30 Eylül 2011 Cuma

İslamoğlu Tef. Ders. Tevbe (026-028)(62-B)

A sayfasından devam.

26-) Sümme enzelAllâhu sekiyneteHU alâ RasûliHİ ve alel mu'miniyne ve enzele cünuden lem teravha ve azzebelleziyne keferu* ve zâlike cezaul kafiriyn;

Sonra Allâh, Rasûlünün ve iman edenlerin üzerine sakinlik ve O'na güven hissi inzâl etti, sizin görmediğiniz ordularını da (melekler) inzâl etti... (Böylece) hakikat bilgisini inkâr edenleri azaplandırdı... Hakikat bilgisini inkâr edenlerin karşılığı işte budur! (A.Hulusi)

26 - Sonra Allah, Resulünün üzerine ve müminlerin üzerine sekînetini indirdi ve görmediğiniz ordular indirdi de kendisini tanımayanları azaba uğrattı, ve bu işte kâfirlerin cezası. (Elmalı)


Sümme enzelAllâhu sekiyneteHU alâ RasûliHİ ve alel mu'miniyn daha sonra Allah Resulüne ve inanan insanlara katından bir sükûnet, bir iç huzuru, bir gönül ferahlığı indirmişti. İşte yardım bu. İşte ilahi yardım bu. İnsanın potansiyelini, mevcut potansiyelini, kinetize etmek. İnsanda saklı olan gücü tam kapasite ortaya çıkarmak. Bunu çıkardığı zaman insanın içinde bir nükleer güç merkezi saklıdır. Eğer seversen, eğer inanırsan, eğer gönül verirseniz gerçekten içinizde ordular vardır. Cundullah vardır. Allah’ın orduları yüreğinizdedir. O bileğinize derman olarak, gözünüze fer olarak, gönlünüze ferman olarak yürür ve siz bir insanken bin insan olursunuz. İşte böyle yardım eder Allah.

ve enzele cünuden lem teravha görmediğiniz güçlerle takviye etmiştir sizi. Biraz önceki açıklamalarımın aslında bir teyit’i mahiyetinde. Görmediğiniz güçlerle takviye etmiştik. Aslında bu yardımın görülen fiziki güçlerle değil, görülmeyen, manevi dinamiklerle olduğunu açıkça ifade ediyor. Yani Allah yardım ederken kendi koyduğu sünnetini bozmaksızın. Sünnetini yasalarının çerçevesinde insanın içine potansiyel gücü kinetize edecek bir sekinet vererek bu takviye ederek yaptığını ima ve işaret ediyor. Ki enfal suresinin 9 – 10. ayetlerinde biz bunu açıkça okumuş ve tefsir etmiştik.


ve azzebelleziyne keferu ve inkarda direnenleri azaba uğratmıştı. ve zâlike cezaul kafiriyn; bu ise küfre gömülüp gidenlerin cezasıydı.


27-) Sümme yetubullahu min ba'di zâlike alâ men yeşa'* vAllâhu Ğafûrun Rahıym;

Sonra Allâh, bunun ardından, dilediğinin tövbesini kabul eder... Allâh Ğafûr'dur, Rahıym'dir. (A.Hulusi)

27 - Sonra Allah bunun arkasından dilediğini tevbe nasip eder, ve Allah gafûr, rahîmdir. (Elmalı)


Sümme yetubullahu min ba'di zâlike alâ men yeşa' Fakat bütün bu olanlara rağmen Allah dilediğinin kendisine yönelişine mukabele eder.

Dikkat buyurunuz; yetubullah ibaresini böyle uzun bir karşılıkla çevirebildim. Tevbe yönelmek demektir. Allah tevbe ederdir tam literal anlamı, lafzi anlamı. Allah insana nasıl tevbe eder? İşte burada buyrulduğu gibi. Kendisine yönelenin yönelişini dikkate alır ve ona mukabele eder. Bu çok önemli. Onun için eğer insan Allah’a tevbe ederse, Allah’ta insana tevbe eder demektir bu.

vAllâhu Ğafûrun Rahıym; Ve Allah sınırsız bağış ve merhamet sahibidir.

İnsanın tevbesi öz eleştiridir, bir bilinç yenilemesidir, tazelemesidir. Eskimiş bilinci tazelemedir. İnsanın tevbesi yanlıştan dönmektir. Allah karşısında bir öz eleştiri yapmak ve “ya rabbi, ben ettim, kabul ediyorum. Ama sen etme” demektir. İşte samimi yapılırsa böyle bir dönüş, Allah o kişiye rahmetiyle muamele edecek, yönelecek ve onu hiç işlememiş hale getirecek, onun işlediğinin üzerini örtecektir ki, bunu vaat etmektedir.


 28-) Ya eyyühelleziyne amenû innemel müşrikûne necesün fela yakrabül Mescidel Harame ba'de amihim hazâ* ve in hıftüm 'ayleten fesevfe yuğniykümullâhu min fadliHİ in şae, innAllâhe Aliymun Hakiym;

Ey iman edenler! Kesinlikle müşrikler necistir (pisliktir)! Artık bu senelerinden sonra Mescid-i Haram'a yaklaşmasınlar! Eğer yoksulluğa düşmekten korkuyorsanız, (bilin ki) Allâh dilerse, sizi yakında fazlından zenginleştirir... Muhakkak ki Allâh Aliym'dir, Hakiym'dir. (A.Hulusi)

28 - Ey o bütün iman edenler, müşrikler bir pislikten ibarettirler, artık bu yıllarından sonra Mescidi harama yaklaşmasınlar eğer yoksulluktan korkarsanız Allah sizi fadlından zenginleştirecektir inşallah, her halde Allah alîmdir hakîmdir. (Elmalı)


Ya eyyühelleziyne amenû siz ey iman edenler, innemel müşrikûne necesün şirki karakter haline getirenler baştan ayağa pisliktirler. Pisliğe gömülmüştürler.

Evet, yüzünüz buruşuyor olabilir. Kuran da bir tek yerde gelir bu sözcük, sadece burada. Çok ilginç değil mi? Bir tek yer. Kuran ın en keskin ve en sert sözcüğüdür. Tabii ki burada ki pislik nitelemesi maddi değil, manevi olsa gerektir. Yoksa müşriğin bedeninden söz etmiyor burada. Burada söz edilen şey şirkin; Allah’tan başkasına tanrılık yakıştırmanın, eşyayı putlaştırmanın, İnsanı putlaştırmanın, insanı duygu ve düşünce dünyasını fosseptik çukura dönüştürme gerçeğidir, onu söylüyor ayet.

Ayrıca keskin bir ifade daha kullanılır Kuran da ki, o birkaç yerde kullanılır ve sırf iki zümre için kullanılır. Necesün. Burada rcsün geçiyor yani pislik. Necesün ise yine pis ve murdar anlamına gelir. nicsünnecesün. Bir de ricsün (Enam/125) kullanılır Ki o murdar, pis olan murdar olan. Ki ricsün’ün kullanıldığı 2. bir zümre kimdir biliyor musunuz? Yunus suresinin 100. ayetinde geçtiği gibi, aklını kullanmayanlardır. yani. Buradaki

Peki nasıl bir kolerasyon var ikisi arasında, nasıl bir bağlantı var? Şirk koşan, putlaştıranlar, aklını kullanmayanlar. 2 si için de aynı kavram nics kavramı, murdar kavramı, pis kavramı kullanılıyor. Burada ki necesün’ün adeta eş anlamlısı. Çünkü putlaştırmak için aklını kullanmaması lazım. Bir insan aklını kullanarak putlaştıramaz. Aklı ile arası açılmadıkça hiçbir kimse Allah’a ait bir sıfatı Allah dışında bir kimseye takamaz. Neden; Çünkü Allah’a ait bir sıfatı Allah dışında bir varlığa, yaratılmış bir varlığa vermek, onun önünde kendinizi küçük düşürmektir. Kendinize hakaret etmektir. Kendi duygu ve duyargalarınızı, kendi kabiliyet ve kapasitenizi sıfıra indirmek ve hakaret etmektir kendinize.

