30 Eylül 2010 Perşembe

İslamoğlu Tef. Ders. BAKARA SURESİ (67 - 86) (6)




“Euzübillahimineşşeytanirracim.”



 “Bismillahirrahmanirrahim”







67 - Ve iz kale musa li kavmihı innellahe ye'müruküm en tezbehu bekarah *kalu etettehızüna hüzüva *kale euzü billahi en ekune minel cahilın



Hani Musa kavmine demişti ki: "Allâh size, bir inek boğazlamanızı emrediyor..." Dediler: "Sen bizimle alay mı ediyorsun?" Musa: "Cahillerden olmaktan hakikatim olan Allâh'a sığınırım!" (A.Hulusi)



Hani bir zamanlar Musa kavmine demişti ki Allah, size bir bakara (sığır) boğazlamanızı emrediyor. Onlar da "Sen bizimle eğleniyor, alay mı ediyorsun?" dediler. Musa da: "Böyle cahillerden biri olmaktan Allah'a sığınırım." dedi.(elmalı)





Ve iz kale musa li kavmihı innellahe ye'müruküm en tezbehu bekarah *kalu etettehızüna hüzüva *kale euzü billahi en ekune minel cahilın  Ey Yahudileşen İsrail oğulları, hani hatırlayın bir zamanda Musa kavmine şöyle demişti.



Allah sizden bir inek kurban etmenizi emrediyor.



Onlar da sordular;



Bizimle dalga mı geçiyorsun dediler.



Musa cevap verdi;



Cahillerden olmaktan Allah’a sığınırım.



Değerli dostlar bu ayet i kerime ile başlayan bir kıssa var. Bu sureye ismini veren kıssa işte bu kıssadır. Bakara suresine bu kıssadan dolayı Bakara denilmiştir.



Bakara; İnek anlamına gelir. Bu ineğin ne fonksiyon gördüğünü, niçin sureye böyle bir isim verildiğini bu sureyi tefsir ettikten sonra siz de kavrayacaksınız. Ama hemen şunu bu noktada belirteyim ki; Bu sureye böyle bir ismin seçilmesi gayet isabetli bir seçim. Çünkü her toplumun vahyi insanlığa taşıma görevi ile görevlendirilen her toplumun bir kutsal ineği olabilir. İşte burada inek sembolü aslında kıyamete kadar vahyi insanlığa taşımakla yükümlü olan ümmetleri bekleyen büyük bir tehdide ve tehlikeye işaret çekmektedir. Dikkat çekmekte işaret etmektedir.



Burada anlatılan şey; Musa kavmine demişti ki; Allah size bir inek kurban etmenizi emrediyor. Tabii ayetin tarihsel arka planını kısaca hatırlayacak olursak, İsrail oğullarında bir cinayet gerçekleşti. Faili meçhul bir cinayet. Bu cinayetin kimin eseri olduğu ortaya çıkmamıştı. Tevrat’ta geçen bir hüküm vardı, o hükümde şu idi. Eğer bir yerde bir cinayet işlenir, maktul bulunur, katil bulunmazsa, maktulün bulunduğu yere en yakın yerleşim bölgesindeki insanlar toplanırlar, bir inek kurban ederler ve kurban edilen ineğin üzerinde ellerini yıkarlar ve yemin ederler. O , bu işlemi yapan o kimsenin bu cinayetle bir alakasının olmadığına delalet eder, Eğer bu işlemi bir kimse yapmaktan kaçınırsa, onun katil olduğu ortaya çıkar. Değilse toplumsal sorumluluktan böylece kurtulunmuş olurdu. Bu Allah’ın Musa AS. ın şeriatında koyduğu bir hükümdü.



İşte böyle bir tarihsel arka planı göz önünde tutarak devam edelim. Onlar peygamberleri Hz. Musa’nın Allah’tan getirdiği bu talimata şöyle cevap veriyorlar. “Sen bizimle dalga mı geçiyorsun.”  Aslında bu tereddüt, bu soru onların, Allah’ın maksadını anladıklarını gösteriyor. Yani niçin İnek kesmekle emr olunduklarını fark etmişlerdi. Musa AS. da hemen şöyle cevap veriyor. Allah adına size bir emri iletmekle görevlendirilmek bir peygamberin işidir. Bir peygamberse kesinlikle böyle bir cahillik yapmaz. Yani bunun altında şöyle bir anlam yatıyordu, Ben cahillerden olmaktan Allah’a sığınırım, Allah adına sizinle dalga geçmekten. Allah emretmediği halde, size Allah emrediyor demekten Allah’a sığınırım. Çünkü bunu Allah’ı tanımayan biri yapabilir. Bir peygamber, Allah’ı tanıyan bir peygamber kesinlikle böyle bir cahillik yapmaz. Dediler;



[Ek bilgi; İsrail oğullarından zengin bir adam vardı. Bu adamın genç bir oğlu vardı. Amcasının iki oğlu veya amcasının oğulları bu çocuğu öldürdüler, ki babasının mirasına konsunlar. Çocuğun cesedini İsrail oğullarının boyları arasındaki yolun üzerine bıraktılar. Bunun üzerine İsrail oğulları çocuğun öldürülmesi hususunda birbirlerini suçlayıp atışmaya başladılar. Derken, bir sığırın boğazlanmasına, boğazlanan sığırın etinden bir parçanın çocuğun cesedine sürülmesine, dolayısıyla dirilip katilinin kim olduğunu söylemesine ilişkin emir varit oldu. Bu genç, irfan ve hikmet mallarına sahip zengin ruhun oğlu konumundaki kalptir. Onun öldürülmesi, gerçek hayatını sürdürmesine engel olunması, hayatının kaynağı olan gerçek aşkın içinden sökülüp alınması ve şehvet ve gazap kuvvetlerinin ona egemen kılınması anlamındadır.

Sığırdan maksat, hayvani nefistir. Bu hayvani nefsin boğazlanması ise, hevasının, tutkulu arzularının ezilmesidir. Çünkü heva ve heves nefsin hayatıdır. Yani riyazet bıçağının ağzıyla nefsi kesmek, diğer bir ifadeyle onu kendine özgü fiillerini ifa etmekten alıkoymaktır.(İbn. Arabi-Te’vilat)]







68 - Kalüd'u lena rabbeke yübeyyil lena ma hı *kale innehu yekulü inneha bekarütl la fariduv ve la bikr * avanüm beyne zalik * fef'alu ma tü'merun



Dediler: "Bizim için Rabbine yönel de bildirsin nasıl bir şey (kesmemizi) istiyor?" "Kesinlikle O diyor ki, o ne yaşlı ne de çok genç, ikisi arası bir inektir..." Hadi emredileni uygulayın.(A.Hulusi)



Onlar, "Bizim için Rabbine dua et, her ne ise onu bize açıklasın." dediler. Musa, "Rabbim buyuruyor ki, o ne pek yaşlı, ne de pek taze, ikisi arası dinç bir sığırdır, haydi emr olunduğunuz işi yapınız." dedi.(Elmalı)





Kalüd'u lena rabbeke yübeyyil lena ma hı Rabbine bizim için yalvar da o ineğin niteliğini bize bildirsin. Dediler. Kale Musa cevap verdi; innehu yekulü inneha bekarütl la fariduv ve la bikr. O diyor ki; Hiç şüpheniz olmasın ki kesmenizi emrettiği o inek ne çok genç ve toy, ne de çok yaşlı olmalı. avanüm beyne zalik Bu ikisinin arasında olmalı. fef'alu ma tü'merun Haydi şimdi emr olunduğunuz şeyi hemen yapıverin.



Onlar bu emri aldıkları halde yine emri yerine getirmediler. Bu sefer yine işi yokuşa sürdüler ve gündem değiştirmek için yine soru sormaya devam ettiler.





69 - Kalüdu lena rabbeke yübeyyil lena ma levnüha *kale innehu yekulü inneha bekaratün safraü fakıul levnüha tesürrün nazırın



(Aldıkları cevapla tatmin olmayıp daha gereksiz detaya indiler) dediler: "Rabbine yönel de bize ne renk olduğunu bildirsin!" "Kesinlikle O diyor ki, o (kesecekleri) sapsarı parlak renkli bir inektir ki, bakanlara zevk verir." (A.Hulusi)



Onlar, "Bizim için Rabbine dua et, rengi ne ise onu bize açıklasın." dediler. Musa, "Rabbim buyuruyor ki, o, bakanlara sürur veren, sapsarı bir sığırdır." dedi. (Elmalı)





Dediler ki; Ey Musa, Rabbine yalvar da bizim için onun renginin ne olacağını bize haber versin. kale innehu yekulü inneha bekaratün safraü fakıul levnüha tesürrün nazırın Musa da cevap verdi. Dedi ki; Rabbim diyor ki; Kurban etmeniz gereken o inek bakanın gözünü alacak kadar canlı, sapsarı bir inek olmalı.



Tabii burada bir kinaye var. O da  tesürrün nazırın bakanın içinin geçeceği bir canlılıkta Tesurru, bakana sürür veren, sevinç veren demek. Demek ki aslında onlar belli bir ineğin kastedildiğini anladılar. O inek neydi? Yahudilerin, firavunun zulmünden kurtulup ta selamete çıktıklarında, Allah’a şükredecekleri yere, Hz. Musa’nın vahiy almaya Tur’a gidince hemen aralarındaki bir sanatkarın çıkıp, Samiri isimli bir sanatkarın, boyunlarındaki ve kollarındaki altın takıları toplayıp, onları eritip, öteden beri düşmanları olan firavun ve Mısır halkının taptığı Tot’o tanrısına, yani inek tanrısına benzer bir put yapıp tapmaları idi.



Allah onlardan düşmanlarının tanrısını kesmelerini emrediyor. Onlar bedenlerini özgürlükten kurtarmışlardı ama, ruhlarını kurtaramamışlardı. İşte aslında bu hadise sembolik bir biçimde asıl siz ruhunuzu özgür kılın demektir. Onun için onlara kesmeleri emredilen inek, yüreklerinde taht kuran o inekti. Hani Kur’an da buyruluyor ya



ve üşribu fı kulubihimül ıcle (Bakara/93) İnek yavrusunun sevgisi gönüllerine içirilmişti. Düşünebiliyor musunuz, bir şeyin sevgisinin yüreğe içirilmesini, Aynen anlamı bu ayetin. İşte onlar gönüllerinde taht kuran bu putu Allah yıkmalarını istiyordu.





70 - Kalüd'u lena rabbeke yübeyyil lena ma hiye innel bekara teşabehe aleyna* ve inna in şaellahü le mühtedun



(Üstelediler) dediler: "Rabbine yönel de açıklasın bize nasıl bir inek kesmemizi istiyor; zira bu tarife benzer çok inek var? İnşâAllâh biz tam istenilen ineği buluruz"... (A.Hulusi)



Onlar, "Bizim için Rabbine dua et, o nedir bize iyice açıklasın, çünkü o bize biraz karışık geldi, bununla beraber Allah dilerse onu elbette buluruz." dediler. (Elmalı)





Kalüd'u lena rabbeke yübeyyil lena ma hiye Yine soru sormaya yine emri savsaklamaya devam ettiler. Yani Allah’ın emrini yerine getirecekleri yerde, yine gündem değiştirmeyi seçtiler. Tercih ettiler. Ya dediler ki Rabbine bizim için yalvar da onun niceliğini bize söylesin. innel bekara teşabehe aleyna Bize göre tüm inekler birbirine benzer. Dediler. ve inna in şaellahü le mühtedun eğer Allah bize onun niceliğini haber verirse inşallah o ineği biz bulabiliriz. Bulup bu emri yerine getirebiliriz. Dediler.



Tabii burada üç kez emir olduğu halde, üç kez dönüp dönüp işi savsaklamak istemelerinin temelinde, işin hakikatini verilen mesajı algıladıkları halde gündem değiştirmek isteyişlerini gösterir. Devamını okuyalım ve bu Yahudileşme hastalığını işleyelim.





71 - Kale innehu yekulü inneha bekaratül la zelulün tüsırul erda ve la teskıl hars* müsellemetül laşiyete fıha* kalül ane ci'te bil hakk* fe zebehuha ve ma kadu yef'alun



O diyor ki: "Muhakkak ki o inek boyunduruğa bağlanmamış, toprak sürmemiş, ekini sulamamış, serbest bırakılmış dolaşan, alacası olmayan biri!" Dediler: "İşte şimdi Hak olarak ortaya koydun isteneni." İşte bundan sonra (güçlükle bulup o vasıftaki tek ineği) boğazladılar... (Ancak çok bedel ödediler o özellikteki tek inek için.) Neredeyse başaramayacaklardı! (A.Hulusi)



Musa, "Rabbim buyuruyor ki o, ne çifte koşulup tarla süren, ne de ekin sulayan, ne de salma gezen ve hiç alacası olmayan bir sığırdır". Onlar da: "İşte tam şimdi gerçeği ortaya koydun." dediler. Nihayet onu bulup boğazladılar. Az kaldı yapmayacaklardı. (Elmalı)





Kale, cevap verdi Musa, innehu yekulü inneha bekaratül la zelulün tüsırul erda ve la teskıl hars O diyor ki; O kurban etmekle emr olunduğunuz inek, toprak sürmek, çifte koşulmak için boyunduruğa girmemiş olmalı. Yine yeri sulamak içinde boyunduruğa girmemiş olmalı. Yani o inek serbest bir inek olmalı. Ne çift sürmüş olmalı, ne de arazi sulamış olmalı. Müsellemetül tamamen salma ve seyit bir inek olmalı. laşiyete fıha yani alacasız ve kusursuz olmalı aynı zamanda.



Tabii olay tüm çıplaklığı ile aydınlandı çünkü bu tanımlanan inek, tam da o taptıkları inek. Onun için kalül ane ci'te bil hakk hah şimdi gerçeği doğruyu bildirdin dediler. Bunu diyenler illa ineğe tapan, daha doğrusu bendeniz kaynaklardan çıkardığım kadarıyla İsrail oğullarının bizim bildiğimiz manada ineğe taptıklarını sanmıyorum. İneğe saygı duruşunda bulunuyorlardı. İneğe saygı gösteriyorlardı. Yoksa secde etmiyorlardı. Yani Rab, büyük Rab olan Yahuvaya, İsrail’in Allah’ı diye bildikleri Yahuvaya inandıkları ve ibadet ettikleri gibi ineğe inanmıyorlardı. Bu kadar akılsız değillerdi. Ya ne yapıyorlardı? Ona saygı duyuyorlardı. Ona hürmet gösteriyorlardı. Onu kutsuyorlardı.



İşte Allah bunu ineğe tapmak olarak adlandırıyor. Zaten Kur’an ın hiçbir tarafında ineğe tapıyorlardı biçiminde değil, daima ce a le fiiliyle gelir. Yani ineği tanrı edindiler değil, ineği peydahladılar biçiminde gelir. Bu şekilde, bu formda gelmesi de gösteriyor ki; Bizatihi bir tapma değil, Dolaylı bir tapma. İşte saygı göstermeyi yani Allah’a gösterilecek saygıyı kula göstermeyi, ya da herhangi bir varlığa göstermeyi, herhangi bir taşa, ineğe, ağaca, veya soyut ya da somut varlıklara göstermeyi Allah kendisine hakaret ve şirk olarak adlandırıyor.



Onun için bu cevabı; kalül ane ci'te bil hakk işte şimdi gerçeği söyledin hakkı bildirdin cevabını verenler ineğe saygı duruşunda bulunanlar olmayabilir. Aksine onların içinde çok az da olsa bu sapıklığı fark edip buna karşı çıkan ve onlara karışmayıp dışarıda duran bir avuç insan olabilir. Yani Hah..! şimdi ey Musa bunların yaptığı bu terbiyesizliği, bu şirki ortaya çıkardın. Zaten biz de bunu arzuluyorduk. Dercesine, şimdi gerçeği bildirdin diyenlerin ineğe saygı duruşunda bulunanlar değil, bir avuç onlar dışında ki samimi müminler de olabilir.



fe zebehuha Hemen ne yaptılar? Onu tutup kurban ediverdiler. ve ma kadu yef'alun neredeyse yapamayacaklardı.



Evet dostlar biraz önce de söylediğim gibi bu kıssa sureye adını veren kıssadır. Bu kıssanın bize vermek istediği bir ders olmasaydı, uzun insanlık destanından Rabbimiz seçip de Kur’an a onu yerleştirmezdi. Çünkü bu Kur’an sadece İsrail oğullarına inen bir kitap değildi ki, İnsanlığın alacağı bir ders vardı bu kıssada. Onun içinde insan kendini bu kıssada  nereye yerleştiriyor bunu iyi tespit etmelidir.



Şimdi bu kıssanın bizim için ne anlama geldiğini bulmak zorundayız. Çünkü Kur’an hiçbir tarihsel olayı hikaye olsun, masal olsun, tarihten bilgi olsun diye aktarmaz. Peki bu olay Kur’an da niçin yer aldı? Ve hatta Kur’an ın en uzun surelerinden biri olan Bakaranın ismi olarak niçin yarattı. Bu çok önemli. Çünkü bir şeyin ismi, onun en önemli özelliğini yansıtır. Adeta bakara suresinin yüzüdür bu kıssa.. Yüzü. Çünkü kişinin yüzü karakterini yansıtır. İşte bu kıssa da bakara suresini bir insan biçiminde canlandırır, onun yüzüdür. Bakara suresinin karakteri bu kıssa da canlanır. Onun için bu kıssayı biz hangi dersi alırız diye okumak ve anlamak, algılamak zorundayız.



Burada verilen şey şudur. Gereksiz ayrıntılara dalarak asıl hedefi unutmak. Öncelikle bu kıssanın bize vermek istediği birinci hisse budur.



Onlar ayrıntı istediler. Oysa ki tüm müfessirlerin naklettiği haberler de şöyle bir not yer alır. Eğer ilk emirde herhangi bir ineği kesselerdi emri yerine getirmiş olacaklardı. Ama ayrıntı istedikçe işlerini zorlaştırdıklar. Öyle zorlaştırdılar ki ayette ifade edildiği gibi ve ma kadu yef'alun neredeyse bu işi yapamayacaklardı. Kendi elleriyle kendi işlerini zorlaştırdılar. Yani dinini zorlaştırmak işte buna denir. Onun için Peygamberimiz Yessirû velâ tu'assirû Kolaylaştırın güçleştirmeyin. bessirû velâ tuneffirû Müjdeleyin muştulayın nefret ettirmeyin. Ve bu nokta da aynen buna benzer yaşanmış bir hadiseyi anlatmak istiyorum asrı saadetten.



Peygamberimiz hac farizasını müminlere aktarıyor. Allah’n emri olarak.Bunlardan bir kişi kalkıyor ve soruyor. Yani her yıl mı farz ya resulallah. Peygamberimiz kızıyorlar. Renkleri atıyor, Eğer evet desem her yıl vacip olur. Ve arkasından da benim size söylediğimle baş başa bırakın. Sizden evvelki kitap verilenler, peygamberlerine çok soru sordukları, lüzumsuz ayrıntılara daldıkları ve peygamberlerinin verdiği haberler üzerinde tartışma yaptıkları için helak oldular.



İşte bugün bu anlayışımızın geldiği nokta da ne kadar önemli olduğunu anlıyoruz. Din öylesine ayrıntıya boğuldu ki Allah’ın insana tanıdığı manevra alanları kaldırıldı. Oysa Allah’ın sustuğu, Kur’an ın sustuğu yerlerde aslında Allah’ın doldurduğu boşluklardır. Niçin? O boşlukları ey insanlar bir rahmet olarak size bıraktım. Çünkü bu din evrensel bir din, kıyamete kadar geçerli olacak insanlığın değişmez değerleri elbette ki insana manevra alanı bırakmalıydı. Çünkü insana iradeyi veren, özgür iradeyi veren de Allah değil mi? Verdiği iradenin hareket edeceği manevra alanı kalmazsa insan iradeyi netsin. Ne işe yarar irade. İradeyi verecek ama hareket alanı vermeyecek, o iradeni kullanacak alan bırakmayacaksa o iradenin işlevi ne olacaktı.



İşte öncekiler içtihat yaptılar. O manevra alanında içtihat yaptılar. İnsana bırakılan o manevra alanı var ya, o alanı doldurdular ve içtihat yaptılar. Haklı idiler. Doğru bir şey yaptılar. Allah’ta onu istiyordu insandan. O manevra alanında aklını kullanan Allah’ın emrini yerine getirmiş oluyordu aynı zamanda. Ama daha sonrakiler ne yaptılar? O yapılmış içtihatları sanki hiç değişmezmiş gibi hiç dokunmadan şerh ettiler. Zeyl yaptılar. Sabitleştirdiler, kemikleştirdiler, katılaştırdılar. Dondurdular ve daha sonraki insanlara dönecek hiçbir manevra alanı bırakmadılar. Ki aklını kullanabilsin diye. Dolayısıyla bu nokta da her şey daha önce düşünülmüş, konuşulmuş, yapılmış bitmiş. Anlamına geldi.



Gerçekte öylemi? Din böyle mi söylüyor. Hayır öncekilerin hareket ettiği o manevra alanı sonrakiler içinde aynen geçerli. O manevra alanı sonrakiler için de vardı. Ama biz aynen İsrail oğulları gibi kazuistik yöntem. Fıkıhta kazuistik yöntem diyoruz biz buna meseleci fıkıh. Yani ayrıntıya girdi, gereksiz ayrıntıya ve tüm manevra alanlarını doldurdu. Artık insan kıprayamaz hale geldi. Ağıp dönemez hale geldi. İşte bu noktada Din bir kapı. Ne demek bir kapı? Bin kapı iken bir duvar haline geldi. Oysaki din insanı sıkıştığı köşeden kurtaran kapı idi. Lakin böyle bir anlayışta din, insanı köşeye sıkıştıran din, bir duvar haline geldi. Onun için din hala bin kapıdır. Hayatın köşeye sıkıştırdığı insanı Din o köşeden kurtarır ve selamete çıkarır. Hala öyledir. İşte birinci verdiği ders budur.



Bir başka ders nedir, bu kıssanın verdiği bir başka hisse? O da gündem değiştirmek. Onlar gündemi değiştirdiler. Ne yaptılar?Allah bir inek kesmelerini istiyor, ama onlar hala rengi ne olsun, içeriği ne olsun, mahiyeti ne olsun, cinsi ne olsun vs. Yani yapmamakta direniyorlar, gündem değiştiriyorlar. Bu günde gündem değiştirme bir Yahudileşme alameti olarak bizi bekleyen en büyük tehlike olarak önümüzde duruyor.



Gerçekten bakıyorum hakiki gündemlerimiz var bizim. Bir müminin, bir insanın daha doğrusu, en değişmeyen gündemi ebedi saadeti değil midir? Ölüm değil mi? Ölüm temel gündemlerden biri değil mi? Ahiret, ebedi istikbal hiç değişmeyen gündem değil mi? Öyledir. Kur’an öyle diyor. En azından ne be un azim. Müthiş haber diyor. Kur’an ın manşeti bu. Manşet atmış ne be un azim büyük olay İza veka'atilvaki'atu. Bakınız, Vakıa suresinin ilk ayeti; Olay olduğu zaman, büyük olay koptuğu zaman. Kur’an ın manşeti bu. Ama sizin gündemlerinizde bakıyorsunuz; Büyük olay, şok haber. Ne? Hiçbir şey yok, ertesi gün unutulacak bir şey. Sizin şok haberinizle Kur’an ın şok haberi farklı . Hayatınızın değişmez gündemini yalancı gündemlerle kapatmışsınız. Yani bu fiili bir küfür oluyor. Küfür örtmek demektir. Hakiki gündemi sahte gündemlerle örtüyorsunuz.



İşte gündem değişikliği.  Oysa ki onlar maksadı iyi anladılar. Yüreklerine içirilen o buzağı o inek sevgisini, daha doğrusu kendilerini köleleştiren o sevgiyi yok etmek istiyordu. Aslında Allah’ın onlara emri gerçekte şu idi, Bedeniniz hürriyete kavuştu, yüreğiniz hala köle, ineğinizi de özgürlüğe kavuşturun. Ama onlar ne yaptılar? İşi ineğe döktüler. Bakın, özgürlüğe değil. İşte budur gündem değiştirmek. Böyle yaptığınız da aynen Yahudileşen İsrail oğulları gibi Yahudileşirsiniz. Bu ümmeti bekleyen en büyük tehlikelerinden biri de budur ve biz bu hatayı çok sık yapıyor gibiyiz.



Biliyorsunuz İslam şeriatının üzerinde yükseldiği üç ana temel vardır. Hemen fırsat gelmişken Başlıklar halinde onu söyleyeyim;



1 – Birincisi adem ül harac dır. Tüm şeriatların maksadıdır bu üç ilke. Tüm semavi şeriatların. Birincisi adem ül harac, Nedir? Zorluğun yokluğu. Çünkü evrensel ilkelerdir İslam. Değişmez değerlerdir. Ve İslam’ın getirdiği değerler insanın mutluluğu içindir. Allah’ın buna ihtiyacı yok ki..! İnsanın ihtiyacı var. Bundan menfaat görecek olan insandır. Onun için insanın mutluluğu esastır. İnsan merkezli bir mahlukat o sebeple. O sebeple birincisi dedim adem ül harac, zorluğun yokluğu.



2 – Şeriatların ikinci maksadı Taklilik, tekalik. Yani mükellefiyetlerin mümkün olduğu kadar öz ve az olmasıdır. Bu ne demektir. Hayatta manevra alanının da fazla olması. Allah’ın insana tanıdığı, iradesini kullanacağı alanının gayet geniş olması.



3 – Üçüncüsü ise Et teberruç, fid teşvik. Yani uygulamada değişmez ilahi sistemi, nizamı, öğretiyi hayata aktarmada basamak basamak hareket etmek. Kademe kademe hareket etmek. Bu üç kural tüm ilahi hukukların, şeriatların temelidir.



[Ek bilgi; Bu olayla ilgili olarak şöyle bir kıssa anlatılır: İsrail oğullarından yaşlı bir adamın bu evsafta bir buzağısı dünyaya geldi. Yaşlı adamın küçük bir oğlu vardı. Buzağıyı alıp çocuğun yaşlı anasının yanına götürdü ve “buzağı şu çocuğundur. Onu meraya sal. Bakarsın çocuk buluğ çağına erince, işine yarar.” dedi. Bu olay meydana gelip İsrailoğulları kırk sene boyunca bu evsafta bir sığır aramak durumunda kalınca, kadın gelişmeleri haber aldı ve oğluna babasının tavsiyesini hatırlattı. Çocuk artık büyümüş, gelişmişti. Çocuk meraya giderek sığırı bulup getirdi. İsrail oğulları, sığırı satın almak için onunla pazarlık ettiler. Yaşlı kadın sığırı satmasına engel oldu. Sonunda bir tulum dolusu altınla sığırı satın aldılar.” Yaşlı adam ruhtur. Koca karı cismani tabiattır. Yaşlı adamın küçük oğlu, ruhun ürünü olan akıldır. Öldürülmüş genç kalptir. (İbn. Arabi- Te’vilat)]



[Ek bilgi; Âyetlerin afaki (dış) anlamlarını enfusü (iç) anlamlarına götürerek anlayabiliriz. Bunun için de, Âyetlerin muhatabı olarak kendimizi ortaya koymalıyız. Bakara adlı hayvan afakta değil de enfüste bakılıp aranınca kastedilenin bizim kendi hayvani varlığımız olduğunu görürüz. Hakk bize hayvani varlığımız olan nefs-i emmâremizi ve nefsi levvâmemizi boğazlamamızı emr etmektedir.

Demek ki aranılan hayvan uzakta değil de bizzat bizdeymiş. Fakat Hz. Mûsâ`nın kavmi kendi mertebelerinin gereği bunu anlayamamıştır. Onlar bu hikmeti anlamadıklarını hemen ilk Âyette Hz. Mûsâ`ya karşı çıkarak göstermişlerdir. Hani Hz. Mûsâ (a.s)’a şöyle demişlerdi:

“Bizi eğlence yerine mi koyuyorsun? ”Eğlence yerine konulduklarını düşündüler. Oysa kendilerine emr edilenin kendi hayvanları olan nefislerine boyun eğmeyi terk etmek demek olduğunu anlamış olsalardı Hakk`ın kendilerine ne büyük bir ihsanda bulunduğunu görmüş olacaklardı. Onlar, kendilerini felâha kavuştaracak olan bâtıni mânâyı görememişler ve zâhirde kalmada ayak diretmişlerdir. Sordukları sorular ortada dönen meselenin hangi mesele olduğunu anlayamadıklarının açık kanıtıdır. Belki de anlasalardı bu emri çok ağır bir emir zannedecekler ve korkup Hz. Mûsâ (a.s)`ı bırakıp kaçacaklardı. Necdet Ardıç)]





72 - Ve iz kateltüm nefsen feddara'tüm fıha* vallahü muhricüm ma küntüm tektümun



Hani siz birini öldürmüştünüz de, onun hakkında tartışıp birbirinize düşmüştünüz. Oysa Allâh sakladığınızı açığa çıkarandır! (A.Hulusi)



Hani bir zamanlar siz bir adam öldürmüştünüz de onun hakkında birbirinizle atışmış ve onu üstünüzden atmıştınız, halbuki Allah, saklamış olduğunuzu açığa çıkaracaktı.(Elmalı)





Ve iz kateltüm nefsen feddara'tüm fıha Hani yine hatırlayın. Siz bir canı öldürmüştünüz. Bir adamı öldürmüştünüz ve onun üzerinde de başlamıştınız tartışmaya. Suçu birbirinize atmıştınız. vallahü muhricüm ma küntüm tektümun Allah sizin içinizde sakladığınızı açığa çıkarandır. Bilen ve açığa vurandır.



Olay, aslında önce olmuş bir olay, konunun akışı, daha doğrusu Rabbimizin bize vermek istediği hisse gereği arkaya atılıyor. Çünkü dikkatimizin çekildiği nokta öne alınmış. O nokta nedir? Herkes çok affedersiniz yüreğindeki ineğe dikkat etsin. O noktayı Allah öne almış. Oysa ki bu inek kesmenin sebebi daha sonra geldi. Şimdi geldi. Onun sebebi 72. Ayet. Hani bir zaman bir adamı öldürmüş ve suçu da birbirinizin üzerine atmıştınız. Allah sakladığınız şeyi açığa çıkardı. Burada söylenen şey açık





73 - Fe kulnadribuhü bi ba'dıha* kezalike yuhyillahül mevta ve yürıküm ayatihı lealleküm ta'kılun



"Onun (boğazlanan ineğin) bir parçasıyla (özünüzdeki ilâhî kuvveyi kullanarak) vurun (öldürülene)!" dedik. İşte böylece hayata kavuşturur ölüyü... Size böylece (varlığınızdaki kuvvenin) işaretlerini gösterir, tâ ki aklınızı kullanın (değerlendirin). (A.Hulusi)



İşte bundan dolayı, o sığırın bir parçası ile o ölüye vurun, dedik. Allah ölüleri işte böyle diriltir ve size âyetlerini gösterir, belki aklınızı başınıza toplarsınız. (Emalı)





Fe kulnadribuhü bi ba'dıha Biz dedik ki, emrettik ki onun bazı aydınlanmamış olayları, bir tip faili mechul cinayetlerden bazılarını işte buna yani bu gibi bir hadiseyi, bu aydınlatılmamış faili mechul cinayetlere kıyaslayın. Öyle yapın. kezalike yuhyillahül mevta İşte Allah ölüyü böyle diriltir. ve yürıküm ayatihı lealleküm ta'kılun Ayetleri de size böyle gösterir ki üzerinde düşünür, kafanızı kullanırsınız.



Burada genel geçer eldeki meallerden farklı meal verdik. Bu farklılığı bendeniz merhum müfessir Reşit Rıza’ya borçluyum. Çünkü genelde klasik müfessirler de olmak üzere bu ayete; Rivayet edilen bir takım hikayelerden yola çıkarak şöyle mana verirler.



İneğin bir kısmını kesilen kurbanın bir kısmını alın, Onu öldürülen adama vurun, o da dirilsin, konuşsun. Çünkü böyle bir rivayet nakledilir. Öteden beri İsrailiyatta. Ancak gariptir peygamberimizden böyle bir rivayet yok. Sahabeden de böyle bir rivayet yok. Yine gariptir Tevrat’tan da böyle bir rivayet yok. Peki nereden çıkmış diyecekseniz, dediği gibi Yahudilerin mitolojisinden çıkmış bir rivayete göre bu ayet dizayn edilmiş. Öyle anlaşılıyor.



Oysaki; Fe kulnadribuhü bi ba'dıha Bu gibi faili mechul cinayetlerden bazılarını işte buna kıyaslayın demektir. Çünkü darabe fiili Kur’an da o kadar çok manaya gelir ki; Daraballahu meselen. Darabe vurmak anlamına gelir. Ancak Allah misal verdi burada. Allah şu misali verdi.



Yine Kur’an ın bir başka yerinde yeryüzünde ticaret için sefere çıkmaya denir. Hatta mudarebe denir mesela. Bu mudarebe nedir; Kar, para, sermaye bir taraftan, emek bir taraftan olan ticari sözleşmeye mudarebe denir. Yine Darb kökünden gelir.



Ve yine kovmak çıkarmak, boşamak, bırakmak manalarına gelir. Yani Kur’an da darb bir çok anlama kullanılır. Kullanıldığı anlamlardan biri de kıyaslamaktır. Buna kıyaslayın faili meçhul cinayetleri. Bunun en büyük delili de adribuhü daki “h” zamiridir. “h” zamiri eğer nefse gitseydi. Yani öldürülen o adama gitseydi nefis Arap dilinde müennes, manevidir. Yani dişildir. Manevi dişildir. Dişil bir kelimedir. Onun için darabuha olması lazım.



O sebeple Burada bendeniz Merhum Reşit Rıza’nın da tefsirine de dayanarak ve Tevrat’ta anlatılan İsrail oğulları için konulmuş o kuralı da temel alarak, neydi o kural; Faili meçhul bir cinayet olduğu zaman Tevrat’taki kural o cinayette bulunan en yakın yerleşim bölgesinde ki tüm insanlar kurban edilen ineğin üzerinde ellerini yıkıyorlar ve yemin ediyorlar. Bu cinayetle bir ilgimiz yok diye. İşte böylece toplumsal sorumluluk kalkmış oluyor. Böylece o insanlar eğer katil aralarında ise çıkarmış oluyorlardı. Onun için bendeniz buradaki manayı; İşte böyle faili meçhul cinayetleri buna kıyas edin. Böylece ortaya çıkarın manasında verdim.



kezalike yuhyillahül mevta yı nasıl anlamalıyız. Bu gayet açık. Ölüyü diriltmek Kur’an ı kerimde ve men ahyâhâ fe ke ennemâ ahyen nâse cemîa (Maide/32) ayetinde olduğu gibi. Bir insanı öldüren tüm insanlığı öldürmüş, bir insanı dirilten tüm insanlığı diriltmiş gibi olur. Bir insanı diriltmekten kasıt; ölü bir insanı dirilten değil, öldürmeyen, onun hayatına dokunmayan, onun yaşamına dokunmayan demektir.



Yine Kur’an da Ve leküm fil kısası hayatü  (bakara/179) kısasta sizin için hayat vardır. Niçin? Bir insanın ölümüne engel olduğu için, yani ölüme engel olmak Kur’an da ölüyü diriltmek anlamına da kullanılır. Onun için bu da o anlamı bütünlüyor.


(EK BİLGİ İLGİNÇ BİR ARAŞTIRMA

Şimdi aşağıdaki meali internette bulunanlar 30-40 mealin olduğu sitelere girip hem Arapçasını hem de Türkçe anlamı ve meali ile birlikte karşılaştırabilirler. Sizler de ellerinizdeki Kur’an mealleri ile karşılaştırarak anlatacağımız bu 7 ayeti herhangi bir sayı ya da ebced olmadan yani herhangi bir sayı ile karşılaştırmadan ve ne Arapça anlamına nede Türkçe mealinde değişiklik yapmadan sadece aşağıda (PARANTEZ) içine aldığımız iki ANAHTAR kelimeyi çevirerek yukarıdan aşağı aynen kelime dizgisini bozmadan herhangi bir Arapçasında da değişiklik yapmadan yukarıdan aşağı okuyup bitirdiğimiz anda İNSAN BEYNİNDEKİ BİR HORMON’ a ulaşacağız.
Şırıngadaki ilacı da merak ettiğinize eminim = oksitosin hormonu. İnsan beyninin hipofiz bezinde yer alan bir hormon. Gökyüzünün tek memeli hayvanı olan yarasayı esneten ilaç = insan beynindeki bir hormon. Bu sizce tesadüf mü? Yoksa Allah’ın gizemli yollarında birimi?
Şimdi Bakara 67-73 ü bu anlamları ile meallendirelim
Bismillahirrahmanirrahim
67. Musa, kavmine: Allah bir inek esnetmenizi emrediyor, demişti de: Bizimle alay mı ediyorsun? (inek esner mi)demişlerdi. Musa da: Cahillerden olmaktan Allah’a sığınırım, demişti. (vahyi bildiren peygamber yalan mı söyler)
68. “Bizim adımıza Rabbine dua et, bize onun ne olduğunu açıklasın” dediler. Musa: Allah diyor ki: “O, ne yaşlı ne de körpe; ikisi arasında bir inek.” Size emredileni hemen yapın, dedi.
69. Bu defa: Bizim için Rabbine dua et, bize onun rengini açıklasın, dediler. “O diyor ki: Sarı renkli, parlak tüylü, bakanların içini açan bir inektir” dedi. (Bu tarifte inek vardı ama esneyen inek yoktu)
70. “(Ey Musa!) Bizim için, Rabbine dua et de İnek bize teşbih yapılıyor gibi geldi. İnek teşbih mi yani? Eğer böyleyse biz Allah’ın izni ile bunu bulacağız dediler.
71. (Musa) dedi ki: Allah şöyle buyuruyor: O, henüz boyunduruk altına alınmayan, yer sürmeyen, ekin sulamayan, serbest dolaşan (salma), renginde hiç alacası bulunmayan bir inektir. “İşte şimdi gerçeği anlattın” dediler Çünkü inekler zaten çift sürmez gerçekten İnek teşbih “başka bir şeye benzetme” ve o teşbih edilen ineği (Yarasayı)arayıp buldular ve esnettiler. Az kalsın yapmayacaklardı.
72. Hani siz bir adam öldürmüştünüz de onun hakkında birbirinizle atışmıştınız. Hâlbuki Allah gizlemekte olduğunuzu ortaya çıkaracaktır.
73. “Haydi, şimdi (Teşbih memeliyi esneten ilacın) Bir kısmıyla (öldürülen adama) vurun Böylece Allah ölüleri diriltir ve düşünesiniz diye size ayetlerini gösterir.
Bakın, yukarıda dediğimiz gibi sadece İKİ ANAHTAR kelimeyi açarak ve meallerdeki kelimelerin yerini değiştirmeden ve iki anahtar kelimenin gerçek anlamına müdahale etmeden yola çıktık ve hiç bir matematiksel formüle başvurmadan açıkladığımız ayetlerin sonunda İnsan beynindeki bir HORMON’A ulaştık. Aslında MÜTEŞABİH AYET lerin gücünü göstermedeki en önemli ayetlerdir bakara 67-73…
Şayet tefsircilerin söylediği gibi kesilen ineğin bir parçasıyla ölen adama vurup adam dirilip katilini söyleseydi çok büyük MUCİZE olur ve özellikle Yahudi toplumu içinde bir efsane olan Hz. Musa’nın bu MUCİZE si asırlardır dilden dile dolaşırdı. Fakat maalesef ne Yahudilerde ne Hristiyanlarda ne Tevrat’ta nede İncil’de bu konu geçmez. Bariz yalan olan bir kaç rivayet vardır umarım bu rivayetleri de çıkarır atarlar meal ve tefsirciler.
Yapılacak şey: Bir KALP-AKCİĞER cihazına bağlanarak kan dolaşımının sağlanması ve (belli miktarda) OKSİTOSİN HORMONU nun damardan verilmesi ve bu hormonun kan dolaşımı ile beyne ulaşıp epifiz bezinde görevini yaparak İnsanın yeniden beyin ve vücut faaliyetlerinin çalıştırılması olmalıdır. (Metin Durali)




74 - Sümme kaset kulubüküm mim ba'di zalike fe hiye kel hıcarati ev eşeddü kasveh* ve inne minel hıcarati lema yetefecceru minhül enhar* ve inne minha lema yeşşekkaku fe yahrucü minhül ma'* ve inne minha lema yehbitu min haşyetillah* vemallahü bi ğafilin amma ta'melun



Bu olayın ardından kalpleriniz yine katılaştı, taş gibi, hatta daha da katı (varlığındaki Hakk'ı açığa çıkaramaz oldu)... Oysa bazı taşlar vardır ki, içinden nehirler fışkırır; ve bazıları da vardır ki şak diye yarılır da ondan su çıkar. Öyle taşlar vardır ki, haşyetullahtan düşüp yuvarlanır... Allâh sizden açığa çıkanlardan (varlığınızı Esmâ'sıyla oluşturduğu için) asla perdeli değildir. (A.Hulusi)



Sonra bunun arkasından yine kalpleriniz katılaştı, şimdi de taş gibi, ya da taştan da beter hale geldi. Çünkü taşlardan öylesi var ki; içinden nehirler kaynıyor, yine öylesi var ki, çatlıyor da bağrından sular fışkırıyor, öylesi de var ki, Allah korkusundan yerlerde yuvarlanıyor... Ve sizin neler yaptığınızdan Allah gafil değildir.(Elmalı)





Sümme kaset kulubüküm mim ba'di zalike Bütün bunların ardından kalpleriniz katılaştı. fe hiye kel hıcarati, Taş gibi katılaştı. ev eşeddü kasveh Ne taşı, bilakis taştan da daha katı hale geldi. ve inne minel hıcarati lema yetefecceru minhül enhar Öyle taşlar var ki bağrından ırmaklar çağlar. e inne minha lema yeşşekkaku fe yahrucü minhül ma' Öyle taşlar da var ki yarılır da içinden sular akar. ve inne minha lema yehbitu min haşyetillah Öyle taşlar da var ki, Allah korkusundan düşüp yuvarlanır. vemallahü bi ğafilin amma ta'melun Allah yaptıklarınız karşı duyarsız değildir.



Kasvetül kalp ne demek; Kalp katılığı. Burada önemli bir şey aktarılıyor. Bütün bunların ardından yürekleriniz katılaştı. Aslında kalp katılığı eşittir insanın kendi kendisine yabancılaşması. Burada anlatılan budur.



Ey Yahudileşen İsrail oğulları, siz kendi kendinize yabancılaştınız. Niçin? Çünkü sizi yok etmeye çalışan düşmanınızı taklit ettiniz. Yüreğiniz maymunlaştı. Zihniniz maymunlaştı. lehüm kunu kıradeten hasiın (65) maymundan beter olun denilmişti zaten, maymundan beter hale geldiler. Düşmanınızı taklit edecek kadar alçaldınız. Düşmanınızın putuna tapıyorsunuz. Oysa ki size dost olan bir Allah var. O sizi kurtardı, nimetler verdi, en dar zamanınızda sizinle oldu. Ve onun lütfünü hep üzerinizde gördünüz, buna rağmen ihanet içindesiniz. Çünkü kendinize yabancılaştınız.



İşte kalbin katılaşması insanın kendine karşı yabancılaşmasıdır. İnsan kendi kendine karşı yabancılaşırsa ne olur? Allah’a karşı yabancılaşır. İnsana karşı yabancılaşır. Hakikate karşı yabancılaşır. Çünkü özüne yabancılaştı, hakikatine yabancılaştı, hakikati tanımaz oldu. Hakikati görmez oldu. Duymaz oldu İşte summun bukmun ümmun budur. İnsanın kendine yabancılaşması. Kördür, sağırdır, dilsizdir. Öyle taşlar var ki diyor, bağrından ırmaklar çağlar.



Bilir misiniz, su işi ile uğraşan bilginler bir arazi de su arayacakları zaman önce o arazide taş kaya olup olmadığına bakarlar. Çünkü taş olmayan yerden su çıkmaz. Görüyorsunuz, kendisine yabancılaşmış bir yürek, taşla bile kıyaslanmaz. Çünkü taşın olduğu yerde su var demektir, taş suyun habercisidir. Kendisine yabancılaşmış bir yürek ne işe yarar. Ağlamıyor, sızlamıyor, özlemiyor, yanmıyorsa o yürek ne işe yarar. Sevmiyor. özlemiyor, muhabbet etmiyor, yanmıyor, titremiyor, burulmuyorsa o yüreğin kasap çengelindeki yürekten daha adi olduğuna sizi temin ederim. Çünkü kasap çengelindeki yürek yenir, ama o yenmez.



Onun için yürek nükleer bir güç merkezidir. Yürek en büyük imkandır. Tabii ki kendisine yabancılaşmamış bir insan için. Ancak öyle bir yürek düşünün ki, uçsuz bucaksız, yüz ölçümü yerler ve göklerden daha geniş olan bir yürek artık hakikati almayacak kadar kararmış, bitmiş hissizleşmiş. İşte o zaman o insan yüz ölçümü sınırsız bir taş bir kaya taşıyor demektir ta bağrında. Düşünebiliyor musunuz, dünyanın en büyük güç merkezini, dünyanın en büyük kayası gibi taşımak. Bundan büyük bela olur mu? Bir insanın başına bundan büyük bir felaket gelir mi?



Onun için İsrail oğullarına, Yahudileşen İsrail oğullarına Hatırlatılan gerçek şu. Aslında siz esaret altında iken, işleyen, özleyen, yanan, sızlayan bir yüreğe sahiptiniz. Şimdi bedeniniz hürriyete kavuştu ama yüreğiniz esaret altında. Ama yüreğiniz katılaştı. Asıl tehlike bu. Çünkü Firavundan kurtulmak, katılaşmış bir yürekten kurtulmaktan çok daha kolaydı. Haydi nasıl kurtulacaksanız kurtulun deniliyor be tabiî ki bu ayetlerin ilk ve modern muhatabı olan Müslümanlara söylediği şey de;



Ey İsrail oğulları gibi son vahyi insanlığa taşımakla görevlendirilen ümmeti Muhammed siz de eğer Allah’ın emirlerine karşı böyle duyarsızlaşırsanız, Allah’ın emirlerine karşı böyle günden değiştirilmeye kalkarsanız, Allah’ın emirlerine karşı böyle sulandırıcı bir muamele yaparsanız o zaman sizi bekleyen akıbette o dur. Yürekleriniz taşlaşır. Kendinize karşı yabancılaşırsınız. Kendinize karşı yabancılaşırsanız, ebedi hakikate karşı yabancılaşırsınız. Hakikate karşı yabancılaşana daha büyük bir bela gerekmez. Çünkü bu en büyük beladır. Bela yürekte daha doğrusu göğüste yürek yerine, hisseden bir, seven bir kalp yerine, uçsuz bucaksız bir kaya taşımaktır.



[Ek bilgi; Bundan anlaşılıyor ki dört türlü kalp vardır:

1 - Bir tür kalp vardır ki ilahi nurla aydınlanmış, ona gömülmüştür. İlim denizine dalmış, batmıştır. Bu tür bir kalpten ilim nehirleri fışkırır. Ondan içen, ebedi hayata kavuşur. Öne geçen Allah ehlinin kalpleri gibi. Bu tür kalplere şu ifadeyle işaret edilmiştir: “Taşlardan öylesi var ki, içinden ırmaklar kaynar.”

2 - Bir tür kalp de vardır ki , ilmi kana kana içmiş, ezberleyip anlamıştır. İnsanlar da ondan yararlanır. İlimde derinleşen alimlerin kalpleri gibi. Bu tür bir kalbe de şu ifadeyle işaret edilmiştir: “Öylesi de var ki, çatlar da ondan su fışkırır.”

3 - Bir tür kalp de var ki, ürperir, boyun eğer, teslim olur ve itaat eder. Müslüman abidlerin ve zahidlerin kalpleri gibi. Bu tür kalplere de şu ifadeyle işaret edilmiştir: “Taşlardan bir kısmı da Allah korkusuyla yukardan aşağı yuvarlanır.” Bu tür kalplerin en basit hali, Allah korkusuyla yukarıdan aşağıya yuvarlanmaktır. Yani Allah’ın emrettiğine boyun eğmek, merkeze gayet akıcı bir şekilde meyletme özelliğine sahip olmaktır.

4 - Geride ilimden asla etkilenmeyen, korku karşısında yumuşamayan, hidayetten yüz çeviren, büyüklenerek hevanın buyruklarına uyan, inatla karşı çıkan bir kalp kalıyor. Madenler içinde böyle bir kalbe benzetilecek bir şey bulunmaz. (İbn. Arabi-Te’vilat)]





75 - E fetatmeune ey yü'minu leküm ve kad kane ferıkum minhüm yesmeune kelamellahi sümme yüharrifunehu mim ba'di ma akaluhü ve hüm ya'lemun



Şimdi siz ey iman edenler, (genetik geçmişi bu olan Yahudilerin) size inanmalarını mı ümit ediyorsunuz? Oysa onların bir kısmı vardı ki, kelâmullahı (Musa'yı) dinler, dediklerini anlar, sonra da bile bile tahrif ederlerdi (değiştirirler başka anlamlara çevirirlerdi). (A.Hulusi)



Şimdi bunların, size hemen inanacaklarını ümit mi ediyorsunuz? Halbuki bunlardan bir grup vardı ki, Allah'ın kelâmını işitirlerdi de sonra ona akılları yattığı halde bile bile onu tahrif ederlerdi.(Elmalı)





E fetatmeune ey yü'minu leküm Siz şimdi bütün bu gerçekler ortada iken bu haldeki insanların sizin inandığınıza iman etmesini mi bekliyorsunuz. Yani öncelikle bu hitabın bize hatırlattığı şey, ayetin ilk muhatabı olan Medineli Müslümanlar. Böyle bir beklentilerinin olduğunu anlıyoruz. Yahudiler ehli kitap olduğu için, onlar ümmü olmadığı için Araplar onları biraz daha ilerde görüyorlar. Ne de olsa kitapları var, Allah’ı tanıyorlar, okuma yazmayı biliyorlar ve bir alt yapıları var. Herhalde bunlar ebedi mesajın sesine kulak verir diye düşünüyorlar.



Hatta böyle bir beklenti içindeler. Onlar Müslüman olsa çok sevinecekler. Lakin Allah onların gerçek durumunu haber veriyor. Şimdi durumu bu olan insanların ki iman etmesini nasıl beklersiniz. Bu beklentiniz boş bir beklenti. Çünkü onlar kendilerine karşı yabancılaşmışlar,son vahye karşı nasıl yabancılaşmasınlar. Ortada her şey. İşte söylenmek istenen bu yersiz bir beklenti olduğu bu beklentinin yani onlar Musevi olamamışlar, nasıl Muhammedi olurlar. Onların Musa’ya olan inançları bile sahte, Tevrat’a olan bağlılıkları bile yalan. Onlar nasıl Muhammed’e iman etsin Kur’an a bağlansın ki, daha kendi kitaplarına, kendi nebilerine karşı bile dürüst davranmayı öğrenememişler. İşte bu durumlarını Allah emrediyor, kendi peygamberleri ki bizim de peygamberimizdir, getiriyor ama onların tavrı ortada. Onun için böyle katılaşmış bir yüreğin sahibi ilahi mesaja karşı tepki veremez. Cevap veremez. İman edemez. Çünkü o çözülmüştür artık. Karşınızda sizin dik sürüngen iki ayaklı bir kaya duruyor.



ve kad kane ferıkum minhüm yesmeune kelamellahi Onlardan Bir çoğu ki bazı sözlükler ferıkum minhüm un bir çoğu biçiminde anlamlandırırlar ki doğrusu da budur, onlardan bir çoğu Allah’ın kelamını işitirler. sümme yüharrifunehu Fakat bunun ardından işittikleri halde hemen ardından onu çarpıtırlar. Değiştirir, tahrif ederler. mim ba'di ma akaluhü Üstelik o kelamın maksadını anladıkları halde. Yani o kelamın arkasında yatan gerçek maksadı, ne demek istediğini kavradıkları halde ne yaparlar? On u çarpıtırlar. Yukarıda tefsir etmiştim ya; Kurban kesmeleri emredilenler nasıl çarpıtıyorlardı görüyorsunuz. Aslında Allah’ın maksadını anlamıştılar. Ama yine de çarpıtıyorlardı. ve hüm ya'lemun  Tabii bunu da bile bile yaparlar. Bunlar çok önemli.



Burada bir ibare var. Kelâmellah, kelâmullah. Nedir Kelamullah? Allah’ın kelamı demektir. Allah’ın kelamı demek, Allah’ın lisanı demek değildir. Kur’an Allah’ın kelamıdır. Aynen Tevrat’ta Allah’ın kelamıdır. İncil’de, İbrahim peygambere indirilen suhuflar da Allah’ın kelamıdır. Yani tüm nebilere gönderilen ilahi mesajların hepsi Allah’ın kelamı. O halde Allah’ın kelamı ifadesi lafızla, dille ilgili bir ifade değil, mana ile ilgili bir ifadedir. Yani ebedi mesajın taşıdığı mana, ebedi değişmez değerlerin anlamı ile ilgili bir ifadedir. Onun için Kur’an Arapçadır. Arapça Kur’an ın dilidir diyebiliriz bu doğrudur. Arapça Allah’ın dilidir diyemeyiz. Kur’an kelamı Vahydir. Kur’an Allah’ın sözü değil, kelamıdır. Onun için müfessirler kavlukkah sözünün hiç kullanılmadığını ama kelâmullah sözünün, ibaresinin kullanıldığına dikkat çekerek Allah’ın lisanı demek ayrı, Allah’ın kelamı ayrı demek olduğunu özellikle vurgularlar.



Burada bir kavram daha var tahrif kavramı. Yüharrifunehu Ben çarpıtma diye çevirdim. Nedir tahrif, Tahrif literal olarak etimolojik kökeni yontmak demektir. Onun için tahrif ul kalem derler, kalemi yontmaya. tahrif ul kalem, yontmak yani bir şeyin bütününden az veya çok parçayı atmak, eksiltmek. Anlamda eksintiye gitmek demektir. Tahrif budur. Çarpıtmak işte bundan kaynaklanır.



Yahudileşen İsrail oğulları iki sebeple çarpıtıyorlardı. Birisi siyasi sebeple çarpıtıyorlardı. Liderlerine yağ çekmek için, onların gözüne girmek ve yaranmak için Allah’ın kelamını çarpıtıyorlardı, ikincisi de çıkar için, maddi çıkar için çarpıtıyorlardı. Birtakım maddi getiri olsun diye çarpıtıyorlardı. Öyle çarpıtıyorlardı ki, bu çarpıtma çoğu kez metinde değil anlamda yapılıyordu. Ama bazen metinde de yaptıkları oluyordu. Örneğin Kur’an ın haber verdiği çarpıtmaları var onların;



la tekulu raına ve kulünzurna (Bakara/104) Raina demeyin unzurna deyin. Raina da bak demek unzurna yine gör, bak, bizi gör demek. Niye Raina demeyin? Çünkü onlar Râ..!ina yı hafif kırarak aynı Raî…!na diyorlardı. Anlam ne olurdu o zaman çobanın. Peygambere hakaret için dillerini ayn de hafif kırarak böyle bir oyun yapıyorlardı. Onun için Raî..!na diyorlardı. Râ’ina der gibi. Mesela aynı şeyi selam verirken de yaptıklarını biz sahih bir hadisten öğreniyoruz. Buhari hadisinden, Hz. Ayşe naklediyor.  Resulallah’a essahmü aleyküm diye selam verirlerdi. Yani dışarıdan biri fark edemezdi bunların bu tip bir oyun oynadıklarını. Esselamü aleyküm, esenlik mutluluk üzerine olsun demekken, Bu hemen dillerini hafif kırıp essahmü aleyküm demeleri kahrol manasına gelir.



Onlar böyle oyunlar oynuyorlardı kelimeler üzerinde. Kelimeleri çarptırdıkları gibi, anlamlarını da çarpıtıyorlardı. İşte tahrif bu anlamda her türlü çarpıtmaya verilen isimdir.



Peki bu ümmet için bunun taşıdığı anlam nedir? Yani bu ayetin ilk ve modern Müslüman muhataplarına verdiği mesaj ne? Açık, Eğer Allah’ın kelamındaki Temel hakikatleri çarpıtırsanız Yahudileşirsiniz. Allah emretmiş, emir açık. Ne diyor? Açık.



Bakıyorsunuz ayet i kerime de tesettürü emrediyor. Şimdi Yahudileşme temayülü gösteren bazı zihinler bakıyorsunuz bin bir dereden su getirmek için, işte orada baş geçmiyor efendim, kelime de baş geçmiyor hım geçiyor örtü geçiyor, cilbab geçiyor, celabib geçiyor. İşe bakın. İşte tam Yahudileşme temayülü. Onlar da zaten böyle yapıyorlardı. Onların bunu nasıl yaptığını öğrenmek için firavun tefsirlerine bakılabilir, ünlü Yahudi filozofu. Öyle çarpıtıyorlardı Allah’ın ayetlerini. Buna söylenecek şey gayet açık bilinir yani. Eşarpta baş örtüsüdür, ama baş kelimesi yoktur. Efendim, yemeni derler, ama yemeninin içinde baş kelimesi geçmez. Tülbent denir, yazma denir, bunların hiçbirinin içinde baş kelimesi geçmez. Ama bunlar herkes bilir ki kimse ayağına örtmez yemeniyi. Kimse affedersiniz dizlerine eşarp bağlamaz yani. Kimse böyle anlamaz çünkü. Bundan birazcık nasiptar olan kimse eşarp deyince bunun başa örtülen bir örtü olduğunu, bele bağlanan bir şey olmadığını anlayıverir. İçinde başın geçmesi de gerekmez. Yani tahrif etmek için, e tabii tarihte bir çok yöntem bulunur. Örneğin bir örnek daha vereyim; Mesela Kur’an da;



innema ene beşerum mislüküm (Fussilet/6) ayeti. Ben de sizin gibi bir insanım. Hz. Peygambere söylemesi öğütlenen bir şey. Yani insanlığını vurgulaması insanlara. Ben melek değilim, ben de sizin içinizden biriyim. Ama Allah beni seçti, size mesajını benimle ulaştırdı. Mesajını vermesi için innema ene beşerum mislüküm o innema beraber kaffe metufedir. İkisi bir edattır. Onu önce parçalıyorlar; İnne yi ayrı ma yı ayrı yapıyorlar bazıları, ma yı da olumsuz anlamına alıyorlar, oysaki o ismi mevsuftur. Ellezi manasına. Ama Ma ya olumsuz anlamı veriyorlar, Ben kesinlikle sizin gibi bir insan değilim manası çıkıyor. Yani tam ters bir mana. İşte tahrif budur. Yahudileşmek budur. Tabii ki bunun bir çok örneği verilebilir.





76 - Ve iza leküllezıne amenu kalu amenna* ve iza hala ba'duhüm ila ba'din kalu etühaddisunehüm bi ma fetehallahü aleyküm li yühaccuküm bihı ınde rabbiküm*



Bunlar iman edenlerle karşılaştıklarında "iman ettik" derler; sonra da birbirleriyle başbaşa kaldıklarında, "Allâh'ın size açtığı hakikati, aleyhinizde delil olarak kullanmaları için mi bunlara anlatıyorsunuz, bunu düşünemiyor musunuz?" derler. (A.Hulusi)



Üstelik iman edenlere rastladıklarında inandık derler, birbirleriyle baş başa kaldıkları zaman, "Rabbinizin huzurunda aleyhinize delil olarak kullansınlar diye mi tutup Allah'ın size açıkladığı gerçekleri onlara da söylüyorsunuz? Hiç aklınız yok mu be?" derlerdi.(Elmalı)





Ve iza leküllezıne amenu kalu amenna Kendilerine birleştikleri zaman, iman edenlerle bir araya geldikleri zaman derler ki; Biz iman ettik. ve iza hala ba'duhüm ila ba'din Ne zaman ki birbiriyle baş başa kaldıklar; Kalu, bu kalu ile yukarıdaki kalu farklı farklı faillere sahiptir. Yukarıda biz iman ettik diyenler, bir kesim. İşte alttaki kalu diyenler ise onları söyleyenler. Yani akıl hocaları. Onlara derler ki baş başa kaldıklarında; etühaddisunehüm bi ma fetehallahü aleyküm li yühaccuküm bihı ınde rabbiküm* siz rabbinizin katında size karşı bir koz olarak kullansınlar diye onlara koz mu veriyorsunuz. Onlara Rabbinizin size açtığı sırrı mı söylüyorsunuz. Allah katında size karşı koz olarak kullansınlar diye. Akıl hocaları hemen onların kafasıyla kalbini böyle çeler.



Nedir o koz; e fe la ta'kılun Yine devam ediyor, bunu düşünemeyecek kadar aptal mısınız? Derler. O akıl hocaları. İman ettik diyenlere. Nedir Allah’ın onlara bildirdiği bu sır, bu koz ve hiç kuşkusuz ki bu kitaplarında Resul Allah’ın peygamberliğine delalet eden yerlerdir.



Bu tabii çok ayrıntılı bir konu. Ancak hemen burada aklıma geldiği kadarıyla, hatırladığım kadarıyla Tevrat’ta Kitab ı Mukaddeste Resul Allah’a delalet eden birkaç noktayı burada aktarıvereyim; Örneğin tensiye kitabında şöyle bir ibare var. Kardeşlerin arasından onlara senin gibi bir peygamber göndereceğim.



Burada ki kardeşlerini Tevrat müfessirlerinden bazıları da aynen İsmail oğulları olarak algılıyor ve çeviriyorlar. Çünkü öteden beri İshak oğulları olan İsrail oğulları, İshak’ın kardeşinden olma İsmail oğullarına kardeş diye hitap ediyorlar. Ve Tevrat’ta da bir çok yerde; sizin kardeşleriniz diye çoğul biçiminde geldiği zaman İsmail oğulları kastediliyor. Çünkü ikisi de Hz. İbrahim’in iki oğlundan geliyor. Biri Hz. İbrahim’in oğlu İshak’tan geliyor İsrail oğullarının kökeni, Resul Allah’ın kökeni ise Hz. İbrahim’in oğlu İsmail’den geliyor. İkisi de Hz. İbrahim’de birleşiyorlar. Onun için ayette bu Tevrat ayetinde kastedilenin özellikle İsmail oğullarından gönderilecek bir peygamber olduğu ifade ediliyor.



Yine aynı kitapta tensiye kitabında; Ve dedi ki Rab dünya da tecelli etti, sair de parladı Taran dağında doğdu diye bir ibare var: Sine de tecelli etti den kasıt, Hz. Musa peygambere gönderilen vahiy, Sair dağının Hz. İsa’nın yaşadığı yerde bulunan bir dağ olduğu açık. Herkes bunu itiraf ediyor, ancak Taran dağının  nerede olduğu konusunu kadim Tevrat müfessirleri açıklamıyorlar.



Lakin işin garibi de şu ki; Tekvin kitabında İsmail peygamberin Annesiyle birlikte haran çölünde yerleştiğini ve orada büyüdüğünü, kocası İbrahim Peygamberin Hacer ile küçük oğlunu orada bıraktığını aktarıyor Tevrat. Demek ki bu taran, Mekke. Onun için daha önceden peygamberimiz gönderilmeden önce dahi bazı Yahudiler bu gerçeği fark etmişlerdi. Hatta Selman Farisi’nin Medine’ye gelip yerleşmesinde ki sebepte oydu. Çok uzun arayışlar sonunda bana tanımlanan üstatlarımın bana tanımladığı yer burasıdır diye gelmişti. Bu mevkiidir, bu bölgedir diye gelmişti.



Yine örneğin o dönemde bazı Yahudilerin çocuklarına Muhammed ismini koydukları söylenir. Hatta bazı Arap’ların da koyduğu söylenir. Bu ismi koymalarının temelinde şöyle bir gerçek yatıyor. Özellikle Tekvin kitabında İsmail için kullanılan bir cümle var. Seni Allah’ın İsmail’e semere verecektir. Allah’ın Rab, İsmail’i semerelendirecektir. Yani ona güzel bir meyve verecektir.



Orada geçen ibare bi madmad?, İbranice ibare. Bu Yahudiler rakam değerli harf sistemi olan ebcetle bunun Arapça karşılığını buluyorlar. 92 tutuyor Ebcet sisteminde bu. Bunun Arapça karşılığının Muhammed olduğunu tespit ediyorlar. Aynı değeri o da tutuyor 92. Rakam değerli harf sistemini Yahudiler kullanır. Şifreleme sistemidir. O şifre sisteminde bu mad mad ın yani İsmail’e verileceği vaad edilen bu meyvenin karşılığı Arap dilinde Muhammed anlamına geliyor.  O zaman bu anlamı keşfeden bazı Yahudiler çocuklarına Muhammed ismini koyuyorlar. Ve hatta Araplara söylüyorlar bölgede ki, onlar da bazı çocuklara Muhammed ismini koyuyorlar. Bu olsun diye. Acaba bu olabilir mi?



Bu çok önemli bir anekdot. Tabii bu anekdotları teyit eden, güçlendiren daha başka anekdotlar da var. Örneğin Resul Allah’ın doğduğunda bazı astrologların bunu fark ettiğini, yine Resul Allah’ın Medine’ye geldiğinde Hz. ,Safiye’nin amcası ve babası ki Yahudilerin liderleri idi, gelip Resul Allah’ı gördükten sonra Vallahi bu o dur. Ama vallahi ömrümün sonuna kadar buna karşı savaşacağım. Dediği bildirilir kaynaklarda.





77 - E ve la ya'lemune ennellahe ya'lemü ma yüsirrune ve ma yu'linun



Bilmiyorlar mı Allâh'ın, gizlediklerini de açığa çıkardıklarını da bildiğini! (A.Hulusi)



Peki bilmezler mi ki, onlar neyi sır olarak saklar ve neyi açıkça söylerlerse Allah hepsini bilir. (Elmalı)





E ve la ya'lemune ennellahe ya'lemü ma yüsirrune ve ma yu'linun  Onlar bilmiyorlar mı ki Allah onların sakladıklarını da bilir, açığa vurduklarını da.





78 - Ve minhüm ümmiyyune la ya'lemunel kitabe illa emaniyye ve in hüm illa yezunnun



Onlardan ümmî olanlar vardır ki, vehmettikleri (kafalarında şartlanmalarına göre kurguladıkları) ötesinde Kitabı (hakikat bilgisini) bilmezler; (asılsız) zanlarıyla yaşarlar. (A.Hulusi)



Bunların bir de ümmî (okuma yazması olmayan) kısmı vardır, kitabı bilmezler, ancak birtakım kuruntu yığınına, boş saplantılara kapılır ve zan içinde dolaşır dururlar. (Elmalı)





Ve minhüm ümmiyyune la ya'lemunel kitabe illa emaniyye  Onlardan ümmü olanlar yani cahil bir kesim var. Onlar kitabı bilmezler. Yalnızca kuruntuları var onların. Kuruntu yaparlar. Bir takım kuruntulara, hurafelere inanırlar. ve in hüm illa yezunnun ve onlar yalnızca zannederler. Onların imanı zandan ibarettir. Yakin ve bilgiye dayalı değildir.



Bu ayette geçen ümmiyyune ; Ümmiy; Ümmet, imam ile aynı kökten gelir. Ümm kökünden gelir. Ümm, amme demektir. Birinci anlamı Ümmi nin; cahil, gafil. İkinci anlamı; anadan doğduğu gibi tertemiz demektir. Ki, peygamber için kullanılan ümmi lafızları Kur’an da anadan doğduğu gibi tertemiz, kültürlerin herhangi bir istilasına maruz kalmamış, Kalbi ve kafası çevresel kültürlerden etkilenmemiş, anlamına, pırıl pırıl anlamına kullanılır. Üçüncü anlamı ise Kur’an da yine; Kendilerine kitap verilmeyenler anlamına gelir ümmi.



Emunel şu anlamlara gelir; emunel, ümmiy’e kelimesinin çoğulu, ütopya demektir. Ütopya bildiğiniz gibi Ü yok yunanca da, Topoz, ülke manasına gelir. Yani olmayan ülke, düş ülke.



Şeytanın bir tuzağı olduğu söylenir Kur’an da ütoyanın, yani ümmiyyenin. Ki vele u men ni yemnehum  yene  ben onları ütopyaya düşüreceğim. Ütopik fikirlerle onları oyalayacağım. İşte budur. Ütopya ümmiyedir. Ki 80. ayette daha sonra gelecek olan ayette; Sayılı günler dışında bize ateş dokunmayacaktır diyorlardı ya işte onların ütopyası da bu. Yani onlar alimleri tarafından aldatılıyorlardı. Alimleri onlara gelecekte aslında olmayacak bir şeyi söylüyorlardı.



Yani siz ne yaparsanız yapın, ne kadar günah işlerseniz işleyin değil mi ki Yahudi siniz, değil mi ki İsrail oğullarına mensupsunuz sayılı günlerden fazla yanmayacaksınız. Onun dışında bir azap görmeyeceksiniz.



Yani haşa siz sadece ırkınızdan dolayı Allah’tan özel muamele göreceksiniz anlamına öyle oyalıyorlardı. Niçin, çünkü cahildiler. Bunu onların cahillikleri dolayısıyla yapıyorlardı. Ki hemen arkadaki ayette bunu açıklıyor;





79 - Fe veylül lillezıne yektübunel kitabe bi eydıhim sümme yekulunel kitabe bi eydıhim sümme yekulune haza min ındillahi li yeşteru bihı semenen kalıla* fe veylül lehüm mimma ketebet eydıhim ve veylül lehüm mimma yeksibun



Yazıklar olsun kendi elleriyle (nefsanî doğrultuda) bir takım bilgileri yazıp, sonra da az bir paha karşılığı için "Bu Allâh indîndendir" diyenlere!.. Yazıklar olsun elleriyle yazıya döktükleri bilgilere! Yazıklar olsun bu yolla elde ettikleri kazanca! (A.Hulusi)



Artık o kimselerin vay haline ki, kendi elleriyle kitap yazarlar da sonra biraz para almak için "Bu Allah katındandır." derler. Artık vay o elleriyle yazdıkları yüzünden onlara, vay o kazandıkları vebal yüzünden onlara!.. (Elmalı)





Fe veylül lillezıne yektübunel kitabe yazıklar olsun kitabı elleri ile yazanlara bi eydıhim evet. Elleri ile kitabı yazanlara yazıklar olsun. sümme yekulune haza min ındillahi Onlar elleri ile kitabı yazıp ne diyorlardı? Bu Allah katından gelmedir diyorlardı. li yeşteru bihı semenen kalıla Bunu da şunun için yapıyorlardı. Az bir getiri sağlamak, menfaat elde etmek için yapıyorlardı. fe veylül lehüm mimma ketebet eydıhim Elleriyle yazdıklarına yazıklar olsun ve veylül lehüm mimma yeksibun Kazandıklarından dolayı da yazıklar olsun onlara.



Burada çok ince bir nokta var dikkatinizi çekerim. Onlar ilahi mesajı az bir değere pazarlamıyorlardı. Pazarladıkları ilahi mesaj değil, Tevrat değil, Allah’ın mesajı değil. Onun için ucuz şey pazarlıyorlardı aslında. Neyi pazarlıyorlar dı? Elleri ile yazdıklarını pazarlıyorlardı. İlahi mesajı değil. Hep böyle anlaşılıyor, nedense? Yıllardan beri sanki burada ifade edilen şey, onlar, Allah’tan aldıkları bu mesajı, Tevrat’ı pazarlıyorlardı. Elleri ile yazdıkları şeyi pazarlıyorlardı.



Peki burada kılınan durum ne? Bu Allah’tan dır diye iftira ediyorlardı Allah’a. Allah’tan gelmediği halde elleri ile bir takım hükümler koyuyorlar, ne yapıyorlardı? Örneğin önce Tevrat şerh ediliyordu. Bir takım samimi alimler içtihatlar yapıyorlardı. Bu içtihatları bunlar şerh ediyorlardı. Daha sonrakiler geldiler, bu şerhleri kaleme aldılar. Katılaştırdılar. Kor haline dönüştürdüler. Bu şerhlerin toplandığı kitaba Vişna dendi. Vişna’yı daha sonra gelen alimler oturdular tefsir ettiler. Uzun uzun tefsirler yaptılar bu tefsirlere de demara dediler. Vişne ve demaranın ikisine birden kalmuk denilir. İşte bu kitabı Yahudilerin önüne sürdüler. Sizin kitabınız bu diye.



Yani sundukları kitap aslında Tevrat’ın suyunun suyunun suyu. O insanların Tevrat’la arasına, Allah’ın kelamı arasına bu görüşleri koydular. O insanlar artık Tevrat’a ulaşamadı. O insanlar bir hükmü merak ettikleri zaman bunlar Tevrat’a değil, elleriyle yazdıkları o şerhlere bakıyorlardı. Vişna ve demaradan oluşan kalmut’a bakıyorlar ve oradan cevap veriyorlardı.



İşte onu kastediyor. Yani Allah’ın kitabı ile insanların arasına gerildiler. Ve onlara Allah’ın kitabında olmayan şeyleri, Allah’ın kitabında bunlar yazıyormuş gibi dayattılar. Verdiler ve bunu da menfaat karşılığı yaptılar. Bunun karşılığında ya siyasi bir menfaat elde ettiler ya ekonomik bir menfaat elde ettiler, ama mutlaka menfaat elde etiller.





80 - Ve kalu len temessenen naru illa eyyamem ma'dudeh* kul ettehaztüm ındellahi ahden fe ley yuhlifellahü ahdehu em tekulune alellahi ma la ta'lemun



Ve dahi onlar dedi ki: "Sayılı günler ötesinde ateş bizi yakmayacak!" De ki onlara: "İndAllâh'tan (hakikatinizden gelen bir) söz mü aldınız? Allâh asla sözünden dönmez! Oysa siz Allâh hakkında uydurma şeyler konuşuyorsunuz!" (A.Hulusi)



Bir de dediler ki: "Bize sayılı birkaç günden başka asla ateş azabı dokunmaz". De ki; "Siz Allah’tan bir ahit mi aldınız? Böyle ise Allah sözünden dönmez. Yoksa siz Allah'a karşı bilemeyeceğiniz şeyleri mi söylüyorsunuz?" (Elmalı)





Ve kalu len temessenen naru illa eyyamem ma'dudeh Ne diyorlardı onlar; Diyorlardı ki bize sadece sayılı, belirli günler dışında ateş dokunmayacak. Demek ki elleriyle yazdıkları şeylerden bir örnek bu işte. Halka cazip halka; size sayılı günler dışında ateş dokunmayacak diye garanti veriyorlardı.



kul ettehaztüm ındellahi ahden fe ley yuhlifellahü ahdehu Siz Allah’tan bir söz mü aldınız? Kesin bir söz mü aldınız ki Allah sözünden caymaz,



em tekulune alellahi ma la ta'lemun  Yoksa Allah’a iftira mı ediyorsunuz. Bilmediğiniz bir şey hakkında Allah’a iftira mı ediyorsunuz. Diye sor onlara.



Ki tezgahtarlar, tezgahladıkları bir şeyi; Örneğin Tefsirlerden aldığımız bilgilere göre 7 ya da 40 gün olduğu söylenir. Niye böyle tezgahladılar bunu? Şöyle tefsir etmişlerdi; Siz ne kadar ineğe taptıysanız o kadar yanacaksınız. Onun dışında yanmayacaksınız. Yani böyle bir de destek bulmuşlardı. İşte yorum yoluyla bu nedir? Semantik tahriftir bu şekilde. Semantik Tahrif, yorum tahrifi. Ya da hermonotik tahrif te diyebiliriz. Anlam ve yorum tahrifi , kelime tahrifi gibidir. Yani net bir tahrif etmek ne kadar tehlikeli ise, anlam ve yorumu, semantik tahrif, Hermonotik tahrifte aynıdır. Anlam ve yorum tahrifi.



Bugün biz Müslümanlar Kuran’ı kelime tahrifine, metin tahrifine tabi tutamadık, bunu beceremedik. Allah metni korudu. Ama biz Müslümanlar bu ikinci tahrif çeşidini, semantik ve hermonotik yani anlam ve yorum tahrifini o kadar çok yapmaktayız ki, Allah bu tür Yahudileşmekten hepimizi korusun diyorum.





81 - Bela men kesebe seyyietev ve ehatat bihı hatıy'etühu fe ulaike ashabün nar* hüm fıha halidun



Hayır! Gerçek onların sandığı gibi değil! Kim bir kötülük kazanırsa (düşündükleri veya elleriyle yaptıklarından dolayı) ve de o hatası kendisini (düşünce sistemini) kuşatırsa (hakikatı göremez hâle gelirse), işte onlar ateş (yanma) ehlidir sonsuza dek! (A.Hulusi)



Evet kim bir günah işlemiş de kendi günahı kendisini her yandan kuşatmış ise, işte öyleleri ateş ehlidirler ve orada ebedî kalıcıdırlar. (Elmalı)





 Bela men kesebe seyyietev yoo..! Aksine kim bir kötülük yaparsa, ve ehatat bihı hatıy'etühu ve suçu ve hatası da onu çepeçevre kuşatırsa, fe ulaike ashabün nar kim olursa olsun o ateşin adamıdır. Ateş ehlidir. Ateş halkıdır. hüm fıha halidun  ve orada kalıcıdırlar. Geçici değil. 7 gün 40 gün falan değil. Kalıcıdırlar.



Bu kalıcılığın anlamını daha önceki derslerde tefsir ettiğim için huldün, cennet ve cehennem deki huldün anlamını daha önce tefsir ettiğim için geçiyorum.



Özellikle burada ehatat bihı hatıy'etühu ifadesi var. Hatası onu çepeçevre kuşatırsa, müthiş bir burada belegat var. Bu iki ifadede. Gerçekten muazzam bir metefor var bu cümlede.



Ne demek hatanın insanı kuşatması? Günah kişiyi çepeçevre kuşatır mı. Evet. “Hatıy”  Duvar anlamına gelir Arapça da. Adeta günahtan bir duvar örülürse. Etrafına, yüreğine.



Yüreğine günahtan nasıl bir duvar örülür? Her günah bir taşıdır duvarın. Bu duvarı örer, sonunda öyle yükseltir ki bu duvarı insan, artık vicdan örtülmüş olur. Vicdanın sesini yüreği duymaz olur. Yürek, aklın sesini duymaz olur. Kur’an ın, vahyin sesini duymaz olur. İşte bu durum ve ehatat bihı hatıy'etühu biçiminde geçiyor. Günahın insanı kuşatması, ki burada hemen Resul Allah’ın bir hadisini hatırlıyoruz. Sahih olarak gelen bu hadiste Resul Allah; Kişinin işlediği bir günah, kalbinde bir siyah nokta olarak belirir. Buyuruyor. Eğer tevbe ederse bu nokta geçer. Yok etmezse her günah siyah bir nokta gibi kalbi karartır, ve en sonunda kalp kararır, tıpkı Allah’ın şu hitabında olduğu gibi.



Kella bel rane 'ala kulubihim (Mutaffiifin/14) Yoo..! Onların kalpleri pas bağladı kazandıkları yüzünden. Ayetinde olduğu gibi diyor peygamberimiz.



Kalp sırça bir aynaya benzer. Bu aynanın sırçasının döküldüğünü düşünün. Karardığını düşünün. Sırçası kararmış bir ayna hakikati yansıtmayacaktır. Gerçeğe karşı tuttuğunuz da bu aynayı, hiçbir şey göstermeyecektir. Bu aynayı geri dönüp cam olarak kullanayım derseniz, cam olarak ta kullanamazsınız. Ne yansıtacaktır doğruyu, ne de görebileceksiniz. Çünkü sırçası kararmış bir ayna ne cam olarak kullanılır, ne ayna olarak.



İşte böyle bir yürek düşünün. İşte hataların insanı çepeçevre kuşatması Budur. Bu neyi getirir? Kendi kendine yabancılaşmayı getirir. Hakikate yabancılaşmayı getirir ki işte burada hemen siz yukarıda;



Sümme kaset kulubüküm (74) ayetini hatırlayın. Kalp katılığı. Hani onların kalpleri katılaşmıştı taş gibi olmuştu ya, işte günahın insanı çepeçevre kuşatması budur, iki ayet birbirini tefsir ediyor.





82 - Vellezıne amenu ve amilus salihati ülaike ashabül cenneh* hüm fıha halidun



Onlar ki iman ederler ve salâha erdirici fiiller ortaya koyarlar, işte onlar cennet ehlidir ve sonsuza dek orada kalırlar. (A.Hulusi)



İman edip Salih ameller işleyenler, işte öyleleri de cennet ehlidirler ve orada ebedî kalıcıdırlar. (Elmalı)





Vellezıne amenu ve amilus salihati ülaike ashabül cenneh. İman eden ve Salih amel işleyenlere gelince, işte onlar cennet halkıdır hüm fıha halidun  Onlar da orada kalıcıdırlar geçici değil.





83 - Ve iz ehazna mısaka benı israıle la ta'büdune illellahe ve bil valideyni ıhsanev ve izl kurba vel yetam vel mesakıni ve kulu lin nasi husnev ve ekıymus salate ve atüz zekah* sümme tevelleytüm ila kalılem minküm ve entüm mu'ridun



Hani İsrailoğullarından söz almıştık; Allâh gayrını var kabul edip ona tapınmayın, ana-babanızın hakkını verin, yakınlarınıza, yetimlere, yoksullara ihsanda bulunun; insanlara güzel (Hakk'a erdirici) sözler söyleyin; namazı ikame edip zekâtı verin. (Onlardaki namaz ve zekât İslâm'dakinden farklıydı.) Ancak bundan sonra, birazınız hariç, yüz çevirdiniz ve hâlâ da çevirmekte devam ediyorsunuz. (A.Hulusi)



Hani bir vakitler İsrail oğulları’ndan şöylece mîsak (kesin bir söz) almıştık: Allah’tan başkasına tapmayacaksınız, ana-babaya iyilik, yakınlığı olanlara, öksüzlere, çaresizlere de iyilik yapacaksınız, insanlara güzellikle söz söyleyecek, namazı kılacak, zekatı vereceksiniz. Sonra çok azınız müstesna olmak üzere sözünüzden döndünüz, hâlâ da dönüyorsunuz. (Elmalı)





Ve iz ehazna mısaka benı israıle la ta'büdune illellahe ve bil valideyni ıhsanev Hani bir zamanda biz İsrail oğullarından kesin söz almıştık. Misak belgeli, kesin yeminli sözdü demektir. la ta'büdune illellahe Allah’tan başkasına tapmayacaksınız, kulluk etmeyeceksiniz.



ve bil valideyni ıhsanev ve izl kurba vel yetam vel mesakıni Anneye ve babaya, yakınlara, kimsesizlere, -yetimi kimsesizler diye çeviriyorum, çünkü lügat anlamı olarak kimsesiz herkes yetimdir. Bu kadın yetim hükmüne girer annesi ve babası vefat etmiş çocuk yetim hükmüne girer.- Onun için kimsesizlere ve yoksullara güzel muamele edecek, iyilik yapacaksınız.



 ve kulu lin nasi husnev ve insanlara karşı, güzel söz söyleyeceksiniz. ve ekıymus salate namazı istikametle kılacak, ve atüz zekah karşılıksız yardımda bulunacaksınız. sümme tevelleytüm ila kalılem minküm ve entüm mu'ridun   Bütün bu emirlerin ardından siz ne yaptınız? Dönüverdiniz, yüz çevirdiniz. ila kalılem minküm çok azınız dışında, birkaç kişi dışında hepiniz yüz çevirdiniz bu emirlerden ve entüm mu'ridun   hala da şu anda Medine de yaşamakta olan, ayetin indiği gün Medine de yaşamakta olan Yahudiler, hala da yüz çevirmeye devam ediyorsunuz.



Burada insanlığın değişmez değerleri var. Her vahiy bu değerleri getirmiştir. Bu değerler Tevrat’ta İsrail oğullarına gönderilen değerler. Anne babaya iyilik, yoksullara iyilik, Yakınlara iyilik, kimsesizlere iyilik, insanlara güzel söz söyleme ve Allah’la insan, İnsanla toplum arasındaki ilişkiyi sembolize eden namaz ve zekat. Zekat İnsan toplum ilişkisini sembolize eder ve düzenler, Namaz ise insan–Allah arasındakini. Yukarıdakini de buna aktarırsanız ne söyleniyor; la ta'büdune illellahe Allah’tan başkasına kulluk etmemek, namazla alt alta yerleştiriyor, Allah insan ilişkisini düzenliyor. Tevhid.



İnsan toplum ilişkisini hemen altındakileri getirin; Yoksulu gözetmek, yakını gözetmek, fakiri gözetmek, yetimi gözetmek, anne babaya iyilik. Görüyorsunuz ki Kur’an insanın hem topluma, hem Allah’a doğru uzanan boyutunu tamamen kural altına alıyor ve ilkeyi vazediyor.





 84 - Ve iz ehazna mısakaküm la tesfikune dimaeküm ve la tuhricune enfüseküm min diyariküm sümme akrartüm ve entüm teşhedun



Hani sizden, birbirinizin kanını dökmeyin, birbirinizi yaşadığı yerden uzaklaştırmayın diye söz almıştık. Siz de buna şahitlik eder halde ikrar (kabul) etmiştiniz. (A.Hulusi)



Yine bir zamanlar mîsakınızı almıştık; birbirinizin kanlarını dökmeyeceksiniz, nüfusunuzu diyarınızdan çıkarmayacaksınız. Sonra siz buna ikrar da verdiniz ve ikrarınıza şahit de oldunuz. (Elmalı)





Ve iz ehazna mısakaküm la tesfikune dimaeküm ve la tuhricune enfüseküm Hani bir zamanda sizden kesin söz almıştık. la tesfikune dimaeküm Birbirinizin kanını dökmeyeceksiniz diye.



[Ek bilgi; Nefsin ihtiyaçlarını ve lezzetlerini elde etmek için gerçek hayatınızı ve özel fiillerinizi terk ederek nefsin özelliklerini ve sıfatlarını arzu etmek ve nefsin hevasına ve karakterine meyletmek suretiyle kan dökmeyeceğinize dair sizden söz almıştık. (İbn. Arabi- Te’vilat)]



ve la tuhricune enfüseküm min diyariküm siz birbirinizi yaşadıkları yerden sürmeyecektiniz.



[Ek bilgi; Yani özlerinizi, kendinizi. Çünkü nefis “zat / öz” olarak da ifade edilir. “Yurtlarınızdan…” ruhani karargâhlarınızdan ve kutsi bahçelerinizden çıkarmayacağınıza dair sizden söz almıştık. (İbn.Arabi)]



sümme akrartüm ve entüm teşhedun  sonra üstelik siz de bunu ikrar etmiştiniz. Yani bu sözü biz almıştık, siz de ikrar etmiştiniz. ve entüm teşhedun  Ey..! şu ayetin indiği Medine de yaşayan Yahudi topluluğu siz de hala buna şahitlik ediyorsunuz. Bu aldığım söze çünkü elinizdeki Tevrat’ta bunları yazıyor, bu sözler.





85 - Sümme entüm haülai taktülune enfüseküm ve tuhricune ferıkam minküm min diyarihim tezaherune aleyhim bil ismi vel udvan* ve iy ye'tuküm üsara tüfaduhüm ve hüve muharramün aleyküm ıhracühüm* e fe tü'minune bi ba’dıl kitabi ve tekfürune bi ba'd* fe ma cezaü mey yef'alü zalike minküm illa hızyün fil hayatid dünya* ve yevmel kıyameti yüraddune ila eşeddil azab* vemallahü bi ğafilin amma ta'melun



Hâlbuki siz birbirinizi öldürüyorsunuz, içinizden bir grubu yurtlarından çıkartıyorsunuz. Onlar aleyhine haksız yere düşmanlıkta birleşiyorsunuz. Esir olup da geri getirilirlerse fidyelerini verip onları aranızdan çıkartıyorsunuz (oysa bu haramdı). Yoksa siz (Kitabın) hakikat bilgisinin bir kısmına iman edip bir kısmını inkâr mı ediyorsunuz? Sizden bunu yapanların ereceği karşılık, dünya yaşamında rezil olmaktır. Kıyamet sürecinde ise azabın en şiddetlisine düçar olurlar! Allâh yaptıklarınızdan hakikatiniz olarak gâfil değildir. (A.Hulusi)



Sonra sizler öyle kimselersiniz ki, kendilerinizi öldürüyorsunuz ve sizden olan bir grubu diyarlarından çıkarıyorsunuz, onlar aleyhinde kötülük ve düşmanlık güdüyor ve bu konuda birleşip birbirinize arka çıkıyorsunuz, şayet size esir olarak gelirlerse fidyeleşmeye kalkıyorsunuz. Halbuki yurtlarından çıkarılmaları size haram kılınmış idi. Yoksa siz kitabın bir kısmına inanıp bir kısmını inkâr mı ediyorsunuz? Şu halde içinizden böyle yapanlar, netice olarak dünya hayatında perişanlıktan başka ne kazanırlar, kıyamet gününde de en şiddetli azaba uğratılırlar. Allah, yaptıklarınızdan gafil değildir. (Elmalı)





Sümme entüm haülai taktülune enfüseküm Sonra ne oldu?Bu sözden sonra? Siz birbirinizi katlettiniz. Kendi kendinizi öldürdünüz, ve tuhricune ferıkam minküm min diyarihim İçinizden bir grup çıktı, içinizden bir kısmını yerinden yurdundan etti. Sürdü.



Bununla kastedilen Hz. Süleyman’ın vefatından sonra kurduğu devletin ikiye bölünüp Yahudiye ve İsrailiye diye isim alan bu iki krallığın düşmanlarıyla anlaşıp birbirlerinin üzerine hücum etmesi, düşünün İsrailiye devleti gitti Asurlularla anlaştı geldi Yahudiye krallığında yaşayan tüm Yahudileri katlettiler,, öldürdüler, geri kalanları da düşmanlarına esir edip teslim ettiler. Yahudiler, Yahudilere yapıyor bunu.



[Ek bilgi; Fıtrattan kopan, asli istidat nurundan perdelenen sizler, azdığınız, heva ve hevesinize uyduğunuz için birbirinizi öldürüyorsunuz. İçinizden bir zümreyi saptırarak, yanlışa yönlendirerek, günah işlemeye ve hevanın peşinden koşturmaya teşvik ederek kadim, asli yurtlarından çıkarıyor, onlara karşı birbirinize yardım ediyor, onlar aleyhine günahta birbirine destek oluyorsunuz. Çirkin hayasızlıklar ve günahlar işliyorsunuz ki, onlar sizi görsünler de size uysunlar. Onlara karşı düşmanlık ediyorsunuz, insanlara zorbalıkla muamele ediyorsunuz ki, zulmünüz onlara kadar ulaşsın. Dolayısıyla, behimi ve yırtıcı gücün rezilliklerini onlara dayatıyorsunuz. Onları bu tür alçaklıkları işlemeye teşvik ediyorsunuz, bu tür rezaletleri onlara süslü gösteriyorsunuz. (İbn. Arabi-Te’vilat)]



Daha sonra ne oldu? Çok ilginçtir ondan sonra da Babil Kralı, 2. Nabukadnazar geldi, o düşmanla işbirliği yapıp kardeşlerini düşmana teslim eden İsrailliye devletini yerle bir etti, 200.000 kişinin öldüğü söylenir o tarihte.



Evet, bu geçmişteki tarihlerine dikkat çekiyor. Hep böyle yaptınız ve tabii o anda ilk muhatabı olan Yahudilere de dikkat çekiyor. Ne yapıyorlardı? Mesela Ben-i Kayyuka evs’le ittifak kurmuştu, ben-i Kuraysa, ben-i nadîr iki Yahudi kabilesi de Hazreçlerle ittifak kurmuştu Araplardan Medine de



Evs ve Hazreç birbirleri ile sürekli savaşıyordu, bunlar savaşırken bu müttefikler de bir biri ile savaşıyordu. Yine birbirini yiyorlardı. Hem tarihe hem de ayetin indiği güne dikkat çekiliyor.



tezaherune aleyhim bil ismi vel udvan Siz günahta ve kin de nefrette birbirinizle yardımlaşıyordunuz. Birbirinize karşı tabii ki. ve iy ye'tuküm üsara tüfaduhüm Ne zaman elinize esir düşse, kendi kavminizden, kendi dininizden olan bir Yahudi, ancak fidye karşılığı onu serbest bırakıyordunuz. Böyle yapıyordular.



ve hüve muharramün aleyküm ıhracühüm Bu bir cümle i muterizedir, tırnak içi cümlesidir, yukarıya ait yani yurdunuzdan çıkarmak haram olduğu halde, size haram kılınmış olduğu halde bunu yapıyordunuz.



e fe tü'minune bi ba’dıl kitabi ve tekfürune bi ba'd Siz, ey Yahudileşen İsrail oğulları, kitabın bir kısmına inanıp bir kısmını inkar mı ediyorsunuz. Hakikatin bir kısmına inanıp bir kısmının üzerini mi örtüyorsunuz?



Burada kastedilen şey şu; 10 emir de işlerine gelmeyen emir maddelerini sildiler. Ben Tevrat’ta geçen 1o emre baktım; O 10 emrin içinde şu biraz önce tefsir ettiğimiz 83. ayette; yoksula, yakına, kimsesize yardım etmek emri yok. Ne yapmışlar onun yerine, Birinci ve ikinci emri, aynı emri ikiye bölmüşler, ikiye ayırmışlar, 1 ve 2 numara vermişler. Yani ey İsrail oğulları benim önümde sadece eğileceksiniz, 2. si de Benden başka putlarınız olmayacak. İkisi aynı emir zaten. Demek ki 1 tanesini aradan sildiler, biri, 2 ye böldüler böylece göz boyadılar.



İşte burada kastedilen de bu. Ve yine söylenmek istenen de şu ki; Sizde Yahudileşmeyin bu konuda. Allah’ın emirlerinden bazılarının üstünü örtüp işinize gelmeyen, işinize gelen emirleri de böyle bölüp; Bak şunları şunları yapıyoruz diye insanlara bahane vermeyin.



fe ma cezaü mey yef'alü zalike minküm illa hızyün fil hayatid dünya* Dünya hayatında bunu yapan kimsenin cezası başka bir şey değil sadece alçalmadır. Bir zillete mahkumiyettir. ve yevmel kıyameti yüraddune ila eşeddil azab Kıyamet gününde ise o kimse azabın, belanın en şiddetlisine maruz kalacak. vemallahü bi ğafilin amma ta'melun  Allah yaptıklarınıza karşı duyarsız değildir.



Burada hakikati parçalamanın, dünya da sosyal çözülmeye, kimlik ve kişilik kaybına sebep olacağı ima ediliyor. Dünya toplumlarına yem olacağı söyleniyor adeta. Çünkü dünyada zillet budur. Şu anda içinde yaşadığımız toplumda bunu görmüyor musunuz? Dün sizin hükmettiğiniz insanlar, bugün sizi adam yerine koymuyorlarsa işte zillet budur. Yahudileşmenin sonucu da budur.





86 - Ülaikellezıneşteravül hayated dünya bil ahırati fe la yuhaffefü anhümül azabü ve la hüm yünsarun



İşte onlar sonsuz gelecekleri (içsel hakikat yaşamları) karşılığında dünya (bedensel arzu ve zevkler) hayatını satın almışlardır. Onların azabı hafifletilmez! Onlara yardım da edilmez. (A.Hulusi)



Bunlar ahireti, dünya hayatına satmış kimselerdir. Onun için bunlardan azap hafifletilmez ve kendilerine bir yerden yardım da gelmez. (Elmalı)





Ülaikellezıneşteravül hayated dünya İşte onlar var ya, o kimseler dünya hayatı karşılığında ahireti feda ettiler. Yani dünyayı elde etmek için ahireti sattılar. Dünyayı almak için ahireti feda etmektir. Ne demek bu? Değer yargılarının alt üst olması. Değerli olan bir şeye, aşağı değerde görmek, değersiz olan bir şeyi, en değerli bilmek. Değer yargısının alt üst olmasıdır işte. Eğer değer yargısı alt üst olursa o zaman aşağılık olana yücelik muamelesi yaparsınız, yüce olana da aşağılık muamelesi yaparsınız. Bu ne demektir? Bu şu demektir. Dünya sizin binitiniz olduğu halde, sizin dünyanın sırtına binmeniz gerektiği halde, dünyayı sırtınıza bindirirsiniz. Dünya sizin sırtınıza biner. İşte değer yargısının ters çevrilmesi bu anlama gelir. Yani dünya beden, ahiret ruh, Dünya cazip, dünya yüreği esir etmek ister.



Dünyanın kökeni, yani etimolojik olarak iki anlama gelir. 1 – Aşağı, 2 – Yakın. Yakındır, çünkü bedene, çamura yakındır. İnsanın bedeni, çamuru ondandır. Aşağıdır, aşağılıktır, çünkü çamurdur dedim ya. Ahirete göre aşağıdadır. Onun için geçici olan dünya eğer kendisine sizi cezp ederse kalıcı olan ahireti satmış olursunuz.



fe la yuhaffefü anhümül azabü ve la hüm yünsarun Böyle yapandan azap hafifletilmeyecek ve onlar yardımcı da bulamayacaklar yani onlara ahirette yardım da olunmayacak. Nasıl yardımcı olunmayacak? Ahirette değer yargılarının ters olduğunu fark ettiklerinde; Eyvaaah..! ne büyük aldanmışız demenin azabı en büyük azap olacak, o zaman da bir yardımcı bulamayacaklar.





Ve ahıru da'vahüm enil Hamdu Lillâhi Rabbil alemiyn. (Yunus/10) 
Dualarının sonu da "Âlemlerin Rabbi Allah'a hamdolsun." diye şükretmek olacaktır.