan kuşağa. Ki A’raf 64. de ayrıntılı olarak buna değinmiştik.

kul nahmil fiyha min küllin zevceynisneyni ve ehleke illâ men sebeka aleyhil kavlü ve men amen Nuh’a emir verdik dedik ki; Yanına her bir cins hayvandan çifter çifter al. Bir de haklarında hüküm kesinleşmiş olanlar dışında aileni ve iman eden kimseleri al talimatını verdik.

Burada haklarında hüküm kesinleşmiş olanlar; illâ men sebeka aleyhil kavl oğlunu biliyoruz ama karısından da Tahrim suresinin 10. ayetinde söz ediliyor. Demek ki karısı ve oğlu da dahil, belki onların dışında da ailesinden bazı kimseler Hz. Nuh’a inanmamışlardı. Burada bir aile dramıyla karşı karşıyayız ve bu aile dramını bakın vahiy bize nasıl naklediyor.

ve ma amene meahu illâ kaliyl; zaten onun inancını paylaşan kimseler çok azdı.


Devam ediyor D sayfasına geçiniz.

29 Kasım 2011 Salı

İslamoğlu Tef. Ders. Hud (029-034)(72-B)




A sayfasından devam


29-) Ve ya kavmi lâ es'elüküm aleyhi malen, in ecriye illâ alAllâhi ve ma ene Bi taridilleziyne amenû* innehüm mülaku Rabbihim ve lakinniy eraküm kavmen techelun;

"Ey halkım... Bunun için sizden bir karşılık istemiyorum... Benim yaptığımın karşılığı ancak Allâh'a aittir... Ben, (siz onları aşağı görseniz de) iman edenleri yanımdan uzaklaştıramam! Muhakkak ki onlar Rablerine kavuşacaklardır... Fakat ben sizi cahillik eden bir halk olarak görüyorum." (A.Hulusi)

29 - Hem ey kavmim! Buna karşı ben sizden bir mal istemiyorum, benim ecrim ancak Allaha âittir, ve ben o iman edenleri koğacak değilim, elbette onlar rablerine kavuşacaklar, ve lâkin ben sizi cahillik eder bir kavim görüyorum. (Elmalı)


Ve ya kavmi lâ es'elüküm aleyhi malen İmdi ey kavmim, çabama karşılık, bu davetime gayretime karşılık sizden bir beklenti içerisinde değilim. in ecriye illâ alAllâh benim çabamın karşılığı sadece Allah’a aittir. Ya da şöyle çevireyim; benim çabamın karşılığını takdir etmek Allah’a kalmıştır. Bir peygamberin gayretini Allah’tan başka kim takdir edebilir, gereği gibi kim ödüllendirebilir ki.

Tam sırası değil mi “Şey'e bepni surete hudün” Benim saçımı Hud suresi ağarttı diyen peygamberi gözümüzün önüne getirmenin tam sırası değil mi; İnsanlığa olan şefkat ve merhametinden dolayı saçını ağartan, hayatını ortaya koyan bir peygamberin ve tüm peygamberlerin hakkını kim neyle ödeyebilir ki.

Bu çıkarcı mantığa bir hitap aslında. Her peygamberin ilk söylediği iki şeyden biri. Birincisi ben de sizin gibi bir insanım, ikincisi ise ücret istemiyorum. Yaptığım işin karşılığını sizden beklemiyorum. Görmüyor musunuz. Tabii ki bu hitabın muhataplarının menfaatperest, çıkarcı olduğu akla getirilirse aslında Nuh peygamberin söylemek istediği daha iyi anlaşılır.

Sizin gözünüzde hiç kimse karşılık beklemeden hiçbir şey yapmaz, siz öylesiniz zaten. Çıkara dayalı iş yaparsınız. Fakat söyler misiniz ben neden hayatımı ortaya koyuyorum. Tabii bunu onlar anlayamadılar. Bir peygamberin bu ölümcül gayretini çıkarcı ve mala tapan, dünyaya tapınan insanlar nasıl anlasın. Bugün peygamberin izinden gidenleri de anlayamıyorlar. Çıkarı olmasa yapmaz diyorlar. Çünkü kendisi çıkarı olmayınca hiçbir şey yapmıyor. Bu basit ve dünyevi bir çıkar değil, fakat ilahi çıkarı zaten var. Ebedi mutluluktan daha büyük çıkar mı olur.

Hey ahmak..! Diyesi geliyor insanın. Ebedi saadet ve güvenlik garantisi. Kula kul olmamak, yalnızca Allah’a kul olmaktan daha büyük bir menfaat mi olur. Cennet getiren bir çıkar.

ve ma ene Bi taridilleziyne amenû* innehüm mülaku Rabbihim dahası iman edenleri de etrafımdan uzaklaştıracak değilim. Nuh peygamber onların taleplerini böyle reddediyor. Çünkü onlar rablerine kavuşacaklarına inanıyorlar.

Bu ayetlerin ilk muhatabı olan sevgili peygamberin yaşadığı bir takım olaylara da bir gönderme bu. Onun etrafında ki Mekke ileri gelenleri, ondan da aynı şeyi istiyorlardı. Ve onu Nuh peygamberin kavminin ileri gelenlerinin kendisini suçladığı şeyle suçluyorlardı. Etrafında ki Bilal’ı gösteriyorlar, Zinnire’yi gösteriyorlar. Ammar’ı, Yasir’i, Sümeyye’yi, Hattap bin Eret’i gösteriyorlar. Bunlar horlanan, özgürlüğü elinden alınan insanları ve biz bunların arasına mı gireceğiz diyorlardı. Ve hatta bu küstahlıklarını öyle ileri götürüyorlardı ki, bir keresinde sevgili efendimiz amcası Ebu Lehep’i davet ettiğinde Ebu Lehep hemen o ölçüp biçen, hani Kur’an ın ifade buyurduğu gibi;

İnnehu fekkere vekaddere. (Müddesir/18) O düşündü taşındı, ölçtü, biçti

Fekutile keyfe kaddere; (Müddesir/19) Kahrolası, nasıl ölçtü biçti, nasıl takdir etti.

Sümme kutile keyfe kaderde (Müddesir/20) Bir daha kahrolası, nasıl da ölçtü biçti.

Akıllı, Ebu Cehil’in deli olduğunu kim söyleyebilir. Ya Ebu Lehep’in. Kendilerince akıllı insanlar. Ölçüp biçiyorlar, fakat ölçüp biçerken tek sınırları var; Bencil çıkarları, nefisleri. Dünyayı nefislerinden ibaret görüyorlar ve her şeye çıkar gözlüğü ile bakıyorlar. Kişisel ihtiyaçlarıyla sınırlı görüyorlar, ruhlarının ihtiyaçlarının farkında değiller. Onun için ölçüp biçiyorlar, fakat yanlış ölçüp biçiyorlar. Ölçüde hile yapıyorlar, yamultuyorlar. Allah’ın baktığı yerden bakmıyorlar, şeytanın baktığı yerden bakıyorlar. Onun içinde yamuk ölçüyorlar. Yamuk ölçünce pazarlık yapıyorlar Ebu Lehep gibi.

Yeğenim demişti, ben Müslüman olursam bana ne var? Resulallah açık konuştu hiç pazarlığa yanaşmadan. İmanda pazarlık olur mu: “Herkese ne varsa amca sana da o var.” Evet, Ebu Lehep’in mantığı bunu kabul edemez. Ne demişti; “Beni herkesle bir tutan din olmaz olsun.” İşte böyle ölçüp biçerler onlar.

ve lakinniy eraküm kavmen techelun; Devam ediyor Hz. Nuh Bu arada ben de sizin cahilce davranan bir toplum olduğunuzu düşünüyorum. Yani siz bizim için öyle düşünüyorsunuz ama, ben ve biz müminler de sizin için böyle düşünüyoruz. Yani siz aymaz adamlarsınız. Siz kendinizi bilgili, bana iman edenleri de aşağı görüşlü, düşüncesi kıt insanlar olarak niteliyorsunuz. Fakat eğer Allah’ın gör dediği yerden bakarsanız kendinizin cahil olduğunu göreceksiniz.


30-) Ve ya kavmi men yensuruniy minAllâhi in taredtühüm* efela tezekkerun;

"Ey halkım... Eğer onları uzaklaştırırsam Allâh'a karşı bana kim yardım eder? Düşünemiyor musunuz?" (A.Hulusi)

30 - Hem ey kavmim! Ben onları koğarsam Allah dan beni kim kurtaracak? Artık bir düşünmez misiniz? (Elmalı)


Ve ya kavmi men yensuruniy minAllâhi in taredtühüm bakın ey kavmim demişti Hz. Nuh: Eğer onları etrafımdan uzaklaştırırsam Allah’tan gelebilecek bir cezaya karşı bana kim yardım eder. efela tezekkerun; Bunu da mı düşünemiyorsunuz. Bunu dahi düşünmekten aciz misiniz.


31-) Ve lâ ekulü leküm ındiy hazainullahi ve lâ a'lemül ğaybe ve lâ ekulü inniy melekün ve lâ ekulü lilleziyne tezderiy a'yunüküm len yü'tiyehümullâhu hayra* Allâhu a'lemü Bima fiy enfüsihim* inniy izen leminez zâlimiyn;

"Size, Allâh'ın hazineleri benim yanımdadır, demiyorum... Gaybı da bilmem... Ben bir meleğim de demiyorum... Hor-hakir gördüğünüz kimseler için, Allâh asla onlara bir hayır vermez de demiyorum... Onların içlerinde ne olduğunu Allâh daha iyi bilir... (Bunların aksini söylersem) ben kesinlikle zâlimlerden olurum." (A.Hulusi)

31 - Ben size ne Allahın hazîneleri benim yanımda, ne de gaybı bilirim demiyorum, ben bir Meleğim de demiyorum, o sizin gözlerinizin horladıkları hakkında Allah, onlara hiç bir hayır vermez de demem, onların içlerindekini en iyi bilen, Allah dır, ben o halde zalimlerden olmuş olurum. (Elmalı)


Ve lâ ekulü leküm ındiy hazainullah ve Hz. Nuh kendi gerçeğini, nübüvvet gerçeğini, davet gerçeğini, şu tüm zamanlar ve zeminlerde geçerli olan harika bir üslup ile açıklamış ve demişti ki: Ben size Allah’ın hazineleri benim gözetimimdedir demiyorum. ve lâ a'lemül ğayb görünmezin bilgisine sahipte değilim. Yani şunu demek istiyor, bir peygamber ne değildir.

1 – Bir peygamber define detektörü değildir. Böyle demek istiyordu. Yani ben bulunmamış hazineleri size gösterecek biri değilim.

2 - Bir peygamber gaipten haber veren kâhin değildir. Benim böyle bir iddiam da yok. Hatırlayın Resulallah’ı Osman Bin Maz’un’un vefatında konuk olduğu evin hanımı, ya da kendi eşi;

- Ey Osman Cennet sana helal olsun, müjdeler sana. Diye cenazesine dönüp de seslenince Fark etmeden arkadan gelen Resulallah’ın cevabını hatırlayın;

- Sen ne diyorsun be hanım, vallahi ben yarın kendime ne yapılacağını dahi bilmiyorum, kaldı ki bir başkası..! Dercesine.

Vallahi ben dahi kendime ne yapılacağını bilmiyorum bir peygamberle karşı karşıyayız. Yine devam ediyor Hz. Nuh:

ve lâ ekulü inniy melek üstelik asla ben meleğim de demiyorum. Hani hatırlayınız sevgili efendimiz bu mesajları hayatında şöyle uyguluyordu. Bir keresinde kızı Fatıma’ya;

- Kızım Fatıma, nefsini Allah’ın elinden satın al, vallahi yarın senin için de bir şey yapamam.

Ve diğer aile fertlerini sıralayarak Kur’an ın bu mesajını nasıl içselleştiğini, nasıl anladığını uygulamasıyla gösteriyordu.

ve lâ ekulü lilleziyne tezderiy a'yunüküm len yü'tiyehümullâhu hayra sizin küçük görüp tahkir ettiğiniz kimseler için Allah onlara gelecekte bir hayır vermeyecek demeye ise zaten ben yanaşmam. Allah kime hayır vereceğini kendisi bilir. Tabii ki kendisi bunu açıklamıştır, hayır imanındır. ..vel akıbetü lilmüttekıyn; (Kasas/83) Güzel son, mutlu son Allah’a karşı sorumluluk bilinciyle donananlarındır.

Allâhu a'lemü Bima fiy enfüsihim Allah onların içindekini çok daha iyi bilir. inniy izen leminez zâlimiyn; eğer böyle davranırsam, eğer yanımdaki bu yoksul, bu ezilmiş, bu horlanmış insanları itersem, kovarsam, atarsam, ben de sizin gibi horlarsam o zaman ben de kendisine kıyanlardan olurum.

Evet dostlar, görüyorsunuz aslında bu surenin belki de bel kemiğini teşkil eden ve tüm bu helak olan kavimlerin arkasından bir cümle ile ifade edilen hakikat bu ayetlerin satır aralarında da veriliyor. Bir kavmi akidesinden dolayı helak etmez Allah. Birbirlerine karşı zalimce davranışlarından dolayı helak eder. İşte biz burada bunu görüyoruz.


32-) Kalu ya Nuhu kad cadeltena feekserte cidalena fe'tina Bima te'ıdüna in künte minas sadikıyn;

Dediler ki: "Ey Nuh... Bizimle gerçekten mücadele ettin... Bunda çok ileri gittin! Eğer doğrucuysan, bizi tehdit ettiğin şeyi, bize getir." (A.Hulusi)

32 - Ey Nuh! dediler: cidden bize mücadele ettin, cidalimizde çok ileri de gittin, de haydi bizi tehdit edip durduğun azâbı getir de görelim, sadıklardan isen. (Elmalı)


Kalu ya Nuhu kad cadeltena feekserte cidalena Onlar cevap verdiler, o Nuh peygamberin toplumunun ileri gelenleri, küfürde öncüler, toplumun zalimleri dediler ki; Ey Nuh bizimle tartıştın, üstelik tartışmamızda hayli ileri gittin. fe'tina Bima te'ıdüna in künte minas sadikıyn; ve bununla da yetinmediler şu cüreti gösterdiler. Madem öyle eğer doğru söylüyorsan haydi bizi tehdit ettiğin cezaya çarptır.


33-) Kale innema ye'tiyküm Bihillâhu inşâe ve ma entüm Bi mu'ciziyn;

(Nuh) dedi ki: "Eğer dilerse onu size ancak Allâh getirir! Siz, Allâh'ı dilediğini yapmakta âciz bırakamazsınız." (A.Hulusi)

33 - Onu, dedi: ancak Allah getirir: dilerse, ve siz onu âciz bırakacak değilsiniz. (Elmalı)


Kale innema ye'tiyküm Bihillâhu inşâe ve ma entüm Bi mu'ciziyn Nuh peygamber onlara şu cevabı verdi. Allah dilesin yeter ki. Yeter ki Allah dilesin onu sizin başınıza öyle bir sarar ki onu siz dahi atlatamazsınız. Onu, o belayı, o cezayı başınıza öyle bir dolar ki mümkün değil. Allah eğer o hükmü verirse cezayı atlatamazsınız.


34-) Ve lâ yenfeuküm nushıy in eredtü en ensaha leküm in kânAllâhu yüriydü en yuğviyeküm* HUve Rabbuküm ve ileyHİ turce'un;

"Eğer Allâh sizi saptırmayı irade ederse; ben size öğüt vermek istesem de öğüdüm yarar sağlamaz. O, Rabbinizdir ve O'na rücu ettiriliyorsunuz." (A.Hulusi)

34 - Ben size nasihat etmek istemiş isem de Allah sizi helâk etmek murad ediyorsa benim nasihatim size fâyda da vermez, rabbiniz o, ve siz nihayet ona irca' edileceksiniz. (Elmalı)


Ve lâ yenfeuküm nushıy in eredtü en ensaha leküm in kânAllâhu yüriydü en yuğviyeküm zira ben size ne kadar öğüt vermeye çalışsam da,i eğer Allah “Sizin ısrarlı seçiminize bakarak.” Bunu koyma zarureti hasıl oldu, çünkü Kur’an ın tamamına bu ayetin de maksadına mebni olarak okunması sonucunda bu tırnak içi açıklama zaruridir. Sizin ısrarlı seçiminize bakarak yoldan sapmanıza geçit vermişse, izin vermişse önünüzü açmış, ipinizi boynunuza dolamış ve ne haliniz varsa görün demişse, derse bunu Allah, benim verdiğim öğüt size hiçbir yarar sağlamaz. İşte gerçek. Burada söylenen Allah’ın saptırması en yuğviyeküm öyle diyordu. Evet, ayette.

Ne anlama gelir sizi saptırması. Aslıda saptırmanın Allah.’a atfedildiği her ayet, insanın tercih etme seçme yeteneğini insana bahşetmesine bir atıftır. Bunu daha önce de yeri geldikçe sık sık dile getiriyorum. Ki gözden kaçmasın, Allah’a iftira yapılmasın. Allah saptırdı ibareleri Kur’an da, Allah insana seçme kabiliyeti ve özgürlüğü verdi biçiminde anlaşılır. Yoksa ..Vema yudıllu Bihî illel fasıkıyn. (Bakara/26) Açık ve net. Yoldan sapanların dışında kimseyi Allah yoldan saptırmaz. Bu açık. Demek ki insan sapmayı tercih ediyor, Allah’ta ona izin veriyor, sadece bu.

en yuğviyeküm* HUve Rabbuküm ve ileyHİ turce'un; O sizin rabbinizdir, sonunda ona döndürüleceksiniz.

Burada müstakil bir ayet, yukarıdaki ile adeta bağlantısı olmayan, araya girmiş, konunun arasına, daha doğrusu hitabın zamanına, muhatabın şimdi ve burada sına dönmüş bir ayetle karşı karşıyayız. Geçmiş zamana götürmüştü ayet muhataplarını, şu anda kesiverdi tabir caizse filmi ve kamerayı izleyicilere çevirdi. Orada Resulallah’ı doğrudan muhatap alıp diyor ki;


Devam ediyor C sayfasına geçiniz.
72. videoyu toplu olarak http://kurantefsir.wordpress.com/2011/11/25/islamoglu-tef-ders-hud-025-06072/ bulabilirsiniz.

28 Kasım 2011 Pazartesi

İslamoğlu Tef. Ders. Hud (025-028)(72-A)







Sevgili Kur’an dostları geçen dersimizde Hud suresinin 24. ayetine kadar işlemiştik. Hatırlayacak olursanız geçen ders işlediğimiz ayetlerin sonuncusu iyi ve kötü ayırımını gören ve işiten, görmeyen ve işitmeyen iki tip insan misalinde sembolize ediliyordu. Donduruyordu ve adeta bu misalle bir körle bir gören insan, bir sağırla bir işiten insan arasındaki farkı tarihsel olarak önümüze Kur’an kıssaları başlığı altında değerlendirebileceğimiz kıssalarla açıklıyor ve buyurun  tarihin dehlizlerinde gören toplumlarla görmeyen toplumlar. Ya da bir toplumu oluşturan insanlar içerisinden hakikati görenlerle, hakikate karşı kör olan. Gerçeği görenlerle gerçeğe karşı kör gibi davranan. Hakkı duyanlarla Hakka karşı sağır davrananlar arasında ki fark neymiş, akıbetleri nasıl olmuş buyurun, izleyin dercesine bu surenin bel kemiğini teşkil eden kıssalara giriyordu. Bu meyanda ilk kıssa Nuh kıssası.

Hz. Nuh’un gönderildiği kavmin, toplumun, Hz. Nuh’la beraber gönderilen ilahi mesaja karşı ısrarla kör ve sağır davranması ve bunun sonucunda başlarına gelen ve insanlık hafızasına kazınmış olan o büyük felaket, Kur’an ın her okuyan muhatabına aktardığı bir ibret vesikası idi. Şimdi o ibret vesikasını ve onun devamında ki diğer ibret vesikalarını bir şeyi hep akılda tutarak okuyacağız.

Sevgili efendimizin saçlarını ağartan Hud suresi hangi çok özel mesajı taşıyordu ki peygamber saçı ağartıyordu sorusunun cevabını hep bu satırlarda arayacağız.


25-) Ve lekad erselna Nuhan ila kavmih* inniy leküm neziyrun mubiyn;

Andolsun biz, Nuh'u kavmine irsâl ettik... (O da): "Muhakkak ki ben sizin için apaçık bir uyarıcıyım." (A.Hulusi)

25 - Celâlim hakkı için vaktiyle Nuh’u kavmine gönderdik; şöyle diye ki haberiniz olsun ben size azâbın sebeplerini ve halâsın yolunu beyan eden bir nezîrim. (Elmalı)


Ve lekad erselna Nuhan ila kavmih Doğrusu Nuh’u da mesajlarımızı kavmine taşımak için elçi olarak görevlendirmiştik inniy leküm neziyrun mubiyn; ve ona demiştik ki, o demişti ki kavmine; bakın ben size açık ve net bir uyarıyla geldim. Ya da ben size gönderilmiş açık bir uyarıcıyım. inniy leküm neziyrun mubiyn;

A’raf suresinde bu kıssayı bir daha işlemiştik. Eğer oraya bakılacak olursa bu kıssanın verdiği ahlaki dersi, hatta sadece bu kıssayı değil a’raf suresinde burada aktarılan Nuh, Hud, Salih, Lut, Şuayp ve Musa peygamberlerin ve o peygamberlerin gönderildiği kavimlerin kıssasını aynıyla A’raf suresinde de görmüştük. Fakat tabii tıpkısı değildi.

Kur’an da bendenizin kanaati odur ki, birbirinin tıpkısının aynısı olan iki ayet bulunmamaktadır lafzen aynı olsa da. Her bir tekrar gibi gözüken ayetin vurgusu, taşıdığı anlam, atfı farklı bir vurgudur. Onun için A’raf suresinde anlatılan bu kıssalarla bu surede anlatılan, Hud suresinde anlatılan ve geriden bakınca aynı gibi gözüken bu kıssaların karşılaştırılan bir incelemesi yapıldığında anlaşılacaktır ki vurguları farklı farklıdır. Ama maksatları aynıdır. Ahlaki ilke olarak aynı hedefleri gözetmektedir. Onun için bu kıssa bu ayetle başlarken neziyrun mubiyn; olan bir peygamberin mesajı ile başlıyor.

Asıl durmak istediğim nokta burada, apaçık bir mesajla uyarmak. Mübiyn bir nebi, mesaj açık değilse o zaman muhataplarınızın sizi anlamaması onların mazereti olacaktır. Onun için her peygambere, her peygamberin dilinden Kur’an da; Ben sizin için gönderilmiş bir uyarıcıyım, sadece bir uyarıcıyım değil, apaçık bir mesajla gönderilmiş bir uyarıcıyım dedirtiliyor.


26-) En lâ ta'budu illAllâh* inniy ehafü aleyküm azâbe yevmin eliym;

"Allâh'tan başkasına tapınmayın... Gerçekten ben ulaşacağınız acı bir günün azabından korkarım" (dedi). (A.Hulusi)

26 - Allah dan başkasına ibadet etmeyin, cidden ben size elîm bir günün azâbından korkuyorum. (Elmalı)


En lâ ta'budu illAllâh bir peygamber ilk kez ne ile uyarır. Bir peygamberin toplumuna vereceği ilk mesaj ne olabilir ki, işte budur. Tevhid mesajı. Şöyle ki başkasına değil sadece, sadece Allah’a kulluk edesiniz. Evet, bir peygamberin görevi, özgürlük ve güvenliği muhataplarına taşımaktır. Kula kulluktan insanları kurtarıp, Allah’a kulluğa davet etmektir. İnsanoğlu mutlaka bir şeye kul olur. Bu onun yapısında, fıtratında vardır. İlla bir şeye kul olacaksa insan, kul olacağı sadece Allah olmalıdır. Allah’ın kulu olmalıdır. Onun için her peygamber bir özgürlük savaşçısıdır, ebedi özgürlük kapısını, yolunu, yordamını gösteren, insanlığa güvenlik ve özgürlüğün değişmez adresini gösteren birer uyarıcı ve müjdecidirler.

inniy ehafü aleyküm azâbe yevmin eliym; eğer kula kulluk devam ederse, birileri birilerini kendilerine kul edinir, diğerleri de birilerini kendilerine ilah edinirse, ya da eşyaya kulluk, ya da dünyaya, servete, şöhrete ve makama kulluk devam ederse akıbeti nemi olur; İşte, çünkü ben diyor Hz. Nuh; Çünkü ben can yakan bir günün cezasına çarptırılmanızdan korkuyorum.

Burada ki can yakan gün tufana ve ahirete olabilir, ikisine de olabilir. Yani Hz. Nuh’un tehdit ettiği o kötü akıbet dünyevi ceza olan tufan olabileceği gibi, uhrevi ceza olan ahiret cezası da olabilir.


27-) Fekalel meleülleziyne keferu min kavmihi ma nerake illâ beşeren mislena ve ma neraket tebeake illelleziyne hüm erazilüna badiyerre'y* ve ma nera leküm aleyna min fadlin bel nezunnüküm kazibiyn;

Onun halkından hakikat bilgisini inkâr edenlerin ileri gelenleri: "Seni yalnızca bizim benzerimiz bir beşer olarak görüyoruz... Basit görüşle hareket eden (düşüncesiz) ayak takımlarımızdan (mal ve mevkileri olmayan) başkasının, sana tâbi olduğunu da görmüyoruz... Sizin bizim üzerimize bir üstünlüğünüzü de görmüyoruz... Aksine, yalan söylemekte olduğunuz kanaatindeyiz" dediler. (A.Hulusi)

27 - Buna karşı kavminden küfür eden cumhur cemaat dediler ki: biz seni ancak bizim gibi bir beşer görüyoruz ve sana tâbi' olanları da ilk nazarda en aşağılıklarımızdan ibaret görüyoruz, sizin bize fazla bir meziyetinizi de görmüyoruz, hattâ sizi zannediyoruz ki yalancılarsınız. (Elmalı)


Fekalel meleülleziyne keferu min kavmihi Nuh peygambere, tevhid çağrısını yönelttiği o toplum nasıl mukabele etmişler bakınız; Bunun üzerine toplumunun önde gidenleri şöyle dedi. Önde gidenleri Mele’, yani yönetici elitler, aristokratlar, dini erk, siyasi erk, ekonomik erk, belki bürokratik erk. Yani yönetimi paylaşan seçkin kesimler Mele’ onlar hep ilk önce karşı çıkarlar. Neden; Çünkü onlar istikrarı savunurlar. Neden; Çünkü onların tekeri yürümektedir. Neden onlar istikrarı savunur; Çünkü onlar için istikrar zulmün devam etmesidir. Onun için değişim istemezler, değişsin istemezler. Hakikati getirene karşı ilk karşı çıkan onlardır. Nuh kavminde de bu böyle olmuştur.

ma nerake illâ beşeren mislena şöyle diyorlardı birinci gerekçe olarak Hz. Nuh’a; Bakıyoruz da sen de bizim gibi sadece ölümlü bir insansın.

Evet, sahte mazeret bu. İnsanüstü olsaymış sanki inanacaklarmış gibi. Veyahut ta Allah bir melek yollasaymış insan peygamber yerine sanki inanacaklarmış gibi. Tüm inkarcı toplumların, Kur’an ın haber verdiği şey bu. Tüm inkarcı toplumlar istisnasız hepside kendilerine ilahi mesajı getiren peygambere karşı çıkarken ilk mazeret olarak; Sen de bizim gibi bir insansın dediler, bunu ileri sürdüler. Yani insan olmasaydın inanırdık demeye getirdiler.

Fakat neden böyle yaptılar; Gerçekten insan olmasaydı gelen peygamber inanırlar mıydı; Hayır. Bunu biz yine başka bir örnekle görüyoruz. Mucize isteyip istedikleri mucize gelince inanmayan bu inkarcı toplumlar bu söylediklerini gerçekleştirseler inanırlar mı hiç.

Peki öyle bir mazeret ileri sürüyorlar? Bilinç altında çok ilginç bir gerekçesi var. Eğer melek olsaydı bu kez şöyle bir mazeret ileri süreceklerdi. Biz meleği takip edemeyiz. Biz meleğin peşi sıra gidemeyiz, biz melek değiliz çünkü. Dolayısıyla bu din bizim hayatımıza birebir hitap etmiyor, değiştirmiyor, değiştiremez. Çünkü meleklerin yaşayacağı bir din derlerdi, diyeceklerdi. Onun için bu bir “inkarcı uyanıklığı”. Tarih boyunca ve bugünde süren bir inkarcı, küfür duruşu, kafir duruşu. Bu hakikate karşı yalancı bir mazeret. Yine inkarcı toplum ikinci bir mazeret daha ileri sürüyor;

ve ma neraket tebeake illelleziyne hüm erazilüna badiyerre'y Bakın ne diyor, yine bakıyoruz da, sana ayak takımına mensup sığ görüşlü kişilerin dışında kimse uymuyor. Evet, yani toplumun içerisinde zayıflar, güçsüzler, üsttekiler değil alttakiler. Bunu söyleyenler kim; Ezenler. Kastettikleri kim; yani erazilüna derken bizim Türkçeye de geçmiş rezillerimiz, öyle bakıyorlar. Bizim rezillerimiz, öyle bakıyorlar. Tepeden öyle görünüyor. Omuzlarına basarak çıkıyorlar ver omuzlarına basarak çıktıkları yükseldikleri insanlara rezil diyorlar. Böyledir, tarih boyunca böyle olmuştur, bugünde böyledir. Önce omuzlarına basarak yükselirler, kanlarından, canlarından, tenlerinden piramit yaparlar, piramidin tepesine çıkıp oradan aşağıya kötü şeyler yaparlar. Aşağılarlar, çirkef atarlar, onları rezil olarak görürler.

Dolayısıyla burada da onu görüyoruz. Sana uyan bizim en alt tabakamız diyor. Görüş olarak ta, böyle basit görüşlerimiz diyorlar. Oradan öyle görünüyor. Çünkü yüksekten bakıyorlar. Toplumun tepesine oturmuşlar, ensesine oturmuşlar ve kanını emiyorlar. Onun içinde Hz. Nuh’a sanki bu bir suçmuş gibi kendisine iman edenler arasında aristokrat kesimin, yönetici elitlerin, seçkinlerin olmadığını söylüyorlar.

Ki doğrudur. Tüm peygamberlerin ilk çağrısına uyanlar, zayıflar, ezilenler, horlananlar, yalın ayaklılar ve yoksullar olmuştur. Çünkü zulme uğrayan onlardır. Dolayısıyla bu kesimler, yani Kur’an ın mustaz’af dediği, zayıf bırakılmış dediği bu kesimler tüm peygamberlerin çağrılarına karşı, yani iman çağrısının doğal müttefikidirler. Her coğrafyada, her zamanda, her zeminde iman davetinin doğal müttefiki toplumun ezilen kesimleridir. Çünkü her iman çağrısı, her peygamberin ve onların varisi olanların çağrısı bir adalet çağrısıdır. Bir özgürlük çağrısıdır. Özgürlüğe, elinden alınanlar daha fazla ihtiyaç duyarlar.

Adalete, zulme uğrayanlar suya yanmış yürekler gibi koşarlar. Onun için bu toplumun ve her toplumun içinde iman çağrısına ilk icabet eden, ilk lebbeyk diyen daima zulme uğramış, aşağılanmış, sindirilmiş, onuru zedelenmiş ve omzuna basılmış, elinden hakkı gasp edilmiş zayıf kesimler olmuştur. Ve onlar öyle kurnazdırlar ki, hem zayıf bırakırlar, hem ezerler, hem zulmederler hem onları bilgi kaynaklarından uzak tutarlar, hem de görüşü düşük diye hakaret ederler. Hem onların hakkını gasp ederler, hem de fakir diye alay ederler. Hem onları onursuzlaştırırlar, koyunlaştırırlar, ondan sonra da koyun diye dalga geçerler.İşte burada olduğu gibi.

Burada Kur’an ın verdiği örnekte bu açıkça görülüyor. Nuh peygamberin toplumunun, gönderildiği toplumun yönetici elitleri, kendi suçlarını adeta bir suçlamaya, bir tahkire dönüştürerek ezdikleri, zulmettikleri, toplumun geri bıraktırılmış kesimlerinin sanki vebali kendilerinin değilmiş gibi onun suçunu da Nuh peygambere yüklemeye çalışıyorlar ve bunu sanki bir nakısa gibi sunuyorlar ve sana toplumun en alt tabakası, en aşağı kesimi uyuyor. Bizim senin yanında ne işimiz var dercesine itiraz ediyorlar.

ve ma nera leküm aleyna min fadlin ve diyorlar ki; sonuçta sizin bize karşı bir üstünlüğünüz olmadığını görüyoruz. Tabii ki öyle, öyle görürsünüz. Çünkü Allah’ın gör dediği yerden değil, şeytanın gör dediği yerden bakıyorsunuz. Çünkü güce ve servete tapıyorsunuz. Güce ve servete tapanlar, gücün ve paranın önünde eğilirler. Onun için muhataplarınızda eğer güç ve servet görmüyorsanız onları aşağı görüyorsunuz ve kendinizi haklı görüyorsunuz. Haklı olmanızın tek gerekçesi güçlü ve varsıl olmanız ve bunu haklılığınıza gerekçe olarak gösteriyorsunuz. Azgınlığınıza referans olarak gösteriyorsunuz. Adeta o gücü, o serveti veren Allah’a gücünüzü ve servetinizi O’na isyan için kullanıyorsunuz. Onun için işte böyle diyorsunuz.

bel nezunnüküm kazibiyn; sözlerini şöyle bitirdiler; Aksine sizin yalancı olduğunuzu düşünüyoruz dediler Nuh peygamber ve iman edenlerine.


28-) Kale ya kavmi eraeytüm in küntü alâ beyyinetin min Rabbiy ve ataniy rahmeten min ındiHİ fe'ummiyet aleyküm* enülzimükümuha ve entüm leha karihun;

(Nuh) dedi ki: "Ey halkım... Gördünüz mü? Ya Rabbimden bir açık kanıtım varsa ve O indînden bir rahmet (nübüvvet) vermiş de siz bunu değerlendiremiyorsanız? Siz ondan hoşlanmadığınız hâlde, biz size onu zorla mı kabul ettireceğiz?" (A.Hulusi)

28 - Ey kavmim! dedi: söyleyin bakayım reyiniz nedir? Eğer ben rabbimden (bir beyyine) açık bir burhan üzerinde isem ve bana tarafından bir rahmet bahşetmiş de size onu görecek göz verilmemiş ise biz size onu istemediğiniz halde ilzam mı edeceğiz? (Elmalı)


Kale ya kavmi eraeytüm in küntü alâ beyyinetin min Rabbiy Nuh peygamber dedi ki; Ey kavmim düşünsenize bir, ya ben rabbimin katından gelen açık bir delile dayanıyorsam. ve ataniy rahmeten min ındiHİ fe'ummiyet aleyküm ve O bana katından bir rahmet bahşettiği halde ya siz bunu görmüyorsanız, hiç bunu düşündünüz mü. Ya rabbim bana bir rahmet bahşetmişse ve ben O’ndan gelen bir delil, açık bir belge üzere isem hiç böyle olduğu ihtimali aklınıza geldi mi.

enülzimükümuha ve entüm leha karihun; Bu çok daha önemli, çok daha yoğun bir ibare. Nuh peygamberin ağzından çıkan onlara cevaben verdiği cümle şu; Şimdi siz “O” nu görmeye dahi tahammül edemezken “O” ne; Buradaki “Ha” zamiri ile işaret edilen, atıf yapılan, yani hem rahmet, hem de belge, beyine. “O” nu görmeye dahi tahammül edemezken biz kalkıp ta ona imana sizi zorlayabilir miyiz.

Tabii ki burada açtım, bu metni açarak tercüme etmeye çalıştım. Burada ki “Ha” zamirleri, iki tane “Ha” zamiri var, delide ve rahmete giden zamirler. Açılımı şöyle olsa gerek. İmanın meyvesi olan rahmeti göremeyen sizler, bu rahmetin kökü olan delili, belgeyi nasıl göreceksiniz. Yani siz imanın bize kazandırdığı o özgüveni, o özgürlüğü, o şecaati, o onuru, o izzeti göremiyorsunuz. Bunlar imanın meyvesi. Bunu göremiyorsanız, delili hiç göremezsiniz. Allah’ın beni üzerinde gönderdiği beyyineyi, açık delili hiç göremezsiniz. Onun için meyveyi göremeyen kökü görebilir mi. Bir ağacın meyvesini ısrarla görmek istemeyen onun toprağın içinde ki saklı köklerini ve saçaklarını nasıl fark etsin.

İmanın insana kazandırdığı o muhteşem gücü o muhteşem onuru göremeyen, imanın belgelerini, imana ulaştıran delilleri nasıl görsün. Onun için adeta burada şu imada var, Mümin inandığı anda imanının karını görmeye başlar. Eğer Nuh peygamberi kavmi örneğinde tefsiye edersek, toplumum küçümsenen onursuzlaştırılan eline vurulunca ekmeği alınan adamları, imana ulaşınca öyle bir onur, öyle bir şeref, öyle bir izzet, öyle bir cesaret kazanmışlar ki, toplumu yöneten kendilerini ezenlerin karşısına çıkıp yanlış yoldasınız diyebiliyorlar: İşte bizi anlamıyorsanız eğer, bize bu gücü iman kazandırdı demeye getiriyor Hz. Nuh. Devam ediyor Nuh peygamber;


Devam ediyor B sayfasına geçiniz.
72. videoyu toplu olarak http://kurantefsir.wordpress.com/2011/11/25/islamoglu-tef-ders-hud-025-06072/ bulabilirsiniz.

25 Kasım 2011 Cuma

İslamoğlu Tef. Ders. Hud (017-024)(71-E)



D sayfasından devam


17-) Efemen kâne alâ beyyinetin min Rabbihi ve yetluhu şahidün minhu ve min kablihi Kitabu Musa imamen ve rahmeh* ülaike yu'minune Bihi* ve men yekfür Bihi minel ahzabi fennaru mev'ıduh* fela tekü fiy miryetin minhu innehül Hakku min Rabbike ve lâkinne ekseren Nasi lâ yu'minun;

Böyleleri, Rabbinden bir açık kanıt üzere yaşayan kimse gibi midir? O'ndan bir şahit (Kur'ân) onu takip eder; (üstelik) Ondan önce bir önder ve rahmet olarak Musa'nın Kitabı da (ondakileri tasdikler)... İşte onlar O'na hak olarak iman ederler... Sakın şunlardan olma: Kim O'nu inkâr ederse, onun vadedilmiş yeri Nâr'dır... Ondan bir kuşku içinde olma... Muhakkak ki Rabbinden Hakk'tır O! Fakat insanların çoğunluğu iman etmezler. (A.Hulusi)

17 - Ya onlara benzer mi? artık o kim rabbinden bir beyyine üzerinde bulunmuş hem bunu ondan bir şahit takıp ediyor hem de önünden bir imam ve rahmet olarak Musâ’nın kitabı var, işte bunlar ona iman ederler, hiziplerden her kim de ona küfrederse artık ateş onun mev'ıdidir, sakın bunda şüpheye düşme, çünkü bu haktır rabbindendir ve lâkin nâsın ekserisi imana gelmezler. (Elmalı)


Efemen kâne alâ beyyinetin min Rabbih şu halde hiç yukarıdaki türden kimseler, rabbinden gelen hakikatin apaçık belgesine dayanan kimse ile eş değer olabilir mi? Yani El Hakk’tan bağımsız hakikat olmaz demeye getiriyor bu ibare.

Burada rabbe, eğer bir insan hakikati arıyorsa Allah’a yönelecek. Delilini Allah’tan alan, hayatını Allah’a doğru ayarlayan ve varlığını Allah’tan bağımsız anlamlandırmayan bir insanla, Allah ile alakası kurulmamış bir hayata zimmetlenen bir olur mu diyor. Yukarıdaki tüm eylem farklılıklarının temelinde bu tasavvur yatıyor. Allah’tan bağımsız bir mutluluk tasavvuru. Adam öyle bir mutluluk tasarlıyor ki, Allah’tan bağımsız olsun. Bu mümkün mü diyor.

ve yetluhu şahidün minhu ve min kablihi Kitabu Musa imamen ve rahmeh şimdilerde O’nun katından bir şahidin duyurduğu belgeyi, daha önce de bir önder, bir rahmet olarak Musa’nın kitabı temsil ediyordu. Burada söylenen, Yani Yetluhu, Cebrail okuyordu anlamına, vahyin sürekliliğidir. Yani bu vahiyde Musa’nın vahyinin geldiği yerden gelmiştir, kaynağı birdir, tüm vahitlerin kaynağı aynıdır. Çünkü hakikat tektir demeye getiriyor.

ülaike yu'minune Bih işte ancak hakikatin birliğini fark eden o kimseler bu vahye inanırlar. ve men yekfür Bihi minel ahzabi fennaru mev'ıduh örgütlü grup mensuplarından, -ahzab’ı grup diye çevirmek daha uygun olacak- Örgütlü grup mensuplarından, belki din mensuplarından da olabilir, örgütlü din mensuplarından her kim bu hakikati inkar ederse iyi bilsin ki onun son durağı ateştir. Evet, şimdi şu ne olacak, bu ne olacak, Hıristiyan ne olacak, Yahudi ne olacak diye sormanın gereği var mı, işte cevabı veriyor.

fela tekü fiy miryetin minhu innehül Hakku min Rabbike ve lâkinne ekseren Nasi lâ yu'minun; Sen, kim; ey Muhammed diye ibare koyan mealler doğru söylemezler, ey bu vahyin muhatabı olan insan herkestir. Sen ey bu vahyin muhatabı olan insan sakın ola onun kaynağından kuşkuya düşeyim deme. İyi bil ki o, rabbinden gelen hakikatin ta kendisidir ve fakat insanların çoğu henüz bu gerçeğe inanmıyorlar.


18-) Ve men azlemü mimmeniftera alAllâhi keziba* ülaike yu'radune alâ Rabbihim ve yekulül eşhadü haülailleziyne kezebu alâ Rabbihim* ela lâ'netullahi alez zâlimiyn;

Allâh hakkında yalan konuşarak iftira atandan daha zâlim kimdir? Onlar Rablerine arzolunurlar! Şahitler de: "İşte bunlar Rableri üzerine yalan söyleyenlerdir" der... Dikkat edin, Allâh lâneti zâlimler üzerinedir (nefsine zulmederek hakikatindeki kuvvelerden uzak düşmüşlük). (A.Hulusi)

18 - Hem bir yalanı Allaha iftira edenden daha zalim kim olabilir? Bunlar rablerine arz olunacaklar, şahitler de şöyle diyecekler: tâ şunlar rablerine karşı yalan söyleyenler, haberiniz olsun Allahın lâneti zalimler üstüne. (Elmalı)

Ve men azlemü mimmeniftera alAllâhi keziba imdi, kendi uydurduğu yalanı Allah’a isnat edenden daha zalim biri olabilir mi, evet soru açık, cevabı da açık. ülaike yu'radune alâ Rabbihim işte onlar hesap vermek üzere rablerinin huzuruna çıkarılacaklar diyor Kur’an. Kesinlikle Allah’a hesap verecekler.

ve yekulül eşhadü haülailleziyne kezebu alâ Rabbihim şahitler ise işte rablerine karşı yalan söyleyenler bunlardır diye Allah’a onların aleyhinde şahitlik yapacak. Kim bu şahitler; eşhad İbn Abbas’a göre peygamberler diyor İbn. Abbas ki Kur’an da bunu doğruluyor aslında.

Ve yevme neb'asü min külli ümmetin şehiyde.. (Nahl/84)

 O gün, İnsanları dirilttiğimiz gün her ümmetin bir şehidi, şahidi olur. Allah huzurunda kendi getirdikleri sadık habere ilahi vahye, sadakat gösterenleri ya da göstermeyenleri teker teker Allah’a söylerler.

ela lâ'netullahi alez zâlimiyn; unutmayın Allah zalimleri rahmetinden tamamen dışlamıştır. Burada lanet, yabancılaşmadır. Allah’a yabancılaşanı Allah’ta kendisinden uzak tutar demektir.


19-) Elleziyne yesuddune an sebiylillâhi ve yebğuneha 'ıveca* ve hüm Bil ahireti hüm kâfirun;

Onlar ki, Allâh yolundan alıkoyarlar ve onu (doğru yolu) eğriltmek isterler... Onlar, (işte) onlar geleceklerindeki sonsuz yaşam süreçlerini de inkâr edenlerdir (A.Hulusi)!

19 - Onlar ki Allah yolundan men ederler ve onu eğriltmek isterler, hem de Âhireti onlar münkirdirler. (Elmalı)


Elleziyne yesuddune an sebiylillâhi ve yebğuneha 'ıveca o zalimler ki insanları Allah’ın yolundan çevirirler ve O’nu çapraşık ve dolambaçlı göstermeye çabalarlar. Allah’ın dümdüz yolunu çapraşık gösteren herkes bu ayetin muhatabıdır. ve hüm Bil ahireti hüm kâfirun; Çünkü onlar ahirete inanmazlar.

İşte can alıcı noktası burası. İnsanların tüm olumsuz davranışlarının temelinde ahiret inancının yokluğu ya da zayıflığı yatar diyor. Çünkü hesap vereceğine inanmayan kimse hesapsız davranır.


20-) Ülaike lem yekûnu mu'ciziyne fiyl Ardı ve ma kâne lehüm min dûnillâhi min evliyâ'* yudaafü lehümül azâb* ma kânu yestetıy'unes sem'a ve ma kânu yubsırun;

Onlar arzda âciz bırakıcılar olmadılar (Sünnetulah'ı geçersiz kılamazlar; herkes yaptığının sonucunu kesinlikle yaşayacaktır)... Onların Allâh dûnunda velîleri de yoktur... Onlara azap kat kat olur... (Zira onlar) algılayamadılar ve basîretleriyle değerlendiremediler. (A.Hulusi)

20 - Bunlar Arzda âciz bırakacak değillerdir, kendilerini Allah dan kurtaracak bir hâmileri de yoktur, onlara azâb katlanacaktır, hem işitmeğe tahammül edemiyorlardı hem de görmüyorlardı. (Elmalı)


Ülaike lem yekûnu mu'ciziyne fiyl Ard Bu tipler yeryüzünde Allah’ın cezasından yakalarını asla sıyıramazlar. Ya da alternatif bir anlamı şöyle olabilir; Dünyada yaptıkları yanlarına kalsa da ahirette hesabını atlatamazlar, ahireti atlatamazlar, ahiret cezasını atlatamazlar.

ve ma kâne lehüm min dûnillâhi min evliyâ Allah dışında onlara yardım eden bir evliya da olmayacaktır. yudaafü lehümül azâb onların azabı katlandıkça katlanacaktır. ma kânu yestetıy'unes sem'a ve ma kânu yubsırun; neden onların azabı katlandıkça katlanacak, değil mi ki onlar hakikati işitmeye tahammül edemiyorlardı yeryüzünde, dünyada, hayatta iken ve gerçeği görmemekte direniyorlardı. Aslında körlüğün kendisi de bir azap değil midir. Yürek sağırlığının kendisi bir felaket değil midir dostlar. Hakikati duymamak, dünyada verilmiş bir bela, bir azap değil midir.

21-) Ülaikelleziyne hasiru enfüsehüm ve dalle anhüm ma kânu yefterun;

İşte bunlar nefslerini hüsrana uğratanlardır! Uydurmakta oldukları şeyler de (varsandıkları tanrılar) onlardan kaybolup gitti. (A.Hulusi)

21 - İşte bunlar kendilerine yazık etmiş kimselerdir ve o iftira ettikleri uydurmaları hep kendilerinden gaip olup gitmişlerdir. (Elmalı)


Ülaikelleziyne hasiru enfüsehüm bu tipler, kendilerine yazık eden kimselerdir. ve dalle anhüm ma kânu yefterun; ve uydurdukları kuruntu ürünü aracılar kendilerini yüzüstü bırakmışlardır. İnsanın ruhsal gücünü ve enerjisini boşaltan her tür yarı ilah, her tür kuruntu, her tür evham, vehim. Kendisine güç atfettiği ne varsa, uğur ya da uğursuzluk atfettiği ne varsa hepsi. Neden; Çünkü bunlar zaten birer yalandır. İnsanın ruhi gücünü boşaltır bunlar ve orada da bunların hiç birisi ortaya çıkmayacaktır. Çünkü onlar zaten o güce sahip değillerdi. Siz onlarda o gücü vehmettiniz. Yoktu ki.


22-) Lâ cerame ennehüm fiyl ahireti hümül ahserun;

Gerçek şu ki onlar sonsuz gelecek sürecinde en fazla hüsrana uğrayanlar olacaklardır. (A.Hulusi)

22 - Şüphe yok bunlar Âhirette en ziyade hüsran çekenlerdir. (Elmalı)


Lâ cerame ennehüm fiyl ahireti hümül ahserun; Dünyada bütün bunlar olacaksa hiç kuşku yok ki onlar ahirette daha beter ziyana uğrayacaklar diyor. Ahirette daha acı azap görecekler.


23-) İnnelleziyne amenû ve amilus salihati ve ahbetu ila Rabbihim, ülaike ashabül cenneti, hüm fiyha halidun;

Muhakkak ki iman edip imanın gereği fiilleri ortaya koyanlar ve Rablerine huşû ve itaat hâlinde olanlar var ya, işte onlar cennet ehlidir! Onlar orada ebedî kalıcılardır. (A.Hulusi)

23 - Fakat iman edip Salih Salih ameller yapanlar ve Mevlâlarına edep ve itminan ile itaatkâr olanlar işte bunlar ashabı Cennet hep orada muhalledirler. (Elmalı)


İnnelleziyne amenû ve amilus salihati ve ahbetu ila Rabbihim, ülaike ashabül cenneh ne var ki iman edenler, iyi ve yararlı değer üretenler ve rablerine gönülden boyun eğenler, cennet ehli olanlar işte bunlardır. Rablerine gönülden boyun eğerler. hüm fiyha halidun;  Bunlar orada ebedi kalacaklardır.


24-) Meselül feriykayni kel a'ma vel esammi vel basıyri ves semiy'i, hel yesteviyani mesela* efela tezekkerun;

Bu iki grubun misali, kör ve sağır ile gören ve algılayan farkına benzer! Misaldeki bu ikisi eşit olur mu? Hâlâ tezekkür etmiyor musunuz? (A.Hulusi)

24 - Bu iki fırkanın meseli kör ve sağır ile gören ve işiten gibidir, hiç bunlar müsavi olurlar mı? Artık düşünmez misiniz? (Elmalı)


Meselül feriykayni kel a'ma vel esammi vel basıyri ves semiy'i bu iki kesim insanın örneği, kör ve sağır biri ile, gören ve işiten birinin arasındaki fark gibi değil midir. Gören ve işiten kimseyle, kör ve sağır nasıl bir olur. İşte yukarıdaki iki tip insan, iki tip tasavvur, iki tip hayat buna benzer diyor. hel yesteviyani mesela* efela tezekkerun; konum olarak hiç bu ikisi aynı düzeyde olabilir mi. Hala, efela tezekkerun hala ibret almayacak mısınız. Hiç var oluşunu Allah’la anlamlandırmış olanlarla var oluşunu Allahsız anlamlandırmaya çalışan bir olur mu. Hiç Allah’tan bağımsız tasavvur bir olabilir mi. Bu iki hayat bir olmazsa iki hayatın sonucu olan ahiret ve akıbet neden bir olsun.

Biz kurtuluş ve mutluluk ile sonlanan bir ahiret ve akıbet niyaz ediyoruz rabbimizden.

“Ve ahiru davana enil hamdülillahi rabbil alemiyn”

Çağrımız ve davamız Âlemlerin Rabbi olan Allah’a hamd’adır.


71. videonun sonu.
71. videoyu toplu olarak http://kurantefsir.wordpress.com/2011/11/18/islamoglu-tefsir-ders-hud-001-02471/ bulabilirsiniz.