Onun için tüm putlaştırmalar Allah‘a hakaret etmeden önce insanın, kendi öz varlığına hakaret anlamını içerirler. O sebeple Allah’ın rahatsızlığı; “kendisine yönelik bir zarardan dolayı değildir”. Tüm insanlık önüne gelen her bir şeyi putlaştırsa ve tapsa, en adi şeylere tapsa Allah’ın neyi eksilir söyler misiniz? Söyler misiniz nesi eksilir Allah’ın.

Peki..! bir şeyleri eksilen birileri var ama. Kim o diyecekseniz, İnsan. İnsanın çok şeyi eksilir. İnsanın insanlığı sıfıra düşer, insanlığı eksilir. Allah işte bunu yasaklıyor. Şirkten zarar gören insanın kendisidir. Putlaştırmadan zarar gören insanın kendisidir. Çünkü putlaştırdığı nesne karşısında kapasitesini kullanamaz yitirir. Hiçbir köle efendisine karşı tam kapasite insanlık sergileyemez.

Peki..! Ya insanın Allah’a karşı durumu da böylemidir, hayır, değildir. Niçin, Çünkü Allah; insanın kapasitesinin ne kadar yükselirse yükselsin, Allah olamayacak olduğunu bilir ve insan da bilir. Dolayısıyla insanın yücelişinden korkmayan bir tek varlık vardır, o da Allah’tır. Çünkü rakip değildir. Allah insana, insan Allah’a rakip olamaz ve Allah yarattığı insanın yücelişinden hep memnuniyet duyar, sevinir. Bunu ister, bunu arzular. İnsanın büyümesi, yücelmesi, rafine olması kadar Allah’ı memnun eden hiçbir şey olamaz.

Onun için insanın Allah’a kulluğu insanı özgürleştirir. İnsanın Allah dışındaki bir şeye kulluğu insanı köleleştirir. İşte bu nedenle.

fela yakrabül Mescidel Harame ba'de amihim hazâ bu nedenle bu yıldan sonra müşrikler mescidi harama yaklaşmasınlar.

Hiç kuşkusuz bu, bu yıldan sonra ifadesi; 9. yıla tekabül ediyor ki bu ayetlerin bir paket halinde indiği yıl olan 9. hacc yılından itibaren kutsal mekanlara şirk koşanların hacc maksadıyla gelmemesini kastetse gerektir. Yani buradaki yaklaşmamadan maksat bu olsa gerektir. Doğru bir yaklaşımla ki, çok farklı yorumlara açık bir ifade. Ama doğru yorumunu bu konudaki uygulamalardan, nebevi uygulamalardan ve diğer ayetlerden hepsini birlikte alt alta dizip okuduğumuzda, istikra yaptığımızda anlıyoruz ki, bu ayetle ifade edilen şey müşriklerin, ibadet amaçlı olarak artık kutsal mekanı kullanmamaları. Çünkü kutsal mekanın kutsiyeti Allah’a aittir, Allah’a ait bir mekanı istismar ederek Allah dışında bir varlığa ibadet etmek her halde yakışık almazdı. Onun için yasaklanmıştır. Yoksa gayri Müslimlerin mescitlere girişi yasaklanmamıştır. Peygamberimiz kendi mescidinde Hıristiyanları konuk ettiği gibi gelen müşrikleri de konuk etmiştir.

Onun için Allah’ın mescitleridir mescitler ve buralar insanlığın hizmetine amadedir. Onun içinde bizde Allah’a ait mekanları, kamu mahalli, kamunun tamamına açık bir mahal olarak görmek ve özelleştirmemek esastır. O sebeple Necran Hıristiyan heyetini İsa Allah’ın oğludur demelerine rağmen ve Resulallah’la tartışmaya girmelerine rağmen, Resulallah bir diplomatik ziyafet vermiş, onları günlerce mescitte yatırmış ve orada ağırlamıştır. Bu da yine hicretin son yıllarında, yani Amûl müfit denilen aynı yıl 9. yıl gerçekleşmiştir.

ve in hıftüm 'ayleten fesevfe yuğniykümullâhu min fadliHİ in şae eğer ekonomik daralmadan endişe ediyorsanız unutmayın ki gün gelir Allah dilerse sizi lütfuyla bolluğu kavuşturur.

Burada cahili toplumun bir takım kaygıları vardı. Aslında Mekke müşrik toplumu ticaret toplumuydu ve bu toplumun Resulallah’a karşı çıkışındaki en büyük Saiklerden biri, Mekke’nin, bölge insanlarının hacc vasıtasıyla geldiği ticari bir merkez oluşu ve Resulallah’ının bu mesajının Mekke’nin bu müstesna konumuna ket vuracağı, zarar vereceği endişesiydi. Çünkü Kâbe’nin içindeki putların 360 ı aşkın put vardı Kitab- ül Esnâm’a göre, putlar kitabına göre.

Şimdi 360 put ne yapıyordu Kâbe de derseniz unutmayınız ki bunların içerisinde Hz. İsa ve Meryem’in ikonları bir de Hz. İbrahim resmi vardı. Onun için Resulallah eğer 360 a 1 tane daha ekleseydi ses çıkarmayacaklardı, bir tane de seninki olsun diyeceklerdi. Hatta ticaretlerine ek bir enstrüman olarak göreceklerdi. Ama Resulallah’ı, Mekke’nin geleceğini karartmakla suçluyorlardı. Çünkü putları yıkınca o putlara inanan insanlar gelmeyecek ve bölgenin ticari merkezi olma hüviyetini kaybedecek Mekke, ve dolayısıyla bu ağalar, bu beyler, bu paşalar yan gelip yatarak bölgenin ekmeğini yiyen, sömüren ve her birinin en az beşer, onar kölesi, beşer onar eşi olan bu ağalar bu kadar sömüremeyeceklerdi. Dava buydu.

İşte bu bilinç altındaki bu kaygı yine devam ediyordu ki, rabbimiz bu kaygıyı böyle yendi. Eğer Allah’tan bağımsız bir başarı mümkün değilse, biraz önceki ayet onun mesajıydı. Burada da Allah’tan bağımsız bir ekonomik özgürlükte mümkün değil mesajı vardır. Yani Allah’tan bağımsız bir savunma stratejisi başarısızdır. Allah’tan bağımsız ekonomik plan ve program da başarısızdır anlamına gelir bu.

innAllâhe Aliymun Hakiym; Zira Allah her çareyi bilen, hikmetle icra edendir.


Devam ediyor C sayfasına geçiniz.

29 Eylül 2011 Perşembe

İslamoğlu Tef. Ders. Tevbe (024-025)(62-A)





Sevgili Kuran dostları dersimize tevbe suresinin 24. ayeti ile devam edeceğiz.

Geçen ders işlediğimiz ayetleri hatırlayacak olursanız Kuran, insanlık için ebedi ve değişmez değerlerin adresini göstermiş ve insana; kan bağına, ırk bağına, coğrafya bağına, renk bağına daha üstün olan, bu bağlardan çok çok daha soylu olan inanç ve erdem bağını göstermiş ve bu bağ etrafında toplanmalarını müminlere emretmişti.

Şimdi bu insanlığın bu değişmez değerlerine atıf yapan ayetlerin hemen ardından gelen ve onlarla bire bir bağlantılı olan çok derin anlamlı ve çok çağrışımlı bir ayetle dersimize giriyoruz.


24-) Kul in kâne abaüküm ve ebnaüküm ve ıhvanüküm ve ezvacüküm ve aşiyretüküm ve emvalü nıktereftümuha ve ticaratün tahşevne kesadeha ve mesakinü terdavneha ehabbe ileyküm minAllâhi ve RasûliHİ ve cihadin fiy sebiyliHİ feterabbesu hatta ye'tiyAllâhu Bi emriHİ, vAllâhu lâ yehdil kavmel fasikıyn;

De ki: "Eğer babalarınız, oğullarınız, kardeşleriniz, eşleriniz, aşiretiniz, elde ettiğiniz mallar, kesat gitmesinden korktuğunuz ticaret ve hoşlandığınız meskenler; size Allâh'tan, Rasûlünden ve O'nun yolunda cihattan daha sevimli ise, artık Allâh'ın hükmünün açığa çıkmasını bekleyin... Allâh fâsıklar (bilinçleri Hakk'a ve Din'e karşı körelmişler) topluluğuna hidâyet etmez." (A.Hulusi)

24 - Eğer, di: babalarınız, oğullarınız, kardeşleriniz, kadınlarınız, hısımınız, kabileniz, elinize geçirdiğiniz mallar, kesata uğramasından korktuğunuz bir ticaret, hoşunuza giden meskenler size Allah ve Resulünden ve onun yolunda cihattan daha sevgili ise artık, Allahın emri gelinciye kadar bekleyin, Allah öyle fasıklar güruhunu hidayete irdirmez. (Elmalı)


Kul de ki; in kâne abaüküm eğer babalarınız, ve ebnaüküm oğullarınız, ve ıhvanüküm kardeşleriniz, ve ezvacüküm eşleriniz, ve aşiyretüküm mensubiyetiniz, ait olduğunuz grup, klik, kan bağı, soy bağı, ırk bağı, renk bağı ile ya da erdem ve fazilet dışındaki herhangi bir bağ ile  bağlı olduğunuz grubunuz, ve emvalü nıktereftümuha kazandığınız mallar, ve ticaratün tahşevne kesadeha kötüye gitmesinden kaygı duyduğunuz ticaret, ve mesakinü terdavneha ve hoşunuza giden kurula kurula oturduğunuz konaklarınız, evleriniz, ehabbe ileyküm minAllâhi ve RasûliHİ ve cihadin fiy sebiyliHİ feterabbesu hatta ye'tiyAllâhu Bi emriHİ Allah’tan, O’nun elçisinden ve O’nun yolunda cihat etmekten olanca çabanızı sarf etmekten daha sevimli geliyorsa, Allah’ın buyruğu gelinceye kadar bekleyiniz.

Evet, anlaşılmayacak bir şey var mı bilmem. İnsana, insanlık tarihi boyunca en yakın olan fiziki değerler sayıldı. Babalar, çocuklar, eşler, evler, iş, ticaret yani insanın kendisini dünyaya bağlayan her bir şey. Eğer Allah’tan, elçisinden ve Allah yolunda cihattan daha hayırlıysa adeta belanızı bekleyin dercesine, Allah’ın sizin için yazdığı kötü sonu bekleyin dedi.

Dikkatinizi çekti mi bilmiyorum, bir şey eksik gibi Bir şeyi saymadı, anneler. Babalarınız dedi ama analarınız demedi. Babalarınız diye başladı fakat analarımıza yer vermedi. Niçin diye sormak gerek tabii, niçin anneler yok. Çünkü annelerin sevgisi saf ve mahza sevgidir. Babalar annelere göre ideolojik severler. Ama anneler mutlak mutluluğunu isterler çocuklarının Tabii ki galibiyet kuralı uyarınca böyledir. İstisna olan babalar, istisna olan anneler, istisna olan eşler ve kardeşler her zaman olacaktır. Bu da bir yasadır, ilahi yasa. Ama burada galibiyet, çoğunluk kuralı ilkesince babanın sevgisi evladına genelde ideolojik ve nesebe dayalı bir sevgi. Benim yer yüzünde ki devamım, benim soyumu sürdürecek diye sever. Ama anne böyle peşin bir pazarlığı yoktur. Anne sevgisini bezleder, herhangi bir şey karşılığında vermez, karşılıksız verir ve verdikten sonra da arkasına dönüp bakmaz. Bir daha verir, bir daha verir.

İşte onun için 3 kere annenin sonra babanın, peygamberin ifadesi. Onun için anne sevgisi adeta rahmanın rahmetinden bir daldır, bir parçadır. Bu benim ifadem değil, peygamberin benzetmesi. “İnner rahme, şeknetün min rahme..!”

Rahm, organ olarak Rahm, insanların içinde büyüdüğü rahm, Ya da yine o organdan     ismini almış olan bağ Allah’ın rahman isminden türetilmiş bir kelimedir. Müştak bir kelimedir. Ya da Allah’ın rahman isminden bir daldır anlamına gelir. Onun için anne sevgisi pazarlıksızdır, o sebeple anneleriniz yer almamaktadır.

Evet, neden sevgiler, Allah’ın elçisinin ve Allah yolunda var gücü harcamanın sevgisinden fazla olduğunda başımıza gelecek olanı bekleyelim. Neden, Çünkü sevgi eğer Allah’tan gelmiyorsa, Allah için olmuyorsa, sevgi olmaktan çıkar tutku olur.

Peki sevgi tutku olursa ne olur;

Sevgi özgürleştirir, tutku köleleştirir. Sevgi azad eder, tutku tutuklar. Onun için bir sevgi eğer saf olsun isteniyorsa, gerçekten muhabbet olsun isteniyor. Yüreğe ekilmiş bir bin veren, bire sonsuz veren bir habb’e, bir hubub’a bir tohum, bir çekirdek olsun isteniyorsa o sevgi Allah için olan bir sevgi olmalıdır. Çünkü niçin seviyorsanız sevginiz o kadar ömür kazanır. Allah için sevenin sevgisinin ömrü Allah kadardır. Yani ölümsüzdür. Menfaati için sevenin sevgisi, menfaati kadardır. Onun için ölümsüz sevgiler; sana ihtiyacım var, çünkü seni seviyorum derler. Tutkular ise seni istiyorum, çünkü sana ihtiyacım var derler. Bu ikisi arasında çok ciddi, çok temel, özüne ilişkin fark vardır.

Allah’tan diyor, Resulünden. Bu iki merkez, sevginin yönlendireceği bu iki merkez neden yan yana kullanılıyor. Allah’ı anlıyoruz, her şeyimizi borçlu olduğumuz Allah dan da daha fazla sevmememiz isteniyor. Onun için;

..yühıbbunehüm ke hubbillah.. (Bakara/165)

Yoldan çıkmışların sevgisi Kuran da tanımlanırken; Onlar, Allah’ı sever gibi severler.

Bu işte sevgide ölçüsüzlük. Allah’ı sever gibi sevmek, sevgide şirk koşmaktır. Çünkü hiçbir şey size Allah kadar sevimli olamaz. Çünkü hiçbir şeye karşı Allah’a borçlu olduğunuz kadar borçlu değilsiniz. Çünkü hiç kimse sizi Allah kadar sevemez. Onun için Allah sevgisi sevginin tacıdır. Ser tacıdır, baş tacıdır.

Peygamber hemen niçin yanına konmaktadır? Allah insana olan o muhteşem sevgisini, peygamberler aracılığı ile iletmiştir. Yani Allah’ın sevgisinin postacısıdır peygamberler. Allah’ın sevgi mektuplarını insana getiren aracılardır peygamberler. Allah’ın sizi sevdiğini işte o risalet aracılığı ile anlarsınız. O halde mektubu gönderene olan sevginiz, mektubu getirene olan sevginizden ayrılabilir mi. O olmasaydı o mektup size ulaşmayacaktı.

Onun için Allah insana olan sevgisinin ifadesi vahiydir. Vahyi ise insana ulaştıran peygamberlerdir. Peygamberler onun için sevgiyi hak etmişlerdir. Varlıklarını insanlığın uğruna bezm etmişler ve insanlıktan bir ücret talep etmemişlerdir. Sadece bir şey talep etmişlerdir;

..in ecriye illâ alAllâh.. (Seb’e/47)

Demiştir her peygamber. Ben ücret istemem, ücretim yalnız Allah’a aittir. Ama Allah onlara bir şey isteyebileceklerini söylemiştir insanlardan. Kendilerine saadetin öbür adı olan vahyi ulaştırdıklarını. İnsanlardan bir şey isteyebilirsiniz. Nedir o; Muhabbet, sevgi.

Evet, Kuran da Allah’ın peygamberlere tavsiyesi şöyle olmuştur. “Siz ulaştırdığınız bu vahiy karşılığı ücret almayacaksınız, fakat sevgi isteyebilirsiniz. Sevgi istemeye hakkınız var. Evet, bu işte sevgimiz, Allah’ın peygamberlere isteyebilirsiniz, istemelisiniz dediği bir sevgidir. O sebeple peygamberler bu sevgiyi hak edilmiş bir sevgi olarak isterler. Başka da verdiğimiz bir şey yoktur. Ya cihat;

..lâ es'elüküm aleyhi ecren illel meveddete fiyl kurba.. (Şûra/23)

Biraz önce mealini söylediğim ayetin metni bu. Ma es’elüküm olsa gerek, evet doğrusu; mâ es'elüküm aleyhi ecren .

(Hayırla” ile “Kul lâ es'elüküm aleyhi ecren illel meveddete fiyl kurba”)

Sizden bir ücret istemiyorum. illel meveddete fiyl kurba yakın bir muhabbet istiyorum. Yakın bir meveddet, yakın bir sevgi istiyorum diyor. De diyor rabbimiz peygambere. Onun için peygamberin ücret istemesi ne kadar yasaksa, sevgi istemesi o kadar doğaldır. Ya cihat, yani insanla İslam arasındaki engeli kaldırmaya muhabbet.

Cihat nasıl sevilir ve neden sevilir, bu çok önemli. 3 unsurdan 3.sü. neden cihadı seveceğiz. Cihat nedir önce onu defalarca burada açıklamaya çalıştım. Cihat, insanla İslam arasındaki engelin kaldırılıp, insanın mutluluğunun öbür adı olan İslam’ın insana ulaştırılması, toprağın tohuma kavuşmasıdır. Neden sever, neden sevmesi gerekir insanın? Eğer insanı seviyorsanız, Allah’ı seviyorsanız insanı seversiniz. Yunus gibi; Yaratılanı hoş gör, yaratandan ötürü diyordu ya. Aslında yaratılanı sevdik yaratandan ötürü diye anlamak lazım.

Yaratılanı yaratandan dolayı seversiniz, eseri müessirden dolayı seversiniz öyle değil mi. Aslında bu resim ne kadar güzel olmuş diyen resmi mi övmüş olur ressamı mı. Gerçekte ressamı övmüştür. Bu bina ne kadar harika olmuş diyen, gerçekte mimara övgü göndermiştir. Çünkü o binanın kendiliğinden öyle olmayacağını akıl bilir. O halde insana bakan müessiri görür. Esere bakan. Çünkü müessirin tüm sanatı, mutlak sanatı, eserinde tecelli eder. Gözükür. O sebeple kainat Allah’ın tecelligâhıdır. Oradan şahide bakarak gaibi görürüz. Zihnimiz görünenden görünmeyene intikal eder.

Onun içindir ki vahiy Allah’ın varlık ve birlik ispatı için gönderilmez. Vahyin görevi bu değildir. Vahyin görevi Allah’ın varlığını ve birliğini ispat değildir. Allah’ın varlığı ve birliğini ispat için vahye gerek yoktur. Kâinat yeterlidir. Ayat ı kevni yeterlidir, şu görünen ayetler yeterlidir. Tabiat ayetleri yeterlidir. Doğru okursanız O’nun var oluşuna ve birliğine sizin varlığınız bile delil olarak yeterlidir.

Peki vahiy ne içindir? İnsan içindir, insanın mutluluğu içindir. Vahyin konusu Allah değil insandır. Onun için vahiy aslında nübüvvete delalet eder. Kainat vahyi Allah’a delalet eder, Kuran vahyi nübüvvete delalet eder. Onun için vahiy peygamberliği, kainat Allah’ı temsil eder. Tabir caizse delaletleri onlaradır. Onun için vahye iman edipte peygamberi inkar etmek, tabiatı görüp de Allah’ı inkar etmek gibidir, aynı şeydir.

Onun için değerli dostlar işte 3. unsur cihat; İslam’la insan arasındaki engeli kaldırmaktır ki, insana olan muhabbet ancak böyle ispat edilir. Çünkü insan tohumsa, vahiy topraktır. Vahiy toprağı ile insan tohumu buluşmadan nasıl saadet, nasıl cennet elde edilir. İşte cihat onun için bunlardan daha sevimli olmak durumundadır.

vAllâhu lâ yehdil kavmel fasikıyn; Allah sorumsuzca davranan bir toplumu doğru yola ulaştırmaz.


25-) Lekad nesarekümullâhu fiy mevatıne kesiyretin ve yevme Huneynin, iz a'cebetküm kesretüküm felem tuğni anküm şey'en ve dakat aleykümül Ardu Bi ma rehubet sümme velleytüm müdbiriyn;

Andolsun ki, Allâh size birçok savaş yerinde ve Huneyn gününde yardım etti... Hani kalabalık oluşunuz sizi böbürlendirmişti ama hiçbir faydası olmamıştı! (Huneyn gününde) tüm genişliğine rağmen yeryüzü size dar gelmişti! Sonra (da) arkanızı dönüp gitmiştiniz! (A.Hulusi)

25 - İnkâra mecal yoktur ki Allah size bir çok mevki’lerde nusret etti, «Huneyn» günü de: o lâhzada ki çokluğunuz sizi güvendirmişti de bir faidesi olmamıştı, yer yüzü o genişliğiyle başınıza dar gelmişti, sonra da bozularak arkanıza dönmüştünüz. (Elmalı)


Lekad nesarekümullâhu fiy mevatıne kesiyretin doğrusu Allah size bir çok savaş alanında yardım etmişti. ve yevme Huneynin özellikle de Huneyn günü Allah yardım etmişti. iz a'cebetküm kesretüküm felem tuğni anküm şey'e hani o zaman çokluğunuz sizi gururlandırmıştı, fakat hiçbir işinize yaramamıştı. Gururlanmıştınız çoğuz diye, Bedirde düşmanın 1/3 idiniz, ama şimdi düşman sizin 1/3 idi. Buna da gururlanmıştınız. Oysa cama bakıyordunuz camdan değil, camdan bakacağınıza cama bakmaya başladığınızda işte ne oldu, hemen okuyalım;

ve dakat aleykümül Ardu Bi ma rehubet ve olanca genişliğine rağmen yer yüzü size dar gelmişti. Çokluğunuza güvenmiştiniz ve çokluğunuzun hiçbir hayrını göremediniz. Üç katıydınız düşmanın, ama kaçtınız, bozuldunuz, çözüldünüz. Sayılardan bahsetmeye başladığınızda başarıyı, Başarınızı sayılara endekslemeye başladığınızda, sayıların sultasına teslim olduğunuzda başarının Allah’tan olduğu gerçeğini göz ardı etmişsiniz demektir. İşte böylesi bir durumda Başınıza öyle bir felaket geldi ki, olanca genişliğine rağmen yer yüzü size dar geldi.

sümme velleytüm müdbiriyn; sonra da gerisin geri çekilmiştiniz, kaçmıştınız.

Huneyn’i anlatıyor değerli dostlar, açıkça isim veriyor farkındasınız. Huneyn savaşı; Mekke ile Taif arası bir vadiye verilen isim aslında Huneyn. Ki bildiğiniz gibi Mekke’nin fethinin hemen ardından Resulallah kendisine katılan Mekkelilerle birlikte, ki zaten Mekke fethine katılan ordu yaklaşık 10.000 kişilik bir ordu idi. Mekke’nin fethinden sonra yeni Müslüman olanlarla ve henüz kalbi İslam’a ısındırılacak olanlarla birlikte ordu 12.000 rakamına dayanmış ve bu ordu ile Resulallah Hevazin üzerine yürümüştü. Taif taraflarında ki müşrik kabileler üzerine yürümüştü ki onlar zaten saldırı hazırlığın dalardı, büyük bir güç toplamak için uğraşıyorlardı. İslam’ın kalbinde Müslümanları ansızın kıstırmak istiyorlardı.

Resulallah bunu haber alır almaz elindeki mevcut ordu ile fethin hemen ardından Huneyn’e yürüdü. Hevazin kabilelerinin üzerine ki Benî Sakif bunların en başında gelirdi.

Peki buna karşılık tüm düşman ordusu ne kadardı, çok ilginçtir tam tersi idi Bedir’in, tam tersi idi Uhut’un. Müslümanlar  düşmanın 3 katı kadar kalabalıktılar.

Bu çok farklı bir sınavdı Huneyn sınavı. Bedir’in tam tersi bir sınav. Bedirde imanın imtihanı verilmişti. İmanın sayıya galip geldiği gerçeği. Burada ise bir de tersinden deneniyordu. Neydi o; Sayı ile değil imanla galibiyeti elde edersiniz. Yani varlığınızı sayılara değil, varlığınızı kelle sayısına değil, varlığınızı maddi güce değil, varlığınızı insan gücüne değil, Varlığınızı taşıdığınız iman ve erdeme endeksleyin mesajıydı.

İşte onun için korkunç bir bozgun yaşandı. Pusuya düşürüldü İslam ordusu Hevazin’liler le Benî Sakif tarafından ve püskürtüldüler. Delicesine kaçıyordu o büyük ordu. Ama kaçanlar adeta kaçışlarının cezasını daha o anda orada gördüler ve arkadan müşrik bedevilerin bir de ok yağmuruna tutularak cezalandırıldılar. Yine kaçmayanlar, o bir avuç sadık çekirdek kadro idi. Peygamber terbiyesinden geçmiş, uydum kalabalığa demeyen, gücün arkasına değil imanın arkasına düşen ve bilinçli tercih yapan. Resulün arkasına cennet tercihi ile gelen. Burada ganimet var diye değil, burada cennet var diye gelenler yine peygamberin etrafında kenetlenmişlerdi.

Evet her zaman, tarihin tüm dönemlerinde insanların davalarının, yüce davaların etrafında iki tür insan hep olagelmiştir.

1 – Arılar,

2 – Sinekler.

Çiçeklere arı da konar sineklerde. Arılar üretmek için konarlar, sinekler tüketmek için konarlar. Sinekler ganimete konarlar, arılar ise ganimete konmaz, ganimeti üretirler. Onun için yine peygamberin etrafında kenetlenen arılar olmuştur ve onlar, ensar ve muhacirin o bir avuç iman yiğidi güçlü bir huruç ile pusuyu yardı, üzerine gitti ve bitmiş, kaybedilmiş olan Huneyn savaşını adeta son anda geri kurtardı ve mutlak bir hezimeti, mutlak bir zafere dönüştürdü.

Tabii muhteşem bir getirisi olmuştu Huneyn in. Çünkü Hevazinlilerin reisi kaçmasınlar diye müşrikler onların tüm malları ve servetleriyle birlikte getirmişti savaş meydanına. Tüm canlı hayvanları, altınları, gümüşleri, hazineleri, ticaret malları, neleri varsa hepsini savaş meydanına yığmış, onlara mallarını göstererek; Ya bugün kazanır düşman da sizin olur, ya da kaybedersiniz her şeyiniz gider demek istemişti ve bunların yanına hanımlarını ve çocuklarını da getirmişti.

Evet, her şeylerini kaybettiler. Ama merhametli sevgili peygamber tabii ki alicenap davrandı her zaman olduğu gibi. Yine o insanların getirdiği bir çok şeyi, özellikle çocuklarını, hanımlarını, kadınlarını kendilerine hiç kimsenin dokunmasına fırsat vermeksizin, yağmalanmasına fırsat vermeksizin geri vermişti.


Devam ediyor B sayfasına geçiniz.

28 Eylül 2011 Çarşamba

İslamoğlu Tef. Ders. Tevbe (016-023)(61-E)

D sayfasından devam


16-) Em hasibtüm en tütrakû ve lemma ya'lemillâhulleziyne cahedu minküm ve lem yettehızu min dûnillâhi ve lâ RasûliHİ ve lel mu'miniyne veliyceten, vAllâhu Habiyrun Bi ma ta'melun;

Yoksa siz, Allâh sizden mücahede edenleri, Allâh'tan ve Rasûlünden ve iman edenlerden başkasını velî (sırdaş, dost) edinmeyenleri ortaya çıkarmadan bırakılacağınızı mı sandınız? Allâh yapmakta olduğunuz şeylere Habiyr'dir (nefsinizdeki Habiyr ismi mânâsı ile). (A.Hulusi)

16 - Yoksa siz zannettiniz mi ki halinize bırakılıvereceksiniz de Allah içinizden mücahede edenleri ve Allah dan, Resulünden ve müminlerden mâada sokulacak bir locaya tutunmayanları hiç de bilip görmeyecek? Halbuki Allâh bütün amellerinize habîrdir. (Elmalı)


Em hasibtüm en tütrakû ve lemma ya'lemillâhulleziyne cahedu minküm Yoksa siz Allah’ın, içinizden Allah yolunda tüm çabasını harcamakta ısrarlı olanları, ve lem yettehızu min dûnillâhi ve lâ RasûliHİ ve lel mu'miniyne veliyceten Allah’tan, O’nun elçisinden ve inananlardan başkasını can yoldaşı edinmeyecek kimseleri seçip ayırmadan. Kelime anlamıyla bilmeden ama seçip ayırmadan karşılığını vermemiz daha doğru. Kendi halinize bırakılacağınızı mı sanıyorsunuz. Yani Allah sizi bütün bunlarla sınamadan, denemeden bırakacağınızı mı zannediyorsunuz diyor.

Burada cihat geçti ayetin içinde. Cihat aslında insanın tam kapasite faal olmasıdır. Evet insanın tam kapasite faaliyete geçmesidir ne olarak cihat. Ama insanın tam kapasite faaliyetini Allah’a hasretmesi işte Kuran da kavramlaşmış anlamıyla cihadın karşılığıdır. Bu ibare, bu ayet, insanın hayatı; bir sınav gibi görmesini teklif ediyor. Hayatta başınıza gelen her bir şey, hayatın kendisi bir sınav, dünya sınav alanı, siz de sınava girmiş bir Allah öğrencisisiniz demek istiyor. Bu müthiş bir şey ve Allah öğrencisi olan insanlığa sınav sorularını peygamberler açıklıyor.

vAllâhu Habiyrun Bi ma ta'melun; Oysaki Allah yaptığınız her şeyden haberdardır.


17-) Ma kâne lil müşrikiyne en ya'muru mesacidAllâhi şahidiyne alâ enfüsihim Bilküfr* ülaike habitat a'malühüm* ve fiynnari hüm halidun;

Nefslerindeki inkârın bizzat şahidi olan müşriklerin, Allâh'a secde mahallerini imar etmeleri mümkün değildir... Onların tüm yaptıkları boşa gitmiştir... Onlar Nâr'da (yakan ateşte - radyasyon) sonsuza dek kalırlar! (A.Hulusi)

17 - Müşrikler vicdanlarına karşı kendi küfürlerine kendileri şahit olup dururlarken Allahın mescitlerini mamur etmeleri kabil değildir, onların hayır namına bütün yaptıkları heder ve ateş içinde onlar, muahlledlerdir. (Elmalı)


Ma kâne lil müşrikiyne en ya'muru mesacidAllâhi şahidiyne alâ enfüsihim Bilküfr İnkarlarına yine bizzat kendileri tanıklık edip dururken Allah’ın mescitlerini ziyaret edip onarmak, Allah’a ortak koşanlara düşmez. Onların üstüne lazım değil bu iş diyor. Allah’a ortak koştuklarını yine kendileri şahit olurken Allah’ın mescidini onarmakla ziyaret etmekle iftihar etmeye kalkıyorlar. Çelişkinin büyüklüğüne bakınız. İşte bu onlara düşmez diyor.

Burada ki; en ya'muru sözcüğünü hem, Umre buradan gelir. Umre ziyaret demektir. Sık sık, dönüp dönüp ziyaret edilen mekan demektir. Ama aynı zamanda bir başka anlamı daha var; İ’mar, yani imar etmek, orayı tamir etmek, onarmak, orayı ayağa kaldırmak, orayı şenlendirmek anlamına da gelir. İki anlamı da versin diye böyle çevirdim.

Burada ki inkar da öncekiler gibi ahlaki vurgusu olan, yani nankörlük anlamı öncelikli olan inkardır bu ayette ki Bil Küfr.

ülaike habitat a'malühüm onlar, yaptıkları boşa gidecek olan kimselerdir. ve fiynnari hüm halidun; Zira onlar ateşte yerleşip kalacaklardır.

Yani, Yaptığı boşa gitme neden. Aslında boşa gitmiyor. Karşılığını almış oluyor. Kimden, kim için yaptıysa ondan. Allah için yağmadığı için, insanların görmesi için yaptıklarından imarı, Kâbe ye olan hürmetleri, Kâbe de hacılara olan hürmetleri, onlara su vermeleri, onları doyurmaları, Kâbe ya örtü geçirmeleri v.s. bütün bunlar diğer kabilelere karşı caka satmak, tafra saymak için, yani el görsün diye yaptıklarından aslında boşa gitmiş olmuyor el de görüyor. Yani ücretlerini almış oluyorlar. Ama Allah için yapmış olsalardı o zaman Allah’tan bir şey beklemeye hakları olurdu. Bu gibi ibareleri doğru anlamak gerekiyor o nedenle.


18-) İnnema ya'muru mesacidAllâhi men amene Billâhi vel yevmil ahıri ve ekames Salâte ve atezZekâte ve lem yahşe illAllâhe fe'asa ülaike en yekûnu minel muhtediyn;

Allâh'a secde mahallerini ancak Esmâ'sıyla hakikati olan Allâh'a ve gelecekte yaşanacak sürece iman eden, salâtı ikame eden, zekâtı veren ve sadece Allâh'tan haşyet duyan kimse imar eder (Allâh'a secde edilir hâle getirir)... İşte bunların hakikate erenlerden oldukları umulur. (A.Hulusi)

18 - Allahın mescitlerini ancak Allaha ve Âhiret gününe inanan, namaza devam eden, zekâtı veren ve Allah dan başkasından korkmayan kimseler mamur eder, işte bunların muvaffak olmaları me'muldür. (Elmalı)


İnnema ya'muru mesacidAllâhi men amene Billâhi vel yevmil ahıri ve ekames Salâte ve atezZekâte ve lem yahşe illAllâh Allah’ın mescitlerini ancak Allah’a ve ahiret gününe iman eden, salatı ikame eden, yani namazı kılan ve arınıp yücelmek için ödenmesi gereken bedeli ödeyen. Yani zekatı veren ve Allah’tan başka hiç kimseden korkmayan kişiler ziyaret edip onarabilirler. Yani bunlara düşer bu iş diyor Kuran.

Dikkatinizi çekti değil mi, daha önce de vurgulamıştım salat; İnsan – Allah, zekat; İnsan – insan ilişkisine. Ama bir üçüncü vasıf daha geldi. ve lem yahşe illAllâh burada önemli bir vasıf bu, Allah’tan başka da hiç kimseden korkmamak, Haşye. Birincisi Allah – insan, ikincisi İnsan – insan, bu da insanın kendisi ile ilişkisi. Yani 3 ilişkiyi de doğru kuran kimselerin işidir bu mescitleri onarmak ve ziyaret etmek diyor.

fe'asa ülaike en yekûnu minel muhtediyn; nitekim yalnızda böyleleri doğru yolda olmayı umabilir.


19-) Ece'altüm sikayetelHacci ve ımaretel Mescidil Harâmi kemen amene Billâhi vel yevmil ahıri ve cahede fiy sebiylillâh* lâ yestevune indAllâh* vAllâhu lâ yehdil kavmez zâlimiyn;

(Ey müşrikler) siz, hacıların su ihtiyacını karşılamayı ve Mescid-i Haram'ı imar etmeyi, Esmâ'sıyla hakikati olan Allâh'a ve gelecekte yaşanacak sürece iman eden ve Allâh uğruna mücahede eden gibi mi kabul ettiniz? (Bunlar) Allâh indînde eşit olmazlar! Allâh, zâlimler topluluğuna hidâyet etmez. (A.Hulusi)

19 - Ya siz hacılara sakalığı ve Mescidi haramda umreciliği Allaha ve Âhiret gününe iman edip de Allah yolunda cihât etmekte bulunan gibi mi tuttunuz? Bunlar indallah müsavi olmazlar, Allah zalimler güruhuna hidayet vermez. (Elmalı)


Ece'altüm sikayetelHacci ve ımaretel Mescidil Harâmi kemen amene Billâhi vel yevmil ahıri ve cahede fiy sebiylillâh yoksa siz yalnızca hacıları suvarmayı, yani su vermeyi, sulamayı ve mescidi haramı ziyaret edip tamir etmeyi, Allah’ a ve ahiret gününe iman etmek ve Allah yolunda elden gelen gayreti göstermekle eş değerde mi tutuyorsunuz.

Çok ilginç bir yaklaşım, gerçekten nasıl şapı şekere karıştıranların nasıl yanıldıklarını gösteren müthiş bir yaklaşım.

lâ yestevune indAllâh Allah’a göre bunlar birbirine eş değer değildir. Dindarlık gösterisiyle germek müminlik arasında çok büyük bir fark vardır demek istiyor. İnsanlara dindarlık gösterisi yapmak, sofuluk gösterisi yapmak, el gördülük bir takım şeyler yapmakla, gerçekten, yürekten gelerek sırf Allah’a imandan dolayı kulluk etmek arasında dağlar kadar fark var, nasıl bir olabilir. İnsanlar bunu bir zan edebilir, ama Allah gönüllerin özüne sahip olan, gönüllerin özünü gören ve bilen Allah bunu bir değerlendirmez. Bunlar farklı şeylerdir.

vAllâhu lâ yehdil kavmez zâlimiyn; ve Allah değerleri yerinden etmiş bir toplumu doğru yola yönetmez. Zâlimiyn i değerleri yerinden etmiş olarak çevirdim. Çünkü zulüm sözlük anlamı olarak bir şeyi yerinden etmektir.

Değerleri yerinden ederse insan, insan için yaptıklarının karşılığını Allah’tan beklemeye kalkar ve Allah için yaptığını söyler.

Değerleri yerinden ederse insan dini törenselleştirir.

Değerleri yerinden ederse insan bakarsınız Allah’ın hiçbir not vermediği, karşılık vermediği amellere çok şey verir, ama Allah’ın yüksek not verdiği şeylere de hiçbir şey vermez.


20-) Elleziyne amenû ve haceru ve cahedu fiy sebiylillâhi Bi emvalihim ve enfüsihim a'zamü deraceten indAllâh* ve ülaike hümül faizun;

İman eden, hicret eden ve Allâh yolunda mallarıyla canlarıyla mücahede edenler, derece itibarıyla Allâh indînde daha azîmdir... İşte bunlardır kurtuluşa erenlerin ta kendileri! (A.Hulusi)

20 - İman edip hicret etmiş ve mallarıyla, canlarıyla fîsebilillâh cihat etmekte bulunmuş olan kimseler Allah indinde derece cihetiyle daha büyüktür ve bunlar işte o murada eren fâizîndir. (Elmalı)


Elleziyne amenû ve haceru ve cahedu fiy sebiylillâhi Bi emvalihim ve enfüsihima'zamü deraceten indAllâh Allah nezdinde daha yüce bir makama sahiptirler. iman eden, hicret eden, Allah yoklunda mallarıyla ve canlarıyla her türlü çabayı gösterenler,

Yukarıda Haceru geçti. Aslında hicretin 9. yılında hicretten söz eden ayetlerle karşı karşıyayız. Nedir bu, zulüm ve kötülüğün diyarından da, zulüm ve kötülüğün kendisinden de hicret etmek anlamına gelir. Onun için hicret sadece bir mekan değişikliği değil, aynı zamanda insanın yüreğinde kötüden iyiye, aşağıdan yukarıya, dünyadan ukbaya, eşyadan Allah’a, öz benlikten ruha, inkardan imana doğru bitimsiz bir yolculuktur. 

Burada Allah’a göre daha yüce bir makama sahip olma, bir üstteki ayette belirtilen özelliklere sahip müminlerden daha üstün bir fark ortaya konuluyor. Farkında mısınız bilmiyorum, bir üstteki ayette de sayıldı bunlar aslında. Orada ne denilmişti; Allah yolunda elinden gelen çabayı harcayan. Yani cihat eden iman eden. Fakat burada bir fark var. Kötülüklerden ve kötülük diyarından hicret eden. İşte hicreti de bunlara katarsa o insanın Allah indindeki derecesi, makamı daha yücedir demeye getiriliyor.

ve ülaike hümül faizun; ve işte onlar başarının gerçek sahibidirler.


21-) Yübeşşiruhüm Rabbühüm Bi rahmetin minHU ve rıdvanin ve cennatin lehüm fiyha ne'ıymun mukıym;

Rableri onları "HÛ"dan (zâtlarından) bir rahmet, rıdvan ve içlerinde kendileri için kalıcı nimetler olan cennetler (mertebeler) ile müjdeler. (A.Hulusi)

21 - Müjdeler onların rabbi kendilerini kendinden bir rahmet ve bir Rıdvan ve Cennetler ile ki onlar için içlerinde, daimî bir Naîm var. (Elmalı)


Yübeşşiruhüm Rabbühüm Bi rahmetin minHU ve rıdvanin ve cennatin lehüm fiyha ne'ıymun mukıym; Rableri onları yüce katından bir rahmetle, rızai bari ile ve kendilerini içerisinde kesintisiz bir her tür nimetin beklediği cennetlerle müjdeler.


22-) Halidiyne fiyha ebeda* innAllâhe 'ındeHU ecrun azıym;

Onlar orada sonsuza dek kalırlar... Allâh ki, çok büyük mükâfat O'nun indîndedir! (A.Hulusi)

22 - Ebedî kalmak üzere orada onlar, çünkü Allah, onun yanındadır ancak azîm bir ecir. (Elmalı)


Halidiyne fiyha ebeda onlar orada ebedi kalacaklardır. innAllâhe 'ındeHU ecrun azıym; Çünkü katında yüce ödüller bulunan yalnızca Allah’tır.


23-) Ya eyyühelleziyne amenû lâ tettehızû abaeküm ve ıhvaneküm evliyâe inistehabbül küfre alel iyman* ve men yetevellehüm minküm feülaike hümüz zâlimun;

Ey iman edenler! Eğer hakikati inkârı imana tercih ediyorlarsa, babalarınızı ve kardeşlerinizi dost edinmeyin... Sizden kim onları velî edinir ise, işte onlar zâlimlerin ta kendileridirler. (A.Hulusi)

23 - Ey o bütün iman edenler: babalarınız ve ihvanınız eğer imana karşı küfrü hoşlanıyorlarsa onları evliya ittihaz etmeyiniz, sizden her kim onları veli tanıyacak olursa işte onlar nefislerine zulmedenlerdir. (Elmalı)


Ya eyyühelleziyne amenû siz ey iman edenler, lâ tettehızû abaeküm ve ıhvaneküm evliyâe inistehabbül küfre alel iyman Eğer kalben küfre imandan daha çok sevgi ve meyil gösteriyorlarsa, babalarınızı ve kardeşlerinizi sığınılacak dost bellemeyin. Neden, kan bağına dayalı bedevi ve ilkel bir toplumu, ebedi ahlaki değerlere dayalı yüce bir toplum haline getirmek için Kuran onları zulümattan nura, karanlıktan aydınlığa işte böyle çıkarıyor. Önce zihniyet devrimi yapıyor Kuran. Çünkü onlar kan bağından başka hiçbir bağ bilmiyorlar. Böyle bir topluma yüce bir bağ getiriyor. Fiziki değerlerin üzerine manevi ve ahlaki değerleri yerleştiriyor ve bedevi bir düşünceyi, medeni hale getiriyor.

Bu günde biz derken kan bağını kastedenler bedevi bir düşünceye sahipken, biz derken ahlaki bağları kastedenler bedevi bir düşünceye sahip olanlardır.

ve men yetevellehüm minküm feülaike hümüz zâlimun; içinizden kim onları sığınılacak dost olarak görürse işte onlar tam anlamıyla zalimce davranmış olurlar. Biraz önce de zulmü izah ettiğim gibi hakikati ters yüz etmiş olurlar. Hakikati yerinden etmiş olurlar. Yani Allah’ın kurduğu bağ yerine başka bağları getirmiş olurlar demektir ve bu ayetin içeriğini, daha da açan 24. ayeti gelecek ders işlemek üzere,


“Ve ahiru davana velil hamdülillahi rabbil alemiyn”


61. videonun sonu.
61 videoyu toplu halde http://kurantefsir.wordpress.com/2011/09/09/islamoglu-tef-ders-tevbe-001-02361/  bulabilirsiniz.

27 Eylül 2011 Salı

İslamoğlu Tef. Ders. Tevbe (010-015)(61-D)


C sayfasından devam



10-) Lâ yerkubune fiy mu'minin illen ve lâ zimmeten, ve ülaike hümül mu'tedun;

Yemin veya koruma sorumluluğu bir iman edene dönük ise, onu uygulamazlar! İşte onlar haddi aşanların ta kendileridir! (A.Hulusi)

10 - Bir mümin hakkında ne bir yemin gözetirler ne bir zimmet, bunlar öyle mütecavizler. (Elmalı)


Lâ yerkubune fiy mu'minin illen ve lâ zimme bir mümin için ne bağlayıcı bir yükümlülük, ne de anlaşmadan doğan bir sorumluluk gözetiyorlar. Evet, rabbimizin üzerinde durduğu şeye bakın. Dönüp dönüp bunu dile getiriyor. İman eden bir insana karşı hiçbir sorumluluk duymuyorlar.

Özellikle burada dikkatimizi çeken şey; insana ihanet ettikleri gibi karşılarındaki muhataplarının imanına da ihanet ediyorlar ve burada belki de ayette geçen mümin ifadesi; kendisine güvenilecek ve karşısındakine de güvenen insanın güvenini zedeliyorlar. Güvenini yok sayıyorlar anlamını çağrıştırıyor.

ve ülaike hümül mu'tedun; işte böyleleri haddi aşanların ta kendileridir.


11-) Fein tabu ve ekamus Salâte ve atevüz Zekâte fe ıhvanüküm fiyd diyn* ve nufassılül' âyâti likavmin ya'lemun;

Eğer tövbe eder, salâtı ikame eder ve zekâtı verirlerse, artık Din'de kardeşlerinizdir... Bilen bir kavim için işaretleri detaylandırıyoruz. (A.Hulusi)

11 - Bundan böyle eğer tevbe ederler, namazı kılarlar, zekâtı verirlerse dinde kardeşleriniz olurlar, bilecek bir kavim için biz âyetlerimizi daha tafsil ederiz. (Elmalı)


Fein tabu ve ekamus Salâte ve atevüz Zekâte fe ıhvanüküm fiyd diyn ama eğer kendisini düzeltir, salatı ikame eder, namazı kılar ve arınıp yücelmek için ödenmesi gereken bedeli öderse, zekatı verirse o zaman sizin dinde kardeşiniz olurlar.

Biraz önce hatırlatmıştım, namaz; İnsan - Allah ilişkisine, zekat; insan – insan ilişkisine tekabül eder. Yani insanın dikey ve yatay olarak insanla da, Allah’la ilişkisini tekrar kurması tevbenin en büyük şartı olarak görülüyor burada.

ve nufassılül' âyâti likavmin ya'lemun; ve biz ayetlerimizi, onların değerini bilen bir toplum için işte böyle tüm boyutlarıyla ele alıyor, açıklıyoruz.


12-) Ve in nekesû eymanehüm min ba'di ahdihim ve taanu fiy diyniküm fekatilu eimmetelküfri, innehüm lâ eymane lehüm leallehüm yentehun;

Eğer sözlerinden sonra yeminlerini bozarlar ve Dininizi karalarlar ise, o takdirde küfrün önderlerini öldürün... Çünkü onların yeminleri yoktur... Umulur ki onlar vazgeçerler. (A.Hulusi)

12 - Ve eğer verdikleri ahitten sonra yeminlerini bozar ve dininize taarruza kalkarlarsa o küfür öncüllerini hemen öldürün, çünkü onların yeminleri yoktur, ola ki vazgeçerler. (Elmalı)


Ve in nekesû eymanehüm min ba'di ahdihim ve taanu fiy diyniküm Fakat eğer anlaşma yaptıktan sonra sözlerini bozar ve inanç sisteminize hakarete yeltenirlerse.

Dikkat buyurunuz lütfen, iki şey; Antlaşma yaptıktan sonra sözleşmelerine ihanet eden ve inanç sisteminize hakarete yeltenen kimselerden söz ediliyor. Eğer böyle yaparlarsa;

fekatilu eimmetelküfr Bu çok önemli; İşte o zaman küfrün öncülerine karşı savaş açın. Böyle yapanlar küfrün öncüsü olmuş olurlar demektir aynı zamanda bu. Küfrün liderlerine karşı savaş açın. Demek ki küfrün ayakları, küfrün kulakları, küfrün bacakları çok fazla önemli değil. Küfrün beyni, küfrü yönlendiren, küfrü sevk ve idare eden önderleri. Aslında arkalarında ki kitleleri saptıran bir işlev görüyorlar. Eğer onlarla insanlar arasındaki, insanlarla iman arasına gerilen bu önderleri kaldırırsanız, insanla iman arasındaki engeli kaldırmış olursunuz dercesine onlara savaş açın diyor.

innehüm lâ eymane lehüm leallehüm yentehun; Çünkü sözü sebatı olmayan bu tipler belki hainliklerine bu sayede bir son verirler diyor Kuran.

Küfrün önderlerine savaş açma şartı; insana ihanetle Allah’a ihanetin birlikte gerçekleşmiş olması. İnsana ihanet antlaşma bozma, Allah’a ihanet ise dine saldırı bu ikisinin birlikte gerçekleştiği bir yerde küfrün önderleri var demektir. İşte bu ikisini birlikte, bu iki tecavüzü birlikte işleyen insanlara Kuran’ın verdiği sıfat Küfrün önderi vasfıdır ve bunlara karşı savaş açın diyor Kuran.


13-) Ela tukatilune kavmen nekesû eymanehüm ve hemmu Bi ıhracir Rasûli ve hüm bedeuküm evvele merratin, etahşevnehüm* fAllâhu ehakku en tahşevhü in küntüm mu'miniyn;

Yeminlerini bozmuş, Er Rasûl'ü (Rasûlullâh'ı) yurdundan dışlamış ve üstelik sizinle ilk kez savaşa başlamış bir topluluğa karşı savaşmayacak mısınız? Onlardan çekiniyor musunuz? Haşyet duymanızı hak eden Allâh'tır, eğer iman edenler iseniz. (A.Hulusi)

13 - Ya öyle bir kavme muharebe etmez misiniz ki yeminlerini bozdular ve Peygamberi çıkarmayı kurdular, hem de ilk evvel size taarruza onlar başladılar, yoksa onlardan korkuyor musunuz? Eğer müminseniz daha evvel Allah dan korkmalısınız. (Elmalı)


Ela tukatilune kavmen nekesû eymanehüm ve hemmu Bi ıhracir Rasûli ve hüm bedeuküm evvele merra hala sözlerini bozan elçiyi kovuncaya kadar çabalayan ve saldırganlığı, daha doğrusu saldırı da öncelik hakkını size hiç bırakmayan, kaptırmayan bir toplulukla savaşmayacak mısınız, onlarla savaşmaktan geri mi duracaksınız etahşevnehüm yoksa onlardan korkuyor musunuz. Burada tahşev ifadesi, korku manası verdiğimiz sözcük, tahşev. Etahşevnehüm

Kuran da korku ile ilgili genellikle iki sözcük kullanılır. Havf ve haşyet. Havf, korkanın zayıflığından dolayı korkmak, haşyet ise korkulanın gücünden dolayı korkmaya denir. İkisi arasında çok temel bir fark vardır. Havf; korkanın zayıflığına delalet eder, bu sözcük kullanılıyorsa. Haşyet kullanılıyorsa korkanın zayıflığına değil, korkulanın büyüklüğüne, yüceliğine gücüne delalet eder. İşte burada da tahşev kullanılmış yani korkulanın yüceliğinden dolayı korku. O halde diyor;

fAllâhu ehakku en tahşevhü in küntüm mu'miniyn; ama eğer gerçekten imanda ısrarlıysanız unutmayın ki Allah kendisinden korkmanıza daha layıktır. Yani korkulanın büyüklüğünden dolayı bir korku duyuyorsanız eğer, daha büyük olan Allah’tır. Eğer korkulanın gücünden dolayı korkuyorsanız, daha güçlü olan Allah’tır. Eğer korkulanın size daha büyük bir şey yapmasından korkuyorsanız eğer, unutmayın size Allah’tan daha büyük hiç kimse bir şey yapamaz. Onun için her açıdan Allah korkmanıza daha evla, daha müstahaktır.


14-) Katiluhüm yüazzibhumullâhu Bi eydiyküm ve yuhzihim ve yansurküm aleyhim ve yeşfi sudûre kavmin mu'miniyn;

Savaşın onlarla (ki), Allâh elleriniz olarak onları azaplandırsın, rezil etsin onları; onlara karşı size zafer kazandırsın; (böylece) iman edenler topluluğunun içine şifa versin. (A.Hulusi)

14 - Muharebe edin onlara ki Allah sizin ellerinizle kendilerini muazzep kılsın, rüsvay etsin, nusratiyle sizi üzerlerine muzaffer buyursun ve mümin bir kavmin yüreklerine su serpsin. (Elmalı)


Katiluhüm yüazzibhumullâhu Bi eydiyküm ve yuhzihim onlarla savaşın. Allah onlara sizin ellerinizle azap edip onları da rezil eder.

Kuran’ın bir çok yerinde ifade edilen ki burada Allah azap eder dendi. Allah’ın azabından dünyada anlaşılması gereken işte budur. Yani dünyada Allah nasıl azap eder diye bir soru sorarsak, birilerinin elleriyle azap eder. Yani Allah aracılarla azap eder. Savaşlar, toplumsal yıkılışlar, alt üst oluşlar, terör, anarşi, doğal felaketler ve daha bir çok şeyler, işte Allah’ın azabıdır. Sizin bunu böyle görmeniz gerekir. Kuran işte bu duyguyu, bu bilinci vermeye çalışıyor.

Sosyal, ekonomik, ahlaki, siyasal çözülmeler hep vasıtalarla azabıdır başka bir şey değil. Eğer bu tip şeyleri Allah’tan bağımsız değerlendiriyorsa insanlar, onların imanında bir problem var demektir. Çünkü dünyada tüm oluş ve bitişler sebepler dairesinde cereyan etmektedir. Sebep sonuç ilişkisi içerisinde cereyan etmesi ise Allah’ın koyduğu bir yasadır. Yasaya uyan her türlü olgu ve olay Allah’ a atfedilir. Onun için Allah’ın koyduğu yasalardan dolayı başınıza gelen her şey, Allah’ın yaptığı şeydir. İşte azap burada onun için Allah’a atfedilmiştir.

ve yansurküm aleyhim ve yeşfi sudûre kavmin mu'miniyn; ve onlara karşı size yardım edip inananların gönlüne ferahlık verir.

Yukarıda ki Allah’ın azabının karşılığı burada Allah’ın yardımıdır, Allah yardımını da yine aynı yöntemle yapar. Ne yapar, inananların gönlüne ferahlık vermesi, onun müminlere yardımıdır.


15-) Ve yüzhib ğayza kulubihim* ve yetubullahu alâ men yeşa'* vAllâhu Aliymun Hakiym;

Kalplerindeki kin ve öfkeyi gidersin... Allâh dilediğinin tövbesini kabul eder... Allâh Aliym'dir, Hakiym'dir. (A.Hulusi)

15 -  Ve kalplerindeki gayzı gidersin, hem Allah dilediğine tevbe de nasip eder, Allah alîmdir, hakîmdir. (Elmalı)


Ve yüzhib ğayza kulubihim ve kalplerinde ki öfkeyi dindirir. Öfkeyi dindirmek, dikkat buyurunuz lütfen. Öfke sahibine yardımdır öfkeyi dindirmek. Neden, öfkeyle kalkan zararla oturur da ondan, akıl açığa çıkar. Öfke gelirse akıl izne ayrılır. Onun için akıl izne ayrılırsa o aklın sahibi zarar eder. Onun için öfkeyi dindirmek Allah’ın bir yardımı olur.

ve yetubullahu alâ men yeşa sonuçta Allah dilediğine affını tahsis eder. vAllâhu Aliymun Hakiym; zira Allah her şeyi bilendir, hikmetle edip eyleyendir.


Devam ediyor E sayfasına geçiniz